ORTADOĞU BATAKLIĞI ve TÜRKİYE
Dünya üzerinde bulunan en geniş “bataklık” Ortadoğu’da olsa gerek… Ya da bu bataklık rüzgarı Türkleri peşinden mi sürüklüyor? Bilinmez ! Son yıllardaki gelişmelere bakınca, Türkiye’nin maruz kaldığı haksızlıklar saymakla bitmez. Siyasi partiler hala kısır çekişmelerle uğraşı dursun, düşman açık ve net şekilde etrafımızı sarıyor. “Müttefik tehtidi” öyle küçümsenecek bir boyutta değil..
Ortadoğu, Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’nun yavaş yavaş parçalanması üzerine yeni bir sınırsal yapılanmaya gitti. Ortaya çıkan yeni Arap devletleri, Türkleri arkadan vurmalarının ödülünü, yıllar sürecek kan ve göz yaşıyla ödediler ve ödemeye devam ediyorlar. Lübnan, Suriye ve Irak’ın kuruluşu bölgenin kaderini de doğrudan etkiledi. Amin Maalouf, “Uygarlıkların Batışı” adlı eserinde bunu ayrıntılı şekilde değerlendirirken, Mısır’daki İngiliz istihbaratının ürünü olduğu öne sürülen İhvan Hareketi’ni başlangıç noktası olarak ele alıyor. Ancak ondan öncesi de var tabii. Dünya düzeninin yapılanmasında önemli rol oynayan gelişmeler. Mesela; İngilizler Filisti’i Osmanlı’dan almaya çalışırken, İngiliz Dışişleri BakanıArthur Balfour 2 Kasım 1917’de yayınladığı ünlü Balfour Bildirisi’nde Filistin’de Yahudiler için milli vatan kurma vaadinde bulundu. (Kudüs- Tarih.Din.Siyaset BEYT’ÜL MAKDİS : İLK ÇAĞLARDAN MODERN ZAMANLARA KISA BİR TARİH – Şerif Emin Ebu Şemmale – SETA) İsrail’in kuruluşu bundan sonra başladı. Bu bildiri, Filistin’in geleceğinin şekillendirilmesine açık bir işaret idi.
Alman Yahudisi olan Kral Mark’ın teoresyene olduğu marksizm, aynı yıllarda proleterya diktstörlüğü nidalarıyla Rus Çarlığı’nı devirmişti. Günümüzde bir anlamı kalmayan bu ideoloji, Yeni dünya düzeni ServerTanilli’nin UYGARLIK TARİHİ adlı eserinde belirttiği gibi: “ Marksizim, Batı’da 19. Yüzyılda belli iktisadi ve sosyal koşulların ortaya çıkardığı yeni bir dünya görüşüdür.”
İlerleyen tarihlerde Müslüman Kardeşler’in, diğer adıyla İhvan-ı Müslimin’ in kurucusu El Benna 12 Şubat 1949’da öldürülmüştü. Bu olay Ortadoğu’daki kıvılcımı ateşleyen olaylardan biri olmuştur. (Yıllar sonra ABD’de New York’ta ikiz kulelere düzenlenen saldırıda rol alan militanların Mısırlı İslamcı teröristler olduğunu hatırlayalım. ) Arapların kitlesel olarak komünist partiler şemsiyesi altına girmesinin bir tesatüf olamayacağına değinen Amin Maalouf, “ Irak komünist partisinin tarihsel liderinin Hristiyan, Suriye Komünist Partisi’nin tarihsel liderinin de Kürt olması bir raslantı değildir” derken; Avrupa ülkeleri ile Rusya’nın Yahudi Devleti’nin çoşkuyla karşılamasının da tesatüf olmadığını belirtiyor. Bir çelişkiler yumağı olan olan Ortadoğu ‘da, Mısır’ın sünni lideri olan Nasır’ın eşi, genç kızlık adıyla Tahia Kazem’ in Şii olması, mezhep kavgalarını rafa kaldırmış gibi görünüyordu. 1967 Savaşı’nın en büyük mağlubu belki de Nasır idi. Mısır, Suriye ve Ürdün hava kuvvetlerini bir anda yok eden İsrail en büyük toprak işgalini o dönemde gerçekleştirmişti.
Bunlara değinmemin nedeni, bölgenin bugünkü duruma hangi aşamalardan geldiği ve perde arkasındaki emperyalist güçlerin bağlantılarıdır. Çünkü biraz geriye döndüğümüzde, İsrail Devleti’nin başlangıç noktasının, Birinci Dünya Savaşı’nda galip İngilizler tarafından ünlü casus Albay Lawrance aracılığıyla Mekke Şerifi’ne vaad edilmiş Arap Krallığı’nı kurmaktan vazgeçmeleri olduğu kaydediliyor.
Emperyalizm Araplar’ı bir birine düşürerek stratejik emellerine ulaşıyorlardı. Filistililer’in (El – Fetih) Lüblan’a yerleşmesi ve bilahare Suriye’nin Lübnan’a girmesi, önem arz eden gelişmeler idi. Batı, bu olaylara zemin hazırlayarak Ortadoğu’ya adeta “ayar” veriyordu. İran’da 1979 Humeyni Devrimi, İngiltere’de Teacher’in iktidara gelişi ve ABD Başkanı Reagan ile birlikte hareket etmesi muhafazakar devrimin binek taşları olarak yorumlanıyor. Dünya tarihine yön veren bu olaylara, Çin’deki Komünist Partisi’ni Deng Xiaopin’in ele geçirmesi ile aynı yıllarda II. İoannes Paulius’un Papa seçilmesi yeni dünya düzeninin şekillenmesinde rol oynayan gelişmeler idi…
Vietnam ve Kamboçya savaşları ile Portekiz sömürgeinde bulunan beş Afrika ülkesinin bağımsız olması, binlerce Küba askerinin Angola’ya çıkışı; Sovyetler’in kendi sonunu hazırladığı Afganistan İşgali ( ki bazı görüşlere göre, ABD, Rusları bu işgale zorlamışlar, SSCB de bu tuzağa düşmüştür); ABD yönetimindeki muhafazakar görüşlerin güçlenmesi, Çin’in Vietnam’a müdahalesi dünya düzenini etkileyen gelişmeler olmuştur. Tabii, Soğuk Savaş dönemindeki marksist silahlı saldırıları da unutmamak gerekir. Mesela, Kızıl Tugaylar’ın kaçırdığı İtalyan Başbakan’ı Aldo Moro 16 Mayıs 1978’de öldürülmüştü.
Komünizmle mücadele eden CIA, Endenozya’da 500 bin kişinin komünist olduğu gerekçesiyle öldürülmesini planlamış, benzer bir suikast da İran da Dr. Musaddık öldürülmüştü. Bu oalaylarla ilgili gizli belgeler, günümüzde gün ışığına çıkmıştır. Tabii, 1979 önemli çalkantıların olduğu bir yıl idi. Pakistan eski başkanı Zülfükar Ali Butto, şeriat iteyen askerler tarafından, sosyalizmi getirecği bahanesiyle asıldı. Bu olaylar Ortadoğu’ya huzur vermemeyi hedeflemişti. Gelecek karanlık günlerin ayak sesleri idi. Humeyni’yle birlikte İranlılar ABD Büyükelçiliğini basıp çalışanları rehin alırken, Suudi Arabistan’da Mescid-i Haram işgal edildi. İki hafta süren ve 300 kişinin ölümüyle sonuçlanan olay sonrası 85 kişi de assılarak idam edildi. Ülkemizde de sağ-sol çatışmalarını yaşayan jenerasyondan gelen bir kişi olarak, tüm bunların, tartışmasız ABD tarafından nasıl organize edildiği gerçeğini görebiliyorum. Toplumları bir birine kırdıran güçler, teknolojinin bir değil, bir çok adım ötesine gitmekle meşgul idiler. Bu onların müthiş bir silahlı kuvvetlere sahip kılıyorsa, ekonomik yönden de refaha kavuşturuyordu.
Bu sıralarda NATO üyesi olan Türkiye, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle açık hedef haline geldiğini anlayıncaya kadar, “büyük patron” ne ister ise onu yapıyordu. (Kıbrıs Harekatı ve ambargoya karşı duruşlar gibi bazı karşı koymalar hariç.) Berlin Duvarı’nın da yıkılması, ABD’yi iki dünya savaşı ile soğuk savaştan galip çıkarmıştı. ABD, kimsenin erişemeyeceği teknolojik bir üstünlük sağlamıştı. Bu gücün şımarıklığı ile nefret duygularını Ortadoğu’ya saçmış, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ele geçirmek için sahte suçlamalarla işgallere başlamıştı.
İşte bu tarihi süreçle birlikte , savaşın o karanlık yüzü; kan ve acı Ortadoğu’nun kaderi olmuştur. Tarihin şu garip “cilvesine bakın ki “! Müttefik dediğimiz ABD, herkesin bildiği (tek tek belirtmeye gerek duymuyorum) tutum, davranış ve uygulamarla Türkiye’ye düşmanlık yapmaktadır. Adeta ilan edilmemiş bir savaş söz konusudur. Ona çanak tutan Fransa, Yunanistan ve Avusturya gibi ülkelerin önemi yoktur. Ancak, Kafkaslar, Doğu Akdeniz ve Libya gibi bölgelerdeki hareketliliğimizin bizi, Irak ve Suriye’de zora sokacağa benziyor. Emperyalizm, “ele avuca sığmayan” Türkleri kullanamayacağını , anlayınca her türlü melaneti yapacak; bundan cesaret alan batı ülkelerinin yanı sıra bazı Arap ülkeleri de (günümüzde örnekleri bulunan) karşımızda cephe alacaklardır.
Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin çok önemli döneminden geçmektedir. Şer güçler Batı’da ve Güney’de askeri üslerle etrafımızı sarmakta, devletcikler ile bağımsızlığımızı tehdit etmektedirler. Ekonomik ambargoların yeni planlamalrı yapılmaktadır. Bu arada Rusya ile iyi ilişkler sürdürülse de asla ne Ruslar’a ne de Acemler’e güvenilmemelidir. Türkiye, barışı temel prensip edinip, gücü doğrultusunda taviz vermeden ilişkilerini geliştirmek zorundadır. Bununla birlikte her an savaşa hazır olunmalıdır. Ülkeyi yöneten karar alıcıların böyle düşündüğünden kuşkum olmamasına karşın, bu konularda hala siyasi partiler arasında ki kısır çekişmeler, koltuk kavgaları milletin moral değerini düşürmektedir.
Bu yazıyı kaleme aldığım günlerde, Irak’ın Sincar bölgesini tamamen ele geçiren PKK, Suriye’deki kolu PYD’nin de (Amerikan silahlı takviyesiyle) Irak Devleti’ne başkaldırıyordu. Bu arada, Irak yönetimindeki ABD yanlısı bazı kesimlerinin de PKK’ya hoş görüyle baktığı gerçeğini untmayalım. Barzani kuvvetleri ile çıkar kavgası yüzünden zaman zaman çatışmaya giren terör örgütünün bölgeden temizlenmesi için Türkiye’nin nasıl bir çizgide ilerleyeceğini göreceğiz. İçinde bulunduğumuz konjektöre kakıldığında, ülkemiz her türlü saldırıya maruz kalabilir. Yunanistan uzlaşmaz tutumuyla eninde sonunda bizimle savaşacaktır. 2021 yılı savunma bütçesini durup dururken mi beş katına çıkardı? Gerçi Yunanistan ile olan problemlerimizin tek çözüm yolu savaştır. Böylece, Misak-ı Milli sınırlarımız içinde bulunan 12 Ada ile Batı Trakya’yı işgalden kurtarma şansımız doğacaktır…
Şahsi düşüncem şudur ki; Türkiye milli harp sanayi yönünden, her zaman kendini yetersiz hissederek, sürekli ilerlemelidir. Genç yaşlarda Ülkü Ocakları’nda okuduğumuz “Milli Harp Sanayi” adlı kitap beni etkilemiş, “daima kendi silahını kendisi yapan bir ülkenin ferdi olmanın hayaliyle yaşatmış” idi. Şükür şimdi bu konuda ciddi ilerleme var, ancak asla yeterli değildir. Ayakta kalmak, güçlü olmak istiyorsak; Türk milletini mutlu kılmak istiyorsak, gelecek nesillere güvenli bir yaşam vaad ediyorsak, hedef uzaydır !… Belki bazı çevrelere uçuk gelebilir ancak bu bir gerçektır. Atatürk, “istikbalin göklerde olduğunu” boşuna söylememiştir. Bu bağlamda değerlendirmemi, Nihal Atsız’ın şu sözleri ile bağlıyorum ;
“ Türk Milleti hiçbir şeyi kendi felsefesi ve kendi düşüncesiyle tartmadan körü körüne kabul etmez. Ancak yaygaralı yavelerle cemiyeti karıştıran ve bulandıran bezirgan ruhlu milletlerden değildir. Onda büyük ve çelik Türk sükunu ve kuvveti vardır.”