TÜRK TOPLUMUNUN AB ÜYELİĞİNE BAKIŞI VE BİR ANALİZ..
AB Konseyi 2019 yılının Kasım ayında Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerde görev almış enerji şirketlerinin yetkililerine yönelik yaptırımların hukuksal çerçevesini oluşturmaya başlamıştı.
10-11 Aralık’ta gerçekleşen Avrupa Birliği Liderler Zirvesi’nin sonucunda bu yetkililer listesinin genişletilmesi istenirken, kararların Mart 2021’de yeniden gözden geçirileceği açıklandı.
Zirve gerçekleşmeden hemen önce Kasım ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti olağan il kongreleri konuşmasında ‘Kendimizi başka bir yerde değil, Avrupa’da görüyoruz’ ve son olarak İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un ‘AB ile daha yakın bir ilişki kurmak istiyoruz ve buna gayret ediyoruz’ şeklinde açıklamalarda bulunmuştu.
Türkiye’nin AB üyeliğine desteğini ölçen araştırma gezici şirketlerinin Mayıs ayında çıkan sonuçlarıyla Aralık ayında çıkan sonuçlarının karşılaştırılması halinde genel anlamda çok büyük bir değişiklik olmadığını söylemek mümkün görünüyor. Anketlerde katılımcıların çoğunluğunun Türkiye’nin AB’ye üyeliğini destekledikleri görülüyor.
Buna göre yapılan araştırmalar tetkik edildiğinde Mayıs 2020 anketinde AB üyeliğini destekleyenlerin oranı %64 iken, Aralık ayında bu oran %62’ye düşmüş. AB üyeliğini desteklemeyenlerin oranı Mayıs ayında %36 iken, Aralık anketinde 2 puanlık bir artış göstererek %38’e yükselmiş.
BAKIŞ AÇILARINA GÖRE-BİR ÇÖZÜMLEME VE BİR SONUÇ
Milliyetçilik ve ülkenin bölünmez bütünlüğü konusunda duyarlı olmanın AB’ye karşı olmayı gerektirdiğini ima eden görüş vardır ancak bunun ‘pek isabetli bir görüş olmadığını söyleyenler de azımsanmayacak sayıda çoktur’
Böyle bir pencereden bakanlar;
Milliyetçi olmanın, memleketin bütünlüğü konusunda duyarlı olmanın bizatihi AB ile bütünleşmeye karşı olmayı gerektirmediğini belirtirken;
Başta sorulan bu soruyu şöyle yanıtlamaktadırlar:
“Türkiye’yi sevmek AB üyeliğiyle çelişmez, AB’ye üyelik de Türkiye’yi bölmez. Tersine çağdaş uygarlık düzeyine erişme hedefine AB üyeliği kanalıyla daha etkin biçimde yürünebilir, daha müreffeh bir Türkiye bu yolla daha hızla gerçekleştirilebilir.
Erdoğan’ın (2000) da isabetle vurguladığı gibi, Cumhuriyetin kurulmasının ardından Atatürk ve arkadaşlarının attıkları adımların ve gerçekleştirmeye uğraştıkları reformların yöneldiği en temel hedef “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak”tır. Yani ülkenin güçlenmesi, kalkınması, refahının artması ve dünyanın saygın ülkeleri arasına katılması Cumhuriyeti kuran kadronun baş hedefidir.” diye hatırlatmada bulunuyorlar.
Ve AB’ye üyelik hususunda, Yapılan reformların özü itibariyle böyle bir temel hedefe ulaşmak amacıyla o günün koşullarında uygun oldukları düşünülen araçlar hükmünde olduğunu belirtmektedirler.
Hülasa bu konuda söylemek gerekirse:
Değişen zaman, zemin ve koşullara göre araçların ve politika önceliklerinin gözden geçirilmesi, yenilenmesi veya yeni araçların devreye sokulması kaçınılmazdır; aksi halde dünya değişirken yerinde saymak Cumhuriyet Türkiyesini çağdaş uygarlık hedefinden daha da uzaklaştıracaktır. Bu çerçevede amaç Türkiye’nin dünya devletleri arasında onurlu, saygın ve güçlü bir yer edinmesini, refah düzeyi yüksek, insanları birbiriyle kaynaşmış, daha özgür ve daha mutlu insanların yaşadığı bir ülke haline gelmesini sağlamaksa, bugün bunun yolu daha fazla demokrasiden, daha fazla özgürlükten, rekabete dayalı piyasa ekonomisinden ve hukukun üstünlüğünün sağlanmasından geçmektedir. Meseleye bu şekilde bakmak milliyetçilik, laiklik ve ülke bütünlüğü konusunda hassas olan kesimlerin de AB ile bütünleşmeyi içselleştirmelerini kolaylaştıracaktır.
Son olarak bir noktaya daha değinip yazıyı noktalayalım. “Biz ne yaparsak yapalım ağzımızla kuş tutsak bizi üye yapmazlar, Gümrük Birliği onların menfaatine idi, o yüzden imzaladılar, oysa Birliğe tam üyelik Türkiye’nin menfaatinedir, AB böyle bir üyeliğe asla razı olmayacaktır” görüşünde olanlar vardır
Bu görüşü biraz abartılı ve aşırı genellemeci bulduğumuzu, bu bağlamda AB’nin Türkiye’yi hiç bir zaman bünyesine kabul etmeyeceği iddiasının komplo teorisi çağrışımı yaptığını belirtelim. Dış dünya ile ilişkilere bakarken eski geleneksel düşünce kalıplarını eleştirel bir bakışla gözden geçirip daha esnek, daha özgüven sahibi bir zihin penceresinden bakmak daha tercihe değer bir tutumdur.
AB’nin bizi kesinlikle ve hiç bir zaman tam üyeliğe kabul etmeyeceği görüşünün doğruluğundan kuşkulanmak için bir kısmı yukarıda sıralanan çok sayıda neden vardır. Ama varsayalım ki bu görüş doğrudur, o zaman da şu söylenebilir: AB’nin bizden üyelik için istedikleri, kimin tarafından istendiklerinden bağımsız olarak, bizim menfaatimize olan isteklerdir. Türkiye enflasyonu tek haneli rakamlara indirsin, kamu borçlanma gereğini düşürsün, tekelleşmeyi önleyici bir rekabet ortamı yaratsın, üretimde ve bürokraside verimliliği artıracak adımları atsın, hukukun üstünlüğünü sağlasın, faili meçhul cinayetleri aydınlatsın, sivil iradenin hakimiyetini, şeffaflığı, çoğulcu demokrasiyi gerçekleştirip insan hakları ve özgürlüklerinin daha üst düzeyde garanti edildiği çağdaş bir iktisadi-siyasi ortam yaratsın, o zaman varsın Avrupa Türkiye’yi içine almasın. Böyle bir durumda ya AB Türkiye’yi içine almaya kendisini mecbur hissedecek, ya da Türkiye başka bazı ülkelerin kendi çevresinde kümelenmek istediği bölgesel bir çekim merkezi haline rahatlıkla gelecektir.