Tarih, yirminci yüzyıla damga vuran en önemli liderler arasında Alparslan Türkeş’i en başlarda yazacaktır. Çünkü Türkeş, başkaldırıdır! O, köleliğe, her çeşit emperyalizme, yoksulluğa, cahilliğe ve şahsiyetsizliğe karşı açılmış bir bayraktır! Türk milliyetçiliğini sistemleştiren bir siyaset adamı ve bu ülküye ömrünü vakfetmiş bir asker ve devlet adamı olan Türkeş’in gerçek bir lider oluşu, kimi çevrelerin politik taassubuyla gölgelenmeye çalışılmış, idealleri yüzünden asla hak etmediği bir maceracılık ithamına maruz kalmıştır. Oysa Türkeş, ne Türk çocuklarını bir hiç uğruna biçtirmek ne de Türkiye’yi tehlikeli maceralara sürükleme ideali taşıyordu. Alparslan Türkeş’in temel isteği; Türklüğün biricik bağımsız devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni bütün dünyanın en güçlü devleti, Türk milletinin de dünya milletler ailesinin en bahtiyar ve müreffeh üyesi olması ve esaret ile sömürülmek kaderi haline getirilmiş milletler ile esir Türklerin bu zincirlerini kırmasıydı. Bu temel idealler, Türkeş’e maceracı ithamında bulunulmasına yol açtı. Zira bu düşünceler, onlara göre tehlikeli ve boş bir hayaldi. Oysa Türkeş için ne macera ne de hayaldi. Türkeş çok iyi biliyordu ki; sahip olduğu bu düşünceler, Türk kimliğinin üzerimizi yüklediği bir vazifeydi. Yani hayalden ziyade gerçekti! Milli ruh ve mili şuurdan yoksun, cehalet cenderesinde yaşamayı ülkü edinmiş, sığ düşünce sahipleri tarafından tehlike, macera ve hayal görülen idealler, imkânsız diye bir şeyin söz konusu olmadığı Türkeş için, gerçekleştirilmesi zorunlu hedeflerdi. O, Türk milletinin bütün cihanda sözü dinlenir bir millet olabilmesinin, milli ve manevi değerlerinin saygın konuma getirilmesi ile olabileceğini öngörüyordu. Taklitçilik, şahsiyetsizlik, güçlünün karşısında boyun eğmek, Türkeş’in lügatinde yoktu.
Muhteşem Türk tarihinin son Başbuğ’u Alparslan Türkeş, Büyük Atatürk’ün bir ihtiyaç olarak ifade ettiği çok çalışkan olmanın bilinci ile yaşamıştır. Bu konuda Türk milletine örmek bir kişiliktir. Bir milletin büyüklüğü, inanç ve kültür değerinin yanında, o milletin varlığına kendisini adayacak üstün kişilikler yetiştirmesi ile de alakalıdır. Şüphesiz ki Türk milleti bu hususta oldukça zengin bir geçmişe sahiptir. Türkeş, toplumun önüne bir hedef koymadan milli çalışkanlığın oluşamayacağı gerçeğinden hareketle, yüzde yüz yerli, milli, akılcı olan fikir ve düşüncelerini ortaya koymuş, Türk milliyetçilerinin hayallerini Türk milletinin de hayali yapmaya çalışmıştır. Hedefsiz hale getirilmeye çalışılan Türk toplumuna, idealleri ile bir amaç ve anlam kazandırmak için gecesini gündüzüne katmıştır. Nesli tükenen kahramanlardan biridir Alparslan Türkeş. Çünkü o kendisini bütün özellikleriyle bağrından çıktığı milletinin, milletinin sahip olduğu tarihin ve coğrafyanın emrine vermişti. Yüreği coşkulu, sözleri heyecan ve duyguluydu ama akılcılıktan uzak hiçbir şeyde olmamıştı. Geriliği, yoksulluğu, ülküsüzlüğü ve cehaleti yenmeye yeminliydi.
Türkeş, başlı başına bir fikirdi. Bir fikrin kaba kuvvetle değil, daha üstün bir fikirle yenilebileceğini savunuyordu. Fikirsiz hareketlerin başarılı olmayacağı ve mutlaka tükeneceği inancındaydı ki; Türk siyasi tarihi bu inancın haklılığının en büyük ispatıdır. Türkeş’in, ‘’ Buluşma yerimiz ne doğudur, ne batıdır, ne kuzeydir, ne güneydir. Buluşma yerimiz Büyük Türkiye’dir. Buluşma noktamız Türk’ün kafası, Türk’ün kalbi, Türk’ün cevher-i aslisidir.’’ sözü, yerliliği ve milliğinden yansıyan bir ifade olduğu kadar, onun fikir ve ideallerinin de bir özetidir. Türkiye, hem Türk hem de İslam âleminin zihnidir, kalbidir. Her iki âleminde kurtuluşu, büyük ve güçlü Türkiye’ye bağlıdır. Böyle bir Türkiye’de ancak Türk’ün kendi özüne dönüşü ile mümkün olabilir. Onun için Alparslan Türkeş’in ortaya koyduğu Ülkücülük fikri, yalnızca hür, müreffeh ve güçlü Türkiye’nin reçetesi değil, aynı zamanda dünyanın muhtaç olduğu ve insanlığı içler acısı halden kurtaracak olan Türk nizamıdır. Türkeş, bu sevda ile Türk milliyetçiliğinin düşünce ve duygu boyutuna siyasi boyutu da eklemiş ve yeniden yaktığı Türkçülük ateşi, Adriya’dan Çin Seddine cümle Türk Dünyası’nı etkisi altına almıştır. Ancak burada atlanmaması gereken bir husus vardır; Alparslan Türkeş, Türk milliyetçiliği ülküsünü siyasi alana da taşıyıp iktidar yapmak ve Türk Devleti’ni her çeşit yabancı ve zararlı ideoloji ve fikirlerden korumak için sistemleştirirken, çağın dinamiklerini göz ardı etmemiştir. Bu sistemleştirmeyi, Türk milliyetçiliğinden Türkiye ve dünyaya, dünya ve Türkiye’den de Türk milliyetçiliğine bakarak gerçekleştirmiştir. Fikir ve hedefleri Türk milletinin tarihinin ve hislerinin bir ifadesi olduğu kadar, Türk milletinin özündeki potansiyelden güç almaktaydı. Buradan hareketle, komünizm, kapitalizm ve liberalizm gibi yabancı ve Türkiye’nin gerçekleri ile bağdaşmayan doktrin ve sistemlerin kalkınmanın temeli olamayacağını gören Türkeş, ülkemizi kalkındıracak sistem ve görüşlerin Müslüman Türk’ün özelliklerine uygun, ilim ve tekniğin kılavuzluğunda bir milli görüşün olduğunu savunmuş ve bu tespitin bir tezahürü olarak 9 Işık Milli Doktrini ortaya koymuştu.
Zihni, fikirleri, hedefleri ve sevdası doğru tahlil edildiğinde, Atatürk’ü en iyi anlayan, Atatürk’ün yolundan Atatürk’ün paradigması ile ilerleyen liderler sıralamasında Alparslan Türkeş’in en önce geldiği görülecektir. Atatürk ve Türkeş, Türk milliyetçili fikir ve sevdasının bütün Türk Dünyası’na armağan ettiği abide şahsiyetler olmakla birlikte, Türkçülük bayrağı ve Türk milletini medeniyet âlemine taşıma bayrağını Atatürk’ten Türkeş devralmış ve hedefleri sekteye uğratılan cumhuriyeti yaşatmak ve yükseltmek mücadelesini vermiştir. Türkeş ideali, Atatürk’ün idealidir. Çünkü Türkeş, cumhuriyetin, cumhuriyeti kuran Türk milliyetçilerinin kendilerinden sonraki Türk milliyetçilerine emaneti olduğunun bilincindeydi.
Alparslan Türkeş’i yirminci yüzyılın en önemli liderlerinden biri olması, sadece fikirleri, hedefleri ve kitleleri peşinden sürüklemesiyle açıklanamaz. Türkeş, fikirlerinin zaferini hayattayken görmüş bir isimdi. Bilindiği üzere yirminci yüzyıl, Rusya’nın iki kez çöküşüne tanıklık etmiştir. İtilaf devletleri Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de çakılı kalınca, sıkıntılar içindeki müttefikleri Çarlık Rusya’sına yardım götürememiş ve bu durumda Rusya’daki ihtilal hareketlerinin gelişmesine ve nihayetinde Rusya Çarlığı çökmüştür. Sovyet Rusya’nın çöküşünün sebebi ise, eski bir Sovyet ajanının ‘’ güneyimizdeki sivil direnişi kıramadık ‘’ ifadesinde saklıdır. Bu ifadedeki belirtilen bölge Türkiye, sivil direniş ise Alparslan Türkeş’in önderliğindeki Ülkücü Harekettir. Türkeş, komünizme karşı verdiği mücadele ile Türkiye’nin Sovyet peyki olmasını engellemiş ve bu mücadele Sovyetlerin halklar politikasını parçalamıştır. Türkeş, böylelikle sadece SSCB’nin çökmesinde önemli bir etken olmamış, bu devletin idaresi altında yaşayan Türklerin de bağımsızlığını kazanmasında büyük pay sahibi olmuştur. Türkeş, tarihin akışını çevirdiği için bulunduğu yüzyıla damga vurmuş bir liderdi. Tarihin mahkemesinden beraatını da defalarca almıştı. Sapkın ideolojilerle Türkiye’nin başına büyük belalar açacak olanlara karşı, kaybolmaya yüz tutmuş değerleri yeniden toparlayıp, milliyetçilik ve vatan sevgisini Türk insanın bünyesinde yeniden hayat bulmasını başarmıştı. Türkiye tarihinin en karanlık ve karmaşık bir döneminde yetişen nesillerin milli ruh ve milli tarih şuuru içinde yetişmesini sağlamış ve o nesilleri Türkiye’nin geleceğine hazırlamıştı. Sadece bu başarısı bile onun büyük bir lider olduğunun göstergesidir. Türkeş ölümsüzdür, zira fikirleri ve mücadelesi ölümsüzdür; çünkü Türkeş, tarihin sararmaya yüz tutmuş sayfalarını süsleyen ve ruhu binlerce yıl öteye götüren o muhteşem fotoğrafa duyulan aşktır. Mili olmaktan çıkmış sermaye tarafından sömürülmeye direniştir. Namerde kafa tutmayı bırakıp, sigara dumanı ve okey-tavla şangırtılarının kapladığı kahvehane köşelerinde hayat bulmuş nemelazımcılık hastalığına ilaçtır. Dizlilere diz çöktüren, başlılara baş eğdiren şanlı bir geçmişin hatırlatıcısıdır! Üstte göğün çökmeye, altta yerin delinmeye başladığını hissedip harekete geçendir. Türklüğün başına musallat olan sinsi saldırıları defetmek için milletin adına isyan bayrağını kaldırandır! Türk’ü titreyip kendine dönmeye, hak ve hakikat yoluna çağıran yirminci yüzyılın Bilge Kağan’ıdır. Türklük sevgisi yüzünden, horlanan, tabutluklarda işkence gören, taş medreselerde çile doldurandır. Milletine sevdası, ‘’ Kürşad’ın ki kadar mutlak, onbaşı Urungu’nun ki kadar saf ve paktır! ’’ Türkeş, Tanrı Dağı’nın doruklarına kara bulutlar indiğinde, ocaklar söndüğünde, obalar yandığında, bıçak gelip kemiğe dayandığında, şadlar şadı ile kırk yiğidi uyandığında, mücadelesi bütün bir millete ışık olacak olandır! Öyleyse; yüzdördüncü yaşın kutlu olsun Başbuğ’um! Hayallerini, yeniden Türk milletinin hayali yapmaya, ülkülerini gerçekleştirmeye and olsun…
Fatih ERGİN