Müzisyen, halk müziği sanatçısı Esat Kabaklı, ‘Türküler, bir milletin, doğumdan ölümüne kadar her şeyini anlatan, dilini, kültürünü, yörenin adetlerini ve içinde barındıran halk verimleridir.’
“Oğul”, “Kirve Memi”, “Yalnız Türküler / Göç” ve “Siyah Beyaz Türküler / Sürgün” adlı albümlere imza atan sanatçı Esat Kabaklı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, türkülerin kendisi için önemini, yeni çalışmalarını ve türkülerin halk kültüründeki yerini anlattı.
Müziğe olan yeteneğini ilk olarak ilkokul öğretmeninin keşfettiğini söyleyen Kabaklı, “İlkokul sıralarının aralarında bana türkü söylettirirdi. ‘Kara tren gelmez mola, düdüğünü çalmaz mola’ diye. Elime, çantayı da verirdi. Böyle sınıfın içinde, o türküyü okuyarak gezdiğimi biliyorum. Daha sonraları ortaokul 2. sınıfta kalmıştım. Fikri yapıdan, Kabaklı Hoca’ya ters biri, bizi sınıfta bıraktı. O yıl, akrabalarımızdan biri, abimin yaşında, bağlama dersi almaya başlamıştı. Abim de onunla birlikte gidiyordu derslere. Beraber çalmaya çalışıyorlardı. Ben de ara sıra gidiyordum. Bakıyordum sadece, elime sazı vermiyorlardı.” diye konuştu.
“Bana hiç kimse bağlamayı şöyle çalacaksın demedi”
Sanatçı Esat Kabaklı, amcası Ömer Kabaklı’dan kırık sazını istediğini aktararak, şunları kaydetti:
“Ben götürdüm onu, bağlama ustasında yaptırdım. O tarihten itibaren, evimizde bir bağlama oldu. Hiçbir ustam yok benim. Bana hiç kimse bağlamayı şöyle çalacaksın demedi. Ben kendi gördüğüm kadarıyla çaldım, söyledim. Öyle bir hafıza ve yetenek vardı ki, bir ay içinde çaldığım türkü sayısını unuttum. Artık önüme gelen, parmaklarımın refleksinin kabul ettiği her şeyi saza dökebiliyordum. Müziğe böyle başladım. Ortaokul üçüncü sınıftayken lise mezuniyetlerinde bağlama çalıyordum. Hiçbir zaman işin popüler olma kısmında değildim. Hep radyodan dinleyip türküler çalardım.”
Yaşamında, türkülerin çok önemli bir yeri olduğunun altını çizen Kabaklı, “Gün geçtikçe daha da önemini idrak ediyorum. Türküler, bir milletin, doğumdan ölümüne kadar her şeyini anlatan ve bir milletin, dilini, kültürünü, yörenin adetlerini ve her şeyini içinde barındıran halk verimleridir. Başlarda duygulanıyorsunuz, okuyorsunuz ama sonra daha bir içine girdiğinizde, ‘Türküler ne der, neyi anlatır?’ onu anlıyorsunuz. Haliyle benim içim dışım, gerçekten türkülerdir.” değerlendirmesinde bulundu.
Kabaklı, sevdiği işi yaptığı için çok mutlu olduğunu ve insanın sevdiği işi yaparken iş yapıyor gibi hissetmediğini belirterek, bunun ‘hep tatildeymiş’ hissi yaşattığını söyledi.
“Halk var olduğu müddetçe türküler var olacaktır, türkülerimiz bizi anlatır”
TRT’nin kurumsal olarak, türküleri bugünlere taşımak adına önemli bir misyon üstlendiğini vurgulayan Kabaklı, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Anadolu’yu bir türkü tarlası gibi düşünün. Derlediler, topladılar sunmaya çalıştılar. Hocalarımızın anlattığına göre haberler dinlensin diye haberlerin sonuna yurttan sesleri koyarlarmış. Türküler o kadar seviliyor. Halkın müziği zaten. Günümüzde de TRT’de, hep bağlama olsun, her türkü bağlamayla çalınsın isterlerdi. Bu bana göre biraz yanlış bir tutum. Tamam bağlama Anadolu’da her yerde çalınıyor ama bir yerde, mesela kabak kemane, bir yerde zurna, bir yerde ney, bir yerde klarnet çalıyor. Yani bunlara çok ağırlık verilmedi, bağlamaya çok ağırlık verildi.
Şimdi günümüzde de artık modern dünyanın modern sazları hükmetmeye başladı türkülerimize. Klavye dediğimiz piyano sistemi, kemanlar, viyolonsel… Artık dünya enstrümanları da girdi, halk müziğinin içine. Halk müziğini böyle icra ediyorlar. Kötü mü? Bence değil. Bir tavır vardır halk müziğinde. O tavrı hiçbir zaman o sazlar veremez. O bölgede hangi enstrümanla çalınıyorsa oranın tavrını o enstrüman verir. O bakımdan hep kaynağa gitmek, kaynaktan dinlemek lazım. Yeni gençlere bunu söylemem lazım. Ama paket olarak dinlenirlik, popülizm, ticari kaygılar bunu başka başka enstrümanlara da çaldırtıyor, kötü olmuyor.”
Esat Kabaklı, türkülerin halk kültüründe büyük öneme sahip olduğuna dikkati çekerek, “Bana göre, halk müziği halkın içinde var. Önemli olan da halkın içinde olması. Televizyon çalmayabilir. Halk kendi kültürünü yüz yıl sonraya da bin yıl sonraya da götürür. Kendi kültürüdür. Halk ne yaparsa, zaten türküler onu anlatır. Halk var olduğu müddetçe, türküler var olacaktır. Türkülerimiz bizi anlatır. Yemekten, içmekten, yatmaktan, kalkmaktan, ölmekten, doğmaktan, savaştan, şenlikten, hepsinden türkülerde vardır.” diye konuştu.
“Dilini kaybetmemek için türküleri kaybetmemen lazım”
Türkülerin dinamik olduğunu dile getiren usta yorumcu, şöyle devam etti:
“Türküler gökten inmez. Ben yaparım, sen yaparsın. O halkın içinde yaşama ortamı bulursa yaşar, bulamazsa unutulur gider. Beğenilmeyen bir sürü türkü vardır, unutulmuştur. Bugün de öyle. Yapılıyor, halk götürüyor uzaklara, çağlara taşıyor, sevmediğini de orada bırakıyor. Her zaman bu halkı etkiler türküler. Çünkü kanımızda o var. Cumhuriyetten bu tarafa, modern müziği yani dünya müziği dediğimiz sistemi oturtmaya çalıştılar. Çok sesli opera, baleler, senfoni orkestraları, konservatuvardaki batı sistemleri güzeldi ama kendi müziğimize uygulanmadı. Kendi müziğimize uygulanmadıkları için halk müziği sevenler hiçbir zaman ona kulak olarak alışamadı. Öncelikle bir dinleyiciyi hazırlamak lazım ki dinleyiciyi çok sesli müziğe alıştıramadıysan zaten o dinleyici almaz. Biz konservatuvar okuduğumuz halde, çoğu sesleri bazen biz bile duymuyoruz. Halkın eğitilmiş olması lazım bu konularda ya da çocukluktan o kültüre sahip olması lazım. Bizim kültürümüz, türküler ve tek sesli müziktir.”
Sanatçı Kabaklı, türkülerin halkın içerisinden gerçek hikayeleri konu aldığını ve halk dilini yaşatmakta önemli bir rolü olduğunu vurgulayarak, “Bir köy çobanının söylediği türkü, o köyde geçen bir olayı da anlatabiliyor. Mesela ben Harput lehçesinde yazmaya çalışırım, oradaki o kadim Elazığ konuşmasının, Harput lehçesinin ya da kullandığı kelimelerin unutulmaması için. Derler ki dilini kaybedersen her şeyini kaybedersin. Ben de diyorum ki dilini kaybetmemek için türküleri kaybetmemen lazım. Türküleri kaybetme. Türküler senin kullandığın kelimeleri içinde barındırıyor.” dedi.
Kaynak: timeturk.com