Değerli okurlarım, geçtiğimiz hafta 11 Haziran’da ‘Osman Ağa’nın itibarı’ başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Bu yazımda Giresunlu, Topal lakaplı Osman Ağa’nın meziyetlerinden bahsetmiş ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Osman Ağa’nın itibarının geri verilmesine yönelik Meclis’e verdiği teklifi aktarmıştım. İki gün sonra Türkiye Gazetesi’ndeki köşesinde konuyla ilgili bir yazı yayımlayan Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci adlı bir kişi, yalan üzerinden okuyucularına adeta bir canavar anlatarak tartışmanın bir yanına konumlanmış. Bu yazıya cevap vermek elzem oldu.
***
Hürriyet İtilaf Partisi’nin ruhu yaşıyor. Sonu da gelmiyor. Vatanseverler, milliyetçiler Türkiye’yi kurtarıp bir Cumhuriyet kurulsa da bunların nefreti bitmiyor. Aradan yüz yıl geçmesine rağmen hâlâ bulundukları aynı noktadalar.
Geçtiğimiz hafta, Atatürk‘ün muhafızı Osman Ağa’nın itibarı meselesi üzerine yapılan tartışmalarla geçti. 13 Haziran 2022 günkü Türkiye Gazetesi’ndeki köşesinde konuyla ilgili bir yazı yayımlayan Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci adlı bir kişi, yalan üzerinden okuyucularına adeta bir canavar anlatarak tartışmanın bir yanına konumlanmış.
Daha ilk satırında yalan ve iftira başlıyor.
1- Satır bir cümle bir. Diyor ki: “Topal Osman Ağa (1884-1923) kayıkçılıktan keresteciliğe terfi etmiş bir Giresunludur.”
Osman Ağa hiç kayıkçı olmadı. Ailesi zengin bir adamdı. 1900’ün başlarından itibaren fındık ihracatı ile uğraşmaktaydı. Osman Ağa, 1920’de Kaptan Kara Bilal ile ta Varna limanına kadar fındık götürmüş, elde edilen parayla silah ve cephane alarak vatanı savunmuştur. Dedesi de gemiciydi. Ayrıca kayıkçılıktan keresteciliğe terfi edilmez. Osman Ağa’nın kayınpederi keresteciydi. Kendisi de bu iş yerinde kolcu başı olmuş, garibanlara yaptığı yardımseverliği sebebiyle ünlenerek “Ağa” lakabı almıştı. Yoksa Karadeniz’de aşiret ve ağalık yoktur.
2- Yazının devamına bakalım: “Aynı zamanda bir asker, maceracı ve adeta bir mafya lideridir“ diyor Profesör.
Bunlar nasıl hoca olmuş anlamadım.
Evet, Osman Ağa, milis (alaylı) ve gönüllü bir askerdir. Okullu bir asker değildir. Hangi mafyanın lideriydi beyefendi onu da söylese de bilsek. Bu cümle sahibine yakışır. Osman Ağa’ya değil.
3- “Balkan Harbi’ne gönüllü iştirak edip dizkapağından hafifçe yaralandı” demiş. Belki diken sıyrığı gibidir ha? Güya küçümsüyor. Onun söylediği gibi hafifçe yaralanmadı Şişli Etfal Hastanesi’nde neredeyse bacağını keseceklerdi. Kendisini Operatör Doktor Cemil (Topuzlu) tedavi etti. Ağa, sert tartışmalardan sonra bacağının kesilmesine müsaade etmedi.
4-“İttihatçı idi. Teşkilat-ı Mahsusa’ya katıldı. 1914 sonunda teşkilatın emriyle 100 çapulcu topladı.”
Aman Allah’ım! Prof, yazara bakar mısınız? Birinci Dünya Savaşı’na katılan gönüllü askerlere “Çapulcu” diyor.
Çapulcu öyle mi?
Vatan, millet ülke ve devlet için çarpışan insanlara çapulcu diyen bu adama, söylediği bu sözü, bütün Giresunlular (ben de Giresunluyum), şehitler, gaziler adına milyon kere misliyle iade ediyoruz. Kötü söz sahibine yakışır. İnsanlar cepheye ölüme gidiyor, hayatını ortaya koyuyor, bu hadsiz onlara çapulcu diyor.
Bitmedi.
5- Söylediği lafa bak: “Trabzon hapishanesini basarak, ipten kazıktan kurtulmuş 150 kişiyi salıp bir çete kurdu.”
Nereden kurtulmuş, nereden?
“İpten kazıktan.”
Yani hayvanlar öyle mi?
Cepheye hayvanları götürmüş Osman Ağa demek ki.
Yazıklar olsun!
Keşke vatanı kurtarırken bazıları hariç denilebilse.
Bir de yetmiyor “Hapishaneyi basmak”tan söz ediyor. Kolaysa sen hapishane bas da görelim. Osman Ağa, hapishane yetkilileriyle konuşup tartışarak, cepheye götürmek üzere mahkûmları serbest bıraktırıyor. Olan biten bundan ibaret. Onları kendi adamlarına katıyor ve Batum cephesinde Ruslara karşı savaşıyor.
Bu profesör ve benzerleri de hâlâ nefret kusuyor. Bir asır sonra düşmanlıktan vaz geçmeyip onlara laf çarpıyor. “Mafya” diyor. Onları “hayvan” seviyesinde tarif ediyor.
Yetmiyor, “çapulcu” diyor.
Hangi birini düzelteceğiz?
6- Şimdi de şöyle üfürmüş: “1916’da Ruslara karşı muharebe eden orduya katıldı. Ancak firar edince Divan-ı Harb tarafından 50 sopa ile cezalandırıldı. Çürük raporu alıp memleketine döndü. (Arif Cemil, Teşkilat-ı Mahsusa).”
Bir söylediği ötekini tutmuyor.
Hem hapishane basıp mahkûmları çetesine katıp gönüllü olarak cepheye gitti diyor, hem de firar etti diyor. Çünkü kılavuzu karga. Arif Cemil, Osman Ağa ile kavgalı. Hatıralarında onu küçük düşürmek için, iftira atıyor. “Kaçtı, çürük raporu aldı” vs.. diyor. Bir de Genelkurmay raporlarına bak bakalım öyle mi yazıyor. Genelkurmay Harp Tarihi Enstitüsü Başkanlığı’nın 3301-9-67 sayı ve numaradan başla bakalım. Öyle mi diyor. “Osman Ağa tifoya yakalandı ve bir müddet izinli olarak Giresun’a döndü” diyor. Tarih bilimi açısından birinci derece belge Genelkurmay belgeleridir. Hatıralar ikinci hatta üçüncü derece belge niteliğinde kalır. Bazen belge olma özelliği bile olmaz Arif Cemil’in yazdıkları gibi. Öyle değil mi sayın profesör? Her halde bunu biliyorsunuz.
7- Köşe yazısının devamında de şöyle yumurtlamış: “Giresun’a dönünce belediye reisliğine ilaveten (CHP’nin nüvesini teşkil eden) Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti reisliğine el koydu.”
Allah’ım sen aklımızı koru yarabbi.
Kardeşim, Giresun o tarihte Trabzon Sancağına bağlı bir ilçe.
12 Şubat 1919’da Trabzon’da Müdafa-i Hukuk Derneği kuruldu. Sonra aynı derneğin bir şubesi de Giresun’da kuruldu. Öncüsü Osman Ağa. Millî Mücadelenin önde gelenlerinden eski belediye başkanı, Işık Gazetesi yazarı Dizdarzade Eşref. Mühendis İbrahim, hukuk öğrencisi Ethem Nazif. Kim neye el koyuyor? Bu ekip bir bütün. Aralarında Dr. Ali Naci Duyduk da var. İleride aralarına Giresun Müftüsü Hasan Efendi, yine müftü Ahmet Efendi gibi isimler de katılıyor. Osman Ağa istese ekip onu başkan yapardı zaten. Ancak O İstanbul’un işgalinden sonra yeniden örgütlenen Müdafa-i Hukuk derneğinin başkanlığını yapıyor.
8- Köşe yazısında hızını alamamış Profesör üfürdükçe üfürüyor. “Ankara, Pontus belasından kurtulmayı ‘Siz hiç merak etmeyin. Rumlara öyle bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşek arısı gibi boğulacak’ diyen Ağa’nın tecrübeli ellerine bıraktı. Böylece mıntıka Rumlardan temizlendi. Aslında bu, İttihatçıların ulus-devlet hülyasıyla 1913’te başlattığı temizliğin tamamlanmasından ibaretti” diyerek o günün PKK’sı olan isyancı, katliamcı Pontusçuları savunuyor.
Mıntıka, işinde gücünde sade Osmanlı vatandaşı olan Rumlardan değil, mağaralarda Türk’e pusu kuran Pontus’çu eşkıyadan temizlendi. Zaten Osman Ağa da “Mağaralarında boğulacak” diyor. Sokaklar köyler temizlenecek demiyor. Eğer Osman Ağa etnik temizlik yapsaydı Giresun’da Rum kalmazdı. Hâlbuki kurduğu 47. Giresun Gönüllü alayının bando-mızıka takımı tamamen Rumlardan oluşuyordu.
Bir de o tarihlerde Fener Patrikhanesi ile Yunan Başbakanı Venizelos’un Etniki Etarya, Kordos, Filiki Etarya, Kızıl Haç örgütleri ve Yunan istihbaratıyla silahlandırdığı Pontusçular var. İşte onlar temizleniyor. Tıpkı bugünkü PKK’nın dağlardan temizlenmesi gibi.
Profesör yazar anlaşılan bundan pek hoşlanmamış.
Bu sebeple Osman Ağa aleyhine ne bulursa havada kapıp yazıyor. İlk değilsin son da değilsin. Bugün PKK’ya yapılan operasyonları, “Kürt halkını yok ediyorlar” diye açıklayan HDP de aynı mantıktan yürüyor.
9- Bu sefer kılavuzu Rum. “Trabzon, Kastamonu ve Sivas vilayetinde 450 bin Rum yaşıyordu. Bunlardan 86 bini Rusya’ya hicret etti. 322 bini1924’te mübadele ile Yunanistan’a gitti. Geri kalan 40-50 bin Rum bu hengâmede öldürüldü (Stefanos Yerasimos, Pontus Meselesi).”
Bu ifadeler ve sayılar Yunan tezi. Osmanlı’ya güvenmemişsiniz Profesör. Salnamelere baksaydın. Yerasimos daha çok işine geliyor olmalı. Hâlbuki durum öyle değil. Tam tersine Fener Patrikhanesi, Yunanistan ile iş birliği içinde, Trabzon Metropoliti Hirasantos, Giresun Metropoliti Lavrandiyos ve Samsun Metropoliti Eftimosla birlikte, Yunan Kordos (göç) Komitesi aracılığı ile Wilson Prensipleri doğrultusunda Karadeniz bölgesinde Rum nüfusunu fazla göstermek için Rusya’dan Rum taşımaktaydı. Bu sebeple Yerasimos, “Giresun operasyon alanıydı” diyor.
Nitekim Hirasantos Paris’te nüfus tezini savunarak Pontus devletinin kurulmasını istedi.
Hoca efendi! Senin söylediğin kadar Rum’u kim nereye gömmüş, Yerasimos söyleseymiş. Biliyorsanız kendiniz yazın da biz de öğrenelim. Şu anda Yunanistan tarafından kurulmuş 200’e yakın Pontus Derneği var. Ve 1919’u Rum soykırımı olarak anarak, Pontusçuluk davasını canlandırmağa çalışıyor. Sen de Rum tarihçileri kaynak gösterip değirmenlerine su taşıyorsun. Düşmana lüzum yok diyorsun yani.
Türk kadınlarının ırzına geçen, karınlarını deşen, köyleri yakıp yıkan Pontusçuların yaptıklarından bir tek cümle yazan çizen Yunanlı yok. Hatırasını paylaşan Rum da yok. Hâlbuki göç mübadelesinden sonra Yunanistan, Türkiye’den gelen herkesten hatıraları topladı. Ellerindeki fotoğrafları, haritaları aldı. Çünkü Anadolu’da hak iddia edecekti. Hazırlık yaptı. Şimdi de Pontusçuluk yapıyor.
Peki, bizde neden “Keşke Yunan kazansaydı” diyen, “Osman Ağa Rumları katletti” diye bir belge bulsam da yayınlasam derdinde olan sizin gibi kimseler çok çıkıyor? Devam edelim.
10- “Rumları toplayıp vapur kazanlarına attırdığı veya sandallara doldurarak, denizde batırdığı; bunu yaparken de hatırı sayılır bir servet edindiği, kurbanlarının eline kazmayı verip ‘Burada bir çukur kaz!’ diye emrettiği, derinlik kıvamını bulunca, ‘Gir içine!’ diyerek kendi eliyle kazdığı mezara gömdüğü meşhurdur.”
Beyefendi, Osman Ağa değil cani anlatıyorsunuz. Falih Rıfkı’yı kaynak gösteriyorsunuz ama Falih Rıfkı, başkalarından duyduğu abartılı hikâyeleri anlatıyor. Osman Ağa’nın yanında hiçbir zaman bulunmadı. Osman Ağa, Pontus çeteleri, baskıncıları, köy basıp halkın canını, malını, ırzını kirletenleri ve onlara istihbarat yardımı sağlayanları, parasal olarak destekleyenlerin dışında kimseyle kanlı bıçaklı olmadı. Pontusçuları da kendisinin de söylediği gibi darmadağın etti. Yakaladığı liderlerini cezalandırdı.
Mesela Giresun’da katliam yapmak isteyen ve Mavridi Köşkü’nde toplananları haber aldı bastı ve çatışmada yok etti.
Mesela, Haziran ayında kendisi Şebinkarahisar’da olduğu sırada Giresun’da Rum mektebine 10 metre boyunda Yunan bayrağı ile üstünde Pontus arması olan paçavra asılınca, sizin İstanbul’daki hükümetiniz, korkudan Giresun’daki kaymakamını, jandarmasını gönderip o paçavraları indiremeyince, şehrin vatansever insanları ona haber verdi ve 5 Haziran 1919 günü gelip orayı bastı, çatıştı, başlarındaki Rum Balabani dâhil hepsinin işini bitirdi.
Kimseyi çukur kazıp gömmedi.
Valla sizi üzdüyse üzmüştür.
Bizi üzmedi.
Osman Ağa’nın düşmanı çok. Hakkında yüzlerce asılsız ihbar var. Bunu yapanların çoğu Yunan gizli servisleriyle çalışan Pontusçulardı. Bir kısmı, Padişaha çalışan gizli ajanlardı. Bir kısmı da Enver Paşacılardı. Osman Ağa, Rum halkından hiç kimsenin burnunu kanatmadı.
11- Diyorsunuz ki: “1919’da Divan-ı Harb’de tehcir suçlusu olarak muhakeme edilmek üzere İstanbul’a getirilmesi istenince, Karahisar’da dağa çıktı. Sivas, Tokat ve Karahisar metropolitlerini tehdit ederek, kendisinden şikâyetleri olmadığına dair İstanbul’a mektuplar yazdırdı.”
Doğrudur.
Çünkü Osman Ağa’yı şikâyet eden, ettiren zaten o Fener Patrikhanesi uzantılı kiliselerdi. Başta İngiltere, Fransa olmak üzere Yunanistan’a Osman Ağa’yı çeşitli iftiralarla şikâyet edip, suçlu gösterip meydanı boşaltarak, Pontusçu faaliyetlerin önünü açmak istemekteydiler. Trabzon Metropoliti Hirasantos’un Paris’te işini kolaylaştıracaklardı. Haliyle Osman Ağa kim kendisiyle ilgili iftira mektubu yazarak Divan-ı harpte yargılatmak istiyorsa onlara gereğini yaptırmış ve affını sağlamıştır.
Ne yapsaydı?
Boğazlayan kaymakamı Kemal Bey gibi haksız yere asılsa mıydı?
12- Bir başka saçmalama ifadesi de şu: “1921 ilkbaharında Samsun’a geçti. Burada padişah gibi mızıka eşliğinde Cuma selamlığına çıkardı. Adamları, eşkıya kovalayacak yerde, şehirde zevk ve sefaya dalıp eşraftan kişileri fidye için dağa kaldırmaya başladı. Şikâyetler üzerine Ankara’ya gelmesi emredildi. Ama ‘Mustafa Kemal değil, Allah emretse işim bitmeden gitmem’ dedi.”
Gördük gördük de böyle palavra görmedik. İnsan biraz akla yatkın saçmalar.
Osman Ağa, mektepli değil, gönüllü milis bir askerdir. Ve ordunun emrinde emir komuta zinciri içinde hareket etmektedir. Samsun Türk Ordusu’nun önemli bir merkezidir. Orada 115 tümen vardır.
Onu da bırak, Osman Ağa Atatürk‘ün koruma muhafızıdır.“Mustafa Kemal değil, Allah emretse işim bitmeden gitmem” diyecek kişi değildir. O dünya yansa dünyayı bırakır Atatürk‘e koşar.
Başta Nebyan olmak üzere Bafra, Samsun, Alaçam, Vezirköprü, Havza, Çarşamba, Terme, Ladik, Kavak bölgelerinde köyleri yaktılar, kadınların ırzına geçtiler, insanımızı katlettiler. Osman Ağa, Samsun’a varınca insanların çoğu onu kurtarıcı gibi görüp Cuma namazı sonrası elini öpmek istemiş, kendisine yoğun ilgi ve sevgi göstermiştir. Lakin şer gruplar hemen harekete geçerek, “padişah gibi Cuma selamlığı yaptı” diyerek, karalamışlardır.
13– “Emirler sıklaşınca, yaz başında Ankara’ya hareket etti. Yol boyunca köyleri yakarak Ankara’ya vardı” diyor arkadaş.
Bu iftirasına cevabı bizzat Osman Ağa’dan dinleyelim.
Osman Ağa durumu 1922 yılında Vakit Gazetesi’ndeki mülakatta şöyle anlatıyor: “Sakarya Muharebesi’nden evvel, ordunun gerisinde emniyetsizlik tevlit etmek ve kuvvetlerimizi dağıtmak için Yunan zabitlerinin idaresi altında çeteler teşkil etmişlerdi. Samsun’da rüesadan Sürmeneli Mehmet ile Ahmet Pehlivanı öldürmüşler, köyleri yakmışlar, İslam ahaliyi katliama teşebbüs etmişlerdi. Bir ay zarfında bu çetelerden birçoklarını tenkil ettim. Maktullerden bir alay teşkiline kifayet edecek kadar bol Yunan silahı topladım.
Samsun harekâtı esnasında Garp Cephesi tarafından verilen emir üzerine Temmuz nihayetinde Sakarya Muharebesi’ne iştirak ettim. Bu iştiraki men için bazı Rum ve Ermeniler yolda bize tecavüz ettiler. Havza ve Merzifon havalisinde dağdan kaçan bazı efrat evlere sığınmışlar ve bu tecavüzlere karışmışlardır. Cepheye giderken arkadan kahpece tecavüze uğrayan kıt’a-i askeriye dünyanın her yerinde ne yaparsa biz de onu yaptık. Hükümetten emir beklemeye lüzum görmedik. Hemen mütecavizlere karşı harekete gelerek eşkıyayı imha ettik.”
Şimdi sen Osman Ağa’nın “Eşkıyayı imha ettik” lafını “köyleri yakıp yıkmış” diye anlatıyorsun. Devam et.
Kaldı ki Samsun bölgesinde Pontusçulara karşı asıl tenkil harekâtını Giresun 42. Gönüllü Alayı ve kumandanı Bnb. Hüseyin Avni Bey yapmıştır. Ağa, o sırada Koçgiri isyanının bastırılmasında görevlidir. Ancak Merzifon Amerikan kolejini Ağa basmış, Pontus evraklarını ele geçirmiştir. Harekâtın sorumlusu da Merkez Ordusu Kumandanı Sakallı Nurettin Paşa’dır.
13– “Trabzon 3. Fırka kumandanı Rüştü Bey ve Lazistan Milletvekili Osman Bey, Ankara’ya şikâyet telgrafları gönderdi: “Bu cahil adamın şimdiye kadar Giresun’da yapmadığı rezalet kalmadı. Ahaliden aldığı yüz binlerce liranın hesabını kimse soramıyor. Şimdi eşkıyalığını Trabzon limanı içinde yapmaya başlıyor. Bu hâlin devamı pek çok çirkin hadiseye sebebiyet verecektir.”
Osman Ağa’nın Mustafa Kemal’e bağlılığı ve Karadeniz’de tek güç olması, birçok grubun kendisine muhalefet etmesine neden oldu. Mustafa Kemal’in etrafını boşaltmak ve siyasal süreçleri yönetmek isteyen güçler (Padişahçılar, kimi ittihatçılar ve bizzat kendisi öne çıkmak isteyenler) hep şikâyet ettiler. Bunların tamamı boşa çıkarıldı.
Yazarın “Gazi, Giresun reji müdürü Nakiyüddin Efendi’den gizlice bir rapor istedi. 15/I/1922 tarihli bu rapor şöyledir: “Osman Ağa cahil bir adam olup, mazide bir hiç idi. İlk Balkan Harbi’nde bir ayağının sakat kalması neticesi gördüğü iltifat ve yardımlardan başlayarak kahvecilik, balıkçılık yaparken, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda gasp vesilesiyle milyonerliğe çıktı. Memleketi terk eden Rumların Müslüman halktan alacaklarını kendisi tahsil etti. Ödeyemeyenlerin bağ ve bahçelerini zapt etti.” diye anlattığı Nakiyüddin’in yalanı daha birinci cümlesinden belli. “Osman ağa cahil adam” değil, rüştiyeli, Belediye Başkanı, Müdafai Hukuk yöneticisi, birçok cephede savaş yönetmiş biri. Yazımızın başında söyledik Osman Ağa zengin bir adamdı, istese bedelini öder askerlik yapmaz, yan gelip yatardı. O tersini yaptı. Neyle yaptı, bedel için ödenen 54 altını askerlik şubesinden gerip alıp Balkan Savaşı’na 63 arkadaşıyla gönüllü giderek.
Belge?
Genelkurmay Harp Tarihi Enstitüsü Başkanlığı’nın yayını.
Kaldı ki bu Nakiyüddin denen adam, Osman Ağa Sakarya Savaşı’nda ölüm kalım mücadelesi verirken, (O gece taarruz sırasında birçok Giresunlu şehit oldu), Atatürk istediği için değil, kendisi düşmanlığından dolayı Atatürk‘e böyle bir yazı yazmıştır. Duyulunca da Giresun’u terk etmiştir. Çünkü Atatürk de Sakarya Savaşı’nda Osman Ağa ile birliktedir ve Ağa’nın birliğine saldırma emrini bizzat kendisi vermiştir.
Vallahi bunları okuyunca kendi kendime diyorum ki, Atatürk ve bir avuç vatansever bu vatanı bu şer cephesine rağmen iyi kurtarabilmişler.
Osman Ağa, Giresun Müdafai Hukuk Derneği makbuzuyla Gönüllü Alayların iaşesi için para topladı. Gönüllü askerlerin iaşesi için yardım etmek istemeyen, kendisine yardım etmediği için sitem edilen; bir kısmı İstanbul hükümeti yanlısı, bir kısmı cimri, bir kısmı da Enver Paşa taraftarlarıyla iş birliği içinde olanlar, yana yakıla Osman Ağa’dan dert yanmıştır. Onu bela olarak niteleyerek gözden düşürmek istemişlerdir.
Söylendiği gibi milletin malına el konulsaydı, Ağa öldürülünce alacaklılar kapıya dayanırdı.
14- Yaz yaz bitmiyor. “Şehre banka kurmasını engelledi” diyor. Sanki Türkiye’de bankalardan geçilmiyormuş gibi. Giresun’da Osmanlı Bankası 1906 yılında zaten kurulmuştu. “Koçgiri’den hayvan getirip sattı“ diyor. İki gönüllü alayın iaşesi yok mu? Sürekli kendi parasını mı harcamalıydı? O alaylardan biri 42. Alay Kumandanı Binbaşı Hüseyin Avni dâhil Mangal Dağı savaşlarının 8. gününde şehit oldu. Geriye 80 kişi kadar ancak kaldı. Bunları suçmuş gibi savunan yazara da isyancıların inek danasının parasının ne olduğu merakı kalmış.
“Rumlardan zorla aldığı arazileri kardeşlerine ve adamlarına dağıttı” diyor.
Evet, Giresun Hacı Mikdat Cami’nin önünde savaş sonrası adamlarına arazi dağıttı. Demek ki hep benim olsun dememiş. İşte ona bu sebeple “Ağa” diyorlar. Dağıtan, fakiri koruyan, gözeten bir tarafı var. Böyle adamlar cani olmaz. Merhamet yönü olanlar adamlarını korur gözetir. Bu da Türklerin liderlik, yiğitlik alplik yanının Osman Ağa’da yaşadığını gösteriyor.
Bir de Türklerde her zaman savaş ganimeti alma hakkı vardır.
Yoksa hak etmediler mi?
Helali hoş olsun…
15- Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi olayının detaylarına lüzum yok. Çünkü bütün iddiaların cevabını aşağıdaki belge vermektedir.
“BABAMIN ÖLDÜRÜLMESİNDEN SONRA GEREK GAZETELERİN, GEREKSE KİTAP ŞEKLİNDEKİ NEŞRİYATLARIN HEPSİ HAKİKATTAN UZAKTIR”.
Ali Şükrü Bey’in oğlu Nuha Doruker: “Babamı Osman Ağa öldürmedi, Babama ait not defterlerinden ve şifreli mektuplardan biz işin aslına vakıfız”. Karadeniz gazetesinin 26 Ekim 1959 tarihli nüshasına aittir. Nuha Doruker, “Babamı Osman Ağa öldürmedi, Babama ait not defterlerinden ve şifreli mektuplardan biz işin aslına vakıfız demiştir.” “Merhum Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in oğlu Nuha Doruker süvarisi bulunduğu Yalçın vapuru ile Cuma şehrimize gelmiş, İsmail Feridun ile beraberce kaleye çıkıp, Osman Ağa’nın kabrini ziyaret etmiş ve geminin çarkçıbaşı Hacı Eşref’le ile birlikte Osman Ağa’nın ruhuna dua etmiş kabrin başında resim çektirmiştir. Hafız bir talebesi de müsaade isteyerek dua okumuştur. Kendisi ile konuştuğumuz Ali Şükrü Bey’in oğlu tarihi bir sırrı ifşa ederek şunları söylemiştir: Giresun’a geldim, İsmail Feridun Bey’i arayıp buldum. Kucaklaştık. Benim Ali Şükrü Bey’in oğlu olduğumu duyanlar bu vaziyete hayret ettiler. Hâlbuki bunda hayret edilecek hiçbir cihet yoktur. Çünkü babamı Osman Ağa’nın öldürtmediğini ben çok iyi biliyorum. Hatta bu iki aile arasında öteden beri hiçbir husumet yoktur. Babalarımız İstiklâl Mücadelesinde bir kardeş gibi biri Meclis’te, biri cephede canla başla çalışarak kendilerine düşen vatani vazifelerini yaptılar. Babamın öldürülmesinden sonra, gerek gazetelerin gerekse kitap şeklindeki neşriyatların hepsi hakikatten uzaktır. Babamı Osman Ağa öldürmedi. Bizden yaşlılar, Osman Ağa ile Ali Şükrü Bey arasındaki eski dostluğu bilirler. Onun için gerek Trabzonlular, gerek Giresunluların meselenin iç yüzüne vakıf oldukları için, kanaatimce bu hareketimizin gayet tabii ve hoşnutlukla karşılayacaklarını tahmin ediyorum. Bütün Giresunlulara selam ve sevgiler.”
Bu olayda sadece Ali Şükrü Bey öldürülmemiştir. Osman Ağa’da öldürülmüştür. İfade vermesine izin verilmemiştir.
Son söz: Tarih sanıldığı gibi çok kolay yazılmıyor. Kahramanlar bazen en yakınlarının bile iftirasına uğruyor. Türkiye, yerli-yabancı tüm şer cephesinin gizli açık iftiralarına rağmen kurtarıldı ama iftiracıların söylemleri üzerinden birileri halen daha öfke ve nefret yazmağa devam ediyor. Aynı durumu Yunanistan cephesinde göremiyorsunuz. Hiçbir Yunanlı, onca cinayete, saldırıya, katliama rağmen tek kelime etmiyor.