Enver Paşa’nın şehadet haberinin Kuvayı Milliye Ankara’sına ulaştığı gün, Mustafa Kemal Paşa TBMM tarafından Başkomutan seçilmişti. O sabah Reuter Ajansı’nın Enver Paşa’nın şehadetini içeren telgrafı da Mustafa Kemal Paşa’ya verilir. İmparatorluğun son Başkumandanı’nın şehit olduğu dakikalarda, yeryüzündeki son Türk devletinin Başkumandanı seçiliyordu. Kemal Paşa’nın ilk sözü Namık Kemal’in ünlü, “Merkezi hâke atsalar da bizi/ Kürrei arzı patlatır çıkarız.” mısraları oldu. Sonra yanında bulunanlara dönüp Enver Paşa’nın bütün hayatının özeti olan şu sözü söyledi; “Zuhuru bir efsane, ölümü bir destan, ortasını da Allah’a bırakalım…”
Muhakkak ki bir devre damgasını vuran Enver Paşa hakkında yazılmış sayısız kitap arasında en önemlilerin başında Şevket Süreyya Aydemir’inki gelmektedir. Uzun yılların araştırma ve emeği sonunda “Şehit Enver Paşa” adlı kapsamlı çalışmasını okurla buluşturan Nevzat Kösoğlu da Şevket Süreyya Aydemir’in hakkını teslim ederek, kendi kitabının farkını şöyle açıklar:
“Aydemir, Enver Paşa çevresinde son dönem Osmanlı tarihini yazmaya çalıştığını söyler. Kitabın çatısı buna göre kurulmuştur. Bu ele alış şeklinde, doğal olarak Enver Paşa yer yer kaybolur ve Osmanlı siyasî ve toplumsal hayatına dair uzun olaylar, bilgiler ve yorumlar işin içine girer. Benim yapmaya çalıştığım ise, doğrudan doğruya Enver Paşa’nın hayatı ve kişiliğini anlatmak olmuştur. Esasen beni bu çalışmaya yönlendiren temel sebep, O’nun, daha yaşarken destanlaşan parlak kişiliği ve
gelecek bütün zamanlar için Türk gençliğine övünülecek bir örnek olmasıdır.”
Kendi kahramanlarımızı aşağılamaya, şehitlerimize saygısızlığa varan bir kafa karışıklığı yaşanmakta olduğuna dikkat çeken Nevzat Kösoğlu, “Ben bu çalışmada, Enver Paşa çevresindeki peşin yargıları ve dayanaksız yorumları ayıklamaya çalıştım” diyerek kitabı hakkında şu değerlendirmeyi yapar:
“Birçok insan, farklı saik ve sebeplerle Enver Paşa hakkında yanlış ve haksız peşin hükümlere sahip olmuştur. Bunların bir kısmı, Cumhuriyet öncesi siyasî çekişmelerin sonraki zamanlara yansımasıdır. Demokratik hayatımız hâlâ kavga ve karalama üslûbundan kurtulamadığı için bu etkileri, hüzünle de olsa görmek zorundayız. Bizim tarihimiz tek kişiye dayalı bir aşiret hikâyesi değildir; adlı-adsız bir kahramanlar ordusunun oluşturduğu büyüklüktür. Enver Paşa, Osmanlı son neslinin simgesi idi. Onlar Türk tarihinin belki de en ağır ve zor bir çeyrek yüz yılının sorumluluğunu omuzlayıp hayatlarını, avuçlarındaki bir kor yığını gibi taşıyarak yaşadılar. Başarılı olamadılar; hatta, koca Devlet-i Aliyye onların kollarında can verdi. Ama, Cumhuriyet de onların kollarına doğdu. Ülkücü idiler; her zaman, uğrunda can verecekleri bir iddiaları oldu; coşkun yaşadılar ve gerektiğinde gözlerini kırpmadan ölmesini bildiler. Yüz binlerce şehit veren başka hangi nesil yaşamıştır?”
Osmanlı’nın çöküşü de kuruluşu gibi bir destandır. Çöküşün kahramanları olan neslin bayraktarı Enver Paşa’dır. Onların varlığıyla İmparatorluğun çöküşünü birlikte düşünmek şaşırtıcıdır ve haksızlık gibi görünür. Onların yürekleri dağ gibiydi; hayalleri de öyle… Asla küçük düşünmüyorlardı. Yüce Devleti, ülkesi ve milletiyle kurtarmak için kendilerini ateşlere atarken, her biri İmparatorluğun bir uzak köşesinde, bütün Müslüman dünyayı kurtarmayı düşlüyor ve bunun heyecanı ile sarsılıyorlardı. Büyük düşünmek, büyük rüyalar görmek büyük zamanların görüntüleridir. Oysa bunlar çöküyorlardı ve çökerken bile yüreklerindeki ve kafalarındaki büyüklükleri terk etmiyorlardı. Sonra, Anadolu’ya çekildik. Artık onları anlamak zorlaştı. İnsanlarımızda yürekler daraldı, ufuklar kapandı; araya anlamsız siyasi endişeler girdi. Erzurum’u, Sarıkamış’ı “Turan” zannedip Enver Paşa’yı, “askerlerimizi Turan yolunda kırdırmakla” suçladık. Oysa, dedelerimiz Irak’ta, Filistin’de, Kafkaslar’da, Çanakkale’de vatan topraklarını savunuyorlardı. İngiliz ordularının buralarda ne aradıklarını sormak yerine, onların yüce makamlarını tartışmaya açtık… Enver Paşa o mübarek neslin başbuğu idi.