Yarın 3 Mayıs, bizler için önem arz eden bir gün. Bilinmeyen güçler Türk Milliyetçileri ‘ni darmadağın ettiğini zannetse de, her türlü bir araya gelmeyi biliyoruz. 3 Mayıs Türkçülük Günü ile ilgili yazı yazmak üzere idim. Şevket Rakıcı ile kısa bir değerlendirme de yaptık. Tam yazıya başlayacaktım ki, değerli dostun Rıdvan Ertuğ’dan bir mesaj geldi. . Okuyunca bir kez daha, Ülkücülerin ciddi manada aynı duygu ve düşünceler içerisinde olduğunu irdeledim.
12 Eylül öncesi Ülkücü Hareket’in içerisinde yer alan arkadaş grubunun çoğunlukta olduğu Türk Milliyetçileri, zaman zaman bir araya geldiğimizde bazı ideolojik sapmalar üzerinde analizde ya da öz eleştiride bulunuyoruz. Rıdvan Ertuğ’un gönderdiği alıntı yazı da tam da bu çizgide. Abdullah Işık’ın bloğundan “Bir Mustafa Kemal Anısı” göndermiş. Mustafa Kemal’in Edirne’deki cuma namazlarını konu alıyor. Yazının sonunda ilgimi çeken bir başlık dikkatimi çekti. “Türk Milliyetçiliği ve Bakış Açısı”. Prof. Dr. Kemal Üçüncü imzasını taşıyor. “Karadeniz Çepnileri” belgeseli çekimleri sırasında katkıları olan Prof. Kemal Üçüncü’nün kaleme aldığı yazıya aynen geçmeden önce; eleştiri konusu olan Türk Milliyetçiliği fikir sistemindeki bazı yanlışları sıralamak istiyorum:
- Türk Milliyetçiliği Türk-İslam Sentezi değildir. Ana felsefi kaynağı Tütkçülük’tür.
- Her türlü tarikat ve cemaat yapılanmasına karşıdır.
- Türk Müslümanlığı, imam Maturi’nin tezlerine dayalı, mezhep ve tarikatlardan uzak, akla ve düşünceye dayalı Kuzey Müslümanlığı’dır. (Avrupalı’lar, Türkler için “Kuzey Müslümanları” terimini kullanmışlardır.
- Türk Milliyetçiliği yani Ülkücülük, Atatürkçü’lüktür. Türk Milliyetçileri devrimcidir. Devrimci olmayan Ülkücü olamaz.
- Turancılık anlayışı, saptırıldığı şekilde olmayıp AB benzeri, ekonomik,siyasi ve askeri birlikteliğin oluşturduğu Türk devletleri arası birliktir.
- Türk Töresi’nin temel yapı taşlarından biri olan ” eşit adalet”, gazgeçilmez bir olgudur. vs. vs.
Prof. Kemal Üçüncü’nün her görüşüne katıldığın makalesine gelince! Aynen alıntı olarak yayınlıyorum. Damarlarındaki asil kanı hisseden, özellikle gençlerimizin okuması dileği ile !!
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE BAKIŞ AÇISI
MİLLİYETÇİLİĞİ BİR DE BÖYLE OKUYUN
Vatan ve Hürriyet mücadelesi Namık Kemal’le beraber Magosa zindanında başladı.
Türk milliyetçileri nice padişahı, despotu, zalimi, dize getirdi.
Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, İttihat ve Terakki, Kuvayı Milliye çizgisi milli demokratik devrim maceramızın ana çizgileridir.
Kuldan vatandaşa, ümmetten millete, ihsandan hakka, din için insandan, insan için dine dönüşüm süreci sonunda Türkiye Cumhuriyeti olarak ete kemiğe büründük.
Türk’ün hâkim olduğu devletlerde Türk’ün Türk tarafından Türk olmasından dolayı aşağılanması sadece bize özgü bir saçmalıktır.
Uygarlık tarihinde bir eşi ve benzeri daha yoktur, olamaz da.
Hâlâ son kalıntılarıyla boğuşuyoruz.
Türk ülkesinde “bazı Türkleri” erketeye koyarak “Türküm, doğruyum” demenin mahzurlarına bizi inandırmaya çalışıyorlar.
Gelecek kuşaklar bunu okuduğunda afallayacak lakin biz yaşarken oldu bunlar, çağa tanıklık etmek zorundayız.
Moğol’a yardım edip Türk kanı akıtan Caca Bey’ler ve işbirlikçilere karşı diyalektik veya doğa / Tanrı hangisini benimsiyorsanız, Türkmen’in akan kanın hesabını soracak Baybars’ı hazır etti.
Köktürklerden 1200 yıl sonra milletimiz Türk olarak adını devletine vererek geri aldı.
Milli demokratik devrim maceramız Japon, Çin ve Rus devrimlerinden farklı olarak feodalite ve Ortaçağ düzenini tasfiye meselesinde çok yumuşak davrandığı için başarılı olamadı, altyapı aynen devam ettiği için üst yapı reformları bazı alanlarda tam anlamıyla amacına ulaşmadı.
[Bu süreçte Türkoloji’yi kurarak kendimizi tanımamıza vesile olan bilim adamlarına şükran borçluyuz].
Devlet ve hukuk dışındaki bütün ayanlık, derebeylik, şeyhlik düzeni, Komintern İsmail Bilen raporunda işaret edilen kapalı ekonomik model tasfiye edilseydi kuşkusuz bambaşka bir pencere açılmış olurdu.
Toprak reformu bunlardan en önemlisidir.
Ezcümle…
Zalimlerin zulmünden, karanlığından yarattığı korku ikliminde o günden beri korkmayız.
Pir Sultan’ı, Dadaloğlu’nu, Karacaoğlan’ı okuyanlar korkarlar mı hiç!
Türk Milliyetçileri onlarca bağımsızlık mücadelesi ve isyan örgütlediler.
Düşman orduları karşısında 3 kıtada yedi düvele karşı durup 3 devlet kurdular.
Batı Trakya Cumhuriyeti (1912) , Azerbaycan Cumhuriyeti (1918), Türkiye Cumhuriyeti (1923), Alaş Orda Bağımsızlık Mücadelesi, Basmacı isyanları, tarihi Uygur direnişleri bu büyük geleneğin mirasıdır.
Bu anlamda Türk milliyetçiliği sanılanın aksine enternasyonal bir karaktere sahiptir.
20. yüzyılın Doğu dünyasındaki bütün antiemperyalist bağımsızlık mücadelelerine örnek oldular.
Nehru’nun, Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrı’nın da İngiliz olduğunu sanırdım sözü bu derin hayranlık ve takdirkarlığın bir ifadesidir.
MİLLİYETÇİLİĞİN DEVRİMCİ NİTELİĞİ PÖRSÜTÜLDÜ
Böylesi bir perspektif soğuk savaş döneminin koşullarında içe kapanarak yerelleştirildi, antikomünist mücadelenin manivelası haline getirilmeye çalışıldı.
Otoriterleştirildi.
Demokratik istişareye dayanan çoğulcu yapısı dumura uğradı.
Ekonomi politik perspektife dayanan kim üretecek, kim ne kadar pay alacak, kimden alınıp kime verilecek, soruları dışta bırakılarak tarihi, dini öğütler, menkıbe ve mevize ile örülmüş bir çiğ duygusallık ve romantizmle kaplanarak asli işlevini yitirdi, devrimci niteliği pörsütüldü.
Hıristiyan Türk Milliyetçisi Mihail Çakır’ı, İlya İvanov’u, Papa Eftim’i, Musevi Türk Firkoviç’i, Tengri inancına mensup Sahayı, Hakas’ı, Altaylıyı Alevi’yi, Sünni’yi, deisti, ateisti bütün inanç ve felsefi kanaatleri, kültürel havzamızın asli bileşenleri gayri Müslimleri ve akrabamız inanç ortağımız olan farklı etnik kökenleri yurttaş olarak kapsamayan bir Milliyetçilik ancak sizin tarlanın dibine kadar hitap eder sonra gavede pişpirik oynar, yerel ve folklorik bir öykünmeden çiğ duygusallıktan, POPÜLER KÜLTÜRÜN TÜKETİLEN MEZESİ OLMAKTAN öteye geçemez.
Laik olmayan bir milliyetçilikten “milli egemenlik” kavramına, hukuk devletine ulaşılamaz.
TÜRKİSTAN RÖNESANSI
Nasıl ulaşıyorsunuz?
Anlatın ben de öğreneyim.
Buradaki laiklik bizim Maveraünnehir/Harezm Türkistan Rönesans’ında ortaya koyduğumuz Maturidi çizgisindeki metafizik tecrübeye hürmetkâr lakin “olguların ve nesnelerin bilgisinin” “akıl ve deneyim” olduğunu Kant’tan 700 yıl önce söylenen felsefeye dayanması bir zorunluluktur.
Bu ülkede her inancın dindarı ve muhafazakârı olarak barış içinde birinci sınıf yurttaş olarak yaşama teminatını sunmak bir mecburiyettir.
Bu alanı istismar eden dış güçlerin tarih boyu verdikleri zararı saymak imkânsızdır.
“Devlet ve iktidar ortak kabul etmez” dindar ve muhafazakârların da bunu anlaması ve kabul etmesi lazım.
Türk töresinde Allah’ın ve devletin işine karışılmaz, (parmak sokmaya çalışmak, maniple etmek doğru sayılmaz).
Devlete ve orduya (kışlaya, camiye ve mektebe) cemaatlerin ve tarikatların müdahalesinin keza siyasetin bu kurumlara müdahalesinin yıkıcı sonuçlarıyla doludur tarihimiz.
Tecrübe edilmiş olanı bir daha tecrübe etmek hamakat olur.
Tarikat ve cemaatler Batıda da var sosyal hayatın her alanında varlar lakin bizden farkları, Batının Reform, 100 yıl, 30 yıl savaşlarıyla bu meseleyi aşmış olması.
Orada herkes boyunun ölçüsünü aldı ve rahatladı.
Dinin devlet ve iktidar talebi kalmadı.
Kendi alanlarında dindar, muhafazakâr insanlar yetiştiriyorlar hepsi bu.
Toplumsal akıl başka türlüsüne geçit vermez.
Gökalp, Akçura, Hüseyinzade Ali Bey, Gaspıralı, Galiyev’i okuyup ardından Arvasi’ye sıçrayalım nasıl olacaksa?
Türk İslam Ülküsü eseri ya okunmamıştır ya da okunmuş gibi yapılmıştır, [reyizler genelde böyle yapar].
Okuyanların bir kısmı ne dediğini tam anlamamışlardır, anlayanlar, olmaz diye itiraz etmişlerdir zira bu kadar derin çelişkiler ve tezatlar barındıran bir eserden yukarıda saydığım farklılıkları kapsayan bir milliyetçilik manifestosu çıkarmak çok gariptir.
“Sünni Müslüman Türk Milliyetçisi” gibi sekter bir vurguyu onaylayamayız zira Türk milletinin bile tamamına hitap edemiyor.
Siyasal İslam’ın ortalığı kasıp kavurduğu zamanlarda ehlisünnet çizgisin de geleneksel İslami kültürü ve yerliliği koruduğu için ayrıca çok değerlidir.
Bunu belirtmem gerekir.
Artık burada ısrar bizi bir kısır döngüye mahkûm ediyor.
Keza, 9 Işık, Mümtaz Turhan ve Tarık Buğra’nın katkılarıyla ortaya konulan bu siyasal program 1960’lar Türkiye’sinde ileri bir çıkıştı, çok önemliydi lakin bugün bütün mesele ve ihtiyaçları ona referansla açıklayabilmenin imkânı yoktur.
Veya bütün meseleleri tarihte Türkeş’in sözleri ve uygulamalarıyla test edip sağlama girişimi aynı derecede hüzünlü ve trajiktir.
Benim de içinde yetiştiğim “Gardaş Milliyetçiliği” diye özetlediğim bu yaklaşım MHP ve İYİP kadrolarında etkindir.
Ne var ney yok?
Daha daha nasılsın?
Atsız’ın şu kitabını okudun mu?
Şu şiiri hatırlıyor musun?
(O arada duraksız o şiir patlatılır).
Tencerenin nasıl kaynayacağı? üzerinde, işsizlik, kalkınma, üretim ve bölüşüm meselelerinde bir fikri yoktur ya da genel doldurma sözlerle idare edilir.
Yüzyılın başındaki devlet yıkıp devlet kuran devrimci özünden “devletimiz ne yaparsa haklıdır, haksız olduğu yerlerde “eli kaymıştır” yanlış anlamaya gerek yok söylemine savrulan “statükonun yüceltildiği” Bekçi Murteza’ya savrulan bir siyasal dil.
Gardaş solculuğu da benzer kültürel repertuardan ve folklordan beslenir.
Cem Karaca’nın Kardaşlar’ı veya devrimci marştaki “vurun gardaşlar vurun” gardaş edebiyatlardır.
Oysa ki olur mu böyle olur mu?
Gardaş gardaşı vurur mu?
“Kardaş Edebiyatlar” aynı zamanda çok köklü milli bir edebiyat dergimizdi vaktiyle.
Türk dünyası lehçe ve ağızlarının yakınlığını vurgulayan dergi seksenli yıllarda Yavuz Akpınar öncülüğünde Erzurum’da yayınlanırdı.
“İrhallıyız, Turhallıyız biz bize benzeriz
Yüz bin kere tövbe eder gene şarap içeriz”
Biz böyleyiz.
Gardaş vurgusu “g’nin” özel tınısı ve tonu özeldir, dağvvacılığın mertebesini gösterir.
Bizim Karadenizliler zorlanır bu tonda “k” ile söylerler “g” söylediklerini sanırlar.
Gladyo en başından beri Türkün hafızası olan aydınları karanlık ve kör şiddetle susturmaya çalışmıştır, bugün de o meçhul! karanlık eller yine sahnededir.
Devlet görüş açıklayan, aydınlarını, gazetecilerinin meçhul! kör bir şiddet tarafından barbarca tartaklanmasını, dövülmesini “engellemiyor mu?/engelleyemiyor mu” mütereddidiz, “oh ne güzel oldu” demiyor” ama ağız büzmesinden “Osman” dediğini anlıyor kurbanlar.
Oysa hukuk devletinde şiddet tekeli devletindir, bunu sağlayamayan devletin devlet olma vasfı ve iddiası tartışmalıdır.
Hukukla bağlı olmayan devlet organize olmuş şiddettir.
Bunu ben demiyorum siyasal düşünceler tarihi diyor.
Adalet ve İçişleri Bakanlarımızın dikkatine sunuyorum.
Tablacı kültürüne ve onun yarattığı barbar şiddet iklimine teslim olmayacağız.
Bazıları gibi hikayesini çaldığı yiğitlerin mağdurlukları üzerinden “mahpushane çeşmesi” anlatısıyla bunu ranta ve kariyere, makama, dünyalığa dönüştürmeyi hiç düşünememiştir.
Bir yazılı cümlesi bir tezi, projesi, fikri olmadan “atamayla” milliyetçi seçmenin iradesi üzerinden 30 yıl en üst siyasi makamlarda bulunanlar sözüm sizedir.
Neyin dağvası?
Türk Milliyetçiliği konusunda size atfedilen hangi kavram var?
Hangi düşünce var?
Türkiye’nin önüne hangi ufuk projeleri koydunuz?
Kimse anlamıyor değil mi?
Ne güzel millüğ millüğ devam edin o zaman.
Biz mi okumadık?
Neden liberal ekonomiden yanasınız bir fikriniz var mı bu konuda?
Tekel’in, kamu iktisadi teşekküllerinin özelleştirilmesine neden taraftar oldunuz bilen var mı?
Yok, oldu o zaman.
Biz bir “Hasret Gecesi” tertip edelim ya da VHS kasetini izleyip nostalji yapalım en iyisi.
ÖDÜL İÇİN KOŞAN ATLAR ONU HİÇ ANLAYAMAZLAR
İktidarınızda hangi vakfı, yayınevini, itibar edilen bilimsel, kültürel dergiyi, enstitüyü, kültür merkezini organize ettiniz?
Şairin dediği gibi başaran “Yarış bittikten sonra da koşan atlardandır.”
O yüzden ödül için koşan atlar onu hiç anlayamazlar.
Şiddet, tezini savunamayacak derecede aciz ve bilgisiz olanların yöntemidir.
Cumhurbaşkanını ve siyasal iktidarı “eleştirmek kâğıtlara yazan şeyler hepimizi bağlıyorsa” “öncelikle anayasal bir haktır” iktidar ve ortakları için bir tabu olsa da bizim için “yanlışları ikaz etmek”, ”doğruları <şerhlerimiz varsa söyleyerek> desteklemek” [Karabağ, Doğu Akdeniz, Libya, Ege, Suriye] vatanperverlik ölçütüdür.
Sayın Bahçeli’yi, Sayın Akşener’i, Kılıçdaroğlu’nu, bütün siyasi liderleri eleştirmek de böyledir.
Siz haşa! vahiyle desteklenmiyorsunuz, ölümlüsünüz, her sözünüz tartışılabilir.
Kamuoyu, ekonomistler, 128 milyar doların akıbetini sorgularken “milli ekonomiye geçiyoruz” başlıkları atmak, Andımız üzerinden Türk Milletinin maneviyatına saldırılırken, göğe kuşlara bakmak, görmezden gelmek, bizim takipçisi olmakla övündüğümüz düşünce mektebine hakaret sayılır.
Aydınlar olarak bu hukuku canımız pahasına savunacağız.
Siyasal İslam’ın Tanzimat’tan günümüze Türk tarihinin temel aşamaları hakkındaki tarih ve bilim dışı, ideolojik Türk Milletini hedef alan değerlendirmeleri milli yolun hafızası aydınlar tarafından iyi bilinir ve not edilir.
Lozan’a itiraz, Montrö’ye itiraz, İstiklal savaşına itiraz, Medeni Kanuna itiraz, Latin alfabesine itiraz, laikliğe itiraz, pozitif hukuka itiraz, yeni değildir, biz bunları duyunca şaşırmayız.
Buradan yansıyan “yerli ve milli”, “antiemperyalist” retoriğini de temelsiz olduğu için ciddiye almayız.
Alanların ne denli yanıldığını gördük.
150 yıldır Namık Kemal’den beri teslim olmadığımız gibi yine de karanlık şiddete sünnetçi korkusuna teslim olmayacağız.
ATATÜRK’ÜN MUCİZESİ BU YAKLAŞIMA DAYANIR
Milli perspektif ekonomik model olarak liberal kapitalizmi kabul eden ekolün yanında halkçı, devrimci, Fransız devrimi ilkelerinden etkilenen yorum, kamucu, halkçı, özel sektör devlet işbirliği temelinde planlı ekonomiyi savunur.
Atatürk’ün bütün zamanları aşan “ekonomik mucizesi” bu yaklaşıma dayanır.
Bugün Türkiye gerçeklerini ve ihtiyaçlarını ancak bu temele oturtarak sağlıklı bir şekilde tahlil edebiliriz.
(Bugünkü alım gücüyle) 138 milyar dolarlık (toplam borcun % 42’si) Öz Osmanlı borcu bu sistemle ödenmiştir.
Kalan Osmanlı dış borçları ise İsmet İnönü zamanına ödenmeye başlanmış ve 1944 yılında Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun teklifi ile 1954’e kadar olan taksitler defaten ödenerek kapatılmıştır.
İnönü döneminde ödenmiş olan Osmanlı dış borçların eşdeğer alım gücü ise 225 milyar dolardır.
Bizi kurtarmak için gezmedik cinci hoca bırakmayan! ekonomik model arayan (sonunda general secretary marifetiyle eşit vatandaşlığı! bulan –cetvelle ölçecekler galiba, -mezura daha uygun oysa -) Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’in, neoliberal ekonomik modeli savunan milliyetçi partilerin özellikle bilmesi lazım.
21 yılda ödenen borç 363 milyar dolar, yapılan diğer yatırımlar hariçtir.
Ekonomi politik olarak Alman Frederick List “Das nationale System der Politischen Ökonomie”yi (Ulusal Politik Ekonomi Sistemi) ekolüne dayanır.
ITC Akyiğitzade Musa bu ekolün ülkemizdeki ilk temsilcisidir.
Üretim ekonomisi ve üretici güçleri öne çıkaran bir sistemdir.
Kara Kemal’in milli sermaye /sermayedar oluşturma politikası bu düşünceden yola çıkar.
Alman kalkınmasının temeli bu yaklaşıma dayanır.
İçtihat farklılıklarıdır bunlar.
Bu ülke siyasetinde dümen ve numara esastır. Herkesin asıl fikri karnındadır, onu söylemez, dilden başka sesler çıkarır.
İstanbul sözleşmesi hadisesinde gördük.
“Ayleyi goruduk”.
Ayle salonu üst katta, bir sele ekmek bir çorba.
Ayleyi Korurken Hanefi fıkhının muteber kaynaklarına baktınız mı? orada LBGT’ye hangi hakların ve hukukun verildiğini okuduk mu?
İstanbul Sözleşmesiyle “ayleyi koruyanlar” dümenine yatanlar yere göğe koyamadıkları Osmanlı, gayler meslek grubu kabul edip vergi alıyordu, “defteri hizanı” hiç duydunuz mu?
Bu ekipler Evliya Çelebi anlatımıyla padişahın önünden resmi geçirte katılırlardı.
Uluslararası denetim gelirse “çorba gider” olmasın esas kaygı.
Bugünün Türkiye’sini birleştiren yegane siyasal diğerler kümesi Atatürk eksenli Müdafaai hukuk sosyolojisine dayanıyor.
Sosyolojik tabanı %65’li bir oy potansiyeline sahiptir.
Türkiye için XXI. yüzyılda en büyük devrim Atatürk’te birleşmektir.
Cumhuriyeti ve yurttaş hukukunu yeniden ayağa kaldırmak için yoksulluğu yenmek için en az 15 yıl bu mutabakat devam etmelidir.
Emperyalizmin en büyük korkusu sağ ve sol milli birikimin bu eksende buluşmasıdır.
Zira bu birleşme Avrasya’da tarihin akışımı değiştirecek bir dinamizm ve sinerji üretir.
Kemal Bey’e de Meral Hanım’a da anlatamadım.
O ne güzel! derler, Hüd hüd kuşu kıssasını anlatmaya devam ederler, yapabilecek bir şey yok.
Uluslararası sistemle bir proje ve stratejik dosya yerine “süt içtim dilim yandı” tonunda konuşan kadrolarının sözleriyle bir ölçüde bağlanmış olabilirler, Türkiye’nin entelektüel birikimi bunu tashih edecek güçtedir.
Yeter ki niyet üzüm yemek olsun.
Kuşkusuz Türkiye bu seçeneklerden ibaret değildir.
Kamuoyu baskısının gücüne inanıyorum.
El sizlere geçmiştir ey Türk Milleti, Atatürkçüler.
Ağzımız açık tavana bakıp politikacıların insafına teslim olmayalım, oyumuzdan gelen gücümüzle sistemi buna zorlayalım olmazsa da kariyerist ve “son çare tesisleri” anlamına gelmeyecek Hanibal gibi yeni bir yol açalım.
“Türkiye’yi 1 yılda denk bütçeye taşımak, üretim devrimini başlatmak mümkündür.
Yanı başımızda İran yıllık 5 milyar dolarlık benzin ithal ediyor biz 10 milyar dolarlık petrokimya ithal ediyoruz.
Bu tabloyu üretim ve yatırıma çevirmeyi planlayamayan bir siyasal akıl var iktidar ve muhalefette.
SGK açığını oluşturan yaşlı maaşlarını çalışanlara yıkmak adil değildir.
Yükü adil bir şekilde taşıyacaksak bu yükü çok kazananlara yıkacağız.
Sadece bu hamleler bütçe açığımızı sıfırlar.
İsraftan, Erbakan Hoca’nın Osman Hocayla geliştirdiği “tek hesap” devriminden bahsetmiyorum bile. 50 milyar dolarlık enerji faturasını komşularımızla milli paralarla mal ve hizmet takasına çevirirsek Türkiye şahlanır.
Yenilenebilir enerji potansiyelimiz teşvik edip bu ucuz elektrikle demir, çelik, alüminyum ve türevleri, kompozit gübre üretilirse doğru bir planlamayla fakirlik ve açlık sorununu aşarız.”
Nerede durduğunuz ve nereden baktığınız çok önemli.
Chatham House kapılarında siyasi ikbal arayanlarla bu yolları aşamayız.
Onlar halkına milletine inanmayanlardır.
Tanıyın bunları adlarını saymama gerek yok.
Google yazın çıkıyor.
“Kent ve Marul” konusunda konferans vereni bile var.
1965 Türkiye İşçi Partisi programındaki halkçılık ve milliyetçilik hakeza Atatürk’ün halkçılık ve milliyetçilik anlayışını Türk solu yeniden gündemine alırsa aşılmaz tunçtan bir siyasal blok inşa edilir.
Burada yurttaş hukuku ve insan hakları çerçevesinde bütün medeni hak ve özgürlükler bütün yurttaşları kapsar.
Kimlik siyasetine sapmadan medeni ve kültürel haklar bu çerçevede geliştirilebilir, buna bir engel yok. Emperyalizmin oyununa gelmeyelim.
Atatürk en büyük ittifakı Kürtlerle Çerkezlerle, Arnavutlarla, Lazlarla, Gürcülerle yapmadı mı?
Bu kahramanları kim unutabilir?
Onlar kimlik siyasetinin tuzağına düşmeyerek başardılar, emperyalizm karşısında yöntem yine aynıdır.
Prof. Dr. Kemal Üçüncü
Odatv.com