Ülkenin hızla gelişip kalkınması için bilime ve teknolojiye en çok ihtiyacımızın olduğu bu dönemde, Atatürk’ün bilime verdiği önem ve bu kapsamda öncülük ettiği çalışmalar; hiç kuşkusuz ki çağa, zamanın ruhuna ayak uydurmak ve gelecekte uygarlığımızı kalıcı kılmak için yol göstericimiz olacaktır.
Bu manada isterim ki Atatürk’ün: “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir.” sözleri kulaklarınızda çınlasın!
Bugün de yolbaşçımız Atatürk’ün; millî kültürümüzü ve varlığımızı muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmak için ürettiği fikir ve eylem çizgisinden ilham alan, Türkiye Cumhuriyeti devletinin yetiştirdiği sayılı bilim insanlarından olan Fizik Profesörü ve Atom Enerjisi Kurumu E. Başkanı Emin Özbaş, tarih sahnesine çıkışından bu yana Türklerin bilim ve teknolojiyle kurduğu bağ ile bugün geldiğimiz son noktayı değerlendirecek.
Bilimin olduğu her yerde muvaffakiyet ve hürriyet vardır aksi takdirde sömürge olmak kaçınılmazdır. Bu nedenle bilim ve teknoloji alanında geçmişteki eksiklerimizi tamamlamalı, hatalarımızdan dönmeli; yenilikçi, çözüm odaklı fikirler üretilmeli ve hızla uygulamaya geçilmelidir.
Yeliz Şenyerli: Bilim ve fikir insanı bir Türk milliyetçisi olarak Türklerin tarih sahnesine çıktığı zamanlarda bilimle olan alakasını dair görüşleriniz nelerdir?
Prof. Dr. Emin Özbaş: Türklerin tarih sahnesine çıktığı zamanlarda hiçbir şekilde bugünkü anladığımız manada bilimden bahsedilmezdi.
Araştırmalarımdan yola çıkarak Türklerin o dönemdeki yaşayışlarından bahsetmem gerekirse Türkler; dörtnala hızlı koşar, atın eyerinin sağına ve soluna yatarak düşman oklarının hedefi olmaktan kurtulurlardı. Her durumda ok atma ve kılıç kullanma maharetine sahip olduklarından İslam öncesinde ve sonrasında haritada gösterildiği gibi kıtalara yayılmış ve çeşitli isimlerde devletler ve imparatorluklar kurmuşlardır.
Asya’da ilk Türk Devleti Hunlardan sonra merkezi Ötüken olan Birinci Göktürk İmparatorluğu, Bumin Han tarafından kurulduktan sonra İkinci Göktürk İmparatorluğu da tarih sahnesine girdi.
Hunlardan başlayarak kıtalarda bir veya iki örnek verelim; Avrupa(İdil) Türklerinden Kubrat Han’ın küçük oğlu Asparuh Han yönetiminde Tuna boylarına gelen Bulgar Türkleri, 679 yılında Tuna Bulgar Hanlığı’nı kurdular.
Dokuzuncu yüzyılın başlarında han olan Kurum Han zamanında Macaristan ve Romanya’yı ele geçirdiler. Sonrasında Bizans İmparatorluğu’nu yenilgiye uğrattılar.
Hazırlık yaptıktan birkaç yıl sonra da şiddetli saldırılarla ilerleyen Kuteybe, hayatının son günlerine kadar benzer yöntemleri kullandı. Baykent’in ardından Talkan da teslim olanları kılıçtan geçirdi, ayrıca ağaçlara astırdı. Kuteybe; on yılı aşkın bir zaman boyunca saldırdığı Türk şehirlerini, yağmalayıp yakıp yıktıysa da Türk halkı; at binme, kılıç kuşanma, ot atmadaki üstün maharetiyle ve vatansever vasfıyla Kuteybe’ye direnç gösterdi.
Semerkant Türkleri, 709 yılında Gurak Han’ı başa geçirdiler ve mücadelelerine devam ettiler. Kuteybe, Semerkant’a senelerce uğraştıktan sonra ancak 711’de girebildi. Semerkant’ı ele geçirdiğinde diğer inançlara ait çok sayıda dini mekânı yıktırdı keza Harzem’de de farklı inançların ibadetlerini yapabileceği yapıları altüst etti ve eğitimli insanları öldürtüp kitaplarını ise yaktırdı. Zengin Harezm şehirlerini yağmaladıktan sonra esir alınan dört bin kadar kişiyi de öldürttü. Harezmlerin ve Soğdların kitaplarını yakıp yok etti. Hükümdarın da kellesini Hicaz Valisi Haccâc’a yolladı.
Onun için Kuteybe’nin ölümünden on yedi yıl sonra ilk Müslüman olan Türk devleti Karahanlılardır. Devletin Lideri Satuk Buğra Han, 932 yılında Müslümanlığı kabul etmiş ve halk da onu takip etmiştir.
Tüm Türkistan’ın kitlesel Müslümanlığı, yavaş yavaş yayılmıştır. Tarihimizde en yakın olan Müslüman Türk devletleri ise Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Türk Devleti’dir.
Sonuç olarak; anlattığım Türklerin tarih sahnesine çıkışından İslam’ı kabul edişine varan süreçten de anlaşılacağı üzere ilk Türklerde bugünkü manada bilimsel akıldan ve çalışmalardan söz edemeyiz.
“Osmanlı Türk Devleti, son iki yüz yılında dünyadaki ilmi ve teknolojik gelişmelerin farkına varmamıştır”
Yeliz Şenyerli: 624 yıl dünyada hüküm süren Osmanlı Türk Devleti’nin gerileme, duraklama ve dağılma dönemine girmesinde bilim, ne ölçüde etkili olmuştur?
Prof. Dr. Emin Özbaş: Osmanlı Türk Devleti, son iki yüz yılını dini tartışmalarla ve Lale Devri’nde olduğu gibi eğlence ile geçirmiş okuyup araştırmadığı için dünyadaki ilmi ve teknolojik gelişmelerin farkına varmamıştır ve her şeyi Allah’tan bekler olmuştur.
İngiliz Sanayi Devrimi’ni kaçıran Osmanlı Türk Devleti; bütün Avrupa ve Rusya, bilim ve teknoloji yönünden gelişirken onlarla baş edemediğinden Ruslar 1878-1879 Osmanlı-Rus(93 Harbi) Savaşı’nda Ayestefanos’a(Yeşilköy’e) kadar gelmişlerdir.
Bu süreçte en önemlisi ve acısı da verdiği yanlış kararlar ve yaptığı birtakım yönetimsel hatalar yüzünden Osmanlı’nın borç batağında olmasıydı. Yanlışlarından tam anlamıyla dönmeyi başaramayan Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda Mondros Mütarekesi’ni imzalamasıyla İngiliz ve Fransız askerler, İstanbul’da kontrolü ele almışlardı. Yunanlıları da Batı Anadolu’ya çıkarmışlardı. İstiklal Savaşı’nı kazanmamız sonucu Lozan Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren anlaşma olmuştu.
“1954’ten sonra Türkiye, taydaşlarından yavaş yavaş geri kalmaya başlamıştır.”
Yeliz Şenyerli: 1923’te kuruluşundan bugüne varıncaya dek Türkiye Cumhuriyeti’nin bilim ve teknolojideki üretimlerini ve gelişmişlik düzeyini değerlendirir misiniz? Türkiye Cumhuriyeti, bu kapsamda neleri doğru, yanlış veya eksik yapmış olabilir?
Prof. Dr. Emin Özbaş: 1923’ten sonra Osmanlı Türk Devleti’nin borçları ödenirken hızlı bir ekonomik kalkınma için tesisler kurulmaya başlanmış, oluşan iki kutuplu dünyada saygın ve dengeli bir dış politika izlenmiş ve de Hatay’ın Türkiye’ye katılması için her türlü zemin hazırlanmıştır.
Yaşarken de öldükten sonra da bütün liderler, Atatürk’ün ayağına gelmiştir. Mazlum milletler, O’nu örnek alıp bağımsız olmuşlardır. Gelmiş geçmiş bütün ünlü liderlerin on ülkede büstü yokken Atatürk’ün bugün otuz yedi ülkede büstü vardır.
En önemlisi de Atatürk, İkinci Dünya Harbi öncesi İsviçre’de açtığı ofisle Hitler’den kaçan çok güçlü bilim insanlarını kazanarak İstanbul ve Ankara üniversitelerini, dünyanın hatırı sayılır bilim yuvalarına dönüştürmüştür.
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nı kazasız atlatmış ve 1954’ten sonra Türkiye, taydaşlarından yavaş yavaş geri kalmaya başlamıştır.
Bilgi, bilim ve teknoloji üretmeyen her ülke, gelişmekte olan ülke olur. Varlıklarını gelişmiş ülkelere aktarır. Birçok ürünü dışarıdan almak zorunda kalırsanız sizi ne devrimciliğiniz, ne koministliğiniz veya sosyal demokratlığınız, ne Müslümanlığınız, ne de milliyetçiliğiniz kurtarır.
Nano teknoloji, metalürji, ileri malzeme teknolojisi, nükleer teknoloji, genetik, yazılım, sağlık için tıbbi teknolojiler ve savunma sanayisinde bilgi, bilim ve teknoloji olarak dünya ile rekabet edemiyorsanız, tarımda dünyada ilk ülkeler arasında değilseniz ve gelişmekte olan ülke durumuna düştüyseniz sizi tek kurtaracak olan bilimdir.
Almanya, Japonya, İsrail, Güney Kore ve Çin mucizelerine iyi bakın. Bugünkü gelişmişlik durumlarını; fen liseleri, matematik liseleri, çok kaliteli eğitim veren mühendislik fakülteleri ve teknik eleman yetiştiren meslek yüksekokulları sayesinde sağlamışlardır.
Türkiye’de hangi alana kaç kişi yetiştirilmesi gerekir diye istatistiki bir çalışma yok. Gençler, kalitesiz eğitimle yetiştiriliyor. Sanayi deseniz aradığı vasıfta eleman bulamıyor. Onun için üniversite bitiren gençlerin işsizlik yüzdesi yüksek. Türkiye’nin bu yanlışlardan dönmesi gerekiyor. Kalitesiz öğretim elemanları ile de geleceğimizi sisli bir ortama sürüklüyoruz.
“Türkiye, 5.0 teknolojisine geçme düşüncesinde; ama bu seviyede teknolojik yarışa girecek gelişmişliğe sahip değil”
Yeliz Şenyerli: Sıklıkla altını çizdiğiniz: “Sanayi 4.0 trenini maalesef ki kaçırdık… Sanayi 5.0’ı da kaçırırsak Türk dünyası biter.” cümlenize açıklık getirir misiniz?
Prof. Dr. Emin Özbaş: 1990’ların başında Nokia’lar gibi cep telefonları çıkacak dense kimse inanmazdı da telefonları 3.0 teknoloji ile kullanır hâle geldik. Sonra 4.0 ile akıllı şehirlerin, çok uzaktan kontrol edilebilen cihazların ve sistemlerin, sürücüsüz arabaların, saatte 360 km hız yapan trenlerin ve robot TV sunucularının olduğu bir teknoloji dünyasına merhaba, dedik. Türkiye, bunları da kaçırdı. Şimdi ise birkaç ülke, 5.0 teknolojisine sahip.
Türkiye, bugünlerde 5.0 teknolojisine geçme düşüncesinde; ama üzülerek söylüyorum ki bu seviyede teknolojik yarışa girecek gelişmişliğe sahip değil. Ülkede 5.0 teknolojiyle neler yapılabileceğini bilen çok az kişi var, onlar da yetkili değil.
Sadece sistemi yabancılara kurdurup 5.0 teknolojili cep telefonu kullanacağımızı zannediyoruz. Oysa 5.0’ın mucidi, bir Türk profesör olan Erdal Arıkan’dır. Prof. Dr. Arıkan’ın adı, ABD ile Çin arasındaki Huawei ticaret savaşında da geçmektedir.
Arıkan, 2008 yılında günümüzde kullanılan dijital bilgisayarların yapı taşı olan elektrik anahtarlarının kullanılmasının temelini atan Claude Shannon’un kanal kapasitesi probleminin çözümü için matematiksel bir temel sağlayan bir kodlama sistemi olan kutupsal kodları icat etti.
Polar kodlama; caddelere kameralar koyar, biyometrik sensörlerle beyin dalgalarını akıma çevirip bir merkez bilgisayardan istediğiniz kişiye fokuslanıp(odaklanıp) kişinin ne düşündüğünü, varlığının ne olduğunu, doktora gitmese bile hastalığının ne olduğunu algılar.
Verilen komutlar sayesinde bunun gibi birçok bilginin idare veya birkaç kişi tarafından öğrenileceği şekilde beyinde başlattığı kimyasal süreç işlemi vasıtasıyla kişiler, tüm bunları kendinin düşündüğünü zannedecekler; ama mankurtlaştırılacaklar yani bağımsızlıklarını kaybedecekler. Çin, bu sistemi sanayiye uygulamaya başladı. Korkudan Japonya ve Hindistan da uygulamaya koydu.
Dünya, şu anda kendini böyle bir gelişmişliğin olduğu ileri düzeyde bilim ve teknoloji evresine hazırlıyor.
Yeliz Şenyerli
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Tarih-Kültür Dergisi
Haziran 2022 sayısı