Teslimiyet iktidarı, aldığı talimat doğrultusunda ‘Yeni Anayasa’ için bastırıyor.
İktidarın başı, ‘muhalefet partilerinden’ gerekli desteği alamazlarsa eğer, ‘terör örgütünün uzantılarının’ desteği ile referanduma gideceklerini resmen açıkladı.
Bu resmen ‘Türklüğün oylamaya sunulması’ demektir.
‘Türklüğün’ tartışmaya açıldığı, gözlerini ‘Türk düşmanlığı’ bürüyenlerin ‘İslam hassasiyetlerini’ görmezden geldiği bir dönemde ilginç bir kitap yayınlandı:
“1200 Yıllık Sürgün – ‘Türk’ Sözünün Hazin Serüveni”
Selenge Yayınları arasında çıkan kitabın yazarı D. Ahsen Batur.
Ahsen Batur, uzun bir araştırma sonucu kaleme aldığı kitabında, ‘Türk’ kelimesinin nerelerde, nasıl kullanıldığını, ‘Türklüğe düşmanlığın’ nereden kaynaklandığını, tarihin tozlu sayfalarından kopararak gün ışığına çıkarıyor.
İlk Türk devletinin doğuşundan başlıyor, Oğuzlar’da, Göktürkler’de, Uygurlar’da, Karahanlılar’da, Gazneliler’de, Harezmşahlar’da, Büyük Selçuklular’da, Anadolu Selçukluları’nda, Osmanlılar’da ‘Türk’ kavramının yerini araştırıyor.
***
Ahsen Batur’un yeni kitabından öğreniyoruz ki, Fatih’in İstanbul’u fethetmesinin ardından ‘bozulma’ başlıyor, ‘dönmelerin’, ‘devşirmelerin’ ağırlığı daha fazla hissediliyor ve devletin üst yönetimi ‘Türk’ kavramına neredeyse yabancılaşıyor.
‘Türk’ kelimesi, uzun bir sürgün döneminin ardından Jön Türkler ile geri dönüyor.
Jön Türkler ile dönemin padişahı Abdülhamid, iktidar paylaşımı dolayısıyla birçok defa karşı karşıya geliyor,
Genç yaşında katledilen Genç Osman’dan sonra gerçek anlamda Türklüğe sahip çıkan ilk padişah Abdülhamid oluyor.
Ahsen Batur, araştırmalarıyla ortaya koyuyor ki, birileri tarafından “Kızıl Sultan” yakıştırması yapılan Abdülhamid, daha tahta çıktığı ilk sene Mithat Paşa ve avanesinin Batılı efendilerinden aldıkları talimat üzerine dayattıkları ‘Anayasa’ ile ilgili ortaya koyduğu tutum ile bile aslında “Ulu Hakan” sıfatını hak ediyor. Kitaba göz gezdirenler, ‘1876 Anayasası’ süreci ile bugünlerin ‘Yeni Anayasa’ süreci arasında çok yakın benzerlikler olduğunu göreceklerdir.
***
İsterseniz, 1876’da yaşananları “1200 yıllık Sürgün – ‘Türk’ Sözünün Hazin Serüveni” kitabından bir kez daha okuyalım:
“Mithat Paşa ve arkadaşları tarafından hazırlanan anayasada yer alan ‘Osmanlı tebaası olan halkların her birinin kendi dillerinde konuşması, okuyup yazması, resmî yazışmaların da üç-dört dilde yapılmasını’öngören maddeyi görünce küplere binen Abdülhamid, şöyle diyordu:
Paşa, Paşa! Kur’an-ı Kerim’i Arapça tilâvet etmekten nasıl vazgeçmezsem, devletin toprakları üzerinde Türkçe konuşulmasından da öyle vazgeçmem! Türk dilinden başkasını da kabul etmem. Böyle bir maddenin yer aldığı anayasayı bana getirmeyiniz!
Mithat Paşa’yı belki de yanıltan Trablusşamlı Bahaaddin Dai’nın anayasa tartışmaları sırasında sarf ettiği şu cümlelerdi:
Peygamberimiz Arapça konuşurdu. Her padişah Türkçenin kısırlığına kurban olmamak için Arapça öğrenir. Anayasayı çeşitli halklara nasıl Türkçe anlatabilirsiniz. O halde her unsurun kendi mektebi, kendi gazetesi, kendi katibi ve kendi dairesi olması gerekir!”
***
Bu ‘ters’ ve ‘çarpık’ mantık, günümüzde aynı şekilde işlemeye devam ediyor.
‘İslâmcı’ geçinen, ‘etnisiteyi’ kutsayarak ‘ümmeti’ parçalayan işbirlikçi keferelere göre, ‘ırkçı’ olan, ‘ayrışmayı’ esas alan ‘bütün etnisite isimler’ sevap, ama asla ‘ırkçı’ olmayan, ‘bütün etnisiteleri’ kucaklayan ‘Türk’ ise günah. Türklüğün karşı karşıya kaldığı tehlikenin ‘tarihsel arka planından’ haberdar olmak isteyenler, Ahsen Batur’un ‘1200 yıllık Sürgün – ‘Türk’ Sözünün Hazin Serüveni’ kitabını mutlaka okumalılar.
(Selenge Yayınları, 0212 514 45 73)