“Kök böri bolsıngıl uran” (Gök kurt bize savaş narası olsun) – Oğuz Kağan Destanı
Öncelikle biraz kurt mitolojisinden bahsetmek doğru olacaktır.
Yol gösterici, kutlu kurt, tüm Türk ve Moğol boylarının ortak ongunudur.
(Ongun ya da Totem, Eski Türklerin Tengricilik inancında,
içinde bir ruhu barındıran bir cisme verilen isimdir)
Çoğu zaman soyun bir kolu Gök Kurt’tan, diğer kolu ise Gök Geyik’ten gelmektedir.
Kaskır ve Börü kelimeleri de değişik lehçe ve şivelerde kurt demektir.
Bozkurt gökyüzünü temsil eder.
Alageyik ise yeryüzünün simgesidir.
Savaşçılığı ve savaş ruhunu, özgürlüğü, hızı, doğayı temsil eder.
Türk ulusunun başına bir iş geldiğinde, bir tehdit belirdiğinde ortaya çıkar ve yol gösterir.
Bozkurt, bugün Türklüğün sembolüdür.
Atatürk tarafından da ulusal sembol ilan edilmiş ve birçok yerde kullanılmıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk parası üzerine bozkurt resimleri basılmıştır.
Kül Tegin Yazıtı’nın, doğu yüzünün on ikinci satırında şu cümle geçer;
“Tenri küç birtük üçün akanım kağan süsi böriteğ ermiş, yagısı koyteğ ermiş” yani
“Tanrı güç verdiği için babam hakanın ordusu kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi imiş”
Bozkurt Destanı, bilinen en önemli iki Kök-Türk destanından biridir.
Bu destan bir bakıma Türkler’in soy kütüğü ve var olma öyküsüdür.
Türk ırkının yeni bir var oluş biçiminde dirilişi de diyebileceğimiz Bozkurt Destanı,
Bilge Kağan’ın Orkun Anıtlarındaki ünlü vasiyetinin ilk sözleri olan
“Ben, Tanrı’nın yarattığı Türk Bilge Kağan, Tanrı irade ettiği için, kağanlık tahtına oturdum.” tümcesi ile birlikte düşünülecek olursa, soy ve ırkın nasıl yüceltilmek istenildiğini de anlatmaktadır.
İtalyan (Roma) mitolojisinde ise, Kurt karşımıza Tanrı, Ata, yol gösteren/rehber rolleri/motifi ile değil; besleyen/büyüten rolü ile çıkar;
Mitolojiye göre Romulus ve Remus’un arasında husumet girer ve
Romulus’un Remus’u öldürdüğü gün Roma şehri kurulmuştur.
Roma’nın sembolü ikiz erkek çocuklarını emziren dişi Kurt’tur;
Roma İmparatorluğu döneminde de Kurt Roma’nın gücünü simgeler.
Öte yandan Bozkurt Destanı, Çin kaynaklarında kayıtlıdır.
Bozkurt Destanı’nın iki ayrı söyleniş biçimi vardır.
Ama bu iki varyant arasındaki fark azdır ve Çinlilerce yazıya geçirilirken ad ve sözcüklerin
Çince’ye uydurulma gayreti yüzünden ortaya çıkmıştır.
Kimi araştırmacılar, Türklerle ilgili başka bir kurt efsanesini de katarak
bu varyant sayısını üçe çıkarsalar da aslında onların
Bozkurt efsanesinin üçüncü söylenişi dedikleri bu destan,
Hunlar çağındaki Usun Türkeri’nin bir efsanesidir.
Bu efsane, Hunlar ve Kurt adlı bölümde anlatılmıştır.
Bozkurt Destanı, Çin’de hüküm sürmüş Chou hanedanının resmi tarihinin 50. bölümünde ve yine Çin hanedanlarından olan Sui resmi tarihinde kayıtlıdır.
Bozkurt Destanı’na göre Türkler; eskiden Batı Denizi adlı bir yerin batısında oturmakta idiler.
Efsanedeki Batı Denizi, Aral Gölü olabilir.
Batı Denizi’nin Altay Dağları ya da Tanrı Dağları üzerinde bir göl olması da muhtemeldir.
Aşağıdaki metin, Çin sülalelerinden olan Sui ailesinin resmi tarihinden alınmıştır.
Günümüz Türkçesine yapılan çeviri Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’e aittir.
Bozkurt Destanı
“Bazıları şöyle derler: Bir rivayete göre (Göktürklerin) ilk ataları,
Hsi-Hai, yani Batı-Denizi’nin kıyılarında oturuyorlardı.
Lin adlı bir memleket tarafından, onların kadınları, erkekleri, (çocukları ile birlikte),
büyüklü küçüklü hepsi birden yok edilmişlerdi.
(Türklerin hepsini öldürdükleri halde), yalnızca bir çocuğa acımışlar
ve onu öldürmekten vazgeçmişlerdi.
Bununla beraber onun da kol ve bacaklarını keserek,
kendisini “Büyük Bataklık”ın içindeki otlar arasına atmışlardı.
Bu sırada dişi bir kurt peyda olmuş ve ona her gün, et ve yiyecek getirmişti.
Çocuk da bunları yemek suretiyle kendine gelmiş ve ölmemişti.
(Az zaman sonra) çocukla kurt, karı-koca hayatı yaşamaya başlamışlar
ve kurt da çocuktan gebe kalmıştı.
(Türklerin eski düşmanı Lin Devleti, çocuğun hâlâ yaşadığını duyunca)
hemen adamlarını göndererek hem çocuğu ve hem de kurdu öldürmelerini emretmişti.
Askerler kurdu öldürmek için geldikleri zaman,
kurt onların gelişlerinden daha önce haberdar olmuş ve kaçmıştı.
Çünkü kurdun kutsal ruhlarla ilgisi vardı ve (daha önce onlar vasıtası ile haber almıştı).
Buradan kaçan kurt, (Batı) Denizi’nin doğusundaki bir dağa gitmişti.
Bu dağ, Kao-ch’ang (Turfan)ın kuzeybatısında bulunuyordu.
Bu dağın altında da çok derin bir mağara vardı.
(Kurt, buraya gelince) hemen bu mağaranın içine girmişti.
Bu mağaranın ortasında büyük bir ova vardı.
Bu ova, baştanbaşa ot ve çayırlıklarla kaplıydı.
Ovanın çevresi de aşağı yukarı 200 milden fazlaydı.
Kurt, burada on tane erkek çocuk doğurdu.
(Göktürk Devleti’ni kuran) Aşina ailesi, bu çocukların birinin soyundan geliyordu.
Taşa oyulmuş yazıtta şöyle deniyordu:
Kara – Korum çaylarından sayılan iki nehir vardı.
Bunlardan birine Toğla diğerlerine de Selenge adı verilirdi.
Bu nehirler akarak Kamlancu adlı bir yerde birleşirlerdi.
Bu iki ırmağın arasında iki tane ağaç vardı.
Bu ağaçlardan biri fusuk ve diğeri de Farsların naj dedikleri ağaca benziyordu.
Kışın bile bunların yaprakları servi gibi dökülmezdi.
Meyvesinin tadı ve şekli ise tıpkı çam fıstığınınkine benzerdi.
Öbür ağaca da Tur ağacı derlerdi.
Bu iki ağaç da iki dağın arasında yetişerek büyümüştü.
Bir gün bu iki ağacın arasına gökten bir ışık inmişti.
Bunun üzerine iki yandaki dağlar yavaş yavaş büyümeye başladılar.
Bu durumu gören halk ise hayretler içinde kalmıştı.
İçlerinde büyük bir saygı duyarak Uygurlar oraya doğru yaklaştılar.
Tam yaklaştıkları sırada kulaklarına çok tatlı ve güzel müzik nağmeleri gelmeye başladı.
Her gece buraya bir ışık inmeye ve ışığın etrafında da otuz defa şimşek çakmaya başladı.
Diğer bir gün de aynı yerde ayrı ayrı kurulmuş beş tane çadır gördüler.
Bunların her birinde birer çocuk oturuyordu.
Her çocuğun karşısında da onları doyurmaya yetecek kadar süt dolu emzikler asılıydı.
Çadırın tabanı da baştan aşağıya kadar gümüşle döşenmişti.
Bütün boyların reisleri ve halkları bu garip şeyi görmek için yerlerini bırakıp koşmuştu.
Bu manzarayı görünce saygıyla diz çöküp selam verdiler.
Biraz sonra da çocukları alarak dışarı çıktılar.
Besleyip büyütülmeleri için de onları sütannelerine ve dadılarına verdiler.
Her fırsatta onlara saygı gösteriyor ve ikramda bulunuyorlardı.
Çocuklar artık süt çocuğu olmaktan çıkıp da konuşmaya başlayınca
Uygurlardan anne ve babalarını sordular.
Onlar da çocuklara o iki ağacı gösterdiler.
Bunun üzerine halk, çocukları alıp ağaçların yanına gitti.
Çocuklar ağaçları görünce onlara tıpkı evladın babasına gösterdiği saygıyı gösterdiler.
Ağaçların karşısında diz çöktüler ve yeri öptüler.
Bunun üzerine ağaçlar da dile gelip şöyle dediler:
“Güzel huy ve iyi özelliklerle bezenmiş çocuklar böyle olurlar
ve anne ile babalarına böyle saygı gösterirler.
Ömrünüz uzun, adınız ünlü ve şöhretiniz de devamlı olsun!”
O bölgelerde yaşayan bütün kavimler bu çocuklara
hükümdar oğullarıymış gibi saygı gösterdiler.
Çocukların doğdukları yerden şehre dönülünce onların her birine birer ad koydular.
En büyüğünün adı Sonkur-Tegin,
ikincisinin adı Kotur-Tegin,
üçüncüsünün adı Tükel-Tegin,
dördüncüsünün adı Or-Tegin,
beşincinin adı da Bökü-Tegin oldu.
Çocukların doğuşundaki kutsal durumu görenler, bunlardan birinin hükümdar olarak seçilmesi kanaatine vardılar.
Çünkü bunlar, Tanrı tarafından bu iş için gönderilmiş olmalıydılar.
Bozkurt Destanı’nın diğer varyantları şu şekildedir:
Birinci söyleyiş:
Hun Ülkesinin kuzeyinde So adı verilen bir ülke vardı.
Burada, Hunlarla aynı soydan olan Göktürkler otururdu.
Bir gün Göktürkler So Ülkesinden ayrıldılar.
Bu sırada başlarında Kağan Pu adlı bir yiğit vardı.
Kağan Pu’nun on altı kardeşi bulunuyordu.
On altı kardeşten birinin annesi bir kurttu.
Annesi Göktürklerce en kutsal yaratıklardan biri olarak bilinen ve böyle kabul edilen bir kurt olduğu için delikanlı, rüzgârlara ve yağmura söz geçirir, bu iki kuvveti buyruğu altında tutardı.
Bununla beraber, So Ülkesindeki yurtlarından ayrılan Göktürkler düşmanlarının baskınına uğradılar.
Bu baskında düşmanlar bütün Göktürkleri yok ettikleri gibi on altı kardeşten sadece birisi kurtulabildi.
Kurtulan delikanlı annesi kurt olan idi.
Bu delikanlının da birisi yaz diğeri de kış ilâhının kızı olan iki karısı vardı.
Baskından sonra her ikisinden ikişer oğlu oldu.
Zamanla kalabalıklaşıp çoğalan halk, çocuklardan en büyüğünü kendilerine Hakan seçtiler;
o zamanki adı Göktürk dilinde değildi.
Hakan seçilir seçilmez Göktürkçe olmayan bu adını bıraktı ve Türk adını aldı.
Ondan sonra Türk on kadınla evlendi, birçok çocukları oldu.
İçlerinden Asena adını taşıyan biri hakanlık tahtına geçince boyun adı da Aşina oldu.
İkinci söyleyiş:
Hunların bir boyu olan ve adına Aşina denilen Türk boyu Hazar Denizinin batı taraflarında yerleşmişti.
Türklerin ilk atası olarak biliniyordu.
Rahat ve huzur içinde otururlarken bir gün ansızın düşmanların baskınına uğradılar.
Baskının sonunda kimse sağ kalmadı.
Her nasılsa küçücük bir çocuk bu baskından sağ kalmış bir köşeye sığınmıştı.
Düşmanlar onu da gördüler.
Fakat, cılız ve küçük bir çocuk olduğu için kimse ondan korkmadı ve ona aldırmadı.
Hatta içlerinden acıyanlar bile çıktı.
Ama düşman yine de her ihtimali düşünüp, çocuğu öldürmektense kolunu bacağını kesip orada öylece bırakmayı uygun gördü; düşündükleri gibi yaptılar.
Kolunu bacağını kesip, yan ölü hale getirdikleri çocuğu alıp bataklıkta bir sazlığa attılar; bırakıp gittiler.
O sırada, nereden çıktığı bilinmeyen bir dişi Bozkurt göründü, geldi, çocuğu emzirdi.
Yaralarını yalayıp iyi etti.
O günden sonra da avlanıp getirdiği yiyeceklerle çocuğu besleyip büyüttü, gücünü kuvvetini arttırdı. Zamanla Bozkurt’un beslediği çocuk gürbüzleşti.
Günlerden sonra bir gün, baskın yapıp Aşina soyunu yok eden düşman başbuğu, kolunu bacağını keserek sazlığa attıkları çocuğun yaşadığını öğrendi.
Adamlar gönderip durumu öğrenmek, sağ kaldı ise öldürtmek istedi.
Düşman başbuğunun gönderdiği asker geldiğinde,
kolu bacağı kesik gencin yanında bir dişi Bozkurt gördü.
Dişi Bozkurt tehlikeyi sezmişti, dişleriyle gerici yakaladığı gibi denizin öte yanına geçirdi;
orada da durmayıp Altay Dağlarına doğru götürdü.
Orada, her tarafı yüksek dağlarla çevrili bir yaylada bir mağaraya yerleştirdi, onunla evlendi;
on oğlan doğurdu! Mağaranın bulunduğu yayla yeşillikti;
serin gür suları, meyve ağaçlan, av hayvanları vardı.
Oğlanlar orada büyüdüler, orada evlendiler.
Her birinden bir boy türedi.
Bunlardan birinin adı da Asine boyu idi.
Asine, kardeşlerinin içinde en akıllı, en gözü pek, en yiğit olanı idi.
Bu yüzden Türk Hakanı o oldu.
3 Soyunu unutmadı.
Çadırının önüne her zaman, tepesinde bir kurt başı bulunan bir tuğ dikti.
Aradan çok yıllar geçti.
Aşina boyuna Asençe adlı bir başka yiğit hakan oldu.
Bunun zamanında ise Aşina boyu, bulundukları yerden çıkıp daha güzel yurtlara yerleştiler.
Üçüncü söyleyiş:
(Usunlar ile ilgili destan) Bir not halindedir.
Çin devlet adamlarından Cjan-Ken’in, Milattan önce 119 yılında,
Çine göre batı ülkelerinde yaptığı gezi sonunda gördüklerini ve duydukların yazıp o zamanki Çin imparatoruna sunduğu notların arasında kayıtlıdır.
“Hun Ülkesinde bulunduğum zaman duydum ki Usun Hanı, Gunmo unvanını taşıyor.
Gunmo’nun babası, Hunlann batısındaki bir ülkeye sahipti.
Gunmo’nun babası bir savaşta Hunlar tarafından öldürüldü.
Yeni doğmuş olan Gunmo’yu kırlara attılar.
Kuşlar çocuğu sineklerden koruyor; bir dişi kurt sütüyle besliyordu.
Hun Hakanı buna şaştı. Bu çocuğu saydı.
Onu kendi terbiyesine aldı, büyüttü. Babasının ülkesini ona geri verdi.”
Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı, Büyük Türk Destanı’nın bir parçasıdır
ve Göktürkler çağını konu alır.
Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı’nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup,
bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz.
Daha doğrusu Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu,
Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır.
Çin tarihlerinin de yazmış olduğu Bozkurt Destanı’nın bittiği yerde,
Ergenekon Destanı başlar. Bozkurt Destanı’nın devamı, Ergenekon Destanı’dır.