“Men ooruymun sen ooruba ata curt[1]”
Alıkul Osmanov
Tanrı Dağlar’nın eteklerindeyiz. Isık Köl tüm görkemiyle önümüze seriliyor. Ah, güzeller güzeli Isık Köl! Seni sevmek ayrı güzel, özlemek başka güzel.
“Suktandırdın susattırdım kayradan[2]”.
Isık Köl üzerinde Cengiz Aytmatov’un “Ak Keme[3]”si yüzüyor Ata yurdumuzun öykülerini bağrında taşıyor. Kıyılarında “Bugu Ene[4]” tüm inceliği ve güzelliğiyle salınıyor.
Bugu Ene var oldukça Kırgız eli yaşayacak. Çünkü Bugu Ene sonsuza dek yavrularını koruyacak.
Eski çağların yankılandığı bir obada bir Manasçı ocak başında Er Manas’ı anlatıyor. Yıldızların ışığına boyanmış gecenin sessizliğini bir tek Manasçı bozuyor. Ateş, gece, yıldızlar ve Manasçı. Yürekler kabarık. Herkes büyük bir ağırbaşlılıkla Manas’ın yiğitliklerini dinliyor.
Sonra keskin bir ayaz iliklerinize işliyor. Ala Too[5] yamaçlarındasınız. Gökyüzünde Çolpan ve Dolunay el ele geziniyor. Ala Too, Ay Dede’nin ışıltısıyla soğuk alacakaranlık, mor lacivert parlıyor. Gözlerinizi Ala Too’dan alamıyorsunuz. Büyüleniyorsunuz. Yalçınlığı başınızı döndürüyor. Saygıyla karışık bir sevgi yayılıyor içinize.
Gecenin içinde nazlı bir kopuz çağlıyor. Binyılların çağrısı bozkırda geziniyor. Atalarımızın anıları her yerde. Alp Er Tonga, Mete, Attila, Bilge Kağan ve daha niceleri. Her birinin yolu bu topraklardan geçti. Atalarınızla aynı yerde bulunmanın ürpertisi sarıyor sizi. Titriyorsunuz.
Dupduru aydınlık gecede bozkırın ortasında bir “Taş Ata” yurdu bekliyor. Yaklaşıyorsunuz yanına. Elinde bir ant kadehi var. Uzatıyor size. Uzattığı kımızı alarak “Gök girsin kızıl çıksın!” diyerek ant içiyorsunuz elinizi, dilinizi, yurdunuzu sonsuza dek ne olursa olsun koruyacağınıza. Sonra oturuyorsunuz karşısına. Size yaşanmışlıkları öykülüyor.
Neler yaşanmadı ki, Ulu Oğuz-Kıpçak Bozkırı’nda… Yengiler yenilgiler, acılar mutluluklar. Nice nice gelgitler.
Gülsarı yaklaşıyor yanınıza. Gözleriniz dolu dolu oluyor. Ah, Gülsarı! Yüreğinde yılların acıları ve yorgunlukları… Var mısın yeniden Tanrı Dağlarından Altaylara uzanmaya? Varalım mı seninle Altın Göl kıyılarına? Şöyle bir silkinelim mi, ne dersin seninle?
Tam atlanmış gidecekken bir anda gökçe bir aydınlık beliriyor. Gece gündüze dönüyor sanki. Deniz gözlü gökçe tüylü bir bozkurt çıkıyor içinden. Bakışları gönlünüzü yakıp kavuruyor. Düşüyorsunuz ardına. Sizi atalar sofrasına kılavuzluyor.
Altayların bağrında en ulular karşılıyor sizi. Atalar sofrasına buyur ediliyorsunuz. Herkesin yazgısında yok bu sofrada ağırlanmak. Baş köşeye oturtuluyorsunuz. Mutluluktan gözleriniz doluyor. Çünkü özlemini en çok çektiklerinizin yanındasınız. Atatürk, Alp Er Tonga, Bilge Kağan, Mete, İlteriş Kağan, İlbilge Hatun… Daha kimler kimler…
Siz mutluluktan esrik atalarla söyleşirken Dedem Korkut alıyor eline kopuzunu başlıyor öykülemeye:
“Salkum salkum tan yelleri esdüğünde
Sakallu Bozaç turgay sayradukda
Sakalı uzun Tat-eri banladukda … ”
[1] Ben hastalanır acılanırım sen acılanma Ata Yurt
[2] Özlettin susattın yeniden
[3] Ak Gemi
[4] Meral Ana
[5] Ala Too