Türk yurdunun işgal edilip parçalanmaması için verdiği mücadele
onun büyük bir Türk milliyetçisi olduğunun en güzel kanıtıdır.
Mustafa Kemal Paşa, Türklük ateşinin içinde nasıl yandığının
hikayesini ise şu cümlelerle anlatıyor:
“İlk defa Manastır Askeri İdadî’sinde öğrenci iken okuduğum
Şair Mehmet Emin Yurdakul’a ait
“Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur”
mısrası ile başlayan manzume, bana millî benliğimin
gururunu tattıran ilk olay olmuştur.
Fakat ben asıl bu Türklük duygusunu,
orduya katıldığım ilk günlerde,
bir Anadolu evladının gözyaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum.
Ondan sonra Türklük, benim en derin güven kaynağım,
en engin övünç kaynağım oldu.
Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği
başka milletleri öven ve Türklüğü aşağı gören
eksiklik duygusuna kaptırmadım”
(Faik Reşit Unat, “Ne Mutlu Türküm Diyene”, Türk Dili Dergisi, s. 146)
Atatürk’ün, sinesinden çıktığı Türk milletini
en iyi tanıyan liderlerin başında geldiği görülür.
O’nun, Türk milletini tanıması iki yolla olmuştur:
Askerlik ve Türk tarihini iyi bilmesi.
Küçük yaştan beri devamlı tarihle ilgili kitaplar okuması,
Atatürk’ün Türk insanı ve tarihi hakkında geniş bilgi edinmesine yardımcı olmuş,
Türk milletini tanıdıkça, onun ne büyük hasletlere sahip
yüce bir millet olduğunu anlamaya başlamıştır.
Nitekim o, yaptığı konuşmalarda bu bilgisini sık sık şöyle dile getirmiştir:
“Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için
kendinde kuvvet bulacaktır”
(A.Afetinan, “Atatürk ve Tarih Tezi” Belleten, III/10)
“Ey Türk Milleti! Sen yalnız kahramanlık ve savaşkanlıkta değil,
fikirde ve uygarlıkta da insanlığın şerefisin.
Tarih, kurduğun uygarlıkların övgüleriyle doludur.”
Atatürk, Türklüğü ile iftihar eden ve
milletinin varlığındaki asil cevhere inanan müstesna bir şahsiyet idi.
Bu hususta kendisinin ve yakınlarının söylediği pek çok şeyler vardır.
Bunların içinde, herkesçe bilinen şu sözler, bilhassa hatırlanmaya değer:
“Benim yaradılışımda fevkalâde olan bir şey varsa,
Türk olarak dünyaya gelmemdir”.
“Ne mutlu Türküm diyene.”
Atatürk, Cumhuriyetten önceki devirlerde
milliyetçiliğe önem verilmediğinden milletin çok güçlükler çektiğini ifade ederek,
“Bunun zararlarını fazla faaliyetle telâfiye çalışmalıyız.” demiştir.
Milliyetçiliği, millet sevgisi, millete güvenme ve
milleti yükseltme aşkı olarak kabul eden Atatürk,
genç nesillerin mutlaka bu duygu ve düşünce ile yetiştirilmesini istemiştir.
Atatürk’ün eğitim anlayışında Türklük, Türkçülük ve Millilik temel hedeftir.
Başöğretmen Atatürk eğitim alanındaki sözlerinin
büyük bir kısmında “Milli Eğitim” vurgusu yapmıştır.
1929 tarihli ilk mektepler talimatnamesinde Atatürk’ün bu düşüncesi açık seçik yer alır.
“İlk mekteplerde eğitimin ilk ve son maksadı;
çocukların, millî hayata layıkıyla intibak etmeleridir.
Eğitimde Türklük ve Türk vatanı esas mihveri teşkil etmelidir.
Çocuklarda millî hislerin beslenmesi ve
kuvvetlenmesi için her fırsattan istifade edilmelidir”
(Akyüz, 1993: 301).
Atamız batı medeniyetinden eğitim-öğretim alanında
örnekler alınabileceğini, bu yapılırken taklitçilikten kaçınılarak,
Türklüğümüzü muhafaza eden ve ırkımıza
uygun bir sentez yapılması gerektiğini vurgular.
Bu hedeflerine daha hızlı ve bilimsel ulaşabilmek için kurdurduğu;
maddi, manevi desteklediği “Türk Dil Kurumu” ve
“Türk Tarih Kurumu” da daha “Türk” bir eğitim sisteminin
doğması için büyük destek sağlamışlardır.
Atatürk’ün, Türklüğü ile nasıl iftihar ettiğini gösteren belgelerden biri de şudur:
“Bu dünyadan göçerek Türk milletine veda edeceklerin çocuklarına,
kendinden sonra yaşayacaklara, son sözü şu olmalıdır:
“Benim Türk milletine, Türk Cumhuriyetine,
Türklüğün istiklâline ait ödevlerim bitmemiştir,
siz onları tamamlayacaksınız.”
Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz.
Bu sözler, bir ferdin değil, bir Türk milleti duygusunun ifadesidir.
Bunu her Türk bir parola gibi kendinden sonrakilere
mütemadiyen tekrar etmekle son nefesini verecektir.
Her Türk ferdinin son nefesi,
Türk milletinin nefesinin sönmeyeceğini,
onun ebedi olduğunu göstermelidir.
Yüksel Türk, senin için yüksekliğin hududu yoktur.
İşte parola budur”
(Nimet Arsan, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyânnameleri)
Millî heyecanın ve duygunun ancak millî tarih şuuru ve
millî kültür ile kuvvetlenip devam edeceğine inanan Atatürk,
Türk tarihinin ilmî usullerle kısa zamanda
araştırılıp ortaya konması direktifini vermiştir.
Atatürk’ün bu direktifi vermesindeki gayeyi şöyle özetleyebiliriz:
Türk tarihi başlangıcından itibaren iyi bir şekilde araştırılacak ve
Türklerin kültür ve medeniyet dünyasına katkıları,
yetiştirdiği büyük şahsiyetlerin insanlığa hizmetleri ortaya konacaktır.
Böylece, dünya, Türklerin nasıl şerefli bir geçmişe ve
zengin bir kültüre sahip olduğunu öğrenecek ve
yeni yetişen Türk çocukları da atalarının şanlı tarihinden
haberdar olacak, onlarla övüneceklerdir.
Bu aynı zamanda Türk milletinin millî birliğini ve
heyecanını kuvvetlendirecek,
Millî Mücadele yıllarında olduğu gibi,
Türkler için güçlükleri yenmede ve muasır medeniyet
seviyesine ulaşmada büyük bir destek olacaktır.
(Afetinan, a.g.e., s. 29-30.)
Atatürk, milliyetçilik ile dil arasındaki bağı şöyle izah ediyordu:
“Milliyetin çok bariz vasıflarından biri dildir.
Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel ve
mutlaka Türkçe konuşmalıdır.
Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne,
topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz”
(Atatürkçülük, s. 362.)
Atatürk’ün bütün kalbiyle benimsediği ve inançla savunduğu
Türk milliyetçiliği, nasyonal-sosyalistlerin
ırkçı yaklaşımını kesin şekilde reddeder.
Zira Atatürk, ortak geçmişe, tarihe, ahlâka, kültüre sahip bulunan;
milletimizin ortak ideallerini benimseyen,
kaderlerini Türk milletine bağlamış olan
bütün Türk vatandaşlarını Türk kabul etmiştir.
Türk milletini parçalamak isteyenlerin yaptığı
ırkçı propagandayı şiddetle kınayan Atatürk,
bu tip propagandaların “birkaç düşman âleti, gerici beyinsizden başka
hiçbir millet ferdi üzerinde kederlenmekten
başka bir etki doğurmayacağını” belirtmiştir.
(Afetinan, Medeni Bilgiler, s. 376-383’deki el yazısı.)
Muhakkak ki Atatürk, Türklerin sinesinden çıkmış
en büyük Türk milliyetçisidir.
Atatürk’ün milliyetçiliğini, yani vatan ve millet sevgisini ve
bu sevgi ile ülkesini ve halkını her alanda yüceltme ülküsünü
en iyi aksettiren ifadeler, 1933’de söylediği
“Onuncu Yıl Nutku”nda yer almıştır.
O’nun bu tarihî konuşması,
bir nevi Türk milliyetçiliğinin manifestosu olmuştur:
“Türk Milleti! Kurtuluş savaşına başladığımızın on beşinci yılındayız.
Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak,
bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve mühim işler yaptık.
Bu işlerin en büyüğü, temeli,
Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve
onun değerli ordusunun bir ve
beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz.
Fakat yaptıklarımızı asla kâfi görmeyiz.
Çünkü daha çok ve büyük işler yapmak mecburiyetindeyiz.
Yurdumuzu dünyanın en mamur ve
en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız.
Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız.
Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.
Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların
gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve
hareket mefhumuna göre düşünülmelidir.
Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız.
Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız.
Bunda da muvaffak olacağımıza şüphe yoktur.
Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir.
Türk milleti çalışkandır.
Türk milleti zekidir, çünkü Türk milleti millî birlik ve
beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.
Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda,
elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.
Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki,
yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da
güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir.
Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini,
yorulmaz çalışkanlığını,
fıtrî zekasını, ilme bağlılığını,
güzel sanatlara sevgisini,
millî birlik duygusunu mütemadiyen ve
her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.
Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu,
bütün beşeriyete hakikî huzurun temini yolunda,
kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk milleti, on beş yıldan beri,
giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin.
Bahtiyarım ki, bu sözlerimin, hiçbirinde milletimin,
hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.
Bugün, aynı inanç ve katiyetle söylüyorum ki,
millî ülküye tam bir bütünlükle yürümekte olan
Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medenî âlem,
az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır.
Asla şüphem yoktur ki,
Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti,
bundan sonraki inkişafı ile, atinin yüksek medeniyet ufkunda
yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk milleti! Ebediyete akıp giden her on senede,
bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle,
saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Son söz olarak:
“Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk milliyetçisiyiz.
Cumhuriyetimizin dayanağı, Türk topluluğudur.”
Mustafa Kemal Atatürk.