Gazeteci Saygı Öztürk, Türkiye’de 5 milyondan fazla Suriyelinin Türk vatandaşlarının ötesinde haklara sahip olduğunu savundu.
Öztürk, Sözcü gazetesinde yayınlanan yazısında, Türkiye’deki Suriyelilerin sığınmacı olmaktan çıktıklarını belirterek, “Belki tamamı olmazsa bile Türk vatandaşıyla en az 3 yıllık evli olanlar, ülkemizde 5 yıldan fazla ikamet edenlerin yanı sıra, önemli meslek sahibi, yatırım yapabilecek parasal gücü olanlar da “istisnai vatandaş” olarak alınıyor” dedi.
Suriyeliler’e tanınan ayrıcalığın kimseye tanınmadığını ileri süren Öztürk, “Ankara’daki üniversite hastanesinde bir ameliyat için Türk vatandaşından 3 bin 400 lira alınırken, Türkiye’de kaydı olmayan örneğin Kerkük’lü, Musul’lu, Telafer’li Türkmen’den aynı ameliyat için 11 bin 200 lira tahsil ediliyor. Ama, o ameliyat Suriyeli’ye tamamen parasız” dedi.
Cenevre Mülteciler Sözleşmesinin hiçbir statüsünün ülkemizde bulunan Suriyeliler için geçerli olmadığına dikkat çeken tecrübeli gazeteci, “Ülkesinden can güvenliği nedeniyle kaçtığını bildiklerimiz, ülkelerine gidebiliyor, orada kalabiliyor, işlerini yapabiliyor. O zaman, bunların ülkemizde bulundurulmasının farklı nedenleri olabilir” ifadelerini kullandı.
Saygı Öztürk’ün yazısı:
Mülteci, sığınmacı, göçmen hep birbirine karıştırılır. Örneğin, ülkemizde bulunan Suriyeliler için “mülteci” denilir ama bu doğrusu “sığınmacı” olduklarıdır. Sözleşmede mülteci, “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi” olarak tanımlanıyor. Yani mültecilere; uluslararası anlaşmalarla özel statü ve hukuki koruma sağlanıyor.
Türkiye, 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesi’ni coğrafi sınırlamayla kabul etmişti. Avrupa ülkeleri dışından gelenler ülkemizde “sığınmacı” kabul ediliyor. Sığınmacı, mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişilere deniliyor. “Göçmen” ise ülkesinden ekonomik veya diğer nedenlerle gönüllü olarak ayrılan kişi demek. Yani göçmenler ülkelerini kendi istekleri doğrultusunda terk ederken, mülteciler ülkelerini terk etme zorunda kalan ya da terk ettirilen kişilerden oluşuyor.
ONLARA ÖZEL AYRICALIK
Suriye’den ülkemize gelen 5 milyona yakın kişi de sığınmacı durumunda. Ama, ülkemizdekiler artık “sığınmacı” durumundan çıkmış, Türk vatandaşlarının ötesinde haklara sahip konuma getirilmiş. 200 bine yakın Suriyeli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına alındı. Bu sayı daha da artacak, çünkü bekleyen çok sayıda Suriyeli var.
Belki tamamı olmazsa bile Türk vatandaşıyla en az 3 yıllık evli olanlar, ülkemizde 5 yıldan fazla ikamet edenlerin yanı sıra, önemli meslek sahibi, yatırım yapabilecek parasal gücü olanlar da “istisnai vatandaş” olarak alınıyor. Yani parayı bastıran da vatandaşımız oluyor. Suriyeliler’e tanınan ayrıcalık kimseye tanınmıyor. Bir örnek vereyim. Ankara’daki üniversite hastanesinde bir ameliyat için Türk vatandaşından 3 bin 400 lira alınırken, Türkiye’de kaydı olmayan örneğin Kerkük’lü, Musul’lu, Telafer’li Türkmen’den aynı ameliyat için 11 bin 200 lira tahsil ediliyor. Ama, o ameliyat Suriyeli’ye tamamen parasız.
ONLAR İÇİN YENİ HAZIRLIK
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, Suriye’de akrabaları var. Suriye ile sorunlar yaşamadığımız dönemlerde onlar Türkiye’ye, Türkiye’dekiler de Suriye’ye gidip gelirler, bayramlarını kutlarlardı. Bugün, durum farklı: Türkiye’de bulunan Suriyeliler, kaçtıkları ülkeye canları istediği zaman gidip geliyor. Günlerce Suriye’de kalıyor, sonra ülkemize dönüyor.
Bayramlarda gidiyor, kalıyor ve daha sonra dönebiliyorsa, bunlara “sığınmacı” da denilemez. Çünkü 1951 tarihli sözleşmenin hiçbir statüsü, ülkemizde bulunan Suriyeliler için geçerli değil. Ülkesinden can güvenliği nedeniyle kaçtığını bildiklerimiz, ülkelerine gidebiliyor, orada kalabiliyor, işlerini yapabiliyor. O zaman, bunların ülkemizde bulundurulmasının farklı nedenleri olabilir.
BAKIN, İRANLILARA NE YAPTIK
Saddam Hüseyin’in zulmünden kaçan 600 bini aşkın Kürt sığınmacı ülkemize gelmişti. Sınırdan geçip Uludere ilçesinin Işıkveren köyüne gelmek istediklerinde de onlarla birlikteydim. Götürdüğümüz ekmeklerin nasıl kapışıldığına tanık oldum. Açlığın ne demek olduğunu, onların bir lokma alabilmek, ekmek kapabilmek için çamurda nasıl yuvarlandığını da gördüm.
Körfez Savaşı’ndan önce İranlı 3 bin civarında rejim muhalifi Irak’a sığınmıştı. Dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, bunlara “mülteci” sıfatı verdi. Barındıkları bölge, Körfez savaşı sırasında uçuşa yasak bölge ilan edildi. Saddam’ın “mülteci” sıfatı verdiği İranlılar da o bölgede yaşıyordu.
ABD, bunları Saddam’a karşı kullanmak üzere eğitti. İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra ABD, İranlı mültecilerin Türkiye’ye sığınmasını istedi. Onlar da, Irak’tan, İran’a geçiş yaptı ve İran üzerinden Türkiye’ye girmek istedi. İşte, devletimiz kararlılığını gösterdi, mevzuatımız gereği, sığındığı ülkeden, kendi ülkesine gönüllü dönenler, mülteci sıfatını kaybettiği için artık başka bir ülke tarafından sığınmacı ya da mülteci sıfatı alamayacağı için ülkemize girenleri sınır dışı etti, girmek isteyenleri de almadı.
EN BÜYÜK TEHLİKE
Geçmişte ülkemize sığınanların durumu ile Suriye’den gelenlerin durumu çok farklı. Ülkemizin en ciddi sorunlarından biri haline gelen konu muhalefetin de gündeminde. Suriyeli sığınmacıların vatanlarına geri gönderilebilmesi için (Kılıçdaroğlu’nun söylediği şekilde) Esad ile anlaşma yeterli olmayacak, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNCHR) öncülüğünde bir göç planı yapılması gerekecek.
Sığınmacılar konusundaki en büyük tehlikelerden biri de AB ülkelerinin (Suriyelilerin ihtiyaçlarında kullanılmak üzere) Türkiye’ye her yıl yüklü miktarda para verdikleri imasıdır. Bu sinsi ima, istismara çok açıktır ve halen misafir etmekte olduğumuz Suriyelileri, her an bize karşı kışkırtmak için kullanılma tehlikesini de içeriyor.
Suriyeli sığınmacılar konusunda adım atarken bir satranç oyuncusu gibi sonraki hamleleri de iyice düşünmek lazım.