Her ikisi birlikte düşünüldüğünde ortaya şu soru çıkıyor: Türkçüler/ milliyetçiler NATO’cu mu?
Yön belirleyen önemli bir soru.
Belki de Türk Ocakları’nın asıl yapması gereken şey, Türk Milliyetçiliğinin bizzat kendisine yönelik sorunları, bir sempozyumda ele almaktır. Çünkü Türk Milliyetçiliği fikir hareketi kendi yolunda ilerlemiyor.
Kendi ideolojik köklerinden sapmalar var.
Mesela Türk Milliyetçilerinin yegâne hedefi, AKP iktidarını sürekli daim kılmak mıdır? Bu yönetimin tüm hatalarını meşrulaştırmak ve Türk milletinin aleyhine olan bütün kusurlarına ortak olmak mıdır?
Doğrudur. Türk Milliyetçiliği (Türkçülük) kozmopolit bir imparatorluk toplumunda doğdu. Doğrusunu söylemek gerekirse imparatorluk toplumlarının özelliği de tam olarak budur. Onlar ister istemez kozmopolittir.
Önce Osmanlıcılıkla başlayan ve her milletten, cinsten, etnistiteden insanları bir bütün yapmağa çalışan bu ideoloji ister istemez, yetersiz kaldı. Köklerinde İslam’ın birleştiriciliği vardı.
Sonra İslamcılık ortaya çıktı.
Onun amacı da bir ulus yaratmaktı. Ve adından da anlaşılacağı gibi birleştirici sosyal dinamik yine İslam’dı.
İkiye ayrıldı. Bir kısmı Türkçülük yanı ağır basan yeni fikir hareketlerine dönüştü.
O Türkçülük, bugünkü Türkçülük değildi. Etnik Türk’ten bahsetse de o daha çok dini tonlarıyla varlık bulan bir fikir hareketiydi.
Derken Türkçülük; “Millet” dediği yapıyı dini toplumla, fikri bütünleşmeyi de “Türk Kültürü” üzerinden inşa eden, kültürel milliyetçiliğe evrildi. Böylece millet denilen varlık, kendini Müslüman sayan insanlardan meydana gelirken, onları bütünleştiren de, Türk kültürü yani Türkçe ve Türk tarihi oluyordu.
Gökalp’ın çizdiği millet tablosu daha çok buna benzer.
Atsız, Necdet Sancar Zeki Velidi Togan gibi sonraki kuşak, Türkçülüğü etnik temelli “nation” olarak ele aldı ve bizzat Türk’ün kendisine vurgu yaptı.
Türkeş, bu ayrımda, etnik Türk ile İslami ögeleri, yan yana getirerek “ülkücülük” eksenli bir temele oturtmağa çalıştı. Kısaca özetlediğimiz bu tarihsel süreçte Türkçülük/ Milliyetçilik, Türkeş dönemiyle birlikte tutarlı ve istikrarlı bir iç ve dış politika izledi. Eylem ve söylem birliği içinde oldu. Lakin sonrasında öyle olmadı. Yörüngesinden çıkarıldı. Kişinin iradesiyle eşdeğer hale getirilerek adeta savruldu.
Tutarlığını kayıp ederek tezatlar yumağına dönüştü. İçinde bulunduğumuz süreçte, hiçbir eylem ve söylem tutarlı değil. Öncelikler, önem sırasına konulduğunda davanın çıkarları geriye itilirken AKP iktidarının çıkarları en öncelikli hale getirildi. Dolayısı ile Türk Ocağı’nın asıl yapması gereken şey, bizzat Milliyetçiliğin içinde bulunduğu temel sorunlara ışık tutmak olmalıdır.
Yazının başında sorduğumuz “Milliyetçiler NATO’cu mu” sorusu işte tam da bu bağlamda yanıtlanması gereken tarihî bir dönemeç sorusu olarak karşımızda duruyor.
Evet, ülkemiz Türkiye, içinde bulunduğu hâl ve ortam nedeniyle istese de NATO’dan hemen çıkamaz. Lakin ben bir Türk Milliyetçisi olarak NATO’cu olamam. Çünkü NATO demek, Amerikan çıkarı demektir.
NATO’cu olamam ama AVRASYA’cı da olamam.
Hele Rus’çu ve Çin’ci hiç olamam.
Benim için Türk Milleti’nin çıkarı bütün çıkarların üstündedir. Millî çıkarım gereği herkesle ilişki kurabilirim, herkesle yol gidebilirim, lakin millî varlığıma en ufak zarar geldiğini hissettiğimde veya gördüğümde benim yolum değişir.
Bu sebeple, İsveç ve Finlandiya anlaşmaları büyük başarı değildir. Bu ülkeler, teröristleri ilk defa desteklemedikleri gibi, ilk defa da Türk Milletinin çıkarlarına ters davranmıyor. Kaldı ki PKK, 40 yıldır tüm Batı tarafından terör örgütü kabul edilmiştir. Yeni değildir. Önemli olan PYD’nin de bu kapsama alınmasıydı. Eğer bunu tescil ettirselerdi, büyük olmasa da başardınız diyebilirdik.
İç ve dış tutarlılığı ile yönünü arayan Türk Milliyetçiliğine, aydınlar kadrosuyla Türk Ocakları ışık tutabilir. Bekliyoruz.