Bir an için gözlerinizi kapayınız ve kendinizi geçmişte düşleyiniz. Altay Dağlarında geziniyorsunuz. Orkun ve Selenge yanı başınızda çağlıyor. Atlılar uçsuz bucaksız bozkırlarda koşuyor. Yükseklerde bir kartal keskin bir çığlık atıyor.
Sizce nasıl bir Türkçe konuşurdunuz?
Bilincinizi Türkçeye sonuna dek açmanızı istiyorum.
Orkun Irmağının kıyısında Köl Tigin’in yoğ törenindesiniz. Bilge Kağan konuşuyor. Gelin kulak verelim:
“Körür közüm körmez teg, bilir biligim bilmez teg boltı”.
Ölüm acısı kişioğluna “Görür gözüm görmez, bilir bilincim bilmez oldu” dedirtiyor.
Türk ulusuna “Beglik urı oglun kul boltı, silik kız oglun küng boltı” diyerek geçmişi anımsatıyor. Atatürk gibi bir önderimiz olmasaydı, bugün biz de “Beylik er oğlun kul, soylu kız oğlun köle oldu” diye dövünecektik.
Emeklerinin bilinmesi için “Türük bodun üçün tün udımadım, küntüz olurmadım” diyor. Türklerde ulus için çalışmak devlet geleneğidir. Atatürk de tıpkı Bilge Kağan gibi ölünceye dek “Türk ulusu için gece uyumadı, gündüz oturmadı”.
Aprın Çor Tigin, Beşbalık’ta yazdığı son dizeleri okuyor:
“Kasınçıgımın öyü kadgurar men/Kadgurdukça/Kaşı körtlem/Kavışugsayur men”.
Sevgilisi salınırken nasıl “kasıl”ıp “şımar”dıysa artık “kasınçık” dedirtmiş kendisine. “Düşün”ürken sevgilisini “kaygı”sından “kadgur”muş. Kaşının “güzel”liği bile “kavuşma” isteği uyandırmış. “Amrak” dedirtmiş kendisine “sevgili”. Sonraları “emre” olmuş, “emrah” olmuş dillerde.
Atalarımızla söyleştiğinizde sözcüklerin seslendirilişleri dışında, aramızda başkaca bir özgeliğimiz bulunmadığını göreceksiniz. Türkçemiz doğduğu günden beri dilbilgisi değişmemiş bir dildir. Oğuz Kağan hangi dilbilgisini kullanıyorsa, biz de birebir o kurallarla konuşuyoruz.
Bir Türk, Kök Türkçe ile günümüz Türkçesi arasındaki ses denkliklerini kavradığında yazıtları sanki bugün yazılmışçasına anlar. Dahası ayırt edeceğiniz üzere, Orkun Yazıtlarındaki dil oldukça parlaktır. Çok azını örneklemiş olsam da ikilemeleri, deyimleri, atasözleri ve benzetmeleriyle işlek ve yetkindir.
Bilge Kağan, Tabgaç Kağanı için “Bir kişi yangılsar oğuşı bodunı bişükinge tegi kıdmaz ermiş.” der.
Hani, Tabgaç Kağanı da “bir kişi (kendisine) yanlış yapsa, soyunu sopunu beşiğindeki (bebeğe) dek kırmazmış!”
Şu söylemi, kulak kabartıp daha da yürekten anlar mısınız, lütfen. Bilge Kağan, nasıl da ironi yapıyor.
Türkçenin gücüne ve değişmezliğine bakınız.
Bu yüzden ben Türkçeye “Bengü Dil”im derim. İsterseniz on bin yıl geriye ya da ileriye gidin sözcüklerin seslendirilişi değişecek, anlam kaymaları yaşanacak, ekler kaynaşacak ancak dilbilgisi değişmeyecektir. Dilbilgisinin bu değişmezliğinden dolayı Türkçe, matematiğin ta kendisidir. Değişkenler değişse bile denklem bozulmaz.
Türkçe en eski dillerden biri, dilbilgisi en yetkin biricik dildir. İşte bu yetkinlik Atatürk’e Dil Devrimini gerçekleştirecek gücü vermiştir.
Orkun Yazıtları, Türkçenin başlangıcı değil, kendi çağına dek uzanan bir dönemin olsa olsa son sözüdür. Yazıtlardaki yaratıcı dilin oluşabilmesi için en az beş bin yıllık bir süreç gereklidir. Her Türkçe konuştuğunuzda biliniz ki, en az yedi bin yıllık sözcüklerle söyleşiyorsunuz.
Türkçeyi bir kuyumcu özeniyle işlemek bir Türkün olmazsa olmazıdır.
Dillerin en güzeli Türkçeyi yabancı sözcüklere boğarak Türkçenin anlatım gücünü kısırlaştırmak, gerçekte Türkçe bilmemekten ileri gelir. Dilimizin özünü olduğu gibi kavrayanlar, düşüncelerini dillendirmek için Türkçenin kendisinden başkasına gereksinim duymazlar. Türkçenin ana bulaklarından kana kana içenlerin susuzluğunu, Türkçe dışındaki hiçbir dilin sözcükleri gideremez.
Türkçeyi en arı duru görkemiyle sevmiş biri olarak, benim en büyük mutluluğum Türkçenin içine doğmaktır.
Türkçeyi gönlünüzdeki en kıskanç duygularla sevmeniz dileğiyle…