Osmanlı Hanedanının Kayı Boyu masalı ve uydurulan tarih
bir dönemden sonra Saray’da ve devlet kademesinde de
hiçbir göreve getirmemiştir.
Buna türlü gerekçeler uydurulmuş,
yok başka bir soy ülkede büyümesin, yok başkaldırmasın…
Özellikle Yavuz Sultan Selim’den sonra ümmetçilik Saray’ın
siyasi politikası haline gelirken, Türkmen aşiretleri,
sürgünler ve çeşitli bahanelerle ortadan kaldırıldı.
Osmanlı’da padişah anneleri hep Müslümanlaştırılan yabancı kadınlardan oluştu,
yetmedi, Türkler söz sahibi olmak bir yana
Prof. Celal Şengör’ün de daha önce söylediği gibi
bir sömürge ahalisi olarak Anadolu’ya hapsedildi.
Tablo böyleyken nasıl Türklükten söz edilebilirdi ki…
Şimdi gelin geçmişe dönüp bunun hikâyesine bir göz atalım;
Türkistan, İran, Irak ve Suriye’yi istila eden Emir Timur,
önünden kaçıp Sultan Bayezid’e sığınan iki hükümdarın,
Karakoyunlu Yusuf ve Celayirli Ahmed’in kendisine gönderilmesini,
Padişah’ın oğullarından birinin rehine verilmesini ve
Doğu Anadolu’nun eski sahiplerine iadesini istedi.
Şartları kabul edilmeyen Timur, 1400’de Anadolu’ya girdi.
Sivas’ı alıp feci şekilde yağmaladı ama hesaplı hareket ederek Beyazid’in üzerine yürümedi.
Sultan Bayezid’in gurura kapılarak, Timur’a lazım gelen ehemmiyeti vermemesi,
askerliği derecesinde bir siyaset adamı olmadığını gösterir.
Savaş öncesi Timur, hasmını dolaştırarak yordu.
İki ordu 28 Temmuz 1402 tarihinde Ankara yakınlarındaki Çubuk ovasında karşılaştı.
Muharebenin sonunda, elinde balta ile dövüşürken atı sürçerek yere düşen Padişah, esir edildi.
İki oğlu Mustafa ve Musa da esirler arasındaydı.
Timur, Avrupa hükümdarlarına mektup gönderip,
kendilerini yenen adamı esir almasıyla övündü.
Asıl felaket, harbin kaybı değil; Padişah’ın esareti oldu.
Sultan Bayezid, bu acıklı hâle 7 ay dayanabildi.
Üzüntüden hastalandı.
3 Mart 1403’te Akşehir’de astım krizinden öldü.
İntihar ettiği ve zehirlendiği de rivayetler arasında.
Padişah, öldükten sonra dört oğlu arasında yaşanan taht kavgaları savaşa dönüştü.
1402 – 1413 yıllarını kapsayan döneme Fetret Devri adı verilir.
Bu da ayrı bir inceleme konusudur…
Gelelim asıl konu başlığına…
Osmanlıların Kayı boyundan geldikleri bilgisi onlara
devletin kuruluşundan 130 küsur yıl sonra gerekmiştir.
O ana dek böyle bir şeye hiç ihtiyaç duymadılar.
Çünkü bu zamana kadar onları tehdit edenlerden daha güçlüydüler.
Ancak, tarih kitaplarında pek anlatılmayan bir gerçek var ki;
2. Murad ölünceye kadar Timur’un oğlu Şahruh‘a bağlılıktan ayrılmamıştı.
Beyazıd vakasından sonra Osmanlı hükümdarı ne şekilde olursa olsun ikinci bir
Timur tehlikesi ile karşı karşıya gelmek istemiyor ve bu bakımdan
Timurlular ile arasında ihtilaf olmasına izin vermiyordu.
Bilmek gerekir, Timur kendini Cengiz Hanedanının damadı sayar.
Timur’un oğlu 2. Murat’ı küçük görür tehdit eder.
Hatta ona bir hilat gönderir.
Şahruh’dan korkan 2. Murat da o hilatı giyer.
İşte Türklük bu andan sonra Osmanlı hanedanına gerek oldu.
Tarihin kutbu olarak bilinen Prof. Dr. Halil İnalcık,
katıldığı bir canlı yayında durumu şöyle özetlemişti:
“O zaman Osmanlılar, oldukça kudretli bir devlet sahibi,
dediler; biz kendi neslimizi yüceltelim.
Yazıcızade Ali, Tevarihi Ali Selçuk’unda Osmanlıları
Oğuz Han’ın büyük oğlu Günhan’ın soyundan getiriyor.
Onun oğlu da Kayı’dır.
Osmanlı’yı Kayı kabilesine bağlayarak büyük Oğuzhan’ın neslinden geldiğini
Osmanlılar ispat etmek istemişlerdir.
Ancak bu, 2. Murad zamanındadır. (2. Murad Fatih’in babasıdır)
Bu Kayı nazariyesi tamamen masaldır ve siyasi bir maksatla yapılmıştır.
Osmanlı Hanedanı 1299 yılında değil 1302 yılında kurulduğu ve
Kayı teorisi Osmanlı Hanedanını yüceltmek için ortaya atılmış bir teoriden ibaret.”
İşte durumun özü bu, bir laf vardır hani;
“Tarihi dizilerden öğrenmek” yıllarca insanlara Osmanlı’yı Türk diye pazarladılar
Kayı boyundan geliyor gibi diziler yayınladılar…
Ayrıca, Paul Wittek de Osmanlı hanedanının
Kayı aşiretiyle ilgisi olmadığı tezini savunur;
“Osman’ı Oğuz Han’a bağlayan soy kütüğünün hanedan siyaseti etkisiyle
2. Murad döneminde ortaya çıktığını vurgular.
1380’lerde küçümseme amacıyla Kadı Burhâneddin,
Osman’ın bir kayıkçı oğlu (Kayıg boyu kelimesinden) olduğunu söylemiştir.
Timur, Yıldırım Bayezid’e bir mektubunda Osmanlı sultanına bir kayıkçı
Türkmen soyundan geldiği gerekçesiyle hakaret etmek istemiştir.”
Yani Osmanlı hanedanının menşei belli değildir.
Hani, bir kabileden, kendileri de söylüyor, bir aşiretten türeme.
Bu durum yine İnalcık’a göre Osman Gazi’nin Türk olmadığı anlamına gelmez.
Osman Gazi, bir Türk kabilesinin lideridir.
Ayrıca subaşı olarak uç bölgesinde Selçuklu döneminde kurulan
bir askeri teşkilatın da içindedir.
Halil İnalcık, Has Bağçede Ayş-u Tarab: Nedimler, Şairler, Mutribler kitabında
O dönemi şu şekilde anlatıyor:
“Timur, Anadolu’yu terk etmeden önce,
Osmanlı çelebiler dâhil küçük büyük tüm hanedan mensuplarına
yarlıglar vererek kendi egemenliği altında olduklarını bildirdi.
Bu arada, birer yarlıg ile Süleyman Çelebi’ye Rum-ili’ni,
Amasya bölgesini Çelebi Mehemmed’e tanıdı.
Mehemmed, Bursa’da darb olunan 806 (1403-1404) tarihli sikkesinde,
‘Muhammed b. Bayezid Han’ unvanıyla beraber
‘Demir Han Gürkan’ unvanlarını kullanarak,
Timur’un egemenliğini tanıdığını resmen ilan etmiş oldu.
Timur’un Anadolu’yu terk ettikten iki yıl sonra ölümü (1405) ve
ülkesinde vārisler arasında baş gösteren kargaşa yüzünden
Anadolu beyleri gerçekte bağımsız duruma geldi.
Şahruh (1404-1447) tahta sağlamca yerleşince,
Doğu Anadolu’ya seferlerinde babası Timur’un Anadolu’da kurduğu
statüyü geri getirmeye karar verdi, Osmanlıları tehdit etti.
Semerkand’da esir bulunan Osmanlı şehzadesi Mustafa’yı
Sultan Mehemmed’e (Fatih Sultan Mehmet) karşı gönderdi.
Yeni bir Timur istilasından korkan Sultan Mehemmed,
Şahruh’un tābi’i (fermān-ber) olduğunu bildirerek, fırtınayı savmak istedi.
Doğu Anadolu’yu istilâ edip Karakoyunluları cezalandıran Şahruh, duruma hākimdi.
2.Murad, Mustafa’ya karşı tehlikeli bir mücadeleden (1421-22) sonra
onu güçlükle bertaraf edebildi.
Şahruh, 1429’da büyük bir ordu ile Karakoyunlulara karşı tekrar Doğu Anadolu’da göründü.
Timur zamanında bağımsızlıklarını kazanan Türkmen hanedanları
Osmanlı’ya karşı kendisini beklediklerini bildirdiler.
2. Murad, ona karşı Memluk Sultanlığı, Karakoyunlular ve
Altın Orda ile diplomatik ilişkilere girerek ortak bir cephe kurmaya çalıştı.
Fakat sonunda, Şahruh’un ölümüne dek (1447) kendisine bağımlılığını tanıyarak
tehlikeyi uzaklaştırmaya çalıştı.”
Bu demek değil ki halk koca imparatorluk Türk değil, halk Türk değil.
Şöyle diyor Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı:
“Osmanlılar bağıra çağıra Türk milliyetçiliği yapmıyorlar.
‘Biz Türk’üz’ gibi şeyler söylemiyorlar gerçi ama Türkçe konuşuyorlar,
ordusunun esas unsuru Türklerden meydana geliyor ve
komuta kademesi de yine Türkçe konuşuyor.
Osmanlı İmparatorluğunun esas unsuru Türklerdir, dili Türkçedir,
ordusu Türk dilini kullanmayı ve bu karakteri benimsemeyi aralıksız sürdürmüştür.”
Şunları da bilmekte fayda olduğu düşüncesindeyim;
Solakzade Türk kimliğine pek değinmeden,
Osmanlı padişahlarını muzaffer bir İslam komutanı olarak tanıtır
ama sonunda yine de Osmanlı hanedanının soyunu Oğuz Han’a dayandırır.
Neşri, Türk tanımında özel bir yere oturur.
Nitekim Osmanlıların Türk olarak vurgulanmasını titizlikle takip eden yazar,
Türk kimliğini İslam bağlamı dışında tanımlar ve Horosan’a dayandırır.
Kemalpaşazade ise Türk ve Türkmen kimlik ayrımını yapar.
Kemalpaşazade, Karakoyunlu tebaası olan göçebe Türkleri, Türkmen,
Osmanlı içinde yaşayan yerleşikleri ise Türk olarak tanımlar.
“Âl-i Osman” yani Osman oğulları diye bilinen ve Söğüt bölgesinde küçük bir beylik kuran ailedir.
Bu aile, Türk’tür yani Türk milletin bir parçasıdır.
Kuruluş süreci, saray teşkilatı devreye girince yavaş yavaş atılmış;
yerine Sünni Şeriat anlayışı hâkim olmuştur.
Padişahlar, Türk ailelerin de beylik isteğiyle ortaya çıkmalarını önlemek için
Türk kızlarını eş olarak almamışlardır.
Türk korkusu yüzünden, Osmanlı ailesi Türkleri devlet organının dışına atmıştır.
Rıza Zelyut’a göre ise Türk karşıtlığı Fatih Sultan Mehmet zamanında başlatılmış,
torunu olan Yavuz Sultan Selim döneminde ise tam bir Türk düşmanlığına dönmüştür.
Böylece, devlet örgütündeki Türkler temizlenmiş;
kurucu millet Türk, kendi devletinin düşmanı gibi gösterilmiştir.
Benim çabamın sebebi de bir yer de bu durumdur.
Türklükten yüz çeviren Osmanlı’nın gerileme dönemine girmesi çok da uzun sürmemiştir.
Maya Türklüktür, şuanda da yapılmak istenen bu mayayı bozmaktır.
Dış göç, istila hareketleriyle, dini görünümlü art niyetli söylemlerle,
amaç açık ve net olarak Türklüğü hedef almaktır.
Türk milleti, Türk ulusu bu kâbustan uyanmalıdır