6 yaşındaki yavrunun 23 yaş büyük bir “hoca efendi”ye “ikram” edilmesi, hepimizi derinden yaraladı.
Bu hâdiseyi başından beri münferit görmedim. Hem tarikat/cemaat içinde olacaksın, hem münferit hareket edeceksin; mümkün değil.
“İmam nikâhı”nı kıyan da yavrucağızın babası. Mağdure nikâhın şahitlerinin isimlerini bile veriyor.
Önce şunu söyleyeyim. “İmam nikâhı” gibi nikâh akdi yoktur. İmam bir tercihtir. (Veya kılıftır!) Alenî nikâhlanılır. Şahitler huzurunda, birbirlerine söz vermeleri yeterli. İnsanın “devlet” içinde yerinin olması için resmî nikâh şart.
Araştırma mı diyeyim, soruşturma mı, ne yapılacaksa, sonuna kadar gidilmelidir. Sadece “ikram” edenler ve “ikram” edilen üzerinden değil, tarikatlar/cemaatler üzerinden de sorgulanmalıdır.
Mağdure, ifadesinde, yeni bir hayat kurduğunu, çocuğunu kreşe verdiğini, bir işte çalıştığını ve eğitimini devam ettirerek 8. sınıfa geldiğini söylüyor. Diğer taraftan, Aile Bakanı “Mağdur, kuruluşlarımızda kalıyor, okuma yazması yok, ilkokul diploması alınıyor. Aşçılık eğitimi alıyor, İngilizce öğreniyor.” diyor. Bir karışıklık var.
Belli bir yaşa gelen her çocuk, MEB’in mekteplerinden geçmelidir. Anlaşılan tarikatın/cemaatin birçoğunda çocuklara kendileri eğitim veriyorlar. Devlette yükselsin diye erkek çocuklarına resmî tedrisat gördürüyorlar veya sonradan imtihanlara sokuyorlar. Ama kız çocuklarına eğitim yasak. Küçük yaşta hafızlık eğitimine başlatıyorlar. Ayı bulmaz, hafızlık icazeti almış çocuklar için törenler düzenlenir. Erkekler beyaz sarıklı, beyaz cüppeli… Kızlar siyah örtüler içinde yüzler bile kapalı… Şu zamanda hafızlığın bir eğitim olamayacağını birçok defa yazdım.
Mustafa Kemal‘e yüklenirler. O; aynı zamanda okuyan, araştıran bir lider. Tarikatların/cemaatlerin asıl ne yapmak istediklerini görmediğini söyleyebilir miyiz? Tekkeleri, zaviyeleri kapatma kanunu yılların fikir süzgecinden geçirildikten sonra çıkarılıyor. Ve hâlen geçerli. Netice?!
Mustafa Kemal ve “din” meselesine girmeyelim. Tartışılacak noktalar olduğunu elbette biliyorum. Önce onun yetiştiği dönem ve içinde bulunduğu şartlarda, ayrışmaların nerelere nasıl ve niçin vardığını bilmemiz gerekir. Dönemin periyodik yayınlarından binlerce sayfayı Osmanlı yazısından Latin yazısına aktarmış, aktarılmasına öncülük etmiş bir kalem olarak bunları söylüyorum. Sözlerimde ideolojik saplantı aranmasın.
Devletin verdiği eğitime paralel bir eğitimden bahsedilebilir mi? Diyanet’in kontrolü dışında Kur’ân kursu düşünülemez. MEB’in kontrolü dışında bir orta öğretim düşünülemez. Ama var… Üstelik törenlerine devleti yönetenler de katılıyor. Devlet de eğitim sistemini cemaatlere/tarikatlara özenerek tertipliyor. Yetmiyor, tarikatların görünür yüzü dernekler/vakıflarla iş birliği protokolü imzalıyor. Bu dizginlenemeyen dört nala koşu, beklenmedik yerde öyle bir tıkanır ki… Halk uyandığında ne yapacaklar? Yakın zamanda bir cemaatin “devlet”e karşı yaptığını, silahlı güçleri ellerinde tutanlar halka karşı mı yapacaklar? Tankları insanların üzerine mi sürecekler!
“Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun”, 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edildi, 13 Aralık 1925’te Resmî Gazete‘de yayınlandı.
Bütün tarikatlar yasaklandığı gibi; şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek, muskacılık gibi, fiil, unvan ve sıfatların kullanılması, bunlara ait hizmetlerin yapılması ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesi de yasaklandı. (1950’de tarihî yapı olarak türbelerin açılmasına izin verildi.)
Yıllardır bu kanunun kendisi var, fiiliyatı yok.
Bir musibet olmadan insanlar silkelenmeyecek, kendisini bulamayacak. 6 yaşındaki bir yavrucak… Çok ağır musibet. Önümüzü görelim… Yeni hat çizelim.