Nedir bu “Türkçe edebiyat”
“Türk Edebiyatı” neden diyemiyorlar…
“Kendini başkalarına kabul ettirmek için gösterilen çaba, en yüksek noktasına ulaşır ulaşmaz, ruhsal hayatta büyük bir gerginlik yaratır. Bunun sonucu olarak, güçlü ve üstün olma gayesi birey için daha belirgin bir hale gelir; insan bu gayeyi olanca gücüyle, olanca kuvvetiyle izler ve hayatı büyük zaferi beklemekle geçer. Böyle bir insan gerçeklik duygusunu yitirmiştir.”
Yaz aylarında sıkça rastladığımız bir sürüngen vardır: Kertenkeleler. Dere kenarlarında, taşlık yerlerde, köylerde, evlerimizin duvarlarında… Kış uykusundan uyandıktan sonra, toprak altından çıkarak biz insanların arasına karışırlar. Zararlı değillerdir fakat pullu veya pürtüklü vücutları, soğuk renkleri ve uzun, tekinsiz kuyrukları kendilerinden pek haz edilmemesini sağlayan etkenlerdir. Yine kertenkelelerin en önemli özelliklerinden birisi de kendilerine kuyruk kısmından yapılan bir saldırıda kuyruklarını bırakmaları ve yaşamlarına devam edebilmeleridir.
Türk(iyeli) liberalleri de bu zararsız fakat sevimsiz kertenkele familyasına dahil edebilir miyiz? Edebiliriz yalnız, bir farklılıkla: Türk(iyeli) liberaller zararlıdırlar.
Tıpkı kertenkelelerin belirli zamanlarda topraktan kendilerini azad edip günyüzüne çıkmaları gibi, Türk(iyeli) liberaller de sanki kış uykusundan uyanır uyanmaz düşünce dünyamızın duvarlarına yapışırlar. Bir faydaları olmadığı gibi, ulusal değerlerimizin üzerinde yarattıkları tahribatın haddi hesabı yoktur. Çetelesi tutulmaz. “Galiptir bu yolda mağlup” avuntusuna kendilerini fazla kaptırmışlardır, Alfred Adler’den alıntılandığı gibi; gerçeklik duygusunu yitirmiş, büyük zaferi beklemeye koyulmuş, toplumda hiçbir karşılığı olmayan marjinal insan grupları olmaktan başka bir yol kat edememişlerdir.
Türk(iyeli) liberallerin sinsiliği dillere destandır. Öyle ki, bir gün köşesinde, “Kurtuluş Savaşı Romanları” başlıklı bir yazı yazar, yazıda suya sabuna dokunmaz, öylesine geçiştirir ama “sıradan okur” bunu okur, geçer. Birkaç hafta sonra aynı köşede, usul usul “edebiyat parçalarken” yazının öne çıkan kısmına “Türkçe edebiyat” uydurmasını sıkıştırıverir. O “sıradan okur”un zihnine bu kavram yerleşir. Birkaç hafta sonra yine aynı köşede, Türkçenin dehlizlerindeki sözcükleri yazınızın en vurucu cümlelere yerleştirir, kalemiyle fark yaratıyor etkisini yansıtır. Bir bakmışız ki yazının sonunda “Türkiyeli yazar”uydurması bizi bekler. O “sıradan okur”un zihnine bu kavram da yerleşir. Sonra bir bakmışız ki her yerde küçük küçük “Türkçe edebiyat”, “Türkiyeli yazar” mavraları uçuşur olmuş…
İşbu yazı, Türk(iyeli) liberallerin bu sinsiliklerine cevap olarak kaleme alınmıştır…
“TÜRK EDEBİYATI” MI “TÜRKÇE EDEBİYAT” MI
Geçen ay, liberalizmin kalesi T24’ün uzantısı K24’te iki yazı yayımlandı. Mesut Varlık’ın “‘Tartışılmayacak’ bir tartışma: Türkçe edebiyat” ve Ahmet Ergenç’in “Türk mü Türkçe mi: ‘Bak bu asansör Türk’” başlıklı yazıları, yine tartışma yarattı. Her iki yazıda da laf kalabalığı nasıl yapılır iyi örneklenmiş. Ana konusu ve önermesi şu: “Ne var yani ‘Türkçe edebiyat’ deniyorsa?”
Yazılardan çok fazla örnek verip konuyu uzatmaya gerek yok. Fakat malum kişilerin amaçlarının “üzümü yemek değil, bağcıyı dövmek” olduğunu birkaç örnek ile anlatmaya çalışacağım.
Mesut Varlık, “‘Tartışılmayacak’ bir tartışma: Türkçe edebiyat” yazısının sonlarına doğru şöyle diyor:
“Hayli zorlu bir süreç olsa da bu topraklarda ilk romanın, Akabi Hikâyesi’nin, Housep Vartan Paşa tarafından Ermenice harflerle yazıldığını kabul ettik artık. ‘Türk edebiyatı’na dâhil etmek hayli güç olsa da ‘Türkçe edebiyat’a dâhil etmekte bir sorun yok.”
Bu dayatma temelsizdir. Bu eseri Türk edebiyatına dahil etmek de hayli güç değildir çünkü dil, ulusal kimliğin en önemli yapı taşıdır. Yazar hangi dili kullanıyorsa, eser de o dilin temsil ettiği “ulusal kimlik”in ürünüdür. Evet, dili Türkçe, edebiyatı Türk’tür. Tıpkı Cengiz Aytmatov’un Kırgız dilinde verdiği eserlerin Kırgız edebiyatına, Rus dilinde verdiği eserlerin Rus edebiyatına dahil olduğu gibi. Bu gibi örnekler çoğaltılabilir ama yukarıda da belirtildiği gibi Türk(iyeli) liberallerin derdi aklı selim tartışmak değil, Türk ulusal kimliğinin reddidir.
Mesut Varlık özelinde Türk(iyeli) liberallerin dayatmasının neden temelsiz olduğunu, Özdemir İnce’nin şu cümleleriyle destekleyelim:
“(…) Örneğin Ermeni dilinin yaşayan en büyük şairlerinden olan değerli dostum Zahrad (Zareh Yaldızcıyan) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak İstanbul’da yaşamakta, şiirlerini Ermenice yazmakta ve bütün dünyada Ermeni şair olarak tanınmaktadır. Zahrad’ın Ermeniliği etnisitesinden değil, kullandığı dilden kaynaklanmaktadır. Türkçe yazsaydı Ermeni kökenine karşın Türk edebiyatının içinde yer alırdı. (…)”
Yukarıdaki dayatmanın bir sonraki önermesi kuvvetle muhtemel “Akabi Hikâyesi, Türkçe yazılmasına karşın aslında Ermeni edebiyatının bir ürünü, çünkü yazar Ermeni ve Ermeni harfleriyle yazılmıştır” cümlesi olabilir. Şimdiden onu da cevaplayalım:
Housep Vartan Paşa’nın, 19. yüzyılda iktidar mücadeleleri içinde çırpınan Ermeni Cemaatinin dinsel ayrışmasıyla, aileleri ve din adamları tarafından ayırılan iki sevgilinin hikâyesini anlattığı “Akabi Hikâyesi”ni Ermeni harfleriyle yazmasından yola çıkarak böyle bir tanımda bulunmak, Latin harflerine geçmeden önce yazılan tüm eserleri “Arapça edebiyat” olarak tanımlamanın ta kendisidir. Bu da tüm literatürün karman çorman olması demektir. Zaten bunu ancak ve ancak Türk(iyeli) liberallerden bekleyebiliriz.
“TÜRKÇE ŞAİR”
Siz hiç “Türkçe şair” diye bir tanım duydunuz mu? Duymadıysanız, o zaman Evrensel gazetesinin 16 Ocak 2020 tarihli Önder Birol Bıyık haberinin ilgili paragrafını aşağıya iliştirelim:
“…
Dünyali duyarliliği hemen hissediliyor
Çayan Okuduci bunu dert etmiyor. Türkçe şairleri, Vedat Aydın’ın deyişiyle ‘Memesinden süt emdiği kadının’ diline çevirmeyi görev biliyor. Kardeşliğin dilde başladığına inanıyor çünkü. Aslına bakarsanız, şairin şiirlerinde de var bu kavrayış. Şiirden Yayınları tarafından yayımlanan, Travesti At ve Ecmain kitaplarında ötekinin şiirini yazarken, kimliklerin hakkını bilerek onun ötesine taşmış bir dünyalı duyarlılığı hemen hissediliyor.
Helbestên Hevçerx Yên Tirkî, Türkçe edebiyatı takip eden Kürt edebiyatseverlerinin, Türkçe şiirleri bir de kendi dillerinde tadına varma çabası… Özel ve kıymetli bir çaba…”
Türk(iyeli) libarellerin ve onların izdüşümü olan etnik bölücülerin “dünyalı duyarlılığı“ öyle bir şeydir ki “Türk” dememek için üfürükten “Türkçe şair” gibi kavram uydururlar. Ama onlar için edebiyatseverler ikiye ayrılır: Kürt edebiyatseverler ve Türkçe edebiyatseverler…
Birçok kez vurgulandı, yine vurgulanmalı: Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halına ‘Türk milleti’ denir.” tanımı önemsiz bir tanım değildir. Ve yine 1921 ve 1927’deki haliyle “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir.” ve 1961’den sonraki haliyle “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” maddesinden farklı düşünülemez. Yani “Türk ulusal kimliği” bir etnik kökeni ya da belirli bir topluluğu üstün görüp, azınlığı asimile etmeye çalışmaz. “Türk ulusal kimliği”ni paravan yaparak ayrıcalık elde etmeye çalışan ya da azınlığı hor gören ve bunu uygulamaya koyan her kimse yine Anayasa’nın “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” maddesinin önünde diz çökmeye mahkumdur.
“TÜRKÇE DEMEK TÜRK DEMEKTİR” DE…
“Yahu zaten Türkçe demek, Türk demektir. Aynı şeyi söylemiyorlar mı?” diye sorulabilir. Fakat en başta da belirtildiği gibi Türk(iyeli) liberallerin, etnik bölücülerin amacı ve bu uyduruk tanımları kullanım istekleri bu kadar iyimser değil. Bugün “Türkiyelilik ve Türkçe edebiyat” kavramlarını dayatan, ulusal kimlik karşıtlarının bir sonraki adımının “Anadoluluk veAnadolu edebiyatı” olmayacağının bir kesinliği var mıdır?
Mithat Cemal Kuntay, Namık Kemal’i anlattığı o eşsiz biyografik eserinde, Victor Hugo’dan alıntıladığı, “Dilsiz bir millet yaratmak hiçbir hükümdarın elinde değildir.” cümlesiyle başlayan “Dilsiz Cemiyet” bölümünün sonunda şunları söyler:
“Daima dediğim gibi, Kemal, memleketin takriben bizim olmasına razı değildi. Memleket tamamen bizim olacaktı: Kaleden posta puluna kadar bizim! Ve toprağından evvel haysiyeti olan bir vatan!
(…)
Eyaletinden bile kalkan yabancı postalarını payitahtından kaldıramayan ve Mısır’da bile, Karadağ’da bile açılan millet meclisini İstanbul’da açamayan Aziz’in devrinde Kemal’in rahat edeceği bir yer vardı: Zindan.”
Türk(iyeli) liberaller, bu topraklara uzaktırlar. Ruhunu hissedememiş, derinliğini kavrayamamış, sesini duyamamışlardır. Kültürünü bir türlü benimseyememişlerdir. 2020 Avrupası’ndaki, hâlâ fes takıp, deveye bindiğimizi zanneden “yabancılardan” ve Aziz’in devrinde bu topraklarda cirit atan yabancılardan hiçbir farkları yoktur.
Ve Türkçenin haysiyeti Türk ulusal kimliğinin haysiyetidir. Türk(iyeli) liberallerin sinsi planlarına alet edilemeyecek kadar da önemlidir.
Türk(iyeli) liberallerin bu zamansız çıkışlarının, yeniden yüksek sesle “Türkçe edebiyat” ve “Türkiyeli yazar” gibi safsataları dillendirmelerinin altındaki motivasyonu, insan düşünmeden edemiyor. Yoksa bizi bekleyen yeni bir şeyin habercisi mi?
Kaynak :Mehmet Aman
Odatv.com