Ayyıldız Huri KAPTAN / QHA Ankara
Osmanlı Devletinin son dönemine ve modern Türkiye’nin kurulmasına fikirleriyle büyük katkı sağlamış, inkılapçı Türk yazar, toplumbilimci, şair ve siyasetçi Ziya Gökalp’in 97. ölüm yıldönümü kaydediliyor…
Meclis-i Mebusan’da (Osmanlı İmparatorluğu’nda, 23 Aralık 1876 tarihli Anayasa’ya göre kurulmuş ve I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet dönemlerinde görev yapmış 14 Şubat 1878’de kapatılan hükumet-yasama organı) ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde milletvekilliği yapmış, Türk milliyetçiliği düşünce sisteminin fikir babası olarak da anılan; yazar, sosyolog ve siyasetçi Ziya Gökalp ölümünün 97. yıldönümünde anılıyor.
Sosyoloji ilminin Türkiye’deki en önemli temsilcileri arasında yer alan Gökalp, bu fikir yönüyle ülke sorunlarına ilmî çözümler sunarak Türk milliyetçiliğinin sistemleştirilmesinde öncülük etti. Kırk sekiz yıllık ömrünü ülkesine adamış Gökalp’in 25 Ekim 1924’teki ölümü fikirlerini benimseyenleri büyük üzüntüye boğdu.
HANGİ ESERLERİ KALEME ALDI, TÜRKÇÜLÜK FİKRİNİ NASIL TEMELLENDİRDİ?
Ziya Gökalp’in, Genç Kalemler Dergisi‘nde kaleme aldığı yazılarında ve şiirlerinde genel olarak Osmanlılığı reddeden ve Türkçülüğü savunan bir çizgi izlediği görülmektedir.
Bütün Türklerin siyasal birliğini savunan Gökalp, bu Turancı fikirlerini yine bu dönemde yazdığı bir şiirinde şöyle özetledi:
“Vatan ne Türkiye’dir Türklere; ne Türkistan Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir Turan”
Balkan Savaşları’nın patlak verdiği ve Selanik’in Yunanistan tarafından işgal edildiği yıllarda İstanbul’a giden Ziya Gökalp, Türk Yurdu Dergisi’nde yazılar yazdı ve Türkçülük ideolojisini sistemleştirmeye çalıştı.
1913 yılında Türk Yurdu Dergisi’nde yazdığı “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” adlı ünlü makalesinde bir sentezi gerçekleştirmek istediği anlaşılmaktadır.
Ziya Gökalp, 1924’teki ölümünden bir yıl önce bütün düşüncelerinin toplu bir değerlendirmesi sayılabilecek “Türkçülüğün Esasları” adlı çalışmasını kaleme aldı.
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması ve Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla birlikte Ziya Gökalp, artık Türkçülüğü bir anlamda Türkiyecilik olarak almaya başlamıştı.
Türkçülüğün Esaslarında da milleti şöyle tanımladı:
“Millet ne ırki, ne kavmi, ne coğrafi, ne siyasi, ne de idari zümredir. Millet lisanca, dince, ahlakça ve bediiyatça müşterek, aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bir zümredir.”
Gökalp’in Türkçülüğün Esaslarında ortaya koyduğu fikirler, Doğuyu ve Batıyı uzlaştırma çabası olarak kabul edilmektedir.
Böylelikle kültür ve medeniyet kavramları arasında bir ayrıma giden Gökalp, medeniyetin uluslararası, kültürünse milli olduğunu ifade etmiştir.
Bu amaçla, kültür ve medeniyet kavramları arasında bir ayrıma giden Gökalp, medeniyetin uluslararası, kültürünse milli olduğunu vurgulamıştır.
Ziya Gökalp’a göre kurtuluş ve yükselme milli kültürü koruyarak Batı medeniyetine yönelmekle mümkündür.
Bilgili ve yöntemli bir çalışmanın ürünü olan medeniyet aydınların eseridir ve bu nedenle aydınlardan halka doğru yayılacaktır.
Dolayısıyla Gökalp’e göre Türk aydınının iki temel görevi vardır: “Batıya yönelerek oradan medeniyet almak ve ardından bu medeniyeti halka taşımak.”
Ancak aydınlar medeni bir millet yaratabilmek için yalnız medeniyete değil, milli kültüre de yönelmelidir.
Çünkü sadece Batı medeniyetini almakla belki medeni olunabilir ancak millet olunamaz. Millet olmak için kültür gerekir.
Bu süreci “Garba Doğru” ve “Halka Doğru” şeklinde ikili bir biçimde formüle eden Ziya Gökalp’e göre aydınlar halka medeniyeti götürürken halktan da kültürü yani “hars (ırk)”ı almak zorundadır.
Çünkü kültür, yabancı medeniyetlerin etkisiyle karışıp bozulmamış olan halk tabakalarında bulunur.
Ziya Gökalp’e göre ulusal kültür yani hars ile uygarlık dolayısıyla medeniyet arasındaki farklar şöyle özetlenebilir:
-Medeniyet uluslararası olduğu halde, kültür millidir,
-Medeniyet bir milletten başka bir millete geçebilir, fakat kültür geçemez.
-Bir millet, medeniyetini değiştirebilir; fakat kültürünü değiştiremez,
Medeniyet iktisadi, bilimsel ve hukuki fikirlerin toplamı iken; kültür dini, ahlaki ve estetik fikirlerin toplamıdır.
Gökalp, ölümünün üzerinden 97 yıl geçmesinin ardından fikirleriyle ve ölümsüz eserleriyle hatırlanmaya devam etmektedir.
ZİYA GÖKALP (23 Mart 1876 – 25 Ekim 1924)
23 Mart 1876 tarihinde Diyarbakır’da doğdu. Asıl adı Mehmet Ziya. Babası yerel bir gazetede çalışıyordu. Eğitimine Diyarbakır’da başladı. Amcasından geleneksel İslam ilimlerini öğrendi.
Diyarbakır Mülki İdadisi’nde sınıfa girmeden önce bütün öğrencilerin “Padişahım çok yaşa” diye bağırmaları gelenektir ve Ziya Gökalp ise “Milletim çok yaşa” diye bağırınca hakkında açılan soruşturmayı öğretmenlerinin desteğiyle atlatır. Yaşadığı bunalım sonucunda giriştiği intihar eyleminden kurşunun alın kemiğine saplanmasına rağmen şans eseri kurtuldu. İstanbul’a giden Gökalp parasız yatılı okumasına olanak sağlayan Baytar Mektebi’ne yazıldı. Hürriyet düşüncelerinin etkisi altında kaldı, fikir ve faaliyetleri nedeniyle tutuklandı. Taşkışla’da on ay hapis yattı.
1895 yılında İstanbul’a gitti. Baytar Mektebi’ne kaydını yaptırdı. Buradaki öğretimi sırasında İbrahim Temo ve İshak Sukuti ile tanıştı. Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. 1898 yılında tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı. 1900 yılında serbest bırakıldıktan sonra Diyarbakır’a sürgüne gönderildi.
1908 yılına kadar Diyarbakır’da küçük memuriyetler yaptı. II. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. Peyman gazetesini çıkardı. 1909 yılında Selanik’te toplanan İttihat Terakki Kongresi’ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı. 1909 yılında İttihat ve Terakki Partisi’nin Selanik’teki Kongresi’nde Genel Merkez üyesi seçildi. Bir yıl sonra, örgütün Selanik’teki merkez yönetim kuruluna üye seçildi. 1910 yılında kurulmasında öncülük yaptığı İttihat Terakki İdadisi’nde sosyoloji dersleri verdi. Bir yandan da Genç Kalemler dergisini çıkardı.
1912 yılında Ergani Maden’den Meclis-i Mebusan’a seçildi, İstanbul’a taşındı. Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı Türk Yurdu başta olmak üzere Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası ve Yeni Mecmua’da yazılar yazdı. Bir yandan da Darülfünun-u Osmani’de (İstanbul Üniversitesi) sosyoloji dersleri verdi.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yenilmesinden sonra, bütün görevlerinden alındı. 1919 yılında İngilizler tarafından Malta Adası’na sürgüne gönderildi. 2 yıllık sürgün döneminden sonra Diyarbakır’a gitti, Küçük Mecmua’yı çıkardı.
Bağımsızlık yolunda Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a hareket ettiği yıl (1919) Ziya Gökalp de Limni ve Malta’ya sürgüne gönderildi. Gökalp, 1921’de Atatürk’ün yoğun uğraşları sonucu yirmi bir kişiyle birlikte serbest bırakıldı.
1923 yılında Ankara’ya gitti. Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı’na atandı. Aynı yıl İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Diyarbakır milletvekili olarak girdi.
Kısa süren bir hastalığın ardından, 25 Ekim 1924 tarihinde İstanbul’da vefat etti.