Arslan BULUT
arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
Bir arkadaşım, “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” ile ilgili bir mesaj istedi. “Ne diyeyim, günün adı bile çalışmayan gazetecileri dışarıda bırakıyor…” diye cevap verdim! Gerçi, 4 Ocak 1961’de gazetecilerin haklarını düzenleyen 212 sayılı basın yasası çıktığında, yasayı sakıncalı bulan dokuz gazete patronu gazetelerini üç gün kapatmış, buna karşılık gazeteciler de 10 Ocak’ta hazırladıkları ve “Basın” adını verdikleri gazeteyi 11 Ocak’ta yayınlamıştı. Gazeteler üç gün boyunca kapalı olmasına rağmen gazeteciler, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti ve İstanbul Gazeteciler Sendikası öncülüğünde çalışmaya devam etmişti.
“Çalışan gazeteciler” denilmesinin sebebi bu. Ayrıca o zamanlar şimdiki gibi çok sayıda işsiz kalan gazeteci yoktu…
10 Ocak’larda çalışan gazeteciler, artık çalışamayanları da hatırlarsa günün değeri artar… Tabii “hatırlamak” sözle olmaz. Bunun için Türkiye Gazeteciler Cemiyeti öncülüğünde çözüm odaklı bir girişim başlatılmalıdır.
***
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti açıklamasında ise şöyle deniliyor:
*”10 Ocak’ta sansür, işsizlik, düşük ücret, sosyal güvencesizlik, sendikasızlık, gözaltı ve tutuklama gündemin ilk maddelerini oluşturuyor.
*180 ülke arasında basın özgürlüğü sıralamasında 154. sırada yer alan Türkiye’de gazetecilerin yüzde 30’u işsiz. İletişim fakültelerinden her yıl mezun olan binlerce gençten ancak yüzde beşi medya sektöründe iş bulabiliyor. İktidar baskısıyla halkın haber alması engelleniyor ve gazeteciler sadece işlerini yaptığı için gözaltına alınıyor, hapis cezası alıyor. 70 gazeteci halen cezaevinde tutuluyor.
*Basın sektöründe haberin görünmediği gazetelerini satamayan, televizyonlarını izlettiremeyen medya patronları zararı kapamanın yolunu, gazetecileri işten atmakta buluyor, kıdem tazminatı bile ödemiyor.
*Yalnızca iktidara biat eden gazetecilere devletten ve çeşitli kaynaklardan olanak sağlanırken kamuoyunu haberle buluşturmak isteyen yaygın ya da yerel bağımsız gazeteler çeşitli ekonomik baskılar altına alınıyor.
*Basın İlan Kurumu, bu tür gazetelere sudan bahanelerle ilan kesintileri uyguluyor, bu gazetelerin yaşama kaynaklarını kesmeye çalışıyor.
*TBMM’den geçen torba yasayla gazetecilerin erken emekli olmasını sağlayan yıpranma hakkı basın kartı şartına bağlandı. İletişim Başkanlığı ise binlerce gazetecinin basın kartını gerekçe belirtmeden ‘incelemede’ diyerek vermiyor. Basın kartlarını alamadıkları için gazeteciler yıpranma hakkından mahrum ediliyor.
*RTÜK ise iktidarın hoşuna gitmeyen haberleri yayınladıkları için bağımsız televizyonlara ağır para cezaları ve yayın durdurmayla sansür uyguluyor.
*10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nde iktidar ve muhalefeti gazetecilik mesleğinin yapılmasının önündeki engelleri kaldırmaya çağırıyoruz.”
***
Açıklamada “Yalnızca iktidara biat eden gazeteciler” diye bir ifade kullanılıyor ve onlara sağlanan kaynaklardan söz ediliyor. Doğru tespit ama gazeteciler, sadece iktidara değil muhalefete de biat etmez, edemez, ederse gazeteci olmaktan çıkar, halkla ilişkiler danışmanı veya fiilen parti sözcüsü olur.
Nasıl ki avukatların ruhsatını barolar veriyorsa, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne de kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu statüsü tanınmalı, basın kartlarını da devlet değil, bu kurum vermelidir. Devlet denetiminde gazetecilik olmaz! Çünkü gazetecinin asli görevlerinden biri, halk adına devleti denetlemektir! Devlet tarafından beslenen kişi, kendisini besleyenleri denetleyebilir mi?
Denilebilir ki, “İktidar, baroları bile parçalamak için yasa çıkardı, elinden gelse kamu kurumu niteliğine de son verecek… Avukatlar açısından durum böyleyken, gazetecilerin en büyük derneğine, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu statüsü verirler mi?”
Elbette vermezler ama zaten hiçbir hak, mücadele edilmeden kazanılmıyor ki…
Kaynak :Yeniçağ