Akşam gazetesinde çalıştığı dönemde, şöyle hedef almıştı Tayyip Erdoğan’ı:
“…Şahsen Tayyip Erdoğan beni utandırıyor. Seçtiği bayağı kelimeler yüzümü kızartıyor. Ve bu ülkeye aidiyet hissimi zayıflatıyor.
…Başbakan’ın entelektüellik kırıntısı bulunmayan, kaba ve cahil üslubu ‘delikanlılık’ kavramı ile kurduğu sağlıksız ilişkinin ürünü.
…Aydın Doğan’a, Deniz Baykal’a ‘siz’ demiyor. ‘Sen’li hitap kırsal kesime, cemaat toplumlarına özgü. Oysa ‘siz’ profesyonelliğin bir göstergesi. Ama Başbakan bundan bihaber anlaşılan.”
Sonra…
“Bir anda” iktidarın gözdesi haline geldi.
Yukarıdaki satırlar hiç yazılmamış gibiydi.
Erdoğan, ikiz kızlarının “isim babası” oldu filan…
Hakkını yememek lazım; bir vakitler üslubunu “kaba ve cahil” bulduğu Erdoğan’ı “politik dahi” ilan etmek dahil, kalemi hiçbir övgüyü esirgemedi bu yeni pozisyonunun hakkını verebilmek için Alçı’nın da.
*
Şimdi FETÖ diye anılan yapının kanallarında arz-ı endam etti durdu uzun bir süre…
“Kumpas” olduğu hem siyasi, hem hukuki olarak tescillenen davaları “Fetullah Hocaefendi’yi Türkiye’de yaşayamaz hale getiren insanların yargı konusu yapılması” olarak yorumlayarak destekledi mesela; literatüre bilmediğimiz bir “suç” kazandırdı!
Bank Asya kredisi mevzuna girmiyorum bile, milyonların gözü önünde tekrar tekrar ilan etti “Hocaefendi’ye saygısını”…
Sonra…
Sırf evine yakın diye, yolunun üstünde diye faturasını Bank Asya’ya yatıran sıradan vatandaşların bile “olağan şüpheli”ye dönüştüğü bir olağanüstü dönemin, konforu bozulmayan birkaç isminden biri olarak yaşadı.
Haksızlık, hukuksuzluk, vicdansızlığın arşı alaya çıktığı günlerin medyadaki başat figürlerinden biri olmamış gibi, memleketin hak, hukuk otoritesi muamelesi görüyor şimdi! Parçası olduğu “dil”in mağdurları bile ona başvuruyorlar kendilerini anlatabilmek için iyi mi!
*
PKK’nın yeniden palazalanmasıyla sonuçlanan çözüm sürecini destekledi. “Askeri vesayet”e karşı “ileri demokrasi”nin “sivil cengaveri”ydi. Balyoz davasında yargılanan ve birçoğu terörle mücadele kahramanı askerlerin eşleriyle girdiği polemikte, o acılı kadınları ayıplı imalarla vurmaktan çekinmedi.
Sonra…
Cumhurbaşkanı tarafından sınıra moral ziyareti için “seçilmişler” arasına girdi; komutanlarımızla boy boy fotoğraflar çektirdi! Garip olan, komutanlarımızın da onunla fotoğraf çektirmesiydi!
*
Karabağ’ı Ermeni toprağı ilan etti, bu yüzden Azerbaycan’da “istenmeyen kişi” haline geldi…
Sonra…
Ekranlar, “Karabağ’ın geri alınmasında Türkiye’nin SİHA’larının etkisi”ni alkışlamak üzere onu davet etti!
*
“Bu devlet bal gibi katil devletti” dedi; MHP yönetimince “hain” ilan edildi.
Andımız’ın kaldırılmasını destekledi; MHP yönetimince “Başka aidiyette olup da açık edemeyen, Türklükten rahatsızlığına politika kılıfı geçiren” diye tanımlandı.
İmralı’daki caninin seçim mektubunun MHP Genel Başkanı’nın bilgisi dahilinde olduğunu iddia etti; bizatihi Devlet Bahçeli tarafından “Gözünü ve gönlünü yalana, dolana, alçalmaya teslim etmiş, hezeyan ve hüsran bataklığında çırpınan satılık kalem” olarak nitelendirildi.
Sonra…
Alçı, dünkü yazısında Taliban Afganistan’ına gittiğini duyan Bahçeli’nin kendisini aradığını bildirdi.
Ne Nagehan Alçı’ymış arkadaş; bugüne kadar ne gazeteciler, ne savaş, işgal, terör coğrafyalarında, ölümle burun buruna ne büyük gazetecilik başarılarına imza attı; kaçını, kaç siyasetçi aradı da cesaretlendirdi?
Karabağ’da bombardıman altında gözyaşlarıyla yayın yapan TV 100 muhabiri Burak Ersemiz’i kaç lider aradı da tebrik etti yahut moral verdi mesela?
*
İsterseniz “haset” deyin ama söyleyin;
Nagehan Alçı’da olup da bizde olmayan ne var Allah aşkına!
Bu nasıl bitmez bir kredidir ki; ne yazsa, ne söylese tolere ediliyor; siyasetteki herkesçe ve her seferinde!