Özet
Dünyayı yeniden bölmek isteyen sömürgeci güçler II. Dünya Savaşı’na başlar. Türkler savaşa resmî şekilde katılmasalar da onun etkisinde kalmaktan kurtulamaz. SSCB’de, Romanya’da, Bulgaristan’da, Balkanlar’da yaşayan Türkler de dolayısıyla savaşa katılmak zorunda kalır. Yüz binlercce Türk savaşta kurşun yarasından, yahut köylerin veya şehirlerin bombalanmasından, esir kamplarında açlıktan, hastalıktan ölür.
Savaşa katılmayan ülkelerde yaşayan Türkler de zorluk çekerler. Şöyle ki, sınırlarını Doğu’da ve Güney’de genişlendirmeyi planlayan SSCB, Doğu Türkistan’ın ve İran Azerbaycanı’nın bağımsızlığını arzulayan vatanseverlerini savaşa heveslendirir ve onlara yardım eder.
SSCB’nin yardımı ile 7 Ağustos 1944’te, Alihan Türe’nin liderliğinde SSCB’nin yardımı ile 7 Ağustos 1944’te, Alihan Türe’nin liderliğinde Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilan edilirken 12 Aralık 1945’te, S. C. Pişeveri’nin liderliği ile İran’da Azerbaycan Millî Hükûmeti’nin kurulduğu açıklanır. Bu hükûmetler kısa süre içinde halkın refahı için büyük işler yaparlar. Lakin SSCB, kendi çıkarları için dünyanın büyük güçlerinin hükümet başkanları ile yaptığı görüşmelerde Doğu Türkistan Cumhuriyeti ve Azerbaycan Millî Hükûmeti’nin ortadan kaldırılmasına dair ferman çıkarır.
1946 yılı Aralık ayında Şah orduları, Güney Azerbaycan’da kurulan Millî Hükûmet’i lağveder, Hükûmet’in aktifleri Sovyetler’e getirilir. S. C. Pişeveri, 1947 yılında Kuzey Azerbaycan’da, Yevlah Köprüsü’nde otomobil kazasında öldürülür.
Gördüğümüz üzere, Doğu Türkistan’da da her şey Güney Azerbaycan’dakine benzer şekilde gerçekleşir. Çünkü senaryo aynı idi. Her iki bölgede, Rusya’nın strateji uzmanları Türklerin millî duygularından başarıyla faydalanıyor.
“Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin esaslı liderlerinden reis Ahmetcan Kasimi, Millî Kurtuluş Ordusu Komutanı general İshak Bey, Komutan Yardımcısı General Delil Han, Millî Kurtuluş Ordusu Siyasi Komiseri Abdukerim Abbas gibi kişilerin Pekin’e varmasından sonra Mao-Ze-Dong ve Çin Komünistlerinin Doğu Türkistan meselesindeki fikirlerine ‘evet’ cevabını vermesini isterler. Ama Ahmetcan Kasimi, İshak Bey ve Delil Han Stalin’in tavsiyelerini nazik bir üslupla reddederek Pekin’de Çin Komünist liderlerinden Doğu Türkistan’a devlet statüsü ve bağımsızlık isteyeceklerini bildirdiler. Sonunda Stalin ile Mao Tszedun (MaoZe-Donq) gizlice anlaşıp ‘uçak kazası’ süsü vererek onları yok ederler… Sovyetler Birliği’nin desteğiyle Kızıl Çin Ordusu Doğu Türkistan’ı Ekim 1949 tarihinde işgal eder.”
Giriş
Rusya 16. yüzyıldan itibaren askerî gücünü artırdıkça komşuluğundaki ülkeleri işgal etmeye başlar. 19. yüzyılda Avrupa’da Polonya ve Finlandiya’dan başlayarak Amerika kıtasındaki Alyaska da dâhil olmak üzere büyük bir imparatorluk kurar. Dünyanın altıda birinden fazlasına hâkim olmalarına rağmen gözleri yine de doymaz. Komşularını etkisi altına almak için her vasıtayı kullanmaya başlar. Hükûmet ülkede reformlar yaparak ekonominin gelişmesi, sanayinin iyileşmesi için planlar kurmak yerine sömürgecilik yapar. Böylece Rusya İmparatorluğu 20. yüzyıla tarım-askerî ülke olarak girer.
Bu durum Rusya’da iç savaşların artmasına, yönetimin güçsüzleşmesine yol açar. Her zaman savaşlardan galip çıkmış Rusya, 1904-1905’li yıllarda Doğu’da küçük Japonya’ya yenilir. Bu yenilgi ülkedeki karışıklığı daha da hızlandırır. I. Dünya Savaşı ile Rusya İmparatorluğu tarihten silinme tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Onun dâhil olduğu Antanta İttifakı savaştan galip taraf olarak çıkmasına rağmen Rusya parçalanır. Esaret altına aldığı halklar kendi bağımsız devletlerini kurmaya başlar.
Lakin silah gücüyle hükûmeti ele geçiren Bolşevikler, dört seneye yakın sürede yaptıkları iç savaşlarda yüz binlerce insanı katletseler de yeni isimle yani Sovyt Sosyalist Cumhuriyetleri adı ile Rusya İmparatorluğu’nun önceki sınırlarını kısmen onarırlar. Bolşevikler bununla da yetinmez. Halklara bağımsızlık, sulh ve beraberlik şiarları, esaret altındaki halkları serbestliğe çıkarmak, dünya devrimi yapmak adı ile Rusya’nın sömürgeci politikasını devam ettirirler. Kendi içinde sabitlik oluşturamamalarına rağmen Macaristan Sovyet Cumhuriyeti’ni (21 Mart-1 Ağustos 1919) (ASE, 1982: 406, 6. cilt), İran’da Gilan Sovyet Cumhuriyeti’ni (04 Ağustos-29 Eylül 1921) (ASE, 1982: 91, 6. cilt) kurarlar. Sosyal temeli olmayan bu oyuncak hükûmetler kısa süre içinde lağvedilirler.
Sovyetler Birliği adı ile yeniden canlanan Rusya; İran, Türkiye, Afganistan ve Doğu Türkistan kendi ağlarını kurar; oradan getirdiği kadrolara eğitim verir, talimatlandırır, gelecek devrimler için hazırlar.
Bugünkü Çin Halk Cumhuriyeti’nin Sintszyan-Uyğur Kendierk İlçesini (Şincan Uygur Kendierk ilçesi)(Dünya halkları, 1998) Azerbaycan’dan takriben dört bin kilometrelik bir mesafe ayırmasına rağmen Sovyetler’in her iki bölgede aynı politikayı yürüttüğünün şahidi oluyoruz. Doğu Türkistanlılar ile Azerbaycanlılar aynı soydan olduğundan mı yoksa tarihin gidişatından mı bilinmez benzer kaderi yaşamışlar.
Çin, Doğu Türkistan’ı işgal ettikten sonra İmparator, 18 Kasım 1884’te verdiği emirle bölgeyi Çin’in 19. vilayeti-Sinciang, Şincang veya Hinjiang olarak adlandırır. Bu da hâkim Çinlilerin dilinde “yeni sınır”, “yeni çizgi”, “yeni kazanılmış yer” anlamındadır (ASE, 1984: 452, 9. cilt; Cengiz, 1997: 1405).
İster Çin’in Doğu Türkistan’ı işgalinden önceki yüzyılın tarihine ister ondan sonraki yüzyıla bakalım Azerbaycan ile aralarında bir benzerlik olduğunun farkına varırız. Konu geniş olduğundan, biz geçen iki yüz senenin tarihini değil, kısa bir süreyi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Azerbaycan Millî Hükûmeti ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin tarihinden söz edeceğiz.
Dili, dini, kültürü aynı olan her iki ülkede yaşayan halkların tarihinde benzerlikler çok fazla. Aynı kökten olsalar da bugün onlar “Uygur”, “Azerbaycanlı” kimliklerine bürünmüşler. Her ikisinin de bir birinden ayrılmış tarihi, edebiyatı, dili, kültürü vs. şekillendirilmeye çalışılmaktadır.
1. Bağımsızlık uğrunda savaşta “Ceditçilik”in rölü
İşgal altına alınan halklar perakende şekilde de olsa direnirler. Bazen bu direniş Kuzey Kafkasya’da Şeyh Şamil’in liderliği altında olduğu gibi 30 seneye yakın sürer. Çoğu zaman da kısasüreli isyanlar şeklinde olur. Silah gücüyle sömürge zulmünden kurtulmanın imkânsızlığını gören aydınlar, halklarının eğitimine önem verirler. Bu ise Ceditçilik Harekâtı’nın şekillenmesine, onun politik, millî bağımsızlık harekatına dönüşmesine sebep olur. Ceditçilik Harekâtı’nı sömürgeciler destekler. Çünkü sadece silahlı direnişi azaltmakla kalmaz, yüksek ihtisasli uzmanların sömürgecilerin yerel yönetimlerinde kullanılmalarına yardımcı olur.
Esaret altında olan Türk halklarının önderlerinin büyük bir kısmı sadece kendilerini düşünmez, birbirine yardım etmeye, birlikte savaşmaya çalışırlar. Bu anlamda Batı ve Doğu Türkistan, Kazakistan gençlerinin eğitim almasında Tatar ceditçilerinin rolü büyüktür. Onlar güçlü devletlerden destek alan Hristiyan misyoerlerinin karşısında durabilmek için İslam’ı değerleri öne sürüyorlar. Sebahaddin Mercani, İslam ahkamının zamanla uygulanmasını sağlayan talimatları hazırlıyor; Gaspıralı İsmail Bey, öğretimi kolaylaştırabilmek için sövti metod (fonetik usul) ve şariat ilimlerinin yanı sıra, dünyevi ilimlerin, yabancı dillerin öğrenilmesi yöntemini tebliğ ediyor. Tatar medrese mezunları Kazak köylerinde, Türkistan kışlaklarında çocuklara ders veriyor. İşgalcilere karşı direnci artırmak için Türk-Müslüman halklarının birliğini tebliğ ediyorlar (Şamil Ali, 2013).
Azerbaycan’da da Rus-Tatar okulları açılıyor. Zamanın milliyetçi önderlerinin çoğu bu okullarda ders alıp savaşma yöntemlerini burada belirliyorlar. Türkler ve Müslümanlar Kafkasya’dan Çin sınırlarına kadar sömürgecilere karşı durmak için aynı yöntemi uyguluyorlar.
Onların yayımladıkları gazete ve dergiler katı sansür altında olmasına rağmen millî şuurun uyanmasına güçlü etki gösteriyorlar. Bilinçlenmiş millî aydınlar, politik teşkilatlar kurup bağımsızlık savaşı vererek millî devlet kurmayı isyanlara tercih ederler.
20. yüzyılda ister Rusya İmparatorluğunda isterse Doğu Türkistan’da millî aydınlar kendi etrafında binlerce insanı birleştiren sosyal-politik teşkilatlar kurabildiler.
1917 yılında Rusya’da Çar II Nikolay’ın tahtından düşürülmesi, Çin işgali altındaki Doğu Türkistan önderlerinin savaşmak için moralini yükseltir ve teşkilatlanmalarını hızlandırır. Halklara bağımsızlık, beraberlik, sulh vs. sloganlar ile hükümete geçmiş, çarizmin yürüttüğü politikayı kötüleyen sosylistlerin yeni yarattıkları Sovyet Rusyası’nın sömürgecilik planlarını devam ettirerek Doğu Türkistan’ı etkisine almak için gizli planlar hazırlarlar. Türkistan, Kazakistan ve Sibirya’da mevkilerini güçlendirdikten sonra Çin esareti altındaki Doğu Türkistan’da Sovyetler’in nüfuzunu artırmağa çalışırlar. Güçsüzleşmiş Çin Hükûmeti de buna yardımcı olur. Çünkü bölgede Uygurların, Kazakların, Tatarların, Kırgızların birleşerek bağımsızlık elde etmelerini istemez (Şamil Ali, 2011).
Azerbaycan milli aydınlarının 28 Mayıs 1918’de kurduğu Azerbaycan Cumhuriyeti’ni Bolşevikler 28 Nisan 1920’de kanla boğsalar da millî şuuru, bağımsız devlet kurma fikrini silemezler. Mecburen Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni kurarlar.
İran Azerbaycanı’nda da Eylül 1920’de Şeyh Muhammed Hiyabani’nin liderliğinde Azadistan Hükûmeti kurulsa da bu Hükûmet’in ömrü çok uzun sürmez. Şah rejimi tarafından Hükûmet iptal edilir, liderleri öldürülür (Azadlıq Uğrunda mübarize tariximizden: Xiyabani herekatı-90, 2011).
2. II. Dünya Savaşı zamanı Doğu Türkistan ve İran Azerbaycanı’nda millî bağımsızlık savaşının güçlenmesi
İkinci Dünya Savaşının başlangıcında Sovyetler Birliği’nin durumu hayli iyileşir. Faşist Almanyası ile gizli anlaşma yapan Sovyet rehberliği Avrupa sınırlarındaki Batı Ukrayna ve Batı Belarusya’yı işgal eder. Bununla yetinmeyip komşu ülkelerde de kendi gücünü artırmaya başlar. Lakin 22 Haziran 1941’de Faşist Almanya’nın SSCB’ye hızlı hücumu, Sovyetler’in durumunu yeniden ağırlaştırır. SSCB durumdan istifade sınırlarını Doğu ve Güney’de genişletmeyi planlar. Güney’de faşizm tehlikesi ortaya çıktığını bahane ederek Ağustos 1941’de komşularını İran’ın başkenti Tahran’a kadar yürütür. Bu olay Güney Azerbaycan’da millî harekatı tetiklemiş olur. SSCB’nin yardımı ile 1945’te S. C. Pişeveri’nin liderliğinde Azerbaycan’da Millî Hükûmeti kurar (Şamil Ali, 2010, http://www.trtazerbaycan.com/
Bu olaylar Doğu Türkistan’da da gerçekleşir. 1920’li yılların sonlarından başlayarak bölgede güçlenen SSCB muhalif güçleri kışkırtır, onları destekler.
1944 yılı Temmuz ayında Sovyetler’den destek alan güçler, Gulca İli bölgesinde Alihan Töre önderliğinde Çinlilere karşı yeniden ayaklanırlar. Bu isyan zafer ile sonuçlanır. Kısa süre sonra, yani 7 Ağustos’ta Doğu Türkistan Cümhuriyeti’nin kurulduğu ilan edilir. Hükûmet başkanı Alihan Töre seçilir. Lakin yabancı güçler yeni kurulan Hükûmet’i tanımak istemez. Ateist ideolojili Sovyetler Birliği de dindar Alihan Töre’nin liderliğini yaptığı Hükûmet’in onların istediklerini yapmadığını anlar. Bu yüzden de Sovyet özel hizmet birimleri, 1946 yılında Alihan Töre’yi yakalayıp Moskova’ya getirdi. Hükûmet başkanlığına ise SSCB’de eğitim görmüş Ahmedcan Kasimi’yi geçirdi (Şamil Ali, 2013, http://www.trtazerbaycan.com/
3. Seyid Cafer Pişeveri ve Ahmedcan Kasimi
Seyid Cafer Pişeveri ve Ahmedcan Kasimi’nin yaşamlarında ve kaderlerinde benzerlik var. Her iki vatan ve milletsever Sovyetlerin etkisi altında kalmış, onlara inanmış ve inandıkları teşkilatın – Komünist Partisinin rehberleri tarafından katledilmişler.
Seyid Cefer Pişeveri, 26 Ağustos 1892’de İran Azerbaycanı’nda, Halhal ilçesi, Seyidler Zeyvesi köyünde doğar. 1905 yılı Mart ayında ailesi ile birlikte Bakü’ye göçerek şehir yakınlarındaki Bülbüle köyünde yaşamışlar. Köy ilkokulunu ve Bakü’deki “İttihad”, “Darül müellim” okullarını bitirerek 19131916 yıllarında Hırdalan köyünde ve Bakü Belediye- si 9 saylı okulunda öğretmenlik yapar.
Azerbaycan, 1918 yılında Rusya esaretinden kurtularak bazğımsız Hükûmet kurduğunu ilan edince S. C. Pişeveri bu Hükûmet’i kuranların aleyhine olur. Basında yeni kurulan Hükûmet’in yürüttüğü politika katı eleştiriye maruz kalır, Azerbaycan’ın Bolşevik Rusyası’na katılması gerektiğini ilan eder. 1918 yılında İran Sosyal Demokrat Firkasına, 1919 yılında ise İran Adalet Fırkasına üye olur ve partinin gazetesinde editörlük yapar. Azerbaycan Sovyet Rusyası tarafından 1920 yılında işgal edildikten sonra partinin emri ile Seyid Cafer İran’a geri dönerek Gilan’da gerçkleşen savaşa katılır ve yeni kurulan Cumhuriyet’te Dış İşleri Bakanı olarak çalışır.
İran Kommunist Partisinin Enzeli şehrinde gerçekleşen 1. Kongresinde partinin rehber heyetine seçilen Seyid Cafer, 1920 yılının Eylül ayında Bakü’de gerçekleşen Doğu Halklarının 1. Kongresinde ve 1921 yılının Haziran-Temmuz aylarında Moskova’da gerçekleşen 3. Enternasyonel Kongresi’ne katılır.
Moskova’nın talimatıyla İran’a dönerek Tahran ve İsfahan’da Komünist Partisinin yerel teşkilatlarını kurar. 1921-22 yıllarında İran Sivil Toplum Kuruluşlarının “Hakikat” gazetesinin yayımını başarır. 1925 yılında takiplerden kaçarak Bakü’ye gelen Seyid Cafer, buradan da Moskova’ya gider. Sovyet özel hizmet birimleri onun adı ve soy adını değiştirerek 1927 yılında yeniden İran’a yollar. İran istihbaratı ise S. C. Pişeveri’yi uzun süre gözlem altında tutar, 27 Aralık 1930’da tutuklayarak Gasır-Gacar Hapishanesine yollar. Burada soruşturmasız ve mahkemesiz 10 sene hapiste tutulur. Sonra da Kaşan’a sürülür.
1941 senesi Ağustos ayında Sovyet Ordusu Tahran’a dâhil olduktan sonra S. C. Pişeveri Kaşan’dan Tahran’a gelerek İran Halk Partisinin temel toplantılarına katılır, Parti’nin programını hazırlar. 10 Mart 1943’te “Ajir” gazetesini yayımlar. Kısa süre içinde bu gazete demokratik güçlerin güven yerine dönüşür. S. C. Pişeveri’nin organizasyonculuk yeteneği sayesinde İran’da «Azadlig» cephesiyle gazete bir cephede birleşir.
Pişeveri’nin hayatında bir dönüm noktası da onun 1944 yılı Ocak ayında Tebriz’den 14. Çağrı İran Şura Meclisine milletvekilliğine aday gösterilmesidir. 1945 yılı Ağustos ayında Tebriz’e gelen Pişeveri, 3 Eylül’de Azerbaycan Demokrat Fırkasının kurulması hakkında bildiri dağıtır ve 9 gün sonra partinin kuruluş toplantısını gerçekleştirir. Aynı yıl 2-3 Ekim’de yapılan birinci kongrede S. C. Pişeveri Azerbaycan Demokrat Fırkasının sekreteri seçilir.
Sovyetlerin desteği ile 12 Aralık 1945’te Azerbaycan Millî Hükûmeti’nin kurulduğu ilan edilir ve S. C. Pişeveri de Hükûmet Başkanı seçilir. Lakin Faşist Almanyası karşısında zafer kazanan Müttefikler, İran’da Şah yönetimini kurtarmayı planlar. Bu yüzden de Sovyetlerden ordusunu İran Azerbaycanın’dan geri çekmeyi talep ederler. Sovyetler Birliği Komünist (Bolşevik) Partisi Merkezi Komitesinin sekreteri ve Halk Komiserler Sovyetinin Başkanı İ. V. Stalin, S. C. Pişeveri’ye 8 Mayıs 1946’da mektup yazarak ondan Azırbaycan’ın özerklik meselesinden geri çekilmeyi talep eder. Lakin Pişeveri bu fikri kabullenmez ve Tahran Hükûmeti’ne muhalif olur.
İran Hükûmeti Başbakanı Ahmet Gavamül-saltanasının 1946 yılı Mart ayında Moskova’ya seferi zamanında İran’ın kuzeyindeki petrol kuyularının keşfini ve petrolün çıkarılmasının izninin Sovyetlere verilmesi karşılığında onlardan şunları istedi: 1. Sovyet askerî birliklerinin Mart 1946 sonlarına kadar İran Azerbaycanı’ndan çıkarılsın. 2. Güney Azerbaycan meselesinin İran’ın iç işi olduğu kabul edilsin (Rehimi Ekrem, 2009:105). Sovyetler, “Orta Doğu’nun büyük politikacısı” olarak adlandırdıkları Ahmed Gavamül-saltanasının tekliflerini kabul eder.
Ondan sonra Sovyetlerin S. C. Pişeveri’ye karşı baskıları artar. Ona Tehran ile anlaşmayı önerirler. Bunun için de 29 Nisan 1946’da Pişeveri’nin başkanlığı ile Tahran’da, sonra Tebriz’deki merkezi hükûmetle görüşmeler yapılsa da bir sonuca varılmaz (Rehimi Ekrem, 2009:106). 13 Haziran 1946’da Tahran temsilciliği ile yapılan görüşmelerde 15 maddeden ibaret anlaşma imzalanır. Baskılara dayanamayan S. C. Pişeveri, anlaşmadan üç gün sonra Azerbaycan Millî Hükûmeti Başbakanlığı görevinden istifa eder.
Lakin bunlar da Azerbaycan Millî Hükûmeti’ni yıkılmaktan kurtaramaz. S. C. Pişeveri ve taraftarlarının Tahran Hükûmeti’nin kararlarına karşı çıkacaklarını önceden bilen Sovyet özel hizmet birimleri, onları Sovyet Azerbaycanı’na getirirler. İçinde bulunduğu karışıklığı kullanarak din adamları ve Azerbaycan Milli Hükûmeti’nden hazzetmeyen güçler “İslam ordusu” adı altında başıbozuk silahlı çeteler yaratmayı başarırlar. Bu çeteler, Azerbaycan Millî Hükûmeti liderinin Sovyet Azerbaycanı’nda “görüşmeler” için götürülmesinden kaynaklanan karışıklığı kullanarak üç gün içinde yüzlerce insanı sorgusuz sualsiz öldürdü, binlerce evi talan etti, kadınlara tecavüz etti. “İslam ordusu” olarak adlandırılan silahlı haydut çetelerinin yaptıkları kanlı katliam, Şah ordularının Azerbaycan’ı direnmeden işgal etmesini hızlandırır (Rengraz Mahmud, 2010).
Şah orduları müttefiklerden yardım alarak Azerbaycan’a girer ve Millî Hükûmet’i savunanlara işkence eder (Rehimi Ekrem, 2003), Şamil Ali, 2010, Seyid Cefer Pişeveri. http://www.trtazerbaycan.com/
Sovyet Azerbaycanı’na getirilen S. C. Pişeveri, 11 Haziran 1947’de Kuzey Azerbaycan’da Yevlah yakınlarında bir otomobil kazasında öldürülür (Novruzov İbrahim, 1997).
Ahmedcan Nadir Mahmud’un oğlu Kasimi, 15 Nisan 1914’te Kulcan şehrinde doğar. 1922 yılında babası öldükten birkaç yıl sonra dayısı Ömer Kasimi onu Kazakistan’ın Yedisu (Semerciye) vilayetindeki Jarkend’e götürür. 1932 yılında Almatı’da liseyi bitiren Ahmedcan Kasimi, iki seneye yakın öğretmenlik yapar.
1937’de Taşkent’teki Orta Asya Devlet Üniversitesi, Amele Fakültesine başlar. Üniversiteyi bitirdikten sonra Moskova’daki Doğu Dilleri Enstitüsü’ne gönderilir. Sovyet Özel Hizmet birimleri burada eğitim alan herkesi sıkı gözetimde tutardı. Çünkü Enstitütü, SSCB devriminin Doğu’da propogandasının yapılması için kurulmuştu.
Moskova’da Doğu Dilleri Enstitüsünde okurken Ahmedcan Kasimi’yi Uygur Türkü Sovyet politikacısı Abdullaoy Razıbakiyev’le tanıştırırlar. Abdullaoy Razibakiyev, Ahmedcan Kasimi ile uzun uzun konuştuktan sonra onun sosyalist dünyagörüşlü, SSCB’ye kalben bağlı olduğunu anlar ve Kommunist Enternasyonal’e üye olmasına yardım eder.
Ahmedcan Kasimi, 1940 yılında Taşkent’e gönderilir. O, bir zaman öğrencisi olduğu Orta Asya Devlet Ünversitesinde ders vermenin yanı sıra doktorasını da tamamlar. Sovyet Hükûmeti ise onu bilimsel araştırmacıdan daha çok Doğu Türkistan’da halkı ayaklandırıp sosyalist devrimi yapacak kadro için hazırlar. Bu yüzden de 1942 yılı Haziran ayında Ahmedcan Kasimi, gizlice Sovyet Çin sınırından geçirilerek Çuguçag şehrine gönderilir.
1943 yılında Gulcan şehrine gelerek gizli politik faaliyetler yapar. Lakin bu, uzun sürmez. Onu, politik sığınaklarda hapsederek Urumçi’deki hapishaneye gönderirler. İli bölgesindeki isyancıların ısrarlı talebinden sonra 1944 yılı Ekim ayında Ahmedcan Kasimi ve pek çok siyasi tutuklu serbest bırakılır.
Ahmedcan Kasimi’nin serbest bırakılmasında Sovyet Hükûmeti’nin de çıkarı vardı. Çünkü kökence Özbek Türkü ve Özbekistan’da doğup yetişmiş olan Alihan Töre’nin Doğu Türkistan Hükûmeti’ne liderlik etmesi, politik figuran gibi nüfuz kazanması SSCB’yi pek memnun etmez. Bu yüzden de Sovyet terbiyesi almış, Sovyet özel hizmet birimlerinin yetiştirdiği Ahmedcan Kasimi’yi, Alihan Töre’ye karşı koymayı planlarlar.
Ahmedcan Kasimi’nin liderlik ettiği grup Çin zulmünden kurtulmak için SSCB ile işbirliğinden başka yol görmez. Ahmedcan Kasimi, bütün manevralarına rağmen SSCB, verdiği vaadlere uymaz. Mao Tszun ile konuşmalara gider. Uyguristan’daki Gomindan Hükûmeti mağlup olduktan, Çin’de Mao Tszin’un liderliği ile yeni Hükûmet kurulduktan sonra Sovyet Yönetimi, Doğu Türkistan Hükûmeti’nin liderlerini ve Çin Hükûmeti’nin temsilcilerini Almatı’da görüşmelere davet eder. Görüşmelerde, Doğu Türkistan Hükûmeti liderleri, bağımsızlık fikrinden vazgeçmeyeceklerini belirtirler.
27 Ağustos 1949’da radyoların yayımladığı haber şu şekildedir: Sözde Mao Tszinu’ya tebrike giden Doğu Türkistan liderleri, İl-12 uçağında kazaya uğramışlar. Bu gizemli kazanın sebebi hâlen gizlidir (Rehimi Ekrem, 2003), Şamil Ali, 2013, Ahmedcan Kasimi. http://www.trtazerbaycan.com/
4. Sovyetlerin Doğu Türkistan’ı geçirmeye çok istekli olmasının sebepleri
Sovyet askerî sanayi uzmanları gelecek savaşlarda ve sanayide uranyumun önemli yer tutacağını iyi biliyorlardı. SSCB’de ise uranyum yatakları keşfedilmemişti. Sovyet jeologları, 1930’lu yılların sonunda Doğu Türkistan’da yaptıkları aramalarda zengin uranyum yatakları olduğunu belirlemişti. Bu yataklara sahip olmak için bölgede güçlenmesi gerekiyordu.
II. Dünya Savaşı’na katılan SSCB, buradaki zengin maden yataklarını korumak ister. Bölgenin doğal servetlerini elden çıkarması, savaşı kaybetmesine sebep olurdu. Buradaki uranyum yatakları, Sovyetler için hayati önem taşıyordu. Uranyumun sadece sanayinin, yeni teknolojinin gelişmesinde değil, en güçlü silahların yapımında da kullanılacağını biliyorlardı.
SSCB, bölgede karışıklık yaratıp Çin işgalinden halkını kurtarmak isteyen vatanseverleri kışkırtırdı. Bununla da Çin Hükûmeti’ni taviz vermeye, SSCB’nin arzuladığı şartlarda anlaşma yapmaya mecbur ederdi. Böyle bir anlaşma, 1937 yılında imzalandı. Ama Doğu Türkistanlılar, anlaşmanın şartlarına razı olmadı. Ülkenin çeşitli bölgelerinde gösteriler, silahlı isyanlar devam etti.
1938 yılı sonlarında direniş harekâtı daha da güçlendi. Halkın iradesini kırmak için çok büyük işkencelere başvuruldu. Baymirza Hayit şöyle yazar: “Kâşgar’da polis teşkilatına başkanlık eden Sovyet vatandaşı Mavlanov, bir günde 6.000 kişiyi kurşuna dizer, 300.000’den fazla Doğu Türkistanlıyı tutuklar ve 10.000’den fazla ailenin malının müsadere edilmesi hakkında emir verir” (Hayit B., 1995:322-330).
Böyle karışık ve gergin günlerde Doğu Türkistan’da yerel isyanlar başlar. 1940 yılında Göytoğay dağlarında Osman İslamoğlu’nun (Osman Batur) önderliğinde Kazaklar isyan çıkarır.
1941 yılında faşist Almanya’nın hücumu ve yıldırım hızıyla ilerlemesi, Moskova’nın 25-40 km yakınına kadar gelmesi, SSCB’nin Avrupa ile Asya arasındaki ilişkisini kesmek için Stalingrad’ı işgal etme çabası, Sovyet liderlerinin dikkatini bir ara Doğu Türkistan’dan uzaklaştırır. Müttefiklerin SSCB’nin yardımına gelmesi, Sovyetlerin Doğu Türkistan’a dikkatini yeniden arttırır. Sovyet Özel Hizmet birimleri, Osman İslamoğlu’na açık ve gizli yardım etmenin yanı sıra, onu kontrol altında tutmak için yanında casuslarını bulundurur. Bu casuslar, Osman İslamoğlu’nun itimadını kazanarak onunla birlikte savaşsalar da Moskova’ya ve Sovyetlerin Baykal Ordu Birliği Kumandanlığı’na her dakikanın bilgisini yollarlar (Şamil Ali, 2011:31).
Doğu’ya dikkatini toplayan Sovyetler, neredeyse SSCB’nin bir bölgesi şeklinde yönetilen, resmî belgelerde ise bağımsız devlet gibi gösterilen Moğolistan Halk Cumhuriyeti’ni kullandı. Moğolistan Halk Cumhuriyeti Başbakanı Mareşal Horlogiyn Çoybalsan (08.02.1899-26.01.1952) bu işte özellikle aktif rol aldı. O, gizli konuşmalar ve açık görüşmelerle Osman Batur’un sempatisini kazandı. Osman Batur’un gerilla çetesi, 22 Temmuz 1943’e kadar Altayların tamamı ile Doğu Türkistan’ın birkaç bölgesini işgalcilerden kurtardı. Bulgun’da yapılan görkemli toplantıda, Osman Batur, Kazakların hanı ilan edildi. 400 kişilik çetesi ile Urumçi’ye gelen Osman Batur’u İsa Yusuf Alptekin karşıladı (Hacimelek Abdurrahman, http:// www.yucedevlet.com/buyuk-
Sovyetler’in Osman Batur’a yardım etmesinin arkasındaki gizli plan çok sonra anlaşıldı. Sovyetler, uranyum yataklarını ele geçirmek ister. Hatta ilk örneklerini de arabalara yükleyip götürürler. Osman Batur, onların bölgenin altın ve gümüşünü değil “siyah toprağı”ını götürmelerinden şüphelenerek Urumçi’deki ABD Konsolosluğundan bu meseleye açıklık getirmelerini rica eder. Konsolosluk temsilcisi de oradaki “siyah toprak’tan örnek alıp tahlil için ABD’ye gönderir (Kapkızı Esenqul, 2009).
Faşist Almanya karşısında zaferden sonra müttefikler, ordularını Japonya üzerine yürütme kararı aldı. SSCB, Japonya’ya karşı savaşa göndereceği ordu birliklerini Mançurya’dan geçirmek için müttefiklerinin onayını aldı. Bu aslında, Sovyetlerin Çin’i etkisine alması demekti. Böyle de oldu. Sovyetlerin yardımı ile Çin komünistleri, silah gücüyle hükümeti ele geçirdiler.
Sovyetler ile yeni kurulan Çin Hükûmeti arasında sıkı işbirliği oluştu; askerî, ekonomik ve politik anlaşmalar yapıldı. Sovyetlerin artık Doğu Türkistan Hükûmeti ve bir ara desteklediği demokratik güçlere ihtiyacı kalmadı. Çin komünistleri de SSCB gibi askeri kudretli, II. Dünya Savaşı’ndan galip çıkmış bir devleti tercih ettiğinden, Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını isteyen komünistlerle işbirliğinden vazgeçtiler (Şamil Ali, 2011:32).
Her iki devletin baskısı altında, 22 Ekim 1945’te Urumçi’de gçrüşmeler yapıldı. Zor durumda kalan çiçeği burnunda Doğu Türkistan Hükûmeti’nin liderleri, hâkimiyeti Çinlilerle paylaşmaya razı oldular. Böylece 1946 yılında Çinliler ve Doğu Türkistanlilardan ibaret kurulan ortak hükûmetin başına Çang Çih-Çung getirildi.
Lakin bu Hükûmet de ülkede istikrarı sağlayamadı. Çünkü Çinli aker ve subaylar halka işkence ediyor; Çinli memurlar, Müslümanların bağımsızlık isteğini zorla boğmak, bölgeyi sömürge şeklinde yönetmek istiyorlardı.
“Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığına Alihan Töre, Cumhurbaşkanı yardımcılığına Hâkim Bey Hoca, Genel Sekreterliğine Abdulrauf Mahsum getirildi. Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devlet Konseyi’nin 17 kişilik üyesi seçildi. Bakanlıklar tesis edildi ve bakanların tayini yapıldı… Bu tarihî toplantıda yine günlük Şarki Türkistan Gazetesi’ni neşretme kararı alındı.” (Kaşkarlı, 1993:32).
Görüldüğü üzere, Doğu Türkistan’da da her şey Güney Azerbaycan’daki duruma çok benzer.
Sonuç
Doğu Türkistan Cumhuriyeti ve Azerbaycan Millî Hükûmeti’nin mağlup olmasının sebebi, emperyalist güçler olsa da bu güçlerin ismi zikredilen bölgelerde istedileri gibi at koşturmalarına sebep yine orada yaşayanların dünyagörüşünün yetersizliğidir. Doğu Türkistan’da Uygur, Kazak, Kırgız, Tatar ve başka Türk halkları arasında sıkı birliğin olmaması, fikir ayrılıkları, vatanın birliği için birleşememeleri emperyalist güçlere istediklerini yapmak için uygun bir ortam oluşturmuştur. İsa Yusuf Alptekin hatıralarında yazar: “Çin bizi işgal ederken bir kısım dindarlarımız Allah’ın 99 adını 33’lük mü 99’luk mu tesbihle çekelim, diye tartışıyordu.” (http://www.uludagsozluk.com/
İç çatışmaları fırsat bilerek kullanan yabancı güçler, bu halkların millî şuurunu yok edemedi. Yeni iyetişen gençlik, ister Doğu Türkistan’da ister İran’da dedelerinin yaptıkları savaşı büyüklerinden dinleyerek onların düşüncelerinin taşıyıcılarına dönüşmekteler. Bu da hâkim rejimi her zaman korku içinde tutmaya yeterlidir.
Ali Şamil Hüseyinoğlu
Kaynak: Türk Yurdu dergisi
Sayı 371, Temmuz 2018
https://www.turkyurdu.com.tr/yazar-yazi.php?id=4480