Doğu Türkistan’ı anlatmaya başlamadan önce “Türkistan” diye adlandırılmış tarihî toprakları tanımlayalım: Doğuda Altay Dağları, Horasan Dağları ve Karakurum; batıda Hazar Denizi, kuzeyde Sibirya ve Ural Dağları ile sınırlayabileceğimiz topraklardır. Doğu Türkistan ise Moğolistan, Sibirya, Afganistan, Pakistan, Hindistan, Keşmir, Tibet tabii ki Batı Türkistan diye nitelendirilen Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan topraklara komşu ve Asya’nın tam ortasındadır. Her ne kadar daha önce sınırları 1.82 milyon km2 olarak tanımlanmış olsa da Karakurum ve Taklamakan Çölü’nü içine alan, Tanrı Dağları, Tarbagatay, Altay Sıradağları’nı içine alan, şimdilerde Çin kaynaklarında 1.65 milyon km2 olarak gösterilen coğrafyadır.
Çölüyle, ormanıyla (12.000 km2) yer altı (500 bölgede 8 milyar m3 petrol rezervi, 30 bölgede doğal gaz) ve yer üstü zenginlikleriyle, görsel bir şölen sunan gölleriyle, geniş otlaklarıyla, bu toprakların kadim halkı olarak yaşayan Uygur Türkleri ve diğer Türk grupları aracılığı ile tarihin kokusunun bu güne geldiği bir yerdir.
Çinlilerin uzunca bir süreden beri sürdürdüğü demografik değişime dayalı asimilasyon politikası sonucuna göre; Çinlilerin 2005 yılında yaptığı nüfus sayımı verileri şöyledir; Uygur Türkleri 8.399.393, Kazak Türkleri 1.250.458, Kırgız Türkleri 160.823, Tacik 41.028, Özbek Türkleri 19.493, Salar Türkleri 6.153, Tatar Türkleri 3.762, Henzular 7.489.919, Hui (Çinli Müslüman) 839.837, Moğol 149.857, Mançular 19.493 kişi. Bunları dışında Şibe 36.785, Dongsian 55.841, Rus 8.935, Tibetli 6.153, Miao 7.006, Cuang 5.642 kişi² ile bölgeye sonradan gelmiş halkın yaşadığı ortaya çıkmıştır.
Bugün Çin Halk Cumhuriyeti yönetiminde olan Doğu Türkistan, aynı zamanda Türk İslam medeniyetinin de filizlendiği ve boy verdiği topraklardır. Doğu Türkistan yazı diliyle, kültür-sanat, edebiyat, müzik ve günümüze kadar yaşayan mimari ve mühendislik alanlarında ortaya koyduğu eserler, inançlara etkisiyle önemli roller üstlenmiş kadim bir Türk yurdudur.
Orhon Yazıtları’nda 726 yılında taşlara yazılmış bu topraklar, aynı zamanda 787-843 tarihleri arasında Tibet Budist kaynakları da yer almaktadır. Çin kaynakları, Uygurların Köktürkler gibi Hunların neslinden olduğunu yazar. Gerçekte “Uygur”, bugünkü Doğu Türkistan diye adlandırdığımız o bölgede yaşayan Türk medeniyet dairesinde olan insanlara verilen siyasi bir addır.
Hun İmparatorluğu’nun ortadan kalkmasıyla birlikte, bu bölge, MS 93-121 yılları arasında Çinliler tarafından istila edildi. Daha sonra Kuşanlar hâkim oldu. MS 220 yılından itibaren bölgede şehirlerin kendi başlarına hâkimiyet kurduğu Hanlıklar Dönemi yaşandı.³
Bölgede karışıklıklar hiş eksik olmadı. Kâşgar ve Yenihisar bölgelerinde 1864 yılında isyan ederek bölgeyi ele geçiren Sıddık Bey, Kipçak Hokand Hanı’na bağlıklarını bildirir. Ancak yaşanan anlaşmazlık sonucunda Hokand Hanlığı bölgeyi doğrudan kendine bağlar.
Bölgede bütün bu olaylar yaşanırken âdeta daha sonra yaşanacakların da yol haritası ortaya çıkmaya başlar ve Batı Türkistan’ı Ruslar işgal eder. Türkistan coğrafyasında bir iç göç yaşanır. Yakup Bey, 1865’te Hokand Hanlığı’nı devirir. Başlangıçta Yarkend ve Kâşgar’da hâkimiyet kuran Yakup Bey, Oğlu Hoca Töre’yi Osmanlı Sultanı Abdulaziz’e gönderir. Osmanlı’nın himayesine girmek isteklerini iletir. Bu isteği kabul eden Osmanlı Sultanı Adulaziz, bir gemi silah, mühimmat ve asker göndermiştir. Bu süreçten sonra Yakup Bey, Osmanlı Sultanı’nın ona verdiği “emirlik” unvanıni kullanmış; padişah adına hutbe okutmuş; onun adına para bastırmıştır.
Yakup Bey, İngiltere ve Rusya ile de iyi ilişkiler kurmak için gayret göstermiştir. Bu ilişkilerini, öldüğü 1877 yılı Mayıs ayına kadar Çin’e karşı çok iyi yürütmüştür. Yakup Bey’in ölümünden bir yıl sonra Doğu Türkistan’ın tamamı Çinliler tarafından istila edilmiştir.
18 Kasım 1884 tarihine gelindiğinde, Çin İmparatoru’nun emriyle Doğu Türkistan “Şin-cang” (Yeni Topraklar) adıyla 19 eyalet olarak Çin İmparotorluğu’na bağlanır. Çin hanedanı, Mançu ailesinin hâkimiyeti 1911 yılına kadar Çinli yöneticiler üzerinden devam etti. Ancak bölgesel idarecilerin, bu otoriteyi yok sayarak başka ülkelerle antlaşma yaptığı da bir gerçektir.
1911’den 1930 yılına gelindiğinde Çinli yöneticiler halkı canından bezdirecek uygulamalara imza atıyordu. Doğal olarak halkta bir tepki süreci de başladı;
Başlangıçta Çin’e karşı muhalefetin yükseldiğini gören Ruslar, yardım teklif etti. Artık işin özünü kimlik mücadelesi oluşturuyordu. Bu alanda iki temel bakış belirginleşti. Ceditçiler ve Gelenekçiler. Ama ayaklanmaların ileri gelenlerinden hiç biri, hangi akımdan olursa olsun Rusların bu teklifini kabul etmedi. Ancak Çin Valisi’ni yanına çekerek ona silah yardımı yapıp bölgenin onun kontrolüne girmesini istedi. Bu da olmadı. Nisan 1931’de Kumul’da, Hoca Niyazi Hacı önderliğinde, Ocak 1933’te Turfan, Mahmut Muhiti liderliğinde, yine aynı yıl Şubat 1933’te Hoten’de Mehmet Emin Buğra – Altay bölgesinde Şerif Han Töre gibi insanların liderliğinde yaşanan ayaklanmalar, Kumul başta olmak üzere Çinli Müslümanların başlangıçta verdiği gönüllülük esasına dayalı destekleri ile Çinlilerin Doğu Türkistan’dan atılmasıyla sonuçlandı. Müslüman Çinli olan Huilerin, Gansu Eyaleti’ni işgal etmesinden sonra halka karşı uyguladıkları zalimane yönetim anlayışı, Doğu Türkistanlıların Huilere karşı olumsuz bakışını geliştirdi. Bu süreç, Doğu Türkistan halkının dinî referanslarla birlikte kavmî kimliğin de önemli olduğu gerçeğini belirginleştirdi. Doğu Türkistan mücadelesinde millet kimliğinin belirgin olması gerektiğini savunan “Ceditçiler’in, “Gelenekçiler’e göre daha sağlıklı baktıkları fikrini de ön plana çıkardı.
Yıl 1925’e geldiğinde Sun Yat Sen öldü. Onun yerine hiçbir bilimsel ve tarihî gerçeğe dayanmayan “Çin’de yaşayan ve kendini farklı gören bütün gruplar Han kökenlidir.” fikrini savunan, han milliyetçisi Çan Kay Şek gelince bütün gruplar sıkıntı içine düştü. Ancak Doğu Türkistan’da yaşayan insanların kimliklerini ezmek için özel bir gayret göstererek ırk ayrımını dikkate alan bir planı devreye sokup 10.000’den fazla memur, öğretmen, teknik adam (sömürülecek yer altı ve yer üstü kaynaklar için) aileleri ile birlikte bölgeye gönderildi. Bu, bölgede kamulaşmayı artırdı.
12 Kasım 1933’te, Hoca Niyaz Hacı’nın Cumhurbaşkanı olduğu “Şarki Türkistan İslam Cumhuriyeti” ilan edildi. 1934 yılı başında Kızıl Ordu bölgeyi işgal etti. Hoca Niyaz Hacı ilan ettiği cumhuriyeti lağvetmek zorunda kaldı. Şing Şi Sey başkanlığında kurulan yeni yönetimin başkan yardımcısı Hoca Niyaz Hacı oldu. Ancak 1937’de çıkan ve 1940 yılına kadar süren ayaklanmaların başlangıcında ve sonrasında Hacı Niyazi Hoca, Şerif Han Töre başta olmak üzere birçok Doğu Türkistanlı Türk, önce tutuklandı sonra işkencelerde öldürüldü.
Doğu Türkistan’da tam bir başarı sağladığı düşünülen Şing Şi Sey, Rusların ve özel olarak Stalin’in ilgisine mazhar oldu. Şi Sey, 1938’de Stalin’in özel davetlisi olarak Moskova’ya gitti ve SSCB Komünist Partisi üyesi oldu. Bütün bu süreçler yaşanırken Şing Şi Sey, Çinlilerle Doğu Türkistan’ın işgali konusunda gizlice anlaştı ve Çin merkezî yönetimine bağlılığını ilan etti. SSCB’nin Kızıl Ordusu, Çin ordusu ile çatışma girmeden Doğu Türkistan’ı terk etti. Ancak SSCB’nin bölgede kalmasını isteyen gruplar, Çin işgal güçlerine karşı direniş gösterdi.
1944’e gelindiğinde Ali Han Töre ve arkadaşları tarafından organize edilen Altay ve Tarbagatay bölgesindeki ayaklanma başarıya ulaştı ve 12 Kasım 1944’te “Şarki Türkistan Cumhuriyeti” ilan edildi. Bu süreçte SSCB’nin önce sivil ve askerî danışmanları, sonra silah ve cephane destekleri göz ardı edilemez. Ancak bu süreçte SSCB, Çin’e karşı Doğu Türkistan kartını kullanarak Çin-Rusya ilişkilerini kendileri lehine çevirdi. Kurulan “Şarki Türkistan Yönetimi” içinden (Daha sonra “üç efendiler” olarak anılacak.) İsa Yusuf Alptekin, Mehmet Emin Buğra ve Mesut Sabri’nin temsilci olarak gönderildiği görüşmelerin başlamasına ön ayak oldular. Ortaya bağımsız bir devlet yerine bir muhtariyet çıkmasına ve Rusların bu organizasyonuna karşı çıkan Ali Han Töre ve arkadaşları, SSCB’ye kaçırıldı. Rusların çözüm önerisi olarak ortaya koyduğu yol haritasını o zaman savunanlar kültürün, mefkûrenin ve iktisadi hayatın yükselmesinin en uygun yol olduğunu, bir süre sonra Doğu Türkistan’ın Rus boyunduruğuna girme tehlikesinden de uzak olarak bağımsız olabileceğini anlattılar. Çinlilerle yapılan görüşmelerin sonucunda, 15’i yerli halktan 10’u Çinli olmak üzere 25 kişilik bir yönetim kuruldu. Çinli general Zhang Zhi Zhon Genel Vali, Kremlin yanlısı olan Ahmetcan Kasım ile Burhan Şehidi de Vali Muavini olmuşlardı. Aynı hükûmete Mehmet Emin Buğra Bayındırlık Bakanı, Canım Han Maliye Bakanı, İsa Yusuf Alptekin sandalyesiz üye olarak girmiş; Mesut Sabri de Eyalet Genel Müfettişi olmuştu.
Çinliler, bir süre sonra Rusya’nın etkisini kırabilmek için Mesut Sabri’yi genel valiliğe, İsa Yusuf’u da hükûmet genel sekreterliğine atadı. Böylece Çin ve Rusya’nın hiç istemediği Doğu Türkistan Türk halkının her alanda bilinçlenme süreci başladı. Rusya bunun üzerine kendi taraftarlarını hükûmet üyeliğinden çekti. Çin silahlı kuvvetleri bir genelge yayımlayarak yerli milliyetçilerin SSCB’den bile tehlikeli olduğunu ilan etti.
Tam bu sırada Uygur Türkü milliyetçileri arasında da görüş farklılıkları ortaya çıktı. Değişen dünya düzeninde Mesut Sabri gibi düşünenler bağımsızlık için ABD’nin yardımının şart olduğuna inanırken İsa Yusuf Alptekin gibi düşünenler, Komünist Çin rejiminin düşmanı Milliyetçi Çin yönetimine bel bağlamıştı. Mehmet Emin Buğra ve arkadaşları ise derinleşen Çin-Japonya düşmanlığından yararlanmayı planlayarak Japonlarla iş birliğinin bağımsızlığa giden yolu açacağına inanıyordu.
Doğu Türkistan’da Yönetim
Günümüzden 140 yıl önce başlayan “Doğu Türkistan Özgür ve Bağımsız Yaşama Mücadelesi” hâlâ dimdik ayakta ve sürüyor. Düşmanları ve politikaları değişse de hedef ve mücadele temelinde pek değişen bir şey yok. Volter’in bir sözündeki gibi “Başkalarından özgürlük bekleyenler kölelerdir.” anlayışıyla hareket eden Doğu Türkistan Türkleri, çok ağır bedeller ödemiştir. Ancak “Doğu Türkistan” meşalesi sönmemiştir.
Çinlilerin 1878 yılında Doğu Türkistan’ı işgal ettiği günden bu güne kadar 200’ün üzerinde ayaklanma gerçekleşiyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri bölgede Türk-Moğol bakiyesinin dışında, bölgeye özel olarak Çinli nüfusunun kaydırılmış olmasıdır. Çinli nüfusu %50 seviyesine gelmiştir. Çin işgalinin başladığı bu güne kadar bölgenin demografik yapısi değiştirilmiştir. Altay, Aksu, Turfan, Kumul, Hoten, ili (Kazak Özerk Yönetim Bölgesi), Çöçek’ten oluşan sekiz yönetim, 6 özerk ilçe, 802 nahiye ile birlikte 42 etnik farklılığa dayalı yerleşkenin bulunduğu bir coğrafyadır. Moğol, Huy, Kırgız Özerk yönetim bölgeleri vardır. Türklerin ve Moğolların temel halk olduğu Doğu Türkistan topraklarında (Nüfus sayımına göre bölgede 12.000.000 Türk soylu halk yaşıyor.) bulunan gurupların dışında yer alanları yukarıda bulunan rakamlarla değerlendirdiğimizde nasıl bir asimilasyon yaşandığını görebiliriz. Örneğin Çin kaynaklarında 1949 yılında Çinli Henzuların nüfusu 250.000 iken 2005 yılına gelindiğinde 7.489.919 kişi olarak gösteriyorlar. Sadece bu rakamlar bile durumun vahametini göstermektedir.
Demografik değişim, nüfus kaydırmasıyla yetinmeyen Çin, eğitimi işlevsiz hâle getirmek için elinden geleni kesintisiz yapmaktadır. Bunun içinde din eğitimi ayrı bir yer tutmaktadır. 945 yılından itibaren İslamiyet’i kabul edip öğrenmeye ve yaşamaya başlayan Uygur Türkleri, Karahanlı Devleti ile de Türk İslam medeniyet yürüyüşüne de önemli katkılar yapmıştır. Yani İslam’ın doğru anlaşılması ve yaşanması konusunda da önemli bir referanstır. Çin’in Doğu Türkistan’a eğitim alanında yaptıklarını bu bağlamda da ele almak gerekir. Türk-İslam teolojisinin ilk gelişmeye başladığı döneme ait bu coğrafya, son derece önemli kaynaklara sahiptir.
Çin-Doğu Türkistan Halkı İlişkileri
Çin yönetimi, Uygur Türkleri ile ilişkilerini “milletler ittifakı” sloganı altında yönetmeye çalışıyor. Bir taraftan 1949 yılından beri yürüttüğü asimilasyon ve fiziki yok etmeye varan politikalarını uyguluyor diğer taraftan “milletler ittifakı” gibi geliştirdiği sloganlarla “Çinliler ve Doğu Türkistan Halkı kardeştir.” algısı oluşturmaya çalışılsa da 1957’de başlatılan “Yerli Milletçilere Karşı Hareket” anlayışı, özellikle Doğu Türkistan’da yaşayan Türklerin dinî liderleri ve münevverlerinin zindanlarda çürütülmesi ve idam sehpalarında yok edilmesi ile bütün hızıyla devam ediyor.
Yaşanan acılar Doğu Türkistan halkını yok edemediği gibi Çinlilerle birlikte yaşama umudunu da her geçen gün biraz daha azaltmaktadır. Bir zamanlar Çince öğrenip Çin’in içlerine göç etmekten, orada aş, iş bulmaktan, geleceğini oralarda aramaktan bahseden insanların “Çinlilerin idaresi altında bize yaşama şansı yok.” ifadesini kullanır hâle geldiği görülmektedir.
Bölgeden aktarılan bilgilere göre Doğu Türkistan halkı, camilerin kapısına asılı olan “Devlet memurları camiye giremez.” yazısını gördüğü zaman, “Tamam camiye namaza gitmenin yerine pazara gidip para kazanayım.” derdim. Fakat sokakta, işkenceyle öldürülen kaybolan insanları görüp onların ailelerine bile yardım etmenin suç olarak görüldüğü Çin’den herkes korkmuş. Hindistan başta olmak üzere geleceklerini başka diyarlarda kurma hayallerine düşmüşler.
Ancak Urumçi’nin Dönge Pazarı’nda Amerikalı bir gazeteciyi çevirip sekiz yaşındaki oğluyla birlikte kendinden emin bir sesle; sokaklarda dolaşan Han milletini göstererek “Size şunu söylemek istiyorum, onları bu topraklardan kovmak için ben ölürsem benim yerimi o alır, benim intikamımı o alır.” diyor. Gazeteci, “Uygur Türkleri burada azınlığa düşürülmüş olsa da Doğu Türkistan’ın asıl sahibinin kendileri olduklarını her fırsatta gösteriyorlar.” diyordu.
Bu, bir anlamda 1949 yılının sonlarında Komünist Çin ordusu, Doğu Türkistan halkının Birleşmiş Milletlerin kaderini tayin etme hakkı temelinde bağımsız ve özgür yaşama davasının bütün liderleri “uçak kazasında” öldükten sonra, Doğu Türkistan’a girdiğinde, 40 bin kişilik millî orduyu dikkate alarak, Doğu Türkistan halkının diline, dinine ve örfüne saygılı olduğunu ilan etti ve öyle davrandı. Çin Komünist Partisi yöneticileri bir plan çerçevesinde hareket ederek kendilerine yakın toplumsal liderlerin de yardımıyla bu milli orduyu kendi askerî güçlerinin içine kattılar. Bu gücü kontrol altına aldıktan sonra Doğu Türkistan halkının bütün liderlerini seri cinayetlerle ortadan kaldırdılar.
Aklı önceleyen, İslam iman anlayışını yaşama biçimi haline getirme gayreti içinde olan, saygın, toplumun vicdanı olan, millî önderler bir taraftan birbirine düşürüldüler diğer taraftan cinayetlerle yok edildi. Yaşama hakkının kullanılamayacağını düşünen bir grup münevver ise vatanlarını terk etmek zorunda kaldı.
Daha önce Çinliler tarafından demografik yapıyı değiştirmek için başlatılan süreç 1959 yılına gelindiğine çok başka bir hál alarak sokakta temel halkın dışında sadece Çinli göçmenler görünür oldu. Doğu Türkistan topraklarında yetişen buğdaylar, içlerdeki Çinlilere gönderilirken Doğu Türkistan halkı açlıktan kırıldı. Sadece 1962 yılında yalnız Bay nahiyesinde 20 bin insan açlıktan öldü. Yaşayanlar ise her türlü küfür ve hakaret ortamında 18 saat çalışmaya zorlanıyordu. Bütün bu olumsuz şartlar yetmiyormuş gibi çeşitli uydurma terör örgütlerine üyelikten hapislere atılarak işkencelere tabi tutuldular.
Yaşanan kıtlığa dayalı açlık, işkencelerle ölümler öyle bir hâl aldı ki ölen insanlar defnedilemediği için koktu, cesetlere kurt düştü; çoğunu kurt, kuş yedi. Doğu Türkistan’da yaşananların anlatıldığı İstiklal Mücadelesi adlı kitapta, “Çin’de 1970 yılının Nisan ayında Urumçi’de bir günde 74 kişinin hiç yargılanmadan ölüm cezasına çarptırılması devlet terörünün zirvesiydi” deniliyor.
O tarihlerde yapılan zulme dayanamayan insanların 100 bini Batı Türkistan’a göçerken şehirlerde yaşayan Doğu Türkistan’ın temel halkı şehirlerden köylere zorunlu göçe tabi tutuldu. Şehirlerde göçe zorlanan insanlardan geride kalan ne varsa ganimet mantığı ile bölgeye getirilen Çinlilere dağıtıldı.
1930’larda başlayan ve iki cumhuriyet tecrübesiyle, sırtında ölümler, acı, gözyaşı, sürgünler, işkencelerden oluşan yüküyle 1970’lere gelindiğinde sesiz duran bir halkın yaşamasını bile Çin yönetimi kaldıramıyordu. “Yeni Kazanılmış Topraklar” diye adlandırdıkları Doğu Türkistan’da, bu toprakların temel halkı olan insanların yaşamasına son vermek istenmesinin temel nedeni de ortaya çıkmıştı. Onlarin suçu, Çinli olmayıp Uygur, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar Türkü olmalarıydı.
Milliyetçi Çin, Sosyalist Çin oluyor. Oradan kapitalist sistemle barışıp dünya ile entegrasyona gidiyor. Ama Doğu Türkistan politika ve uygulamalarında neredeyse hiçbir değişim göze çarpmıyor.
1966’da başlayıp 1980’de sona eren Latin Alfabesi uygulaması, daha sonra tamamen Çinceye dönüşecek ve 1964 yılında başlayıp şimdilerde hålà devam eden çift dilli eğitimde Uygur Türkçesi yok denecek seviyeye düşerken (bazı özel alanlar hariç), Çince tüm eğitimde tek dil hâline gelmiştir. Burada Özerk Bölgeler Kanunu’nun yürürlükte olduğu 31 Mayıs 1984 tarihinden itibaren dil, din öğrenimi ve uygulaması konusunda belli rahatlamalar yaşandı.
Doğu Türkistan’ın yer altı ve yer üstü kaynakları acımasızca sömürülürken bu toprakları vatan kılmış temel halkı Doğu Türkistanlıların bütün kutsallarına saldırılıyor, eğitimsiz bırakılıyor, istek dışı evliliklere zorlanıyor, üretim araçları ellerinden alınıyor, yaşam alanlarına her türlü nükleer atık depolanarak sağlıklı üremeleri ve yaşamaları tehdit ediliyor. Uygur Türkleri ve diğer Türk soylu halkların, Türk İslam medeniyeti ve ondan önceki tarihine ait eserlerin ortadan kaldırılmasına yönelik planlı ve sistematik bir yok etme politikası uygulanmaktadır. Çin’de Doğu Türkistan halkının seçtiği hiç kimse herhangi bir temsil noktasında yer almıyor.
Doğu Türkistan özgürlüğünü yitirdiği günden beri, koca koca ovalarında hava alamayan, dağlarında öksüz kalmış, atalarının yüzlerce yıl önce Tanrı Dağlarından yerin altından karızlarla getirdiği sularla serinleyememiş bir millet olmuştur.
Neler Yapılmalıdır?
Kürtajlar durdurulsun.
Bölgenin nüfus yapısını değiştirmeye yönelik Çinli göçü sona ersin.
Baskı ve sindirme politikasına son verilsin.
Doğu Türkistanlılar, Çin merkezî devlet otoritesinin insanların çocuklarına din eğitimini yasaklamasından dolayı, çocuklarını Çinli Müslümanların yanına göndererek dinî eğitim almalarını sağlamaya çalışıyorlar. Doğu Türkistan halkının inanç özgürlüğüne vurulan pranga çıkarılsın.
Hukuksuz tutuklamalar sona ersin.
Hukuka aykırı zorunlu göç uygulaması yapılmasın.
Objektif delilden mahrum suçlarla insanlar suçlanmasın.
İnsanlar muhalif fikirlerinden dolayı “devlet belgelerini başka ülke ajanlarına sızdırmak” gibi mesnetsiz suçlarla insanlar gözaltı, tutuklama ve mahkûmiyetten öte beden bütünlüğünü ortadan kaldıracak işkence ve kötü muameleye tabi tutulmasın.
Doğu Türkistan temel halkının seyahat özgürlüğü engellenmesin.
Hukuksuz olarak insanların mal varlığına el konulmasın.
Suçun şahsiliği ilkesi dikkate alınarak ülkeyi terk etmek zorunda kalan insanların yakınlarına tutuklama, işkence ve kötü muamele yapılmasın.
Çinli yetkililer gözaltı, tutuklama ve kendinden haber alınamayan kişiler ve ölenlerin cenazelerinin teslim edilmesi hakkında bilgi versin.
Resmî din adamları objektif delile dayanmayan suçlamalarla tutuklanmasın.
Çocuklar din eğitimi aldığı gerekçesiyle tutuklanmasın.
Ücretsiz sağlık hizmeti alımından Doğu Türkistan halkı eşit olarak yararlansın.
Her ne sebeple olursa olsun insanlar yargılanmadan infaz edilmesin.
Düşünce hürriyeti suçları kapsamında tutuklu bulunan herkes serbest bırakılsın.
Haber alma özgürlüğünü sınırlayan veya ortadan kaldıran uygulamalara son verilsin.
Bölgeye nükleer atıkların depolanması durdurulsun ve nükleer denemeler yapılmasın.
Sonuç
1864’de Sıddık Bey, Çin işgaline karşı bayrak açtığı günden beri Rusların araya girdiği dönemler de dikkate alındığında, başlayan istila, toprak işgalinden sonra, işkence ve kötü muamele ile birlikte insanların fiilen öldürülmesi noktasını çoktan geçmiştir.
Doğu Türkistanlıları kimliksizleştirme sürecinin katliama doğru evrildiği, Uluslararası İnsan Hakları örgütlerince ve İnsan Hakları Aktivistlerince ortaya konmuştur.
Çin Milli Halk Meclisi tarafından 1984 Mayıs ayı 6. dönemde “Bölgeler, kendi yazı dilini, örf ve âdetlerini koruma veya ıslah etme hakkına sahiptir. Bölgelerde halkla yazışmalarda o bölgede kullanılan dille ve alfabeyle iletişim kurulur. Okullarda bölgede kullanılan dille yazılmış kitaplarla eğitim yapılır. Özerk bölgelerin kıymetli eski eserleri ve başka önemli tarihî ve kültürel mirasları korunmalıdır. Bölge yöneticilerinin Çince ile birlikte bölgede kullanılan dili öğrenmesi gerekir. Bunların gereğini yapanlar ödüllendirilecek.”9 hükümleri kabul edilmiştir.
Bütün anlattığımız bu ortamı anlatan eserler yazmaya başlayan Doğu Türkistan münevverleri hapislere atıldı. Bunun yerine Uygur klasikleri ve Çince eserlerden çeviri şeklinde bir yayın çizgisi oluşturuldu. Yani dile ruhunu veren güncel fikir kaynaklarından beslenmeyen eserlerin ortaya çıkması sağlandı.
1991 yılında SSCB’nin dağılması, Çin yönetiminin dil politikasın da önemli bir kırılma noktası oldu. ABD’de yaşanan 11 Eylül saldırısından sonra İslam’a karşı oluşan iklime Çin Devleti, ülkede Uygur Türklerine karşı baskıları artırarak katıldı. Doğu Türkistan’ın temel halkı, sadece kültürel ve sosyal alanda değil, aynı zamanda bölgeye yapılan Çinli göçü ile istihdam başta olmak üzere, ekonomik alanda da baskı altına alınmıştır.
Çin devlet yönetiminin planladığı demografik değişimin ihtiyaç duyduğu barınma ihtiyacı, Doğu Türkistanlıların elinde bulunan ata mirası yerler, Çinli müşahitler tarafından kendi biçtiği fiyatlarla ödeme yapılarak ellerinden alınmıştır.
Doğu Türkistan, 16 Mayıs 1878’de Çinliler tarafından işgal edilmiş; 1884’ün sonlarında 19. Eyalet olarak tanımlanmış; adı “Xin-Jiang” (Yeni Topraklar) olarak değiştirilmiştir. Çin devlet yapısında hanedan tasfiye edilip cumhuriyet kurulunca Doğu Türkistan politikası değişmemiştir. Dün olduğu gibi bugün de bölgeye yönelik Çin politikası kimliksizleştirme biçiminde devam ediyor.
Bütün bu gerilimli süreç, Kasım 1933’teki isyandan sonra Şarki Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin ilanıyla sonuçlanmıştır.
Ortaya çıkan iklimden faydalanmak isteyen Ruslar, Çinlilere Uygur Türklerini tehdit olarak göstererek kendi çıkarlarına göre bölgeyi düzenlemek istemiştir. Doğu Türkistan’a da “Bizimle işbirliği yapmazsanız Çinliler sizi yok eder.” demiş; daha sonra istila edeceği ortamı inşa etmiştir. İşgal ettiği dönemde ise Çinlileri aratacak biçimde 100 binlere varan katliam yapmışlardır.
25 Eylül 1993 tarihinde Uygur Özerg Bölgesi Halk Temsilcileri Kurultayı’nda dil ve yazı dili olarak Çince kullanılması şartının getirilmesi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin 31 Mayıs 1984 tarihinde 6. dönem “Milli Halk Meclisi” tarafından Özerk Bölgeler Yasası’nda, Uygur Özerk Bölgesinde “Ana Dilde Eğitim” hakkını kabul eden yasaya aykırıdır.
Doğu Türkistan’ın temel halkı olan insanların verdikleri mücadele, 12 Kasım 1944’te “Şarki Türkistan Cumhuriyeti” olarak ayağa kalkmıştı. Rusya ve Çin, ortaya çıkan bu Türk devletini tasfiye etmek ve birbirine karşı kullanmak için harekete geçti. Tam bu süreçte gençliğin lideri konumundaki milliyetçi liderlerden İsa Yusuf Alptekin, Mehmet Emin Buğra ve Mesut Sabri¹0 Çin devleti ile “Tam BağımSız Doğu Türkistan” temelli görüşmeler yapmaları için seçildi.
Görüşmeler, Çin devlet sistematiği içinde “Muhtariyet” ile birlikteliğe devam etme kararıyla sonuçlandı. Buna karşı çıkan Ali Han Töre ve arkadaşları SSCB yetkilileri tarafından kendi sınırlarına geçirildi. Çin daha sonra 1949’da Ruslara şirin görünmek için “üç efendiler”i görevden aldı. 1952’den itibaren bu insanlar Hindistan başta olmak üzere ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar.
Türkiye Cumhuriyeti, 13 Mart 1952 tarihinde, 1850 Doğu Türkistanlıyı Bakanlar Kurulu Kararı ile “iskânlı göçmen” olarak kabul etti.¹¹ Bu grubun içinde Uygur Türkleri, Kazak Türkleri ve Kırgız Türkleri vardı. Daha sonra bunlara Afganistan üzerinden 400 kişi daha dâhil olmuştur. 1980’e gelindiğinde Çin’deki “açıklık” politikasından faydalanarak gelen bu mazlum ve mağdur kardeşlerimizin önemli bölümü Türkiye’ye yerleşmiştir.
Medeniyetimizin bir parçası olan bu insanlar, ülkemizde çeşitli yayınlar çıkarmıştır. 1960 yılına gelindiğinde örgütlü bir toplum olmak için adımlar atılmıştır. 1994 yılında dünyada yaşanan güvenlik temelli oluşturulan bloklaşmanın yumuşaması sonucu Ankara’da “Doğu Türkistan Öğrenci Birliği”¹2 kuruldu. Birlik, Almanya merkezli çalışmaya başlayınca ilkini Kazakistan (Almatı) sonra Türkiye (Ankara), Estonya’da (Talin) UNPO¹3 olmak üzere 10 ülkeden 62 delegenin katıldığı toplantılar yaptı. Bu konuda 23 Aralık 1998 tarih ve 1998/36 sayılı genelge Mesut Yılmaz’ın Başbakan, Sadettin Tantan’ın İçişleri Bakanlığın döneminde çıkarılmıştır. Bu genelgeden sonra Mehmet Emin Buğra ve İsa Yusuf Alptekin gibi dava adamları tarafından önderlik edilip 1992’de kurulan “Doğu Türkistan Millî Kurultayı” Almanya’ya taşınmıştır. Almanya bugün “Doğu Türkistan Uygur Kurultayı”na da ev sahipliği yapmaktadır.
Bütün bu Doğu Türkistan teşkilatları, Çin Devleti’nden şunları istemektedir:
1. Doğu Türkistan’da yürütülmekte olan kanlı soykırım hemen durdurulsun ve siyasi sebepten haksız yere tutuklananlar hemen serbest bırakılsın.
2. Çin, Doğu Türkistan’a yönelik işgalci siyasetten vazgeçsin.
3. Çin, Doğu Türkistan topraklarını nükleer ve çevresel atık temelinde kirletmeye son versin.
4. Çin’in, ABD’de yaşanan 11 Eylül 2001 saldırılari sonrasında Müslüman Doğu Türkistan kalkına zulmetmesi ve susturmak için çok sayıda insanı tutuklaması ve öldürmesi kabul edilemez. Pekin ABD’nin başını çektiği dünyadaki terörizmle mücadele anlayışından faydalanarak Doğu Türkistan davası için öne çıkacak herkesi terörist yaftası adı altında tasfiye ederek sorunu ortadan kaldırmaya kalkmıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu başta olmak üzere uluslararası camianın meseleye sahip çıkması, Pekin’i bu tutumundan vaz geçmeye zorlamıştır.
5. Çin, bölge halkının bütün bu olumsuzluklarla birlikte ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bağlamda yaşadığı mağduriyete son versin.
6. Bölgeye göç ettirilen Çinlilerin demografik yapıyı değiştirmesi ve istihdam alanlarını yok etmesi durdurulsun. Bunu en açık göstergesi, bu süreç başlamadan önce bölgede yaşayan Türk soylular %90’dan fazla iken bölgeye Pekin yönetimi tarafından çeşitli yöntemler kullanılarak kaydırılan nüfus yüzünden bugün %40’ın altına inmiştir. Buna son verilsin.
7. Çin’in çeyrek asırlık Doğu Türkistan siyasetinin bir tarafında döktüğü din adamlarının, öğretmenlerin ve iş insanlarının kanı ve işkence izleri vardır. Doğu Türkistan’da Çin tarafından uygulanan dinî eğitim ve öğretim engelleri ve uygulamada yaşanan kısıtlamalar kaldırılsın. Türk kültürünün temel taşlarında izi olan bu insanlara karşı yürütülen kültürel asimilasyon politikasına son verilsin.
8. Siyasi anlamda muhalefet edenler “terörist” ilan edilmesin.
9. Çin, bölgede uygulanan işkenceye hemen acilen karşı olduğunu ve yapanların cezalandıracağını ilan etsin.
10. Çin, imzalamadığı “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”ni hemen imzalasın.
11.Doğu Türkistanlı sığınmacıların ülkelere kabul ölçütleri değiştirilsin ve iade engelleri devreye sokulsun. Sığınmacı dinlenmeden iade yapılmaması, bunların politik bakımdan takip edilen şahıslar statüsüne girmesi sağlansın.
Abdullah Buksur
Kaynak: Türk Yurdu dergisi
https://www.turkyurdu.com.tr/yazar-yazi.php?id=4481