Yaşamın üçte biri uykuda geçer. Uyku; tüm memeliler, kuşlar, balıklarda gözlenen doğal bir dinlenme biçimidir. Gün boyu öğrenilen yeni bilgiler uyku sırasında beyne kaydedilir. Bu kayıt genelde 23:00 ile 02:00 arasında kaydedildiğinden, geç uyuyanlar bu kayıt süresini tam değerlendiremezler. Yeni doğan bebekler de “16 saat, yetişkinler 7-8 saat uyku gereklidir” der uzmanlar. 60 yaş sonrası “3-4 saat bile yeterli” bence.
1953 Stanford Tıp Merkezi’nin (Dr. William Dumont) yorumuyla; uykunun beş evresi bulunuyormuş.
- Uykuya giriş bölümü; normalde uykunun % 2-5’lik bölümüdür. 30 dakikayı aşarsa bu bölüm uyku problemi habercisidir. Uyku basması bu bölümde olur. Bu evrede uyandırılan kişi etrafında olup bitenden haberdar olmadığı halde “uyanık” olduğunu iddia edecektir.
- Hafif uyku bölümü (NREM); uykunun dinlendiren, yorgunluk alan bölümü olup, uyku süresinin % 45-55’lik bölümünü oluşturur.
3. ve 4. bölüm DELTA Uykusu denilen en dinlendirici uyku anlarıdır. Uykunun % 13-23’ lük bölümünü kapsar. Bu bölümde beyin aktiviteleri, solunum ve kalp atışları zayıflar. “Yavaş Dalgalı” uyku da denir bu bölüme.
5- R.E.M (Rapid Eye Movement) uykunun en aktif olduğu dönemdir. % 20-25’lik bu evrede; solunum, kalp atışı, beyin aktiviteleri artar. Rüyalar bu bölümde görülür. REM açılımı Türkçe “Hızlı Göz Hareketi” olarak ifade edilebilir.
Kuran-i Kerim Zumer Suresi’nde uyku ile ölüm denk tutulur. Furkan Suresi 47. Ayette ise “ O, geceyi sizin için bir elbise, uykuyu bir dinlenme, gündüzü de yayılıp çalışma zamanı kılandır” der.
Uyku süresince; EEG ölçümlerinde, uyurken de, uyanıkken de beyin dalgaları, beyinde ki milyarlarca nöronlar arasındaki elektrik trafiği tespit edilmiştir. 1993’te Winson, REM uykusunun sadece keseli ve plasentalı memelilerde bulunduğunu açıklamış.
Evet; bugün ki, konumuz rüyalar. Rüya insanların uyurken deneyimlediği olaylardır. Nedenleri, kaynakları ve anlamları üzerine farklı yorumlar vardır. Genel olarak iki yönde görüşlerin ilki psikiyatr bilim teorileri, diğeri ise metafizik ve dinsel açıklamalardır.
Rüyalarla ilgili ilk bilimsel çalışma Sigmund Freud’dan gelmiş. 1900 yılında yayınladığı makalede “anlamlı olan rüyaların beynin fonksiyonları ile ilgili” olduğunu belirterek o tarihe kadar metafizik anlamlar yüklenen rüyayı bilimselleştirmiş.
Rüya bedenden ayrı bir olay değil. Beyinde ki sıradan biyokimyasal tepkimelerin bir ürünü olduğu kabul edilmiş. Bu bulgu ile rüyayı “Göz mü görür, Beyin mi görür?“ sorularına “beyin” yanıtı ile nokta koymuş oldu.
Rüyalar bireyden bireye değişebilir. 1977’de Hobson ve Mc Cartiy “Aktivasyon Sentez” hipotezinde, rüyaların ön beynin, beyin kökü tarafından uyku sırasında üretilen, rasgele sinyallere verilen tepkilerle oluştuğunu açıkladı. Bu sinyaller uyku sırasında beyin kökündeki (alt beyin) faaliyetlerin sürmesinden kaynaklanır. Beyin bölgeleri arasındaki geçiş kapılarından sızan bu elektrokimyasal sinyaller, ön (üst) beyin de görüntü olarak algılanır. Uyanık iken, aradaki röleler (geçiş kapıları) aktif çalıştığından, bu istenen görüntüler olmaz. Bazı hastalıklar ve genetik nedenlerle röleler de sorun olduğunda uyanıkken de rüya görülebilir (bu duruma sanrı ya da hayal deniyor).
Her insan, her gece rüya görür, sorun rüyayı hatırlayıp hatırlamadığıdır. Erkeklerin çoğu yanlış bir şekilde rüya görmediğini söyler. Sağlıklı uyuyamayanlar, rüyaları iyi hatırlarlar. Her gece vizyon da maksimum yedi rüya olabilir ve bir iki saat sürer, ancak sadece beş dakikası hatırlanır. Uyandıktan 5 dakika sonra yarısı, on dakika sonra yüzde doksanı unutulur. Bir arkadaşım rüya defteri tutuyor gördüğü rüyaları uyanır uyanmaz yazıyormuş. Akıbetini izliyorum.
Yapılan araştırmalar, insanların % 18-38’inin rüyalarında geleceğe ilişkin veriler taşıyan imgeler gördüğünü, % 70’inin ise “deja vu” yaşadığını gösterir. Rüyaların da geleceği görebileceğine inananların yüzdesi 63-98 arasında çıkmış.
Bir de; yeni moda Lucid Dreaming (bilinçli rüya) akımı var. Bazı insanlar uykusunda rüya gördüğünün farkına varır ve dilediği yönde rüyasını geliştirebilir. Bu olgu sırasında vücut da, beyin de tam uyumamıştır. 1980’de Laberge bu yeteneğin tespitini yapmış. Beyne; “uyuyorsun! Bunun farkına var“ bilgisi gidiyor. Aynı kişiler gündüz de uyanıksın tepkisi verir “uyanıksın çimdiği” ya da “parmak şıkırdatma” gibi eylemlerde bulunurlar.
2000 yılında Domhoff bu hipotezin henüz tamamlanmamış olduğunu ortaya koydu, alt beyinden salgılanan kimyasalların, rastlantısal etkilerle rüya içerisinde düzgün kronolojik sıralama sağlamasının mümkün olmadığını, rüyaların büyük bölümünün soyut ve gerçeküstü olduğunu vurguladı. Alt beyinin düzensiz tetiklemelerini üst beyin kısmen düzgünleştirerek sürdürebilmektedir. Üst beyin “madem gönderdin hadi ben onun mealini yapayım” modundadır.
Rüya ve uykuya metafizik anlamlar yükleyenler astral olgusu ile “bilinçli rüya “tabirini kullanırlar.
Bugün dozu biraz artırıp D.M.T. den de söz edelim. DMT (Dimetiltriptanin), beyin dolaylarındaki pineal bez tarafından uyku sırasında salgılanan bir çeşit HALUSİNOJEN’ dir. Triptofen kaynaklıdır, serotonin ve melatonin hormonlarıyla izomerlidir. Salgılanması rüyaların evreye denk gelir ve etkilerinin arasında zaman algısında değişim vardır.
DMT RUH MOLEKÜLÜ’dür. Tüm canlılarda vardır. Cr2H16N2, kaynama 160 derece. Bu maddeyi insanda epifiz bezi ütretir. Epifiz bezinin sembolü birçok dinin ilham kaynağı olmuştur. Bu kozalaksı yapıya;
- Budda temsillerinin kafasında
- Vatikan kozalak heykellerde papanın asasında
- Doğu inanışı “üçüncü göz” bir epifiz bezi sembolü
- Antik Mısır Horus’un gözü sembolü Epifiz bezi kesitindedir.
Modern felsefe babası sayılan Descartes epifiz bezinin RUH ile BEDEN’in birleştiği nokta olduğu düşüncesindedir. Epifiz bezinden iki farklı hormon daha salgılanır “melatonin” ve “pinolin”.
DMT bitkilerden elde edilerek uyuşturucu (narkotik) sektöründe kullanılır. Bu bitkiler; phalaris arundimacea (yem kaynaşı), psychotria viridis, phalaris (kuş otu), acacia (akasya), arundu donax (kargı kamışı), desmanthus illinoiesu gibilerdir. Bir döneme damgasını vurmuş olan LSD’ de bir DMT kırmasıdır.
DMT insanda uyku ve rüya dışında da salgılanır. En çok doğum ve ölüm anlarında artar. Doğum sırasında hem anne, hem bebek salgılar.
DMT uyuşturucu kullanan kişiler arasında bir tür, adı konmamış bir BİRLİK duygusu yaşanır.
Şamanların beyinlerinde yüksek DMT salgılaması olduğu düşünülüyor. Peygamber hastalığı denen Temporal Lab Epilepsi de bu salgı ile oluyormuş.
Uyku felci vücudun bir savunma mekanizmasıdır. Derin uykuya geçildiğinde beynimizde ki bir sistem harekete geçer ve vücudun hareket etmesini engeller. Vücudumuzdan salgılanan hormonlar gibi uykuya sevk eder ve sinirlerimiz omuriliğimize sinyal göndererek vücudumuzun rahatlamasını ve sonrasında paralize olmamızı sağlar.
Yine rüya ile ilgili bilgilerle kapatalım bu haftayı. Rüyalarda sadece bilinen yüzler görülür (yani ak sakallı dede hikayeleri gelinlerin çocuk ismi safsatası), rüyalarda negatif duygular, pozitif duygulardan daha çok görülür. Körler de rüya görürler (doğuştan kör olanlarda rüyalar ses, koku, duygu üzerinedir), hayvanlar rüya görür, horlayanlar rüya görmez, rüyada fiziksel bir aktivite olmasa bile orgazm olunabilir.
Rüyaların % 12’si siyah-beyazdır. Renksiz filmler etkisinden olsa gerek 1960’lara kadar rüyaların siyah beyaz olduğu iddia edilirdi.
1980’de kurulan R.E.M. grubu Rapid Eye Movement’tan esinlenmiş olup “Losing my religion” şarkısı ile anılarımıza katkıda bulunmuşlardı.
Rüyalarınız renkli olsun,
Sevgilerle,
M. Unvan ATLI