Katrilyonlarca yıl geçmiş gibi geliyor.
Bazen milyarlarca ışık yılı uzakta, bazen burnunun direğini sızlatacak kadar yakın ve yakıcı. Kilometrelerce yollar geçti sanki mesleği bırakalı.
Hala bir eylem olduğunda kalbim şaha kalkıyor, orada olma ihtimalinin dayanılmaz ısrarı içinde buluyorum kendimi.
Toplayıp tası tarağı, dağıtıp her şeyi koşarak dönmek geliyor ona.
O ki hala, diplomamı alırken gazetecilik yeminini ettiğim o amfide elimde tuttuğum mumun ışığı kadar aydınlık bana, ne kadar söndürmek istesem de sönmüyor.
Hala unutamıyorum adliyenin önünde sırtıma robocoptan yediğim yumruğu.
‘’Hadi bir daha döneyim, daha kuvvetli indir o yumruğu razıyım’’ diyesi geliyor yüreğimin, dinlemiyorum.
Kadıköy’ün meydan mitinginde en iyi kareyi çeksin diye kameramanım, tırmandığım kubbeler geliyor aklıma.
‘’Hadi tekrar tırman, düş, yine razısın biliyorsun’’ diyor yüreğim, sus diyorum.
‘’Konuşma artık kapattım hesabı’’
Gülüyor bana.
‘’İt gibi özlüyorsun kabul et ’’ diyor.
‘’Bak izleyemiyorsun haberleri ben adamı böyle aşık ederim kendime, bak bir film izlesen kurgusuna takılıyorsun. Kurgu ki hayatını biteviye kurguluyorsun, on işi hızla yapan öne geçer biliyorsun öğrettim sana, şimdi üç işi yapsan çevrendekileri yoruyorsun, döneceksin bana, ben ki hayatının asıl hükümdarıyım yazmakla başla’.
Sonra başlıyor yine hatırlatmaya.
Sel baskınında bizi taşıyan kepçeyi, bitmek bilmeyen takipleri, Cuma ezanı sonrası başlayan eylem koşuşturmalarını, dağı, toprağı, mikrofonu, haber metinlerini…
‘’Hadi gel’’ diyor yüreğim, ‘’yetmez nefesin, Gazi Mahallesi olaylarında koşalım yine, yine gör o maskenin ardındaki masmavi gözleri, dursun zaman’’.
‘’Hadi gel yine tinerci çocuklarla yaren, politikacıların peşinde gezgin ol, yine cümlelerle dans et bilgisayar klavyesinde, arşınla yine Anadolu’nun en ücra köşelerini, traktörün tepesinde girdiğin o Kürt köyünde karlar üzerinde çıplak ayak koşan çocukları yine gör, ama bu kez in o traktörden, sev onları yıllar sonra anne olmuş ellerinle. İki evladını sever gibi sev. İki evladını korur gibi koru o duyup da traktörün demirini daha sert tuttuğun silah seslerinden. Al kucağına de ki ‘’yıllar geçti aklım hala sizde’’.
Peki ben neredeyim?
Sonrasında, gazetecilik hep erozyondur.
Siz bıraksanız da o sizi bırakmaz.
Ne iş yaparsanız yapın kendinize gazeteciyim dersiniz, ama başına eskiyi hep eklersiniz. Karşınızdaki duyar ama o ‘’eski’’ kelimesinin söylenip bittiği anda, yüreğinize kırık cam parçalarının nasıl şiddetle saplandığından bihaberdir.
Gazetecilik, yaşayan bilir sonrasında hep erozyondur.
Çünkü hala gazeteci olduğuna inanır araftaki yüreğiniz. Öyle bakar, öyle yaşar, öyle yazar, olayları hep öyle kazar.
Ne zaman haberleri izleseniz kurşuna dizilir elleriniz. Çünkü bilirsiniz, korkakların kurşunu tükenir ama kalem tükenmez…
Tükenmedi…
Kaybedilen her şey başka bir surette bir gün mutlaka geri döner.
Tükenmemiş.
Şimdi yeni bir sayfa…
Ruhumun odalarında bir pencere, kendime açılan.
Hu diye verdiğim her nefeste, ruhumun bahçelerine bir hu kuşu konduran.
Bana gazeteci olduğumu hatırlatan…
Yeni bir sayfa…
Uğultunun ortasında tek bir cümleyle hayatına ışık tutanı bulmak çok zor.
En karanlıklarına kaçtığında, yargılamadan seninle orada sessizce duranı, hatta kahkaha attıranı bulabilmek imkansız. Ben yeni buldum. Ve şimdi yine buldum…
Hoş geldin TÜRKULAK… Bir zamanlar dibine kadar keyifle gazetecilik yapılan günlerin anısına hoş geldin…