CHP Sözcüsü Faik Öztrak yılın ilk Merkez Yönetim Kurulu toplantısında konuştu. Öztrak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘vitrin mankeni’ söylemine sert yanıt verdi. “Hiçbir kadın vitrin süsü değildir” dedi.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak’ın gündeminde enflasyon verileri, kayyum atamaları ve ekonomik kriz vardı. Öztrak sözlerine hafta sonu Somali’de Türk firmasına yapılan bombalı saldırıda hayatını kaybedenlere rahmet dileyerek başladı. Elazığ’da yaşanan deprem sebebiyle 30 milletvekilinin Elazığ’a hareket edeceğini bildiren Öztrak’ın konuşmasından öne çıkanlar şu şekilde:
“Hiçbir kadın vitrin süsü değildir”
“Saray siyasetinin, iki temel ayağının bu yıl da süreceği anlaşıldı. İlki milletin refahını değil borcunu artır, ikincisi, milleti ortadan ikiye böl, böylece borçla, nefretle, kinle, milletin fakirliğini ve yarın korkusunu yönet. Oysa, bu toprakların hamurunda kin ve nefret yoktur. Bu toprakların hamurunda; “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” diyen Yunus Emre vardır. “Bağış, kine merhemdir” diyen Mevlana vardır. “Yolumuz, ilim irfan ve insanlık sevgisi üzeredir” diyen Hacı Bektaş-ı Veli vardır. Saray, Milletin kendisine vereceği notu anketlerde görmeye başladıkça, sandıkta kendisini nereye göndereceğini idrak ettikçe, artık bâb-ı hükümetten, toparlanıp gitme vakti geldiğini gördükçe, şirazesinden iyice çıktı. Cuma namazı çıkışında dilinin zembereği boşaldı, koltuğunu koruma hırsıyla, milletimizin değerlerini kaşıyıp, kanatarak, partimizde siyaset yapan kadın üyelerimize, yöneticilerimize, kendi partisine oy vermedikleri, kendi partisinde siyaset yapmadıkları için, “Vitrin mankeni” dedi. Sarayın kibirlisi, kadınlara yönelik bakış açısını, pek çok kez ifşa etmiştir. Bu aşağılayıcı dili ilk defa duymuyoruz. Bir değil, iki değildir. Oysa bu Cumhuriyet, kadınlara yönelik ayrımcılığı daha baştan reddederek kurulmuştur. Cumhuriyetimiz; “Millet erkek ve kadından oluşur. Mümkün müdür ki, toplumun yarısı toprağa zincirlerle bağlıyken diğer kısmı semaya yükselebilsin?” diyen, büyük bir liderin, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kuruldu. Bana oy vermeyen, benim partimde siyaset yapmayan kadın, “Vitrin mankenidir” diyen bu zihniyet şimdi çıkmış, 2021 yılında reform yapacağını söylüyor. Bu kafayla yapılacak reforma da, uygulamaya da kimse inanmaz. Kadın cinayetleri son yıllarda katlanarak arttıysa, nedenleri işte bu barbar zihniyette aranmalıdır. Son 12 yılda, 3 bin 485 kadın cinayete kurban gitti. Şüpheli kadın ölümleri bu rakama dahil değil. Kadını “vitrin mankeni” olarak görenler, bu dışlayıcı dilin sahipleri, kadın cinayetlerini engellemek için tedbir alır mı, alabilir mi? Almadığı gibi, kendi imzaladığı, kadına, çocuğa yönelik her türlü şiddeti engellemeye yönelik esasları içeren, “İstanbul Sözleşmesi’ni” bile tartışmaya açtı. Biz bir kez daha söyleyelim kendinize gelin, ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun barbarlık yapmayın! Hiçbir kadın, vitrin süsü değildir. Kadın, erkek eşittir. Siyaset yapmak, kadın-erkek herkesin hakkıdır. Biz şimdi Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan, AK Parti Genel Başkanı’nın, Cuma namazı çıkışında gönlünü kırdığı, bu ülkenin tüm kadınlarından, samimi bir özür dilemesini, helallik istemesini bekliyoruz.
Madem Erdoğan “vitrin mankeni” konusunu açtı; o zaman vitrin süsü arıyorsa, kendi partisinin vitrinine bir bakacak. Vitrinlerinin en nadide köşelerinden birinde, yolsuzluktan aklanmamış, “Bakara makara” diyerek, Kuran-ı Kerim’in kelamıyla dalga geçmiş bir eski Bakan, şimdi ülkenin büyükelçisi olarak arzı endam ediyor. Vitrinlerinin bir başka köşesinde, 17-25 Aralık sonrasında, Pensilvanya’ya gidip FETÖ elebaşıyla görüşen, zaman gazetesinin ortağı olan iş adamı, Katarla anlaşma masasında devlet protokolünde oturtuluyor. Yine vitrinlerinin tam ortasında, Vakıfbank Yönetim Kurulu’na atadıkları sahte diplomalı pehlivan var. Havlusunu da bir dönem, FETÖ kumpaslarının baş savunuculuğunu yapan, Bir AK Parti Grup Başkanvekili tutuyor. Vitrinlerinin bir başka köşesinde, bu milletin iffetli analarına küfredip, milletin vergilerinden, milletin geçmediği tünelin köprünün yolun, uçmadığı havaalanının dolarla, avroyla garantilenmiş ücretini, salgın falan dinlemeden cebe indiren, havuz müteahhitleri oturuyor.
“Kul hakkı yemenin daniskasıdır”
Bu hükümetle yokluk ve hayat pahalılığı olağan hale geldi. Memlekette kuraklık var ama, doğalgaz, elektrik, köprü, otoyol, zamlar sağanak oldu yağıyor. Elinizi attığınız her yer ateş pahası… Dünyanın en pahalı köprü ve otoyolları bizde. İstanbul’dan İzmir’e uçakla gitmek, İstanbul’dan İzmir’e otoyoldan gitmekten daha ucuz hale gelmiş. Bugün 2020 enflasyon rakamları da açıklandı. TÜİK ’in makyajlı rakamlarına göre; Aralık ayında aylık enflasyon yüzde 1,25 yıllık enflasyon yüzde 14,6 oldu. Türk Lirasının kur sepeti karşısında yüzde 24 değer kaybettiği, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bilançosunun yüzde 27 büyüdüğü; para arzının (M2) yüzde 37 genişlediği bir yılda; enflasyonun yüzde 14,6’da kaldığına kim inanır? Bağımsız ekonomistlerden oluşan, enflasyon Araştırma Grubu Aralık enflasyonun yüzde 4,1, 2020 enflasyonun ise yüzde 36,7 olduğunu açıkladı. TÜİK enflasyonuyla, ekonomistlerin hesapladığı enflasyon arasında dağlar kadar fark var. Şimdi çıkmışlar memura ve memur emeklisine, vere vere yüzde 7,36 zam veriyorlar. İşçi ve esnaf emeklilerine verdikleri zam ise sadece yüzde 8,36. Çok açık söylüyorum. Bu kul hakkı yemenin daniskasıdır. Bir yandan havuz müteahhitlerine gidecek köprü ücretlerine köprü ücretlerine yüzde 26 zam yapacaksınız. Millet geçmese de köprü ve otoyol için, vergilerden ödenecek garanti ücretlerini dolara avroya endeksleyeceksiniz. Memura ve emeklinin maaşına gelince komik zamlar vereceksiniz. Asgari ücreti de 3 bin 100 lira bile yapmayacaksınız. Enflasyon rakamlarını makyajlayarak, milletin çoluğunun çocuğunun rızkına, maaşına el uzatan bir iktidar iki cihanda da iflah olmaz. Gerçek enflasyonun yüzde 14,6’dan çok daha yüksek olduğunu, vatandaşlarımız iliklerine kadar hissediyor. Enflasyonda aynı ligde yer aldığımız ekonomiler: Liberya, Nijerya, Etiyopya, Zambiya, Kongo…
Milletimiz 2021’e; yüksek enflasyonun yanı sıra, düşük büyüme, gerileyen milli gelir, yüksek cari açık, yüksek dış borç yükü, yüksek bütçe açığı, eksi bakiye veren döviz rezervleri, yüksek faiz, aşırı dalgalanan döviz kurlarıyla girdi. Ekonomide kötü yönetimin faturası, askıda ekmek olarak vatandaşın sırtına yükleniyor. Yönetenlerin hataları cebimizi boşaltıyor. Kibir tutsakları, saraylarındaki çalgılı türkülü eğlence masalarından kafalarını kaldırıp vatandaşa baktığında, Sizlere 2825 TL asgari ücret, izlere kuru ekmek yeter diyor.
Kayyum rektör
Saray rejiminde liyakatsizlik, beceriksizlik devleti ahtapot gibi sardı. Liyakatin yerini, saraya sadakat aldı. Dışişleri Bakanlığı, Kamu Bankalarının yönetim kurulları, AK Partili mütekait vekillerin arpalığına çevrildi. Hem de ne arpalık… Ziraat Bankasında Yönetim Kurulu üyelerine ait, 3 milyon liralık harcamayı, Sayıştay’dan saklamaya bile cüret etmişler. Şimdi bunlar da yetmez gibi, Üniversitelere de AK partili kayyumlar atanmaya başlandı. Ülkemizin göz bebeği bilim yuvası Boğaziçi Üniversitesi ayakta… 1980 askeri vesayet rejiminden sonra ilk kez, bu defa da sarayın vesayet rejiminde, Boğaziçi Üniversitesine dışarıdan bir rektör atandı. Atanan kim? Ak Partili bir milletvekili aday adayı. Biz bu rejime boşuna “tek adam vesayet rejimi” demiyoruz. Atanan kişi hakkında; sahte twitter hesapları açıp, trol gibi davranmasını mı dersiniz. İntihal yani akademik hırsızlık yapmasını mı dersiniz. Akademisyenlikle bağdaşmayacak pek çok iddia ve itham var. Ama geçmiş uygulamalardan biliyoruz ki, saraya sadakat olduktan sonra, rüşvet yemek, sahte diploma kullanmak, intihal yapmak sarayın vitrinine yerleşmek için engel değil. Türkiye Küresel Akademik Özgürlük endeksinde, 144 ülke içinde 135. Sırada yer alıyorsa, Dünyanın en iyi 100 üniversitesi listesine tek bir üniversite sokamıyorsa, genç beyinlerimiz arkasına bakmadan yurtdışına kaçıyorsa, nedenleri işte bu zihniyette, bu anlayışta aranmalıdır.
“Ülke yönetilmiyor adeta savruluyor”
Çin aşısı 11 Aralık’ta gelecek dendi. Gelemedi. Şuydu, buydu derken, aşının gelmesi Aralık sonunu buldu. Gelen aşılar da tek kaynaktan. Yani Çin’den. Aşıda kaynak ülke çeşitlendirmesini bile yapamadılar. Yerli aşı Nisan sonuna yetişecek diyorlardı. Şimdi o tarihi ağızlarına bile almıyorlar. Onun yerine şimdi Rusya ile ortak aşı üretmekten bahsediyorlar. Kafalar karışık. Ama bu arada dünyada 50 ülke vatandaşlarını aşılamaya başladı. Aşısız geçen her gün, insani kayıplarımızı daha da artırıyor. Bu arada mutasyona uğramış virüslerin uğradığı 33 ülkeden biri de Türkiye oldu. Aşıda geç kalmanın ekonomik maliyeti var. İhracatta, turizmde, rakiplerimiz aşılamada bizden önde koşarsa, elimizdeki pazarları korumak giderek zorlaşır. Artık her tarafı dökülen bu vesayet rejiminin bu ülkeye bir hayrı kalmadığı anlaşıldı. Bunu hep beraber yaşayarak gördük. Ama bu yönetimle olmuyor. Çünkü artık köhneleşen, kokuşan, çürüyen metal yorgunu bu hükümetin millete verebileceği bir şey yok. Bunun mevcut iktidarı sevmek ya da sevmemekle alakası yok. İşte yaşadıklarımız ortada. Bu ülke özellikle son iki yıldır yönetilmiyor, adeta savruluyor. Biz yarını, salgın sonrası yeni dünyayı, Türkiye’nin yeni normallerde hangi rolleri oynayacağını, üretim teknolojilerini, otomasyon ve istihdam politikalarını Refah Devleti tartışmalarını konuşmalıyız. Yüzümüzü yarına dönmeliyiz. Bu ülkenin suni gündemlerle kaybedecek bir dakikası bile yok. Zaman ve fırsatlar, bu yeni dönemde coşkun bir nehir gibi akıp geçiyor. Türkiye olarak acilen stratejimizi belirlememiz gerekiyor. Adaleti ve demokrasiyi ayağa kaldırmamız, üretim ekonomisini yükseltmemiz, refahı hakça paylaşmamız, ekonomik, mali ve çevresel sürdürülebilirliği sağlayarak hızlı büyümeyi kalıcı kılmamız gerekiyor. Biz bunu yapabiliriz. 2021; Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu ülkede hakka, hukuka, adalete inanan, demokrasiden yana olanlarla birlikte iktidara yürüyeceği tek adam vesayet rejimi kâbusundan sandıkla kurtulacağımız bir yıl olacak. Milletimiz büyük bir sabırsızlıkla beklediği sandıkta, saray iktidarına ve ortaklarına, notunu verecek, saray sosyetesini ve yancılarını evlerine gönderecek. Milletimiz hazır, biz hazırız…