Dini hassasiyeti olan, padişahla çatışmayan küçük bir kitle olan Kadızadeliler hareketi, makamları ele geçirmeye başlayınca asıl yüzlerini göstermişlerdi
Osmanlı dini hayatında önemli bir yere sahip olan Kadızadelilerin en güçlü ve faal oldukları dönem, 1620 ile 1680 yılları arasındadır. 1650’den itibaren, Osmanlı sarayı üzerinde de etkili olmaya başlayan Kadızadeliler, bazı kaynaklarda “Fakihler” olarak da anılmaktadır. Kadızadelileri, 17. yüzyılda sosyal, kültürel ve dini alanda gittikçe alevlenen ve devletin bünyesini de saran bir akımın temsilcileri olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Kadızadeliler bir bakıma, “Selefiler”in takipçileri sayılabilirler, zihniyet itibariyle kendi inanış biçimi dışındakileri tasfiye (Selefi) eden, İslâmiyet dışına iten, “kâfir” ilân eden bir dini harekettir (Bu hareketin fikirlerinin temeli 13. yüzyılda yaşamış ve İslâm dünyasında yüzyıllar boyunca etkili olmuş Vehhabiliğin de kökenlerini aldığı İbn-i Teymiyye (öl.1328)’ye dayanır).
Kadızadeliler, çoğunlukla kadı ve vaizlerden oluşmaktaydı. Özellikle Mevleviler gibi Anadolu erenlerinin kurduğu tasavvufi İslâm anlayışına karşı cephe almışlardır. Devletin 17. yüzyılda savaş alanlarında yaşadığı bozgunlar, Kadızadelilerin işini kolaylaştırmış, halk arasında yaşanan felaketlerin esasen birer bela ve musibet olduğu fikrini yaymalarına imkân vermiştir.
ESNAF ÜZERİNDE ETKİLİ OLDULAR
Kadızadeliler, daha ziyade esnaf zümresi üzerinde etkili olmuşlardır. Çoğu eğitimsiz veya sadece okur-yazar olan bu kesim, dine sıkı bağlı olma ve bütün dini emirleri ayrıntılarıyla uygulamaya hazır bir topluluk özelliği taşımaktaydı. Bu bakımdan cami vaazları, Kadızadelilerin halka ulaşmaları açısından çok önemliydi. Kadızadelilerin ana buluşma mekânı olan Fatih Camii’ndeki hararetli ve duygulu vaazları, halkta büyük yankı uyandırıyordu (FETÖ ele başısının 1978 yılında ağlayarak Kestanepazarın’da verdiği vaazları bize hatırlatmaktadır..).
Kadı, müderris, imam, müezzin gibi dini meslek gruplarından oluşan bu hareketin başlıca üç önemli lideri ön plana çıkar; Kadızade Mehmed Efendi (1582-1635), Üstüvani Mehmed Efendi (1608-1661) ve Vani Mehmed Efendi (öl.1685).
İLK KADIZADELİ
İlk Kadızadeli, Kadızade Mehmed Efendi; 1582’de Balıkesir’de doğdu, babasının yönlendirmesiyle önceleri tasavvufa meyleden Mehmed Efendi, daha sonra Selefi akımların tesirinde kalarak fikirleri tamamen değişmiştir. Mehmed Efendi’nin bir “kadı” oğlu olması, “Kadızade” ünvanı ile anılmasına sebep olmuş, böylece onu takip edenlere de “Kadızadeliler” adı verilmiştir. Camilerde vaazlar vermeye başlayan Mehmed Efendi kendi İslâm anlayışına ait görüşlerini de sohbetlerde paylaşmaya başlamıştır. Meselâ, “imanın şartlarını ve namazın farzlarını bilmeyen kimselere, sürgün gibi tazir cezaları”nın verilmesinin uygun olacağını ifade etmiş ve bu tarz görüşlerini artırarak vefatına kadar (1635) çevresiyle paylaşmış, ateşli bir grup oluşturmuştur.
SARAY’DAKİ TAYİNLERE MÜDAHALE ETTİLER
İmtiyazlı bir saray hocası, Üstüvani Mehmed Efendi; Kadızade Mehmed Efendi’nin vefatından sonra hareketin mensupları, tasavvuf erbabını “dinden çıktılar” diye suçlama noktasına varmıştı. Özellikle saray hocası olarak padişah ve çevresi üzerinde etkili olan Şamlı Üstüvani Mehmed Efendi (1608- 1661), hareketin başına geçince, saraydaki tayinlere bile müdahale eder duruma gelmiştir. Ayasofya Camii’nde bulunan direğe yaslanarak vaaz verdiği için kendisine “Üstüvani” lakabı takılmıştır. Üstüvani’nin doğup büyüdüğü Şam, o yıllarda Selefi akımların da merkezi durumundadır. Şam’da birini katletmekle suçlanan ve yakalanmamak için İstanbul’a kaçtığı rivayet edilen Üstüvani Efendi, 1654’te Fatih Camii’nde vaaz vermeye başlar. Üstüvani Efendi İstanbul’a geldikten sonra kısa zamanda tanınan bir kişi haline gelir ve mutaassıp bir din adamı olan padişah hocası Reyhan Efendi de Üstüvani’nin dostları arasına katılır. Böylelikle sarayda ve saray dışında ünü artar, hatta padişahın Has Oda’sına kadar girer; vaazlarını vermesi için kürsü koydurtur ve padişah şeyhi diye anılmaya başlar.
CAMİ MİNARELERİNİN YIKILMASINI İSTEDİLER
Nitekim saraydaki nüfuzuna güvenen Üstüvani Mehmed Efendi, 1651 yılında Sadrazam Melek Ahmet Paşa’yı da ikna ederek Sufi grupların yerlerini bastırarak kan dökülmesine sebep olur. Kadızadeliler, İstanbul ve taşrada bulunan bütün tasavvuf ehli şahsiyetlerin yerlerinin yıktırılarak taş ve topraklarının denize dökülmesini savunmuş ve taraftarlarına silahlarıyla Fatih Camii’ne toplanmalarını isteyecek kadar ileri gitmişlerdir. Üstüvani Efendi padişahın huzuruna çıkarak; “cümle bid’atleri kaldırmaya izin isteyip sultanlar tarafından yapılan (selatin) camilerin birer minarelerinin bırakılarak diğerlerinin yıktırılmasını, diğer camilerin bütün minarelerinin yıkılmasını” talep eder. Bu gelişmelerden sonra, Köprülü Mehmed Paşa, Kadızadelilerin bir fitne grubu haline geldiğini tespit ederek, bu grubun önde gelenlerinden Üstüvani Mehmed Efendi ile Divane Mustafa adlı vaizi yakalatarak Kıbrıs’a sürgüne gönderir. Daha sonra Şam’a geçen Üstüvani Mehmed Efendi burada vefat eder.
YENİ ADET İHDAS ETTİ
Hünkâr vaizi, Vani Mehmed Efendi; çoğu vaiz olan Kadızade hareketi mensupları, daha önce de belirtildiği gibi, ekseriyetle taşralıydı. Bunlardan biri olan Vani Mehmed Efendi (öl.1685), Osmanlı yönetici sınıfı üzerinde önemli etkisi olmuştur. Vani Mehmed, Van’ın Hoşab ilçesinde doğmuştur. İlk eğitimini büyük babasından alan Vani Efendi; Tebriz, Karabağ ve Gence gibi yerlerde bulunan medreselerde dönemin ünlü hocalarından dersler almıştır. Vani Efendi, Van’da vaiz iken Vali Fazıl Ahmet Paşa’nın dikkatini çekmiş ve sadrazama teklif edilerek Edirne’ye davet edilmiştir. 1664’te Valide Sultan Camii vaizliğine getirilen Vani Mehmed, 1669 yılında Şehzade Mustafa ve Şehzade Ahmet’in hocalığına tayin edilmiştir. Vani Efendi, padişaha çeşitli vesilelerle “Duaname”ler yazmış ve bu sayede sarayın güvenini kazanmıştır. Aslında bu “Duaname”ler, esas itibariyle Kadızadelilerin din anlayışına çok çarpıcı örnekler içermektedir. Mesela; “Bu duanameyi her cuma gecesi yatsı namazından sonra mescitte bir kimse okuyup cemaat de dinleyip amin derse padişahımızın ömürleri uzun olur ve tüm istekleri hasıl olur” diye yazmıştır. Burada, kendi yazdığı bir duayı her cuma gecesi yatsı namazı sonrasında okumayı tavsiye eden Kadızade, aslında yeni bir adet ihdas etmiş, yani bir bid’at başlatmış oluyordu. Bunu bir başkası yapmaya kalksaydı, muhtemelen kâfirlikle suçlanacaktı.
SEMT HEDİYE EDİLDİ
Damadı ve oğullarını da şehzade hocalığı ve müderrislik gibi görevlere getiren Vani Efendi’nin Sultan IV. Mehmed üzerindeki tesiri neticesinde, bilhassa 1660’tan itibaren padişahın, tasavvuf erbabına karşı menfi bir tavır takındığı görülmektedir. Sultan IV. Mehmed, hocası Vani Efendi’ye Üsküdar yakınlarında “Papaz Bahçesi” olarak bilinen, daha sonraları Vaniköy diye ismi değiştirilen bir semti hediye etmiştir. Vani Efendi buraya bir medrese, bugün halen mevcut olan bir yalı ve Vani Mehmed Camii’ni (1665) inşa ettirmiştir.
Vani Efendi’nin altı eserinden biri olan ve Arapça, Farsça ve Türkçe olarak kaleme alınan “Muhyi’l-Sunna” ve “Mumit al Bid’a” adlı eserde; “raks etmenin, tütün kullanımının ve kahve içmenin haram olduğu” vurgulanmıştır. Anadolu erenlerine karşı öfkesi hiç bitmeyen Vani Efendi en önemli Bektaşi türbelerinden biri olan Kanber Baba Türbesi’ne ilk önce ziyaret yasağı getirtmiş daha sonra yıktırmıştır. İslâmi estetiğin en üst ilmeklerinden olan; sema yapmak, ney üflemek gibi Mevlevilikle özdeşleşmiş ritüeller ile makamla Kur’an-ı Kerim ve dini şiirler okumayı haram ilân etmiştir. Akli ilimler olarak görülen; matematik, fen ve felsefeyi gereksiz zaman israfı olarak görmeye kadar işi götürmüştür. Henüz altı yaşında bulunan Şehzade Mustafa’nın hocalığını da üstlenen Vani Efendi, oğlunu ve damadını da önemli görevlere getirmiştir.
SEMA YASAKLANDI
Kadızadelilerin padişah üzerindeki nüfuzu öyle bir noktaya geldi ki, 1665-66’da Mevlevi sema’ı resmi olarak yasaklanmış, Beşiktaş’taki bazı Mevlevi irfan ocaklarını kapattırmıştır. 1683’teki Viyana Kuşatmasına Ordu Vaizi olarak katılmıştır. 1683 yılı, Osmanlı Devleti gibi, Vani’nin de hayatında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu tarihte, II. Viyana Kuşatması için padişahı ikna edenler arasında bulunan Vani Mehmed Efendi, neticede yaşanan başarısızlıktan sorumlu tutulmuştur. Daha sonra gözden düşerek sürgün edilmiş,1685 yılında vefat etmiştir. Kadızadelilerin düşüncelerine benzer görüş, itikat ve tutumlar devam etmiş olsa da üç önemli liderden sonra, bu hareketi yönlendirecek ve toplumsal bir baskı aracı haline getirebilecek kabiliyette yeni bir lider çıkmamıştır.
ZAAFLARDAN YARARLANDILAR
Selefi düşüncenin 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı coğrafyasında güçlenmesinin farklı siyasi ve sosyal sebepleri olmakla beraber, Kadızadeliler gibi kökü dışarıda olan akımların ortaya çıkmasına da zemin hazırlamış oldukları bir gerçektir. Kadızadeliler hareketi, 17. yüzyılda gelişmeye uygun bir siyasi, ekonomik ve sosyal ortam bulmuş, böylece devletin zaaflarını rahatlıkla istismar etmeye varacak bir tehlike haline gelmiştir. Bütün bunların temelinde, merkezi yönetimin zayıflaması, padişah ve vezirlerin tartışma konularını değerlendirebilecek eğitim ve kültür donanımından yoksun olması, Avrupa ve İran cephesinde devam eden savaşların neticesinde kaybedilen topraklar ve gün geçtikçe büyüyen ekonomik sorunlar gibi sebepler yatmaktaydı.
İlk başta dini hassasiyeti olan zararsız, padişahla çatışmayan küçük bir kitle olan Kadızadeliler hareketi (aynı FETÖ’cüler gibi), makamları ele geçirmeye başlayınca maskelerini indirip asıl yüzlerini göstermişlerdir. Özellikle günümüzde siyasal İslâm’ın gelişim dinamikleri ile arkalarındaki güçleri, dini kökenli örgütlerin işleyiş tarzını ve iktidarların dini yapılarla kurdukları yanlış bağların ne tür felaketlere zemin hazırlayabileceğini anlayabilme noktasında Kadızadeliler hareketinden ders almadığımızı 15 Temmuz 2016’da bir kez daha gördük.