30 Aralık 2020
Görünürde herkes milliyetçi, pratikte, teorisine uygun milliyetçiliğin kirletildiği süreci yaşıyoruz.
İçinde azıcık hamaset dolu bir söylem olsa hemen birileri etiketi yapıştırıyor: Milliyetçi siyaset izliyorlar.
Hayır izlemiyorlar.
Türk Milliyetçiliği, soğuk savaş döneminden sonra ilerlemiyor, tam tersine geriliyor ve geriletiliyor. Adeta birileri yük olarak görüyor ve etkisini en aza indirmek için elinden geleni yapıyor.
Sonra bir bakıyorsunuz, kimileri, Afrindeyiz, yok Akdeniz’deyiz deyip milliyetçi politika izlendiğinden, milliyetçiliğin yükseldiğinden söz ediyor.
Aslında etmiyor.
Bu adamlara sormak lazım: Ege’de, Akdeniz’de ve/veya Afrin’de, Türkiye’nin çıkarı her neredeyse, milliyetçilik olmasa, mesela liberalizm geçerli olsa kimse itiraz etmeyecek, Yunanlılara “buyurun istediğiniz gibi yapın” mı diyecek?
Yahut solcular, Türkiye’nin çıkarlarını halkların kardeşliği bahanesiyle Yunanlılara mı verecek?
Elbette yapmayacak.
Ecevit’in yaptığı gibi gerekirse gidip Kıbrıs’taki haklarını koruyacak.
Öyle ise bunun milliyetçilikle ne alakası var?
Belki milliyetçilik açısından konu çok daha hassas karşılanabilir ama özde bir devletin hükümranlık haklarını korumasıdır.
Milliyetçilik deyince herkesin aklına neden savaş geliyor anlamıyorum. Türkiye’de Türk milliyetçiliği, sosyolojinin kucağında doğdu. Gökalp, klasik sosyolojinin kurucularından Emil Durkheim’in işlevselci (fonksiyoncu) kuramını (teorisi) esas alıp, kendi toplumsal gerçeğine uyguladı ve bunu ete kemiğe büründürdü.
Türkeş, doktiriner hale getirdi.
Atsız, tarihsel yaklaşımla, kültürel kodlardan hareket ederek etnoloji üzerinden temellendirme yaptı.
Yusuf Akçura bir siyaset etme biçimi ve tarzı olarak temellendirdi.
Gaspıralı, “dilde, fikirde işte birlik” üçlemesiyle, milliyetçiliği, bir eylem, bir felsefe ve bir ekonomik bütünleşme olarak gördü.
Soğuk Savaş döneminde etkili olan milliyetçilik, vatansever, ülkücü nitelikleriyle öne çıkan Türkeş’çi doktriner milliyetçilikti. Ölümünden sonra giderek etkisizleştirildi. Çünkü siyasi takipçileri, bunu bir proje olarak gördüler ve görevini tamamladığını düşünerek etkisizleştirmeye karar verdiler.
İçinde bulunduğumuz süreçte, ortada kendi yolunda ilerleyen, kendi amacına uygun, topluma bir şeyler söyleyen milliyetçilik yok. Sadece Türkeş sonrasında soğuk savaş döneminden geriye kalan ve gittikçe yaşlanan kadrolarının sürdürdüğü sağlam bağlılık var. Tasfiyeciler, bu kadroları ufak hamlelerle oyalıyor. Onlara mutlu olacakları, duygularını hoş tutacak, bazen de hoşlanmasalar bile “belki de bir bildikleri vardır” kabilinden içleri elvermese de kabullenecekleri öneriler sunuyorlar.
Soğuk savaş sürecinde Türkiye’de siyasal yayılmacılığın (emperyalizmin) önünde sivil tampon oluşturan bu kadrolar, Türkeş sonrası doyurucu bir kucaklamaya hasret kaldılar.
Tasfiyeciler, ne ekonomide, ne uluslararası stratejide ve ne de dünyanın içinden geçtiği büyük küreselleşme ve beraberinde getirdiği büyük dönüşüm karşısında milliyetçilere yol haritası çizmedikleri gibi, kapsamlı ve tutarlı bir bilgi de sunmadılar.
Halen daha küresel ekonomi karşısındaki tavırları net değil. Yazılı bir metin ortaya koydukları söylenemez.
İşte Suriye’de bir çatışmanın tam ortasındayız. Bu konuyu stratejik açıdan ele alıp, “bu bizim görüşümüzün yol hartasıdır” diyecekleri yazılı bir metin yok.
Türk Dünyası çalışmalarını açıklayan etkili bir yol haritası da yok. Hatta Türk dünyası tamamıyla Fetö’ye bırakılmış durumda.
Türk ekonomisi nereye gidiyor? Türk devleti ve ekonomisi Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi “bilinçli olarak çökertiliyor mu?” Eğer çökertiliyorsa, siz, siyaset olarak niye bunun karşısında değilsiniz?
Bir Ortadoğu politikası var mı ve neyi içermektedir?
Milliyetçiler/ülkücüler, neden AKP’ye Partili Cumurbaşkanlığı gibi bir siyasal sistem kurmak zorunda ve haydi kurdular diyelim, neden kendilerine ve millet yapılan bunca haksızlığa rağmen omuzlarında taşımak zorunda?
Tek kelime eden de yok, soran da yok.
Türk Milliyetçiliği rüzgârın önünde savrulan, sahibi baygınlık geçirmekte ola bir yelkenli gibi. Rüzgârın istediği yöne savruluyor. Amacıyla tutarsız davranışlar içinde.
Tasfiyeciler esasında bunu istiyor.
Kaynak Yeniçağ: Türk Milliyetçiliği tasfiye sürecinde – Ahmet GÜRSOY