Necati DEMİR – Prof. Dr., Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü, Ankara/TÜRKİYE,
demir_necati@hotmail.com
Özet
Çepniler, Oğuz Türklerinin 24 boyundan birisidir. 1071’de yapılan Malazgirt Savaşı’ndan
sonra Çepni Türkmenlerinin ağırlıkta olduğu Dânişmendliler, Anadolu’nun kuzey bölgesinin fethini üzerine almış ve ilk olarak Sivas’ı başkent yapmışlardır. Başkent, daha sonra
Niksar’a taşınmıştır. Sivas ve Niksar çevresinde Çepniler ile ilgili yer isimlerinin çokluğu dikkat çekici durumdadır. Dânişmendliler yıkıldıktan sonra Çepni Türkmenleri Mesudiye’nin
Kale köyü merkez olmak üzere Hacıemiroğulları Beyliği’ni kurmuştur. Beylik merkezi daha
sonra Ordu ilinin 4 km kuzeyinde bulunan Eskipazar’a taşınmıştır. Mesudiye çevresinde kayaların üzerinde sık rastlanılan Çepni damgaları dikkate değerdir. Tarihî kaynaklarda beyliğin yöneticileri “Mir-i Çepniyan” olarak anılmaktadır. Fethettikleri Kürtün ve çevresi tahrir defterlerinde Vilayet-i Çepni olarak kaydedilmiştir. Hacı Bektaş Velî, bu bölgedeki Çepni Türkmenlerinin yerleşmesine yardımcı olmak ve onları dinî konularda aydınlatmak amacıyla Güvenç Abdal’ı, Kürtün’de bulunan Süme Kalesi’nin batısındaki Taşlıca köyüne göndermiştir. Bölgedeki Aleviler, hâlâ merkezi Ordu’nun Gürgentepe ilçesinde bulunan Güvenç Abdal Ocağı’na bağlıdır. Çepni Türkmenleri Ünye’nin batısından Vakfıkebir’e kadar olan bölgeye Hacıemiroğulları Beyliği zamanında yerleşmişlerdir. Çepni Türkmenlerinin kurduğu Hacıemiroğulları Beyliği, 1427’de Osmanlı Devleti’ne bağlanmış ve tarih sahnesinden çekilmiştir. Çepni Türkmenleri; 1461’de Trabzon’un fethi ile daha doğulara göçmüşler, Artvin sınırlarına kadar yer yer iskân etmişlerdir. Bölgede Çepni kültürü hâlâ canlıdır. Giresun’un doğusu ile Trabzon’a bağlı Şalpazarı ve Beşikdüzü ilçelerinde yaşayanlara hâlâ Çepniler denilmektedir. Bu yörenin giyiniş tarzı ve sözlü kültürü de Çepni kültürü olarak adlandırılmaktadır. Kayaların üzerindeki Çepni damgaları ve Çepni kilimleri bunlara ilave edilebilir.
Giriş
Çepniler, Oğuz Türklerinin 24 boyundan birisidir. Ağırlıklı olarak Orta Karadeniz Bölgesinde iskân eden Çepni Türkmenleri, köken olarak Dânişmendlilere dayanmaktadır. Dânişmendliler birinci dönem Anadolu Türk beyliklerinin en önemlilerindendir. 1071 yılında yapılan Malazgirt Savaşı’na katılmışlar, savaş zaferle sonuçlandıktan sonra Anadolu’nun kuzey bölgelerinin fethini üzerlerine almışlardır. Kısa bir süre içerisinde Orta Anadolu’yu fethetmişler, Sivas’ı devlet merkezi yapmışlar ve devletlerini buradan yönetmişlerdir.
Yazıcıoğlu Ali’nin Tevârih-i Âl-i Selçuk/Selçuk-nâme’sinde Çepnilerin
Özellikleri ve Çepni Damgası
Dânişmendli Beyliği’nin kurucusu Dânişmend Gazi, 1085 yılında bütün Orta Anadolu’ya hâkim olmuştur. Orta Anadolu’ya hâkim olduktan sonra kuzeydeki sınırları Trabzon Rum Devleti’ne dayanır. Bu devletle daha yakından mücadele edebilmek için devletin merkezini, Sivas’tan Niksar’a taşır. Dânişmendlilerin Karadeniz sahillerine inme mücadeleleri ve Karadeniz Bölgesi’ndeki faaliyetleri, Dânişmend Gazi zamanında başlamış ve Niksar’dan yönetilmiştir. Dânişmend Gazi, 1105 yılında Canik seferine çıkar. Amacı Trabzon Rum Devleti’ne son vermek, topraklarını geliştirerek sınırları güvenlik altına almak ve Karadeniz sahillerini Türk vatanı yapmaktır. Yolu, Niksar’dan bugünkü Aybastı istikametinedir. Trabzon Rum Devleti ve Gürcüler, bu seferi önceden haber alırlar ve günümüzde Perşembe Yaylası ismiyle bilinen bölgede pusu kurarlar. Dânişmend Gazi, ordusuyla beraber burada pusuya
düşer. Dânişmendli ordusunun tamamına yakını burada şehit olur. Dânişmend Gazi,
çok ağır bir şekilde yaralanır ve az sayıdaki arkadaşıyla Niksar’a döner. Burada şehit
olur. Arkadaşları onu buraya defnedip Tokat’a dönerler . Böylece Karadeniz sahillerine inme düşüncesi, Dânişmend Gazi döneminde gerçekleşemez. Dânişmendli ordusunun pusuya düştüğü Perşembe Yaylası’ndaki şehitlik hâlâ durmaktadır. Bölge insanı, bu mezarlığı çevirmiş ve buraya bir mescit inşa etmiştir. Mescidin hemen yanında bir anıt bulunmaktadır. Rivayetlere göre bu anıt, Dânişmend Gazi’nin yaralandığı ve kanının döküldüğü yere dikilmiştir. Dânişmend Gazi öldükten sonra yerine oğlu Melik Gazi geçer. O, öncelikle Anadolu içlerindeki mücadelelere önem verir. Daha sonra Karadeniz Bölgesi’nde fetihler başlar. 1129 ya da 1130 yılında, fazla zorlanmadan bu bölgenin hâkimi olan Kasianus (Cassianus)’dan bütün sahil kalelerini teslim alır (Turan, 1993: 170; Cahen, 1979: 107; Özaydın, 1992: 470).
Melik Gazi, 1134’te öldükten sonra Dânişmendlilerde taht kavgaları başlar. Sonunda Niksar ve çevresine, Melik Muhammed hâkim olur. Melik Muhammed, ilk olarak Anadolu’nun güneyinde sınırlarını genişletmek için çalışır. Onun meşguliyetinden istifade eden Bizans İmparatoru II. İoannes Komnenos (1118-1143), 1139-40 yıllarında Karadeniz sahillerini ele geçirir. Dânişmendlilerin başkenti Niksar’a saldırır (Cahen, 1979: 108). Fakat başarılı olamayarak perişan durumda kaçmak zorunda kalır. Türkler, onu sahile kadar izlerler (İsmail Hakkı ve Rıdvan Nafiz, 1928: 24). 1140-41 yıllarında Karadeniz Bölgesi’ni geri alırlar (Özaydın, 1992: 471). Melik Muhammed, 1142 yılında ölür. Yerine oğlu Zünnun geçer. Fakat amcası Yağı Basan Sivas’ta (Cahen, 1979: 112), bütün Dânişmendli bölgesinde hükümdarlığını ilan eder. Yağı Basan, iyi bir taktikle Bizans ve Trabzon Rumlarının sınırlarının birleştiği yerler olan Ünye, Bafra ve Samsun bölgelerine akınlar düzenleyerek buraları, 1157
yılında tekrar Türk topraklarına katar (Cahen, 1979: 112; İsmail Hakkı ve Rıdvan
Nafiz, 1992: 39). Daha sonra fetihlerini bu bölgede devam ettirir. Yer isimlerinden
anlaşıldığına göre Dânişmendliler, Mesudiye’de sınır kalesi yaptıktan sonra Karadeniz sahillerine doğru yavaş yavaş ilerlemeye başlamışlardır. Yine bu kale hareket merkezi olmak üzere doğu istikametine doğru Canik Dağları’nın tepelerinden yürümüşler, Gümüşhane’nin Torul ve Kürtün ilçelerine ulaşmışlardır. Zirveden aşağı müsait buldukları yerden yine sahile inmeye çalışmışlardır. Bunun en büyük delili, Giresun ile Trabzon arasındaki bölgenin sergilediği durumdur. Giresun’un doğu kısmı, Dânişmendliler döneminde Trabzon’un güneyinde yerleşmiş ağırlıklı nüfusa sahip Çepniler tarafından Türk topraklarına katılır. Onlar, “Kürtün’den hareket ederek Harşit Vadisi yolu ile Karadeniz’e erişmişler ve bu vadinin iki yanındaki güzel toprakları yurt edinmişlerdi” (Sümer, 1992a: 10).
Selçuklular, Dânişmendli Devleti’ni 1178 yılında yıkar ve onların topraklarına sahip olurlar. XIII. yüzyılın başlarında, bu devlet de yıkılır. 1335 yılında Moğol-İlhanlı devrinin sona ermesiyle Anadolu’da beylikler dönemi başlar. Moğollar döneminde var olan beylikler, onların gitmesiyle tamamen müstakil hareket etmeye başlarlar. Dânişmendlilerin topraklarının kuzey kısmında, iki beylik ortaya çıkar. Bunlar, Hacıemiroğulları Beyliği ve Taceddinoğulları Beyliği’dir.
Hacıemiroğulları Beyliği Türkmenleri, ağırlıklı olarak Selçukluların bölgeyi fetih için sınır boyuna yerleştirdiği Oğuzların Çepni boyuna mensuptur. Bu beylik 1301 yılında tarih sahnesinde görülmektedir. Fakat Hacı Bektaş Velî’nin (1209?- 1270/71) bu bölgedeki Çepni Türkmenlerinin yerleşmesine yardımcı olmak maksadıyla Güvenç Abdal’ı, Kürtün’de bulunan Süme Kalesi’nin batısındaki Taşlıca köyüne göndermesi dikkate alındığında, en geç 260’larda Çepni Türkmenlerinin Maçka’ya yaklaştıkları kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Çepni Türkmenlerinin çoğunlukta olduğu Hacıemiroğulları Beyliği; Orta Karadeniz Bölgesi’ni yani Ordu ve Giresun ilinin tamamı ile Tokat’ın kuzeyi, Samsun’un doğusu ve Trabzon’un batısını Müslüman Türklerin vatanı hâline getirirken müthiş bir fetih ve iskân politikası uygulamıştır. Öyle anlaşılmaktadır ki Çepni Türkmenleri / Hacıemiroğullarının kale bekçileri ve merkezî küçük kuvvetleri hariç bir ordusu olmamıştır. Onlar, tarım ve hayvancılıkla uğraşmış; savaş zamanında bir araya gelip ordularını oluşturmuşlardır. Türkler, ordu millettir. Halk, askerî birlikler gibi bölük bölük örgütlenmiş; fethettikleri yerlere bütün varlıklarıyla, ev halkıyla, ev eşyalarıyla, sürüleriyle bir bütün olarak yerleşmişlerdir. Dolayısıyla fethedilen yerleri, onlardan almak mümkün olamamıştır. Asıl fetih budur. Bu yöreyi fethederken her bölüğün yerleştiği bölge, ayrı bir idari birim yani köy olmuştur. Bu idari birimlerin bağlı olduğu merkezler, ilçe veya belde durumuna gelmiştir. Hacıemiroğulları Beyliği’nin fethettiği bölge, Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra idari yapılanmaya pek dokunulmamıştır. Köylerin, beldelerin ve ilçelerin çoğu günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Çepnilerin
fetihteki ikinci politikası; insan öldürmemek, insana kıymamak düşüncesi üzerine kurulmuştur. Yöre fethedilirken ilerleme çok yavaş olmuştur. Bunun sebebi, güneyden kuzeye inilirken belki de tek bir savaşın bile yapılmamasıdır. Yörenin yerli halkı,
çok büyük ihtimalle Hristiyan Türkler olan Kıpçak ve Peçenekler, Çepni Türkmenlerinden rahatsız oldukça bölgeden uzaklaşıp başka yörelere yerleşmiştir. Çepniler de kalabalık köyleri bölerek boşalan arazilere yerleştirmiştir. Osmanlı Döneminde tutulan tahrir defterlerinden anladığımıza göre, fetih tamamlandığında bu yörede gayrimüslim kalmamıştır. Bununla birlikte belki de tek bir insanın hayatına da kıyılmamıştır. Osmanlı Devleti’nin fethine kadar Mir Çepniyan olarak tarihe geçen Hacı Emir ve oğulları tarafından idare edilen bu beyliğin sınırları; 1403 yılında, Karadeniz sahilinde Vakfıkebir’in batısından Terme’ye kadar uzanıyordu. Terme’nin güneyinden Niksar’ın doğusuna çekilecek bir çizgi, beyliğin batı sınırını oluşturmaktaydı. Koyulhisar, Şebinkarahisar, Alucra, Şiran ve Torul’u dışarıda bırakacak şekilde, Şebinkarahisar’ın kuzeyinden Kürtün’e çekilecek bir hat (Kelkit Vadisi), beyliğin güney sınırını; oradan Vakfıkebir yakınlarına inen bir hat da beyliğin doğu sınırını
göstermekteydi. Beyliğin ilk başkentinin Mesudiye’ye bağlı Kale köyü olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonra başkentlerini, Ordu il merkezinin yaklaşık 4 km güneyinde yer alan Eskipazar’a taşımışlardır. Taşındıktan sonra bu yöreye Türklerde başkent anlamına gelen, Ordu adını vermişlerdir. Ordu ilinin adı, bu tarihî olaya dayanmaktadır. Hacıemiroğulları Beyliği’nin hızlı genişleyememesinin belki de en önemli sebebi, dünyanın pek çok ülkesinden dış destek alan Trabzon Devleti’nin hemen yanında yer almasıdır. Bir diğer unsur da coğrafyanın bu bölgede çok sarp olmasıdır.
Çepni Türkmenlerinin Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne İskânı
Selçuklu Devletinin dağılmasından sonra Çepni Türkmenleri tarafından kurulan Hacıemiroğulları Beyliği, köken bakımından Dânişmendlilere dayanmaktadır. Dânişmendliler ise ağırlıklı olarak, büyük bir ihtimalle, Oğuzların Çepni boyuna mensuptur. Zira Dânişmendlilerin ilk başkenti Sivas’ta, Çepnilere ait yer isimlerinin çokluğu hemen dikkat çekmektedir:
Ebu Bekr-i Tihranî, Kitab-ı Diyarbakiriyye’de (2001: 39) Kadı Burhaneddin’in hâkimiyet bölgesi içerisinde, Çepni adlı bir yer zikretmektedir. Çepni’nin, Sivas’ın kazalarından birisi olduğu tahmin edilmektedir. 1455 tarihli tahrir defterinde, Sivas’ın merkezine bağlı Çepni Viranı adlı bir köy bulunmaktadır (Bostan, 2002b: 305). Halaçoğlu (2009: 527)’nun tahrir defterlerinden hareketle tespitlerine göre 1519’da Sivas’ta Çepniler 341 hane ve 144 mücerret nüfusa sahiptir. 1520’de Sivas’a bağlı Yenice Çepni köyünde, 31 hane ve mücerretten oluşan bir nüfus yaşamaktadır (Bostan, 2002b: 305). 1530 tarihinde, Sivas’ta dört Çepni köyüne rastlanmıştır:
Çepni, Çepnicik, Çepnicik, Baş Çepni. 1530’da Sivas’ta, Çepni bölüğü adlı bir cemaatin yaşadığı da kaydedilmiştir (387 numaralı defter, 80). Osmanlı Döneminde, Sivas’ta Yeniil adlı bir yöre vardır. Yeniil, Sivas’ın güneyinde Mancılık, Gürün ve Hekimhan arasında yaşayan Türkmen oymaklarının adıdır. Yeniil’e mensup oymaklar arasında, Dil Çepni adlı bir oba da bulunmaktadır. 1574’te ağırlığı Yeniil olmak üzere Çepni Türkmenlerinin sayısı Sivas’ta şöyledir: 1527 hane ve 1396 mücerret (Halaçoğlu, 2009: 528, 530-533). Faruk Sümer (1991b: 3-11)’e göre, Çamlıbel’in batısında Çepnilerin yurdu bulunmaktadır. 1701 tarihli bir hükümden, Sivas Beylerbeyliği’ne bağlı Çepni-i Çunkar adıyla anılan bir kazanın olduğu anlaşılmaktadır (Bostan, 2002b: 305). Günümüzde Gemerek’e bağlı Çepni beldesi bulunmaktadır.
Dânişmendlilerin ikinci başkenti Niksar’da ise Çepnilerle ilgili bilgiler, diğer boylara göre daha çok öne çıkmaktadır: Çepnilere ait yer isimlerinin büyük bir çoğunluğu, Anadolu’nun kuzeyinde yoğunlaşmıştır. Türklerin Anadolu’da inşa ettiği ilk büyük eserlerden biri olan ve günümüze ulaşan Niksar Ulu Camii’nin 1145 yılında Çepnizâde Hasan Efendi tarafından yaptırılması ve yine Niksar’da Çepnibey ismiyle bir mahallenin bulunması, 1530 tarihli tahrir defterine Niksar’da Çepni Bey evlatları cemaatinden alınan vergilerin kaydedilmesi (387 numaralı defter, 550, 552), Niksar’ın hemen yanında Tozanlı (Almus)’da Diyar-ı Çepni mezrasının (387 numaralı defter, 447), İskefsir (Reşadiye)’de Çepni Yusuf karyesinin (387 numaralı defter, 604) bulunması önemli deliller olsa gerektir. Ayrıca Niksar Serenli beldesinde bir çeşme üzerinde Çepni damgası bulunmaktadır:
Suşehri Sarıyar Yaylası’nda
Taş Üzerinde Oğuz Boyları Damgaları
(Sağ alt köşede Çepni damgası)
Çeşme Üzerinde (en sağda
ve en solda) Çepni Damgası (Serenli
Beldesi-Niksar)
Trabzon Rumları, 1277’de Çepni Türkmenlerinin elinde bulunan Sinop’a denizden saldırıda bulunurlar. Çepni Türkmenlerinin, Rumları yenilgiye uğrattığını kaynaklardan öğrenmekteyiz (İbn Bibi, 1996: 238-239). Bu savunmaya katılan Çepnilerin, Hacıemiroğulları ile ilgisinin olup olmadığı bilinememektedir. Fakat bu bölgeye yaşayan Türklerin daha sonraki yıllarda Ünye tarafına doğru kaydıkları ve Bayram Bey’in idaresine girdikleri tahmin edilmektedir (Sümer, 1991b: 7). 1591’de Bayburt sancağı Kelkid nahiyesi Çepni karyesinde Çepni Türkmenleri 14 hanedir (Halaçoğlu, 2009: 532). 1455 yılında kaleme alınan tahrir defterine göre, Ordu sınırları içerisinde Çepnilere ait dört yer ismi bulunmaktadır: Hapsaman (Gölköy)’da Çepni karyesi, Satılmış-Bayram (Perşembe)’da Çepni karyesi, Karye-i Çepnilü’de
Çepniköy, Bölük-i Geriş-i Alibeğce’de Çepnilü karyesi (Yediyıldız, 1992: 619). 1530’da Alibeğce (Ordu-Kabadüz ilçesi)’de Çepnilü karyesi, Satılmış-ı Bayram (Perşembe ilçesi)’da Çepni karyesi, Yusuf-ı Küçük karyesinde (Aybastıya bağlı Elbey köyünde) Çepnilü mezrası (387 numaralı defter, 114) kayıtlıdır. Bunlardan Habsamana’ya bağlı Çepni karyesinde yaşayan iki kişinin adının Bayram veled-i Mehmed Çepni ve Yusuf veled-i Ahmed Çepni olması dikkat çekicidir. Yapılan alan araştırmaları sırasında Mesudiye ilçesinin köylerinde kaya üstlerinde Çepni damgalarına sık sık rastlanmaktadır:
1530 tarihli tahrir defterine göre Amasya’ya bağlı Ladik ilçesinde Çepni karyesi (387 numaralı defter, 368), Çorum’un Osmancık nahiyesinde Çepni karyesi ve Çepni divanı (387 numaralı defter, 108), Samsun kazasında Çepni mezrası (387 numaralı defter, 663) yer almaktadır. Osmanlı Döneminde kaleme alınan tahrir defterlerinde Giresun’dan Vakfıkabir’e kadar olan bölge Vilayet-i Çepni / Çepni Eli olarak adlandırılmıştır (Sümer, 1991b: 13-18). 1530’da kaleme alınan tahrir defterinde 2 Çepni cemaatinden alınan vergiler kaydedilmiştir (387 numaralı defter, 762, 763). Halaçoğlu (2009: 537)’nun tahrir defterlerinden tespitlerine göre 17. yüzyılda Trabzon’un Çepni ve Kürtün kazalarında 4874 hane ve 545 mücerret Çepni Türkmeni yaşamaktadır. 1553-54 yıllarındaki kayıtlara göre Giresun ve Kürtün kazasındaki Çepniler 5285 hane ve 892 mücerrettir (Halaçoğlu, 2009: 527).
Çepni Türkmenlerinin Kurduğu Hacıemiroğulları Beyliği
Hacıemiroğulları, Ordu ilinin tamamı, Giresun’un kuzey bölümü, Samsun’un doğusu, Tokat’ın kuzeyi ve Trabzon’un batısında hüküm sürmüş, Orta Karadeniz Bölgesi’nin büyük bir bölümünü Türk vatanı yapmış Türk beyliğidir. Bu beylik Türkmenleri, ağırlıklı olarak Selçukluların bölgeyi fetih için sınır boyuna yerleştirdiği Oğuzların Çepni boyuna mensuptur. Beylik; bazı kaynaklara göre Bayram Bey (Sümer, 1992: 3), bazı kaynaklara göre de Bayram Bey’in oğlu Hacı Emir İbrahimBey (Yücel, 1983: 89) tarafından kurulmuştur. Hakkında derli toplu herhangi bir kaynak yoktur. İlgili bilgiler; çevre beyliklerin kısmen yazılmış tarihleri, Trabzon Devleti saray tarihinin kaydedilen bölümleri, Trabzon (Giresun) ve Ordu ili tahrir defterleri, günümüze ulaşabilen tarihî eserler ve sözlü rivayetlerden elde edilebilmektedir. Son derece sınırlı olan bilgiler, bu beylik hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olmamızı engellemektedir. Hacıemiroğullarının ataları Dânişmendliler, Malazgirt Savaşı’ndan (1071) hemen sonra tarih sahnesinde yer almışlardır. İlk fethettikleri yerler Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat, Kayseri, Malatya, Gümüşhane ve çevresidir. Ağırlıklı olarak Orta Anadolu’da yerleşmiş olmakla beraber, Türkiye’nin kuzeyinde de mücadeleler vermişlerdir. Bu bölgede etkili olabilmek için başkentlerini Sivas’tan Niksar’a taşımışlardır. Dânişmend Gazi tarafından bazı yörelerde Karadeniz sahillerine yaklaşılmış , zaman zaman da geri çekilmek zorunda kalınmıştır. Dânişmendliler, Mesudiye’nin 6 km kuzeydoğusunda bir sınır kalesi yapıp yöredeki sınırları bu kale vasıtasıyla kontrol etmişlerdir. Anadolu Selçukluları, 1178 yılında bu beyliğin varlığına son vermiştir. Dânişmendli topraklarında yaşayan Çepnilerin bir bölümü, Selçuklular tarafından Çanakkale ve Balıkesir civarında iskân ettirilmiştir. Burada iskân ettirilenler, daha sonra Karasıoğulları Beyliği’ni kurmuştur (Uzunçarşılı, 1988: 96-103).
Çepnilerin/Hacıemiroğulları Beyliği’nin İlk Merkezi-Mesudiye Kaleköy Kalesi
Dânişmendlilerin Orta Karadeniz Bölgesi’ndeki mirasçıları olan Çepni Türkmenleri, bu yörede iki beylik kurmuştur. Bunların biri, Dânişmendlilerin de merkezi olan Niksar’da kurulan Taceddinoğulları Beyliği (Uzunçarşılı, 1988: 152-152); diğeri ise merkezi Dânişmendlilerin sınır kalesinin bulunduğu Mesudiye Kale köyde teşkilatlanan Hacıemiroğulları Beyliği’dir (Demir, 2007). Çepni Türkmenlerinin Karadeniz Bölgesi’ndeki bir diğer faaliyetini Trabzonlu tarihçilerden öğrenmekteyiz. Trabzon tarihçilerinin verdiği bilgiye göre; 1284’te, Trabzon Devleti’nin tahtına Manuel’in kızı Kaloioannes Komnen ikinci kez geçer. Toplam 18 yıl tahtta kalan Kaloioannes Komnenos zamanında Çepni Türkmenleri, Halidya (Ordu ili ve yöresi)’yı ele geçirir ve öyle yıkıntı meydana getirirler ki her taraf harabeye döner (Bryer, 1980: 143-148; Hahanov, 2004: 66). Kaloioannes Komnen 16.8.1297’de öldüğüne göre, onun tahta ilk kez geçişi, 1279 veya daha öncesidir. Dolayısıyla Çepni Türkmenleri, 1270’li yıllarda sahile inmiş olmalıdır.
Ancak bu dönemde Çepni Türkmenlerini/Hacıemiroğulları Beyliği’ni kimin idare
ettiğini ve Türk ordusuna kimin komutanlık yaptığını bilememekteyiz. Hacıemiroğulları Beyliği’nin tarih sahnesinde olduğunu gösteren belgeler, 1301 yılından başlamaktadır. Fakat Hacı Bektaş Velî (1209?-1270/71), bu bölgedeki Çepni Türkmenlerinin yerleşmesine yardımcı olmak amacıyla en yakın dostlarından birisi olan Güvenç Abdal’ı, Kürtün’de bulunan Süme Kalesi’nin batısındaki Taşlıca köyüne göndermiştir (Noyan, 1995: 23-25). Bu durum dikkate alındığında, Çepni Türkmenlerinin en geç 1260’larda Maçka’ya yaklaştıkları kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Fotoğraf : Güvenç Abdal’ın Yerleştiği Kürtün-Taşlıca Köyü
Çepnilerin 1297’de Ünye’yi fethettiği ve doğuya doğru ilerleyerek Trabzon’a akın düzenledikleri bilinenler arasındadır (Yediyıldız, 2000: 39). 1301’de, Emiroğullarının beyi olarak Kuştoğan’ı tarih sahnesinde görmekteyiz.
2.1. Kuştoğan Bey Döneminde Çepni Türkmenleri/Hacıemiroğulları
Beyliği:
Çepni Beyi Kuştoğan Bey hakkındaki bilgilerimiz, son derece sınırlıdır. Trabzon Devleti Tekfuru II. Aleksios, 1301 yılı eylül ayında Giresun’da Türkler üzerine saldırır ve Giresun’u ele geçirir. Bu saldırıda çok sayıda Türk’ün öldüğü de bize ulaşan bilgiler arasındadır (Bryer, 1980: 142, 180; Hahanov, 2004: 66). Panaretos, Giresun’da Trabzon güçlerine karşı savaşan beyin adını Κουστουγάν (Koustouganes) olarak kaydetmiştir. Araştırmacılar, bu şahsın ismini okuyamamıştır. Bryer, Küçük Ağa olabileceğini belirtmiştir . Bu Çepni Beyi’nin adı, Kuştoğan olmalıdır. Giresun il merkezinin 36 km, Dereli ilçesinin 4 km kuzeyinde Kuşdoğan Kalesi bulunmaktadır. Kuşdoğan Kalesi’nin bulunduğu köyün adı, 1515 ve 1530 tarihli tahrir defterlerinde Karye-i Kuştoğan olarak kaydedilmiştir (387 nolu Defter, 1997:
750). Ayrıca Bulancak’ın 5.5 km kuzeyinde, Kuştoğan köyü (günümüzde Kuşluhan)
yer almaktadır. Bu bilgiler, 1301 yılından önce Giresun il merkezinde ve çevresinde
Çepni Türkmenlerinin hakim olduğunu tartışmasız bir biçimde ortaya koymaktadır. 1455 tarihli tahrir defterinde, Niyabet-i Hafsamana’da (günümüzde Gölköyilçesi) Kuşdoğan köyü (günümüzde Gölköy’e bağlı Kuşluvan mahallesi); Nahiye-i Niyâbet-i Geriş-i İhtiyar’da Kuştoğan karyesi (günümüzde Tepeköy’ün mahallesi) (Yediyıldız ve Üstün, 1992: 123,237); Canik sancağı, Satılmış nahiyesinde Kuştoğan karyesi (günümüzde Ünye’ye bağlı köy) kayıtlıdır (Öz, 1999: 196). Bu isimler, küçük değişikliklerle günümüze kadar ulaşmıştır.
Adı geçen yer isimleri, çok büyük bir ihtimalle Kuştoğan Bey ile ilgilidir. Öyle anlaşılmaktadır ki Kuştoğan Bey’in etki alanı, 1301’den çok önceleri Ünye’den Giresun’un doğusuna kadar uzanmaktadır. Diğer dikkat çekici bir durum ise Kuştoğan adlı köylerin sahile çok yakın olmasıdır. Hacıemiroğullarının bölgeyi fethinin güneyden kuzeye ya da iç kısımlardan Karadeniz’e doğru olduğu dikkate alınırsa, 1300’lerden çok önce Çepni Türkmenlerinin sahile indiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Kuştoğan Bey’in doğum ve ölüm tarihi ile türbesinin nerede olduğu belli değildir. Hakkındaki tek bilgi, Trabzon Devleti Tekfuru II. Aleksios ile 1301’de Giresun’da savaşmış olmasıdır. Kuştoğan Bey’in türbesi, çok büyük bir ihtimalle,
Mesudiye ilçesine bağlı Kale köyündeki harap durumda bulunan kümbetlerden biridir.
2.2. Satılmış Bey Döneminde Çepni Türkmenleri/Hacıemiroğulları
Beyliği
Osmanlılar Döneminde tutulan tahrir defterlerinden anladığımıza göre, Kuştoğan’dan sonra Orta Karadeniz’de yaşayan beyliğin başında bulunan kişi, çok büyük bir ihtimalle Satılmış Bey’dir.
Tahrir defterlerinden anlaşıldığına göre, şimdiki Ünye’den Ordu merkez ilçeye kadar olan bölge, Satılmış Bey zamanında fethedilmiştir. Zira 1455’te tutulan tahrir defterinde, Canik sancağı içerisinde doksanın üzerinde köye sahip Satılmış-ı Mezid kazası bulunmaktadır. Bu kazanın sınırları içerisinde, günümüzde Ünye’ye bağlı Erenyurt beldesi yakınlarında Ordu köyü dikkatleri çekmektedir. Ordu köyü ile burada bulunan ve günümüze yıkılmadan ulaşabilen Çakmaklı Kalesi, Satılmış-ı Mezid nahiyesinin merkezi olmalıdır. Yörede subaşılık yapan Bayezıd Bey, XV. ve XVI. yüzyıllarda Ordu köyü ve çevresinde yaşamıştır (Öz, 1999: 29-31).
Perşembe ilçesine bağlı köyler ile Ordu merkez ilçeye bağlı Kızılhisar, Uzunmusa, Mübarek, Işıklı köylerinin de Satılmış Bey tarafından Türk topraklarına katıldığı tahmin edilmektedir. Bu yörenin adı, Vilâyet-i Satılmış ve Bayramlı’dır. Tahrir defterlerindeki kayıtlardan, Satılmış Bey’in iki oğlu olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan birinin adı Mezid Bey, diğerininki de Satılmış Bey’dir.
2.3. Bayram Bey Döneminde Çepni Türkmenleri/Hacıemiroğulları
Beyliği
İlhanlıların yıkılmasından sonra, alt yapısı hazır olan Hacıemiroğulları Beyliği’nin temelinin Bayram Bey tarafından atıldığı, hatta beyliğin onun tarafından kurulduğu ve teşkilatlandırıldığı görülmektedir. Bazı tarihî kaynaklarda, Bayramoğulları Beyliği (Sümer, 1992a: 241-244) olarak geçmesinin sebebi budur.
Bayram Bey’in başarılı bir asker, etkili bir yönetici olduğu anlaşılmaktadır.
1455 yılında tutulan Ordu ve yöresi tahrir defterinin ismi Vilayet-i Bayramlu me’a
İskefsir ve Milas’tır (Yediyıldız ve Üstün, 1992). Bu, yörenin isminin Bayram ili /
memleketi olduğu anlamına gelmektedir. Bugünkü Perşembe ilçesinin eski ismi,
Niyabet-i Satılmış-ı Bayram’dır. Yine bu defterde; Bayram Dânişmend, Bayram Gazi,
Bayram Gazilü, Bayramşah, Bayramşah-ı Küçük, Bayramlu isimli köyler mevcuttur.
Giresun’un doğusunda yer alan Vilayet-i Çepni’ye ait 1515 yılında tutulan tahrir
defterinde de Bayramoğlu isimli bir nahiye bulunmaktadır (Trabzon Sancağı Defteri, 1515: 496-694). Bütün bu yer isimleri, büyük ihtimalle Bayram Bey ile ilgilidir.
Bayram Bey döneminde Hacıemiroğullarının akınları, sürekli devam etmiş; Çepni
Türkmenleri, Mesudiye’den doğuya ve kuzeye doğru ilerleyerek uygun yerlerde
iskân etmiştir. Türkmenler; fırsat buldukça Melet Irmağı, Bolaman Irmağı, Aksu Irmağı, Harşit Irmağı vadilerinden sahile doğru yerleşerek ilerlemişler, uygun yerleri
yurt tutmuşlardır. Dolayısıyla Orta Doğu Karadeniz Bölgesi’nin fethi sırasında büyük mücadeleler, Canik Dağları’nın zirvesinde gerçekleşmiştir. Canik Dağları’nın
kuzeyinde, Trabzon’a yapılan seferler hariç, büyük savaşlar olmamış, ordu biçiminde teşkilâtlanmış Çepni Türkmenleri, bölgeye yerleşerek fethetmiştir.
Çepni Türkmenleri, Mesudiye’den hareket ederek Doğu Karadeniz
Dağları’nın zirvesinden doğuya doğru sık sık akınlar düzenlemişlerdir. Bu dağlar
üzerinde bulunan, ne zamandan ve kimlerden kaldığı belli olmayan çok sayıdaki
toplu mezar, muhtemelen yörede yüzyıllar boyunca süren mücadelelerden kalmadır. Bayram Bey, 2 Ekim 1313’te Trabzonlulara ait bir pazar yerini Maçka’da basmış, hayvan saklanan bir barınağı talan ve zapt etmiştir (Bryer, 1980: 143; Tellioğlu, 2003: 64). Baskın yapılan pazar yerinin Maçka’nın neresinde olduğu ile ilgili bir bilgi yoktur.
Bayram Bey’in Maçka’yı basıp yağmalaması, aslında pek çok bilinmeyene ışık
tutmaktadır. Yukarıda da söylendiği gibi Hacıemiroğulları Beyliği, Mesudiye’nin
Kale köyündeki kalede kurulmuştur. Buradan kuzeye ve doğuya doğru akınlar yaparak ve nüfus yerleştirerek topraklarını genişletmiştir. Batıya doğru ilerlemelerinde, zorunlu olarak Canik Dağları’nın kuzeyini takip etmişlerdir. Zira Mesudiye’den sonra 2434 m yükseklik ile İğdiz Dağı, 2935 m yükseklik ile Karağöl Dağı, 2246 m yükseklik ile Kavaklık Tepesi, 2747 m yükseklik ile Avşar Tepesi, 2603 m yükseklik ile Ziyaret Tepesi, 2701 m yükseklik ile Erimez Tepesi, 2492 m yükseklik ile Kabak Tepesi, 2826 m yükseklik ile Alibaba Tepesi, 2384 m yükseklik ile Alunca Tepesi bu beyliğin güney sınırını doğal kale surları gibi çevrelemektedir.
Hacıemiroğulları Beyliği’nin Canik Dağları’nın güneyinde kalan komşuları;
Akkoyunlular13 , Erzincan Emirliği ve Şebinkarahisar Emirliği ile aralarında olumlu
ya da olumsuz bir olayın tarihî kayıtlara aksetmemesi, Mesudiye’den başlayıp Kürtün yakınlarına kadar herhangi bir geçidin bulunmamasından kaynaklanmış olsa
gerektir14. O tarihlerden günümüze, bu çizgiden kuzeye inen sadece Şebinkarahisar-Giresun karayolu yapılabilmiştir. Bu yol, ancak 2603 m yükseklikteki Ziyaret
Tepesi’nden geçirilebilmiştir.
Hacıemiroğulları, çoğunlukla hayvancılıkla uğraşan bir nüfusa sahip olmalıdır. Zira onların ilk yerleştikleri yer olan Mesudiye, tarım için çok elverişli bir yöre değildir. Yarı göçebe Çepni Türkmenleri, Canik Dağları’nın zirvelerinden yaylalar boyunca doğuya doğru ilerlemişlerdir. Yörenin keskin çizgilere sahip dik yamaçlarında, uygun geçitleri bularak Maçka’nın yakınlarına kadar ilerleyebilmişlerdir. Bu, bir milletin coğrafyaya uyumunun güzel bir örneğidir.
Trabzon Devleti ise Çepnilerin ilerleyişini durdurabilmenin bir yolunu bulamamıştır. Trabzon Tekfuru, 1204’te devlet kurduktan yaklaşık 10 yıl sonra yarı göçebe Çepnileri, devlet merkezinde bulunan devlet başkanı sarayının penceresinden görmeye başlamıştır. Canik Dağları’nın kuzeyinden, doğuya doğru tepeler üzerinden ilerleyen yolun iki çıkış noktası bulunmaktadır. Bunlar, Kürtün yakınlarından Harşit Irmağı’na karışan Yukarı Kürtün Deresi ve Çizere Deresi’dir. Bu iki derenin Harşit Irmağı’na dökülen noktalarına yakın yerlerde, “Demirkapı” adıyla bilinen yöreler bulunmaktadır. Öyle anlaşılmaktadır ki Trabzonlular, Türk akınlarını durdurabilmek için Yukarı Kürtün Deresi ve Çizere Deresi’nin girişlerine demirden engeller koymaya çalışmışlar. Ancak Türk akınlarını durdurmada başarılı olamadıkları
açıktır.
Harşit Irmağı’nın doğu tarafında da çok sert çizgiye sahip dağ ve tepeler sıralanmıştır. Torul’un kuzeyinde kalan Budak köyü ile Giresun’a bağlı Doğankent ilçesinin Güdül köyü arasındaki yaklaşık 60 km’lik çizgiden Maçka tarafına geçilebilecek
tek geçit, Seyit Ali Deresi veya bir başka isimle Süme Deresi’dir. Bayram Bey, bu doğal
yüksek tepeler sayesinde cephe gerisindeki güvenliği kolay sağlamış; fırsat buldukça
batıdan doğuya, güneyden kuzeye doğru sürekli akınlar düzenlemiştir.
Bayram Bey, 2 Ekim 1313’te Maçka’ya akın yaparken mutlaka Süme
Deresi’nden geçmiş olmalıdır. Yaptığımız alan araştırmalarında başka bir geçit yolu
olup olmadığı konusu üzerinde özellikle durduk. Ancak Maçka’ya geçilebilecek başka bir geçit tespit edemedik.
Tek geçidin Süme Deresi olması, daha başka konuları da aydınlığa kavuşturmaktadır. Süme Deresi, Özkürtün ile Kürtün arasından batıya akarak Harşit Irmağı’na karışmaktadır. Süme Deresi vadisinde, Harşit Irmağı’ndan 2.8 km uzaklıkta Süme Kalesi bulunmaktadır. Süme Vadisi’ni kontrol amacıyla inşa edildiği anlaşılan Süme Kalesi, çevreye hâkim doğal bir kaya üzerindedir. Bayram Bey bu akını yaparken Süme Kalesi, Hacıemiroğulları Beyliği’nin eline geçmiş olmalıdır.
Süme Deresi Vadisi ve Süme
Kalesi (Kürtün)
Hacı Bektaş-ı Veli, en güvendiği dostlarından birisi olan Güvenç Abdal’ı 1260’lı yılarda Kürtün’e göndermiştir. Güvenç Abdal, Süme Deresi’nin yaklaşık 10 km kuzeyine, stratejik bir noktaya yerleşmiştir. Güvenç Abdal’ın yerleştiği geçidin adı, Güvende Kapısı olup bu isim günümüze kadar ulaşmıştır.
Güvenç Abdal’ın Süme Kalesi’ni arkadaşları ile birlikte fethettiği ve buraya askerler yerleştirdiği halk arasında hâlâ anlatılmaktadır16. Süme Kalesi’ni eline geçiren
Çepni Türkmenlerinin 1313’ten sonra da sık sık Maçka ve Trabzon’a akınlar düzenlediği anlaşılmaktadır. Çepni Türkmenleri, akınlar yaparken Mesudiye’den hareket
etmişlerdir. Daha sonra Canik Dağları ve Doğu Karadeniz Dağları’ndaki yaylalardan
geçip Yukarı Kürtün Deresi ve Çizere Deresi’nden Kürtün’e inmiş, oradan da Süme
Vadisi’nden Maçka ve Kadırga Yaylası’na geçmiş olmalıdırlar. Öyle anlaşılmaktadır
ki Maçka’ya baskın yapıldıktan sonra geri dönülmüştür. Ancak Kadırga Yaylası’ndan
kuzeye doğru inen Çepni Türkmenleri; Şalpazarı, Vakfıkebir, Beşikdüzü, Eynesil,
Görele ve Çanakçı’yı Hacıemiroğulları Beyliği’nin sınırlarına dâhil etmişlerdir. Haziran 1319’da Sinoplu Türkmenler, Trabzon’u kuşatırlar ve Trabzon’da büyük bir yangın çıkarırlar. Bu yangında Trabzon şehrindeki bütün evler yanar (Hahanov, 2004: 67). Bayram Bey; Ağustos 1332 yılında, 18 yaşında hâkimiyeti eline alıp 8 ay tahtta kalan II. Manuel zamanında da Maçka’ya bağlı Hamsiköy’e (Palaiomatzoka) kadar gitmiş, fakat büyük kayıplar vererek geri dönmek zorunda kalmıştır. Bu akında Türklere ait çok sayıda at, Trabzonluların eline geçmiştir (Bryer, 1980: 144; Hahanov, 2004: 67; Tellioğlu, 2003: 64). 1335-36’da, İlhanlılarda iç savaş başlamış; bunun üzerine Anadolu’nun her tarafında Türkler serbest kalmıştır. Bunun sonucunda, beylikler bağımsız hâle gelmiştir.
Panaretos’un aldığı kayıtlara göre, Çepni Türkmenlerinin bilinen faaliyetlerinden biri de 29 Haziran 1348’de Trabzon’a yapılan saldırıdır. Erzincan Valisi Gıyaseddin Ahi Ayna Bey17, Bayburt Valisi Mehmed Rikabdâr18, Akkoyunlu Beyi Turali Bey19, Suriye’deki Türkmen beylerinden Bozdoğan Bey ve Çepni Türkmenleri Trabzon’u üç gün kuşatmışlar, bu şehri alamadıkları gibi kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kalmışlardır. 27 Kasım 1355’te Trabzon Tekfuru ve saray ahalisi, Cheriana (Gümüşhane’ye bağlı Şiran ilçesi)’ya sefere çıkar. Onlar, yolda Türklere rastlarlar. Dört yüze yakın asker kayıp vererek geri dönmek zorunda kalır (Hahanov, 2004: 77; Tellioğlu, 2003: 66). Trabzonluların Şiran’a giderken Türklerle nerede karşılaştıkları ve hangi beyliğin askerleri oldukları konusunda bilgi verilmemiştir.
1355’te bu çevreye, Akkoyunlular ve Çepni Türkmenleri hâkimdir.
19 Aralık 1356’da Tekfur III. Aleksius ile saray ahalisi, Trabzon’dan hareket eder. Giresun’da yeni yılı kutlarlar. Oradan Hz. İsa’nın doğuşunu kutlamak için Iazon (Perşembe ilçesine bağlı Yosunburnu)’a gelirler. Burada, hangi sebeple tutuklandığı veya esir edildiği bilinmeyen 14 Türk’ü idam ederler. Aslında bu şaşılacak bir durumdur. Zira Çepni Türkmenlerinin sahile indikleri ve bu tarihten yaklaşık 60 yıl önce, Yosunburnu ve Giresun civarını fethettikleri bilinmektedir. Olaylardan şu anlaşılmaktadır: Trabzon Devleti, tarihin hiçbir döneminde, Trabzon Değirmendere Vadisi hariç, Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nin iç kesimlerinde söz sahibi olamamıştır. Trabzon Devleti’nin hâkimiyeti, tamamıyla denize çıkıntısı bulunan
doğal limanlardır. İç kesimlerde ise hiçbir zaman, hiçbir noktada hâkimiyetleri tespit edilememiştir. Bayram Bey’in ne zaman öldüğü belli değildir. Fakat 19 Aralık 1356’da sağ olduğunu, 13 Kasım 1357’den önce ise yerine oğlu Hacı Emir İbrahim Bey’in geçtiğini dikkate alırsak 1357’nin ilk aylarında öldüğünü söyleyebiliriz. Bayram Bey’in türbesi, büyük bir ihtimalle, Mesudiye ilçesine bağlı Kale köydeki harap durumda bulunan kümbetlerin birinde olmalıdır.
Hacıemiroğulları
Beyliği’nin İlk Merkezinde Mezar Taşı
(Kaleköy-Mesudiye)
Osmanlı Devleti zamanında, Ordu ili ve yöresi hakkında 1455 yılında tutulan
tahrir defterinin adı, Suret-i Derfter-i Mufassal-ı Canik-i Bayramlu me’a İskefsir ve
Milas’tır (Yediyıldız ve Üstün, 1992). Bu defter; Bölük-i Geriş-i Bucak (Ordu il merkezi ve çevresi), Bölük-i Niyâbet-i Ordu (Eskipazar), Bölük-i Bedirli (Ordu il merkezine bağlı bölge), Bölük-i Seydi Ali Kethuda (Bulancak yöresi), Bölük-i Davud Kethuda (Bulancak yöresi), Divan-ı Elmalu tâbi-i Bendehor (Bulancak yöresi), Bölük-i Geriş-i Alibeğce (Ordu’ya bağlı Kabadüz ilçesi), Nahiye-i Niyâbet-i Fermûde (Ordu’ya bağlı Uzunisa beldesinin bir bölümü), Niyâbet-i Hafsamana (Ordu’a bağlı Gölköy ilçesi), Bölük-i Fidaverende (Ordu’ya bağlı Aybastı ve Kabataş ilçeleri), Niyabet-i Satılmış-ı Bayram (Ordu’ya bağlı Perşembe ilçesi ve çevresi), Bölük-i Niyâbet-i Çamaş (Çamaş ilçesi), Bölük-i Niyâbet-i Geriş-i Bolaman (Fatsa ilçesine bağlı Bolaman beldesinin bir bölümü), Nâhiye-i Niyâbet-i Geriş-i İhtiyar (Ordu Merkeze
bağlı Uzunisa beldesinin bir bölümü), Niyabet-i Geriş-i Şaiblü (Ulubey ilçesine bağlı Güzelyurt köyü ve çevresi), Niyâbet-i Geriş-i Sevdeşlü / Ulubeğlü (Ulubey ilçesi),
Niyabet-i Kebsil (Bulancak’ın bir bölümü), Bölük-i Şemseddin Kethuda (Bulancak’ın
bir bölümü), Bölük-i Mustafa Kethuda (Bulancak’ın bir bölümü), Niyabet-i Kıruk-ili
(Bulancak’ın bir bölümü) yerleşim birimleri ve çevresini içermektedir (Yediyıldız ve
Üstün, 1992). Dolayısıyla adı geçen yerler ve çevresi, kalıcı olarak Çepni Türkmenlerinin beyi Hacıemiroğlu Bayram Bey zamanında Türk vatanı yapılmış olmalıdır. 1455 yılında kaleme alınan tahrir defterinde, İskefsir (Tokat ili Reşadiye ve çevresi) ve Nahiye-i Milas (Mesudiye ve çevresi)’ın Canik-i Bayramlu’dan ayrı tutulması ise Bayram Bey’den önce Hacıemiroğulları topraklarını belirtmek için olmalıdır (Yediyıldız ve Üstün, 1992).
2.4. Hacı Emir İbrahim Bey Döneminde Çepni Türkmenleri/Hacıemiroğulları Beyliği
Bayram Bey’den sonra, Çepni Türkmenlerinin idaresini Hacı Emir İbrahim Bey almıştır. Hacı Emir İbrahim Bey’in ilk faaliyeti, 19 Aralık 1356’da Trabzon Tekfuru III. Aleksius ile saray ahalisinin Hz. İsa’nın doğuşunu kutlamak için
Yosun Burnu’na geldiklerinde, idam ettikleri 14 Türk’ün intikamını almak olmuştur. Bayram Bey’in oğlu Hacı Emir İbrahim Bey’in, 13 Kasım 1357 tarihinde Canik
Dağları’nın eteklerinden Maçka’ya kadar sefer düzenleyişi, hakkında tarihe geçmiş
ilk bilgi sayılabilir. Bu seferde Hacıemiroğulları, Maçka’yı işgal etmiştir. Hacı Emir
İbrahim Bey; Maçka’ya kadar olan bölgeyi yağmalamış, çok sayıda insanı esir almış
ve bir hayli hayvan ele geçirmiştir (Hahanov, 2004: 79). Maçka Seferi sırasında Çepni Türkmenleri, çok miktarda ganimet elde etmiş ve Maçkalıların depolarını harap
etmişlerdir. Hacı Emir İbrahim Bey zamanında Çepni Türkmenleri, sürekli Trabzon
tarafına doğru ilerlemektedirler. Trabzon Tekfuru III. Aleksius; Trabzon’un kale
surlarına dayanan Çepni Türkmenlerinin, Trabzon’u rahat bir şekilde alabileceğini
tahmin edebilmektedir. Bu yüzden, Hacıemiroğullarını bir şekilde kontrol etmesi
gerekmektedir. III. Aleksius; en sonunda Hacıemiroğullarını kontrol edebilecek,
Trabzon için tehlikeli bir durum ortaya çıktığında Hacıemiroğullarını sırtından
hançerletecek bir formül bulur. Uzun süren elçi trafiğinden sonra III. Aleksius, kızı
Eudokia’yı Taceddinoğulları Beyliği’nin beyi Taceddin Çelebi ile evlendirmeye
ikna eder. 8 Ekim 1379’da, kızı Eudokia ile Taceddin Çelebi’yi evlendirir. Bundan
sonraki olaylar zinciri çok ilginçtir. III. Aleksius, Hacıemiroğullarının batı sınırında
bulunan Taceddinoğulları ile bir ortaklık anlaşması imzalayıp yanına da bir müttefik
bulduktan sonra, şubat 1380’de batı tarafına büyük bir sefer düzenler. Deniz yoluyla
geldikleri Tirebolu’da20 III. Aleksius, ordusunu ikiye böler. İkiye bölünen ordunun
beş yüz kişiden oluşan bir bölüğü; Harşit Irmağı’nın kenarında, denize yaklaşık 13.4
km uzaklıkta, Türklerin elinde bulunan Bedreme Kalesi’ne doğru hareket eder.
III. Aleksius, geride kalan beş yüz askerlerden oluşan ve kendisinin de içinde
bulunduğu ordunun diğer kısmı ile Harşit Çayı boyunca yüzü yukarı dönük (güneye
doğru), Tzanların (Peçeneklerin) kışı geçirdikleri bölgeye doğru ilerlemeye başlar.
Asıl hedefleri, daha önceleri Tzanların başkentine yakın bir yerde bulunan, ayrıca
Maçka ve Trabzon için çok kritik bir noktada olan, sonradan Hacıemiroğullarının
sınır kalesi durumuna gelen Kotsant’a (Kotzauta)21 Kalesi’dir. Güneye çıkan III.
Aleksius komutasındaki ordu, Türklerin çadırlarını yakar. Çocuk, kadın ve yaşlıları
kılıçtan geçirir. Yüzün üzerinde Türk öldürülür.
III. Aleksius, Kotsant Kalesi’ne ulaşamaz, Harşit Vadisi’nde yaşayan Türklere büyük zararlar vererek geri döner. Çok sayıda Türk’ü öldürüp ellerinde bulunan
Rum esirleri kurtarır. Ölen Türk erkek, kadın ve çocuklarının sayısı yüzün üzerindedir. (Lebeau, 1836: 504; Bryer, 1980: 147; Tellioğlu, 2003: 67). Fakat bu arada çevrede yaşayan Türkler, III. Aleksius’un saldırısını çok kısa bir zaman içerisinde duyarlar. Yavaş yavaş toplanarak III. Aleksius’un kumanda ettiği orduyu sarmaya başlarlar.
Seferin sonunda Trabzonluların esir kurtarması bilgisi, karanlıkta kalan birçok konuya ışık tutmaktadır. Demek ki bir yıl önce Şebinkarahisar Beyi Kılıç Arslan, Trabzon’a saldırdığında yanında Hacıemiroğulları da bulunmakta idi. Bir başka söyleyişle Kılıç Arslan, Trabzon’a saldırırken çok büyük bir ihtimalle Süleyman Bey ve Hacıemiroğulları Çepnileri birlikte idi. III. Aleksius, alınan esirlerin Hacıemiroğullarına ait Bedreme Kalesi ve Süme Kalesi’nde muhafaza edildiğini öğrenmiş; 1380’deki saldırısını, ona göre planlamış olmalıdır.
Kaynaklarda anlatılanlara göre; III. Aleksius, bu seferde ayrıca daha önce Vakfıkebir’de Türklerin eline geçen gemilerini de geri alır (Yediyıldız, 2000: 41).
III. Aleksius; 1380’de ele geçirdiği gemileri güvenli bir liman sayarak Vakfıkebir limanında tutuğuna göre Türklerin, bu tarihlerde Trabzon il merkezine çok yaklaşmış durumda oldukları kendiliğinden ortaya çıkar.
Çepni Türkmenleri/Hacıemiroğulları, bir yanda Trabzon Devleti ile savaşırken diğer yanda da batı komşusu Taceddinoğulları Beyliği ile mücadele etmekteydi. Zira bu yıllarda, Hacıemiroğulları doğuda Trabzon Tekfuru ile savaşmaktayken Taceddinoğulları Beyi Taceddin Bey, sık sık Hacıemiroğullarının topraklarına saldırmaktadır. Saldırılar, muhtemelen Trabzon Tekfuru’nun kışkırtmaları ile yapılmaktaydı. Bu durumun Kadı Burhaneddin tarafından da bilinmekte olduğu açıktır. Hacı Emir İbrahim Bey; 1387 yılında ciddi bir hastalığa yakalanır, hayattan umudunu kesip ölümü beklemeye başlar. Hacıemiroğulları Beyliği’ni idare etme konusunda en uygun kişi ise Hacı Emir İbrahim Bey’in büyük oğlu Süleyman Bey idi.
Hacı Emir Bey, akrabalarını ve devletin ileri gelenlerini yanına çağırıp Emirlik makamına oturacak kişiyi sağlığında seçmek istediğini söyler. Bu şekilde ölümünden sonra oğulları arasında çıkacak iktidar kavgalarını önlemiş, kavgalardan dolayı Emirliğin bir kargaşaya sürüklenmemesini sağlamış olacaktı. Bu olay, Bezm u Rezm’de şöyle anlatılmaktadır : “Taceddin, gözünü Hacı Emir’in vilayetine dikti ve oranın fethi için çaba harcamaya başladı. Çünkü Hacı Emir; ağır bir hastalığa ve elim bir derde yakalanmış, ölümün eşiğine varmıştı. Çocuklarının en büyüğü, evlatlarının en olgunu Süleyman Bey idi. Alnında büyüklük ve asalet izleri, yüzünde olgunluk ve yiğitlik ışığı parlıyordu. Hacı Emir, akrabalarını ve vilayetin ileri gelenlerini yanına çağırarak,
‘Her yaratığın sonu ölümdür. O, herkesin içmesi gereken bir şerbet; her canlının er
geç yudumlayacağı bir yudumdur. Hastalık, onun sebeplerinden ve alametlerinden
biridir. Ben şimdi ölümün eşiğindeyim. Dil sayfama sessizlik harfi konmadan, hayat
defterime azil çizgisi çekilmeden yerime geçecek veliahtımı sizin içinizden seçeyim.
Halkın idaresini ve işlerini yoluna koyacak birini tayin edeyim de ölümümden sonra emirlik makamına otursun. Sizin durumunuzun iyileşmesi, geçiminizin sağlanması için çaba harcasın! Sizi yönetme ve koruma işini üzerine alsın! Bunu yaparsam oğullarım arasında kavga çıkmaz ve o kavga ayrılık ve kargaşaya sebep olmaz. Zarar ziyana uğrayarak durumumuz bozulmaz.’ dedi” (Aziz B. Erdeşir-i Esterâbadî, 1990: 309-310).
Hacı Emir İbrahim Bey; Emirliği, oğlu Süleyman Bey’e bırakır. İyileşse bile Emirliği tekrar geri almak için talepte bulunmayacağını, geri kalan ömrünü ibadetle geçireceğini bildirir. Beyliğin ileri gelenleri, bu durumu uygun bir karar olarak görür ve Hacı Emir İbrahim Bey’in düşüncesini kabul ederler. Kendilerini düşündüğü için de sevinirler. Emirlik makamı, Süleyman Bey’e verilir. Beyliğin ileri gelenleri, bu duruma sevinip Süleyman Bey’e bağlılıklarını bildirirler. Bir süre sonra, Hacı Emir İbrahim Bey tekrar iyileşir. Emirlik makamında oğlunun oturmasına tahammül edemez ve geri almak ister. Baba – oğul arasındaki Emirlik mücadelesi, onları düşmanlık derecesine kadar getirir. Süleyman Bey, Emirlik makamından ayrılmak istemeyince Hacı Emir İbrahim Bey, kendisine bağlı komutanlarla silahlı harekete geçer. Böylece ortaya çıkmasından endişelendiği iç savaşa, kendisi sebep olur. Bezm u Rezm’in yazarı Esterabadî’nin, Süleyman Bey konusundaki düşünceleri şöyledir: “Delikanlılık çağının başlarında ve gençliğinin baharında olan oğul;
yönetim işlerinin yürütülmesinde ehil ve usta olup, manevi olgunlukların her türlüsüyle süslenip donanmıştı. Kılıç ve kalem konusunda, eşi ve emsali yoktu. Bu yüzden
babası; zorlanıp mecbur bırakılmadan kendi isteği ve arzusuyla onu kendisine veliaht ve nâib tayin etmiş, işlerin düğümünün bağlanıp çözülmesine onun ellerine ve
iradesine bırakmıştı. O konuda anlaşma ve sözleşme yapmıştı. Bu yüzden ahalinin
büyüklerinin ve ileri gelenlerinin bazısı, yemini ve andı göz önünde bulundurarak
bazısı da emirlik görevini yerine getirmede Süleyman Bey’in babasından üstün olduğunu, onun zamanının babasınınkinden daha başarılı geçtiğini düşünerek Süleyman
Bey’in tarafını tutuyordu” (Aziz B. Erdeşir-i Esterâbadî, 1990: 310-311).
Süleyman Bey’in, kendisine olan güveninden ve ileri görüşlülüğünden dolayı
azledilmeye gönlü razı olmaz. Babasıyla verilen söze ve varılan anlaşmaya uyulması
konusunda ısrar eder.
Hacıemiroğulları sarayında görüş ayrılığı derinleşir. Beyliğin ileri gelenlerinin
bir kısmı, Hacı Emir İbrahim Bey’in tarafını tutarken bir kısmı da Süleyman Bey’in
haklı olduğunu düşünür. Bu arada kargaşa ve görüş ayrılığı derinleştikçe, düşmanlar
da fırsattan istifade ederek beylik topraklarına ellerini uzatmaya başlar. Hacıemiroğulları Beyliği’nde yönetici seçme kavgaları sürerken beyliğin batı komşusu Taceddinoğulları Beyliği, sürekli bir faaliyet içerisindedir. Yönetici kavgaları sürerken Taceddin oğlu Taceddin Bey, Terme tarafından iki kez Hacıemiroğulları Beyliği’nin sınırları içerisine girmiş, can kaybına sebep olmuş ve Hacı Emir İbrahim Bey’e ait toprakları yağmalamıştır. Fakat Taceddin Bey; önemli bir başarı kazanamamış, daha büyük bir hazırlık yapmak için çalışmalara başlamıştır.
2.5. Süleyman Bey Döneminde Çepni Türkmenleri/Hacıemiroğulları Beyliği
Hacı Emir İbrahim Bey ile oğlu Süleyman Bey; yöneticilik için her ne kadar
tartışmış olsalar bile, 1386’dan sonra beylik yönetiminde Hacı Emir İbrahim Bey’in
ismi geçmez. Beyliğin batı komşusundan gelen saldırıların Süleyman Bey tarafından
karşılandığı açıktır. Öyle anlaşılmaktadır ki Süleyman Bey, babasına rağmen 1386’da
Hacıemiroğulları Beyliği’nin hâkimiyetini tamamen ele geçirmiştir. Süleyman Bey,
arşiv kayıtlarında “Mîr-i Çepniyân” olarak kaydedilmiştir (Bostan, 2002a: 358).
Süleyman Bey, Taceddin Bey’in üçüncü kez topraklarına saldıracağını anlayınca dostu Kadı Burhaneddin’den yardım ister. Bunun için arka arkaya elçiler ve mektuplar göndermeye başlar. Kadı Burhaneddin, Taceddin Bey’i ikaz etmek için elçisi Şeyhülislam Şeyh Yar Ali’yi güvendiği bir kişi ile Taceddin Bey’in yanına gönderir. Kadı Burhaneddin, Hacıemiroğulları Beyliği’nin topraklarına saldırıda bulunan Taceddin oğlu Taceddin Bey’e: “Onların atalarından miras kalmış mülküne göz dikip düşmanlık ve kavga yolunu tutmuş, dostluk ve kardeşlik haklarını çiğnemişsin. Bu hareketin bana çok çirkin geldi. İyi huyundan ve temiz tabiatından beklenilen şeylerin tersini yaptın.” şeklinde bir mektup gönderir (Aziz B. Erdeşir-i Esterâbadî, 1990: 311).
Şeyhülislam, bu elçilik görevini yerine getirmek için yola çıktığında Ramazan
ayının son günleridir. Taceddin Bey, Hacıemiroğulları Beyliği’nin topraklarına saldırmama konusunda elçiye söz verir. Hacıemiroğulları Beyliği’ndeki iç kargaşayı fırsat bilen Taceddin Bey; Kadı Burhaneddin’in elçisi Sivas’a ulaşamadan, 24 Ekim 1386 tarihinde Hacıemiroğulları Beyliği’nin topraklarına yaklaşık 12000 atlı ile saldırır. Daha saldırı başlar başlamaz Taceddin Bey ve üç bin atlı askeri, savaş meydanında ölür. Ordusu dağılır. Taceddinoğulları, büyük kayıplar vererek geri çekilir (Hahanov, 2004: 91). Bu olay üzerine Kadı Burhaneddin, Niksar üzerine sefere çıkmak için ordu toplar. Kadı Burhaneddin, ilk olarak bir öncü birliği Niksar’a gönderir. Sonra da kendisi Taceddinoğulları Beyliği’nin başkenti Niksar’a gelir. Niksar eşrafı toplanıp Kadı Burhaneddin’in huzuruna gelir ve şehrin anahtarını Kadı Burhaneddin’e teslim eder. Kadı Burhaneddin, Niksarlıların gönlünü alır ve onlara ilgi gösterir. Niksar’a ilk girdiğinde Melik Dânişmend Gazi’nin türbesini ziyaret eder. Niksar, hiçbir direniş olmadan Kadı Burhaneddin’e teslim olur. Kadı Burhaneddin, Niksar’ı alıp kendi topraklarına katar.
Süleyman Bey, yakınlarından birini Niksar’a Kadı Burhaneddin’e gönderip bağlılığını bildirir. Kadı Burhaneddin de bunun üzerine İskefsir Kalesi’ni (günümüzde Tokat’a bağlı Reşadiye ilçesi), içindeki zahire ve kıymetli eşyaları ile birlikte Taceddinoğullarından alıp 1386 yılında Hacıemiroğulları Beyliği’ne bağışlar (Aziz B. Erdeşir-i Esterâbadî, 1990: 309-313-314). Kadı Burhaneddin; kaleyi ve Reşadiye’yi, Süleyman Bey’e bağışladıktan sonra Niksar’a döner.
Çepni Türkmenlerinin/Hacıemiroğulları Beyliği’nin en parlak dönemi, Hacı
Emir oğlu Süleyman Bey zamanında olmuştur, denilebilir. Yaklaşık yüz yıl süren
Ordu, Giresun ve Vakfıkebir’in batısında kalan kısmın fethedilmesi; bölgede yaşayan Türk halkı açısından olumlu bir biçimde, onun zamanında sonuçlanmıştır.
Süleyman Bey, ordusuyla beraber Canik Dağları’nın zirvelerinden sahile inmiş; Ordu, Giresun ve Vakfıkebir’in batısını bir daha değişmemek üzere Türk vatanı
hâline getirmiştir. Canik Dağları’nın zirvesinin fethi tamamlandıktan sonra Süleyman Bey zamanında, muhtemelen 1380’li yıllarda, Hacıemiroğulları Beyliği’nin başkenti de değişmiştir. Beyliğin başkenti daha önce Mesudiye’nin Kale köyünde iken
bugünkü Ordu il merkezinin 4 km güneyinde kalan Eskipazar’a taşınmıştır. Buraya,
başkent anlamına gelen Ordu adı verilmiştir. Ordu ilimizin adı, bu olaydan kalmıştır.
Çepni Türkmenleri/Hacıemiroğulları Beyliği’nin İkinci Merkezindeki
Eskipazar Camisi’nin Giriş Kapısı (Eskipazar-Ordu)
Beylik merkezinin Eskipazar’a taşınması, Süleyman Bey döneminde gerçekleşmiştir.
Zira 1455 tarihli tahrir defterinde, beyliğin merkezi olan Bölük-i Niyâbet-i Ordu’da
yani Eskipazar’da, Bayram Çelebi’nin evlatlarının yurdu olduğu belirtilen Mezra’a-ı
Süleymanbeğlü ismiyle bir yerleşim yeri kayıtlıdır (Yediyıldız ve Üstün, 1992: 15).
Eskipazar’daki mezarlıkta bulunan mezar taşları, cami ve çevresinde bulunan harabelerin bir kısmı, bu dönemden kalmadır. Ayrıca Eskipazar çevresindeki arazinin bizzat beylik idarecilerine ait olduğu bilinmektedir. Süleyman Bey’in en önemli faaliyetlerinden birisi de Giresun’u son kez fethetmesidir. O, Giresun Kalesi22’ni 1397 yılında fethettiğini Kadı Burhaneddin Ahmed’e yazdığı bir mektupta bildirir. Kadı Burhaneddin, bu haber üzerine ülkesinde davullar dövdürüp şenlikler düzenler. Ayrıca bir tebrik mektubu gönderir (Aziz B. Erdeşir-i Esterâbadî, 1990: 485).
Osmanlı Devleti’nin fethine kadar Hacı Emir ve oğulları tarafından idare
edilen bu beyliğin sınırları; 1403 yılında, sahilde Vakfıkebir’in batısından Terme’ye
kadar uzanmaktadır. Terme’den güneye, Niksar’ın doğusuna çekilecek bir çizgi,
beyliğin batı sınırını oluşturmaktadır. Güney sınırı, Kelkit Vadisi’ni takip etmekte; Koyulhisar, Şebinkarahisar, Alucra, Şiran ve Torul’u dışarıda bırakacak şekilde, Kürtün’e uzamaktadır. Kürtün’den Vakfıkebir yakınlarına inen bir hat da beyliğin doğu sınırını göstermektedir (Yediyıldız, 1985: 41)23.
1427’de Hacıemiroğulları Beyliği’nin Sınırları
Mehmet Bilgin; haklı olarak, yazılı belgelerin yetersizliğinden dolayı Trabzon’a yakın yörede, bir Çepni Beyliği’nin kurulduğunu düşünmüştür (1996: 101-109). Hâlbuki tahrir defterlerindeki bilgiler, Çepni bölgesinin Hacıemiroğulları sınırları içerisinde olduğunu göstermektedir. Ayrıca İspanya Kralı Henri’nin elçisi Gonzales de Clavijo; 1304’te, Samsun yakınlarından Tirebolu yakınlarına kadar sahilin boydan boya Arzemir isimli bir beye ait olduğunu söyler (Gonzales de Clavijo, 1993). Hacıemiroğulları, bölükler hâlinde iskân etmiştir. Bu bölükler, merkez köyleri; köyler, nahiyeleri; nahiyeler, ilçeleri oluşturmuştur. İlçeler ise Hacıemiroğulları Beyliği’ni meydana getirmektedir. Özetle; Hacıemiroğulları Beyliği’nin doğu sınırlarının sahilde Vakfıkebir’e, güneydoğuda ise Kadırga Yaylası’na kadar ulaştığı rahatlıkla söylenebilir.
Yıldırım Bayezid, 1398’in ilkbaharında Samsun tarafına sefere çıkar. Bayezid,
Samsun’u fethettikten sonra bölgede bulunan küçük beyliklerin yöneticileri, Osmanlı hâkimiyetini kabul eder. Taceddinoğlu Mahmud ve Taceddinoğlu Alparslan,
Hacıemiroğlu Süleyman Bey ve Bafra Beyi hep birlikte Osmanlı hâkimiyetine girer. Böylece Osmanlıların sınırı, Trabzon’a kadar dayanmış olur (Uzunçarşılı, 1995:
298-299). Hacı Emir oğlu Süleyman Bey’in Osmanlı hâkimiyetini kabul etmesinden
sonra, beylik yönetiminin yine kendisine bırakıldığı tahmin edilmektedir.
Osmanlı Devleti’nin himayesinde bulunan Hacıemiroğulları Beyliği, bölgedeki mücadelelerine devam eder. Osmanlılar, 1402’de Ankara Savaşı’nı kaybedince
Hacıemiroğulları Beyliği tekrar bağımsız kalır. Hacı Emir oğlu Süleyman Bey’in ne
zaman öldüğü ve kabrinin nerede bulunduğu bilinememektedir. Yaptığımız alan
araştırmalarında Eskipazar’ın doğusunda yer alan Hatipli köyünde, çok eski mezarlar bulunduğunu tespit ettik. Fakat bu mezarların büyük bir bölümü sökülmüş, yerleri tarla hâline getirilmiştir. Tahrip edilmeyen ve günümüze ulaşabilen kabirlerin
içerisinde ise Süleyman Bey’in türbesi bulunmamaktadır. Dolayısıyla şimdiye kadar
Hacı Emir oğlu Süleyman Bey’in mezarı tespit edilememiştir.
2.6. Hacı Emir Çelebi Döneminde Çepni Türkmenleri / Hacıemiroğulları Beyliği
1455 tarihli tahrir defterinde, Vilâyet-i Bayramlu Me’a İskefsir ve Milas’a bağlı
Bölük-i Niyabet-i Ordu nahiyesi sınırları içerisinde yer alan Bucak-ı Küçük karyesinin Hacı Emir Çelebi ve İnâyet Çelebi Evlâd-ı Hacı Emir Çelebi’nin mülkü olduğu
kaydedilmiştir (Yediyıldız ve Üstün, 1992: 20). Bu bilgilerden, Hacı Emir İbrahim
Bey’in Süleyman Bey’den başka, Hacı Emir ve İnayet adlı iki oğlunun daha olduğu
ortaya çıkmaktadır.
İspanya Kralı Henri, 1403 yılında Mabeyincisi Gonzales de Clavijo’yu elçi
olarak Timur’un yanına gönderir. Gonzales de Clavijo, İstanbul’dan Trabzon’a gitmek için gemi ile yolculuk yapar. 31 Mart 1304’te İsfandiyaroğullarına ait Sinop’a,
daha sonraki günlerde de Samsun’a gelir. Uzun süren bir yolculuktan sonra, Arzamir adlı bir Türk beyine ait topraklar olduğunu belirttiği Bolaman’da kalır. Buradan
Tirebolu’ya geçer. Gonzales de Clavijo’nun belirttiğine göre; bu sahil, boydan boya
Arzamir adlı bir Türk beyine aittir ve bu Türk beyinin on bin atlı askeri bulunmaktadır. İspanyol elçi, ayrıca Arzemir’in Trabzon Devleti’nden vergi aldığını da belirtmiştir (Gonzales de Clavijo, 1993: 59-68).
Ruy Gonzales de Clavijo’nun bahsettiği Arzemir; Hacı Emir İbrahim Bey’in
oğlu, Süleyman Bey’in kardeşi Hacı Emir Çelebi olmalıdır. Bu bilgilerden anlaşıldığına göre; Çepni Türkmenlerinin/Hacıemiroğulları Beyliği’nin idaresi, Süleyman Bey
öldükten sonra Hacı Emir İbrahim Bey’in oğlu, Süleyman Bey’in kardeşi Hacı Emir
Çelebi’ye geçmiştir.
- Vilayet-i Çepni Beyi Melik Ahmed Bey
Melik Ahmed Bey hakkında detaylı bir bilgi yoktur. Tahrir defterlerinden
anlaşıldığına göre, 14. yüzyılın ilk çeyreğinde Kürtün Beyi’dir. Tirebolu’ya 13.4 km
uzaklığındaki Bedreme Kalesi’nin fatihidir (Bostan, 2002a: 358). Ayrıca Kürtün’de
bir vakfı olduğu da bilinmektedir (Bilgin, 1996: 106). Melik Ahmed Bey’in Kürtün
Beyliği’ni kaç yıl sürdürdüğü tespit edilememiştir.
Kayıtlara göre, Melik Ahmed Bey’den sonra onun nesli konusunda birkaç
ihtimal vardır. 1486 tarihli tahrir defterinde “Kürtünlü Mehmed Bey” olarak kaydedilen kişinin Melik Mehmed Bey’den sonra Kürtün Beyi olduğu akla gelebilir.
Zira aynı defterden anlaşıldığına göre, Kürtünlü Mehmed Bey’e pek çok ayrıcalık
tanınmıştır (Bostan, 2002a: 359). Melik Mehmed Bey’in Ahmed Bey ile akrabalığının ne olduğu tespit edilememiştir. Bununla birlikte Mehmed Bey’den sonraki iki
kuşak, tahrir defterlerinden öğrenilebilmektedir. Mehmed Bey’in Yar Ali Bey isimli
bir oğlu; Yar Ali Bey’in de Yusuf Celil, Ali Han, Himmet ve Nasuh Çelebi isimli dört
oğlu bulunmaktadır (Sümer, 1992: 65).
1486’da Eşter Bey oğlu Mustafa Bey’e Kürtün bölgesinden zeamet verildiği
görülmekte ve Eşter Bey’in “Kadimî Çepni Beylerinden” olduğu kaydedilmektedir.
1515 ve 1554 tarihli tahrir defterlerinde Eşter Bey’in “Mîr-i Çepniyân” olduğu açıkça
belirtilmiştir (Bostan, 2002a: 359).
1486 ve 1554 tarihli tahrir defterlerine göre; bu iki kişinin dışında Kürtün
yöresinde Özlemiş Bey (oğulları: Mirze Bey, Hasan Bey, Yusuf Bey), Mehmed Bey
(oğulları: Nur Ali Bey, Hasan Ali Bey, Budak Bey), Emre Bey (oğulları: Dede, Ramazan Ağa) adlı beylerle ilgili kayıtlara da rastlanmıştır (Sümer, 1992: 65-81). Ancak bunların Melik Ahmed Bey ile akrabalıkları tespit edilememiştir. - Çepni Türkmenleri/Hacıemiroğulları Beyliği’nin Osmanlı Devleti’ne
Bağlanması
Hacıemiroğulları Beyliği’nin Osmanlı Devleti’ne bağlanması konusunda kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamakla birlikte, Hacı Emir Çelebi zamanında
gerçekleştiği düşünülebilir.
II. Murad, Amasya’da Sancak Beyi iken Yörgüç Paşa onun lalalığını yapmıştır. II. Murad tahta çıktığında, Yörgüç Paşa’yı 1426’da vali olarak Amasya’ya gönderir. Yörgüç Paşa’nın ilk işi, çevre beylikleri Osmanlı Devleti’ne bağlamak olmuştur.
Bu çerçevede öncelikle Kızılkoca Oğulları’nı Amasya’ya çağırıp bir hile ile ortadan
kaldırır. Sonra Kocakaya Beyi Haydar Bey’in kalesini de Osmanlı topraklarına katar. Arkasından da Taceddinoğulları Beyliği’nin emiri Hasan Bey’i yine bir hile ile
ortadan kaldırmak için Amasya’ya çağırır. Hasan Bey durumu anlar ve Taceddinoğullarına ait toprakları, Osmanlı Devleti’ne teslim eder (Âşık Paşazade, 2003: 450-
456; Atsız, 1992: 94-97: Uzunçarşılı, 1995: 403-406). Hacıemiroğulları Beyliği’nin
Osmanlı Devleti’ne ne zaman ve nasıl bağlandığı belli değildir. Ancak Amasya Valisi
Yörgüç Paşa, çevre Türk beyliklerini Osmanlılara bağlarken Hacıemiroğullarını da
bağlamış olmalıdır. Zira Yörgüç Paşa, 1437’ye kadar Amasya Valiliğine devam eder.
Hacıemiroğulları Beyliği’nin de onun zamanında tarih sahnesinden çekildiği muhakkaktır. Yörgüç Paşa’nın yöredeki diğer beyleri ortadan kaldırma metoduna göz
atıldığında24, Hacıemiroğulları Beyliği’nin ortadan kaldırılışının tarihî kayıtlarda yer
almaması şaşırtıcı değildir.
Çepni Türkmenlerine ait toprakların ve Hacıemiroğulları Beyliği’nin 1427
yılında Osmanlı Devleti’ne kesin olarak bağlandığı anlaşılmaktadır.
Orta Karadeniz Bölgesi’nin Türkleşmesi; Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon’u
fethetmesinden yaklaşık 80-85 yıl önce tamamlanmış, Çepni Türkmenleri hem sahilden hem de güney tarafından Trabzon il merkezine 30-40 km yaklaşmışlardı.
Nitekim Trabzon Tekfuru, 1380’de Hacıemiroğulları Beyliği üzerine yapacağı bir
saldırı için askerlerini Tirebolu’ya ancak gemilerle getirebilmiştir. Önceki yıllarda
olduğu gibi, Trabzon il merkezinden doğruca güneye çıkarak bir sefer düzenleyememiştir.
Osmanlılar, yöreyi topraklarına kattıktan sonra Hacıemiroğulları Beyliği’nin
eski idari iç teşkilâtlanmasını pek değiştirmemiştir. Dış teşkilâtlanmasında ise 1455-
1613 yılları arasında, Bolaman Irmağı ve Aksu Irmağı’nı sınır olarak belirleyip bölgeyi üç kazaya bölmüştür. Bolaman Irmağı’nın batı tarafında kalan bölüm, Canik
Sancağı’na katılmıştır (Öz, 1999). Bahsedilen iki ırmağın arası Vilayet-i Bayramlı,
Aksu Irmağı’nın doğusunda kalan kısım ise Vilayet-i Çepni (Çepni ili, Çepni memleketi) olarak adlandırılmıştır (Sümer, 1991b: 13-17).
Vilâyet-i Bayramlu olarak isimlendirilen ve Bolaman Irmağı’nın doğu kısmında kalan bölgenin sınırı, tabii olarak bugünkü Ordu ilinin sınırları gibi değildir. Giresun’a bağlı Bulancak ve Tokat’a bağlı Reşadiye ilçeleri, adı geçen bölgeye
dâhildir. Canik sancağına ise Terme’nin batı kısmından başlayıp Bafra’nın batı kısmında biten bölge de ilave edilmiştir.
Fatih Sultan Mehmed’in 1461 yılında Trabzon’a düzenlediği seferi engellemek için Uzun Hasan tarafından kışkırtılan Kızıl Ahmed, Canikoğlu ve arkadaşları,
Emir Beyisimli birini reis tayin edip Tokat’ı yağmalarlar.
Burada adı geçen Emir Bey, büyük bir ihtimalle Süleyman Bey’in oğludur.
Fatih bu bölgeyi alınca Emir Bey; önce Akkoyunlulara, 1473 yılında Akkoyunluların Otlukbeli’nde yenilmesinden sonra da Dulkadiroğulları Beyliği’ne sığınmıştır.
Bilinemeyen bir tarihte, Urfa’nın Yaylak ilçesine bağlı Mircanik köyüne yerleştiği
tahmin edilmektedir.
- Fatih Sultan Mehmed’in Fethi
Trabzon kuşatması sırasında Çepni beyleri ve bölge halkı, Fatih’i desteklemiş ve ordusuna katılmıştır (Sümer, 1992: 48). Fatih, Trabzon’u fethettikten sonra
Hacıemiroğullarının toprakları ikiye bölünmüştür. Bulancak’ın doğusunda kalan
bölgenin Trabzon sancağına bağlandığı, 1486’da Kürtün’ün kaza merkezi yapıldığı,
Giresun Kalesi ve çevresinin nahiye biçimiyle Kürtün’e bağlı olduğu, 1538’e kadar
bu şekilde devam ettiği anlaşılmaktadır. 1538-39 tarihli tımar tevcîh defterinde ise
Giresun’un da kaza yapıldığı anlaşılmaktadır. Kürtün’ün ise kaza statüsü devam etmektedir (Bostan, 2002a: 42-46). 1554’te Kürtün’e; Üreğir, Bayramoğlu, Yağlıdere,
Karaburun, Elkerimlühas, Alahnas, Harşit ve Kürtün olmak üzere sekiz ayrı nahiye
bağlı görünmektedir. Giresun ise Çepni nahiyesi olarak bütünleştirilmiş olarak karşımıza çıkmaktadır (Bostan, 2002a: 42-46). Osmanlı kuvvetleri Trabzon topraklarına
girince, Çepni Türkmenlerinin onlara yardımcı olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı
Devleti, bu hizmetlerinden dolayı Çepni Türkmenlerine zeamet ve tımar gibi dirlikler verip onları hizmetlerine almış, çeşitli görevler vermiştir (Sümer, 1991b: 9).
Trabzon 1461’de Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra, Çepni Türkmenlerinin doğuya doğru ilerlemeye, yer yer yerleşmeye başladığı görülmektedir. 1486’da,
Ze’amet-i Kürtün adlı bölgede Çepnilere, 28 dirlik verilmişti. Bu tarihte yörede 2
kale, 2 nefs, 73 köy bulunmaktaydı (Bostan, 2002a: 359-360). 1486 yılında, Akçaabat ve Atina kazasına ait dirliklerden birer tımar Çepnilere aittir (Bostan, 2002a:
360-361). 1486’da yapılan tahrire göre, Sürmene’nin Aho köyünde (günümüzdeki
yeri tespit edilememiştir) tımar sahipleri arasında Mustafa Veled-i İskender Çepni,
İskender Çepni’nin oğlu Mehmet sayılmaktadır. Gahura köyünde (Araklı’ya bağlı
Ortaköy civarı), Hasan Veled-i Mustafa Çepni’nin hissesi bulunmaktadır. Ayoforid
köyünde (günümüzdeki yeri tespit edilememiştir) ise İskender Çepni Veled-i Sinan,
Mahura köyünde ise Mahmut Veled-i İskender Çepni hisse sahipleri arasındadır (Bilgin ve Yıldırım, 1990: 180-182, 191, 200, 212). Mah-ı nev köyünde (günümüzde
Yeniay beldesi)25, Hüseyin Veled-i Mustafa Çepni isimli kişi tımar sahibidir (Bilgin ve
Yıldırım, 1990: 207-208). Of’un pek çok köyünde Çepniler yaşamaktadır (Bostan,
2002a: 369-370) ve bunların pek çoğunun isminin Bayram (Umur, 1942: 25-62)
olması, dikkat çekicidir26.
Kürtün, Eynesil, Dereli, Giresun arasındaki geniş saha 1515’te Vilâyet-i Çepni
olarak adlandırılmış ve buradaki toplam 88 dirlik Çepnilere verilmiştir. Bu tarihte
Çepnilerin elinde 4 kale, 3 nefs, 173 köy bulunmaktadır (Bostan, 2002a: 357-359).
Trabzon fethedildikten sonra buraya diğer sancaklardan haneler getirilip yerleştirilmiştir. Bunlar arasında Canik, Niksar, Satılmış-Canik, Tokat gibi Çepni nüfusunun
dikkat çekici ölçüde önde olduğu yerleşim yerlerinden aileler getirilmiştir (Bostan,
2002a: 96-122). Bunların dışında, tarih içinde Çepni (Giresun) kazasından bugünkü Trabzon sınırlarına ne kadar nüfusun göçüp yerleştiği bilinememektedir.
Kâtip Çelebi, 1548’de yazdığı Cihannüma adlı eserinin Trabzon’a ayırdığı
bölümünde, Trabzon’un batı ve güneybatısındaki dağlara Çepni Dağları denildiğini
bildirmiştir.
XVIII. yüzyılın ilk yarısında Çepniler, Lazlarla çatışma hâlinde idi. Çepni ağaları, bağımsız gibi yaşarlardı ve özel askerî birliklere sahiptiler. Bu durumu ortadan
kaldırmak için devlet, Trabzon’a çetecilikte tecrübeli valileri göndermekteydi (Goloğlu, 2000: 79).
Martin Stokes (1988: 22), XVIII. yüzyılda Of’un pek çok yöresinde Çepnilerin bulunduğunu ifade etmektedir. Dernekpazarı ile Çaykara ilçelerinde Çepnilere
ait yer isimleri ve kültür unsurları bulunmaktadır (Bostan, 2002a: 360-370).
Şâkir Şevket (2001: 80, 100-101); 1870’de Trabzon ilinde Çepnilerin önemli bir nüfusa ve güce sahip olduğunu belirtir.
Yapılan alan araştırmalarında Şalpazarı, Beşikdüzü, Vakfıkebir’in köylerinin
tamamına yakınının Çepni ağzı özellikleri gösterdiği, Giresun ve Ordu ağzı ile çoğunlukla aynı özellikleri taşıdığı ortaya çıkmıştır (Demir, 2006). Ali Çelik’in hazırladığı Trabzon-Şalpazarı Çepni Kültürü adlı eser, yörede Çepni kültürünün ne kadar
canlı olduğunu gözler önüne sermektedir (Çelik, 1999). Özellikle Şalpazarı yöresi
Çepni Türkmenleri giyim kuşam açısından eskiyi devam ettirmektedir ve giyimleri
“geleneksel Çepni kıyafeti” olarak adlandırılmaktadır (Korkmaz, 2010: 335-345).
Başta Melikşah köyü olmak üzere Tonya’nın pek çok köyü, Çepni ağzı ve kültürü
özelliği göstermektedir.
Çarşıbaşı’na bağlı Taşlıtepe köyü, Samsun köyü ve çevresindeki pek çok
yerleşim biriminde yaşayan halk, Çepni boyuna mensup olduğunu bilmektedir.
Akçaabat’ın başta Üzümlü, Sarıca, Eskiköy, Karapınar köyü halkı Şalpazarı yöresinden gelip yerleşen Çepni Türkmenleridir.
Çepnilerin Rize ve çevresine kadar gidip yerleştikleri de görülmektedir (Sümer, 2002a: 246-247; Şakir Şevket, 2001: 100; Günay, 1978: 21). Rize’ye bağlı Kalkandere ve İkizdere’de de Çepnilerin bulunduğu bilinmektedir. İkizdereli Çepni Ali
isimli bir kişi, Erzurum hapishanesinden kaçarak yörede birtakım huzursuzluklara
sebep olmuş, daha sonra hükümete müracaat etmiş, 300 adamı ile 1876’da Doksanüç Harbi’ne katılmıştır (Goloğlu, 2000: 125, 138). Pazar ilçesindeki Naiboğulları
ve Taşköprü köyü halkı da Çepni’dir (Bostan, 2002a: 368).
Diğer yandan Emiroğulları’nın Anadolu’nun içlerine doğru hatta güneye
doğru iskân edildiğini de görmekteyiz. XVIII. yüzyılda Sivas Yeniil’de oturduğu anlaşılan ve Hacıemiroğullarının bir kolu olduğunu düşündüğümüz Emir Hacı Bayram cemaatine bağlı bir grup, Suriye’deki Hama ve Humus bölgelerine gönderilmiştir (Halaçoğlu, 1997: 139).
Osmanlı Devleti döneminde Çölâbâd kazası (Karahisar-ı Sahip Sancağı),
Kavak kazası (Canik Sancağı), Canik Sancağı, Ordu kazası, Gümülcine ve Edirne
kazaları, Nizip kazası ve Kayseri kazasında Emirli cemaatinin yerleşik olduğunu
Cevdet Türkay’ın çalışmalarından öğrenmekteyiz (Türkay, 1979: 352).
- Çepni Türkmenlerinde Mimari
Hacıemiroğulları Beyliği döneminden günümüze İkizce’deki Gençağa Kalesi, Mesudiye ilçesine bağlı Kale köydeki saray, kale ve kümbet harabeleri; Ordu
il merkezine yaklaşık dört kilometre uzaklıkta olan Eskipazar Camii ve harabeleri;
Hatipli köyündeki mezar taşları; Ordu Selimiye Camii’nin mihrabı kalmıştır.
Gençağa Kalesi: İkizce’ye bağlı Karlıtepe köyü sınırları içerisindedir. Çevreye
hâkim tabii bir tepe üzerinde inşa edilmiştir. İki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümün kale kumandanının yerleşimi için inşa edildiği anlaşılmaktadır. Giriş kapısına,
yerli taştan oyulmuş 69 merdivenle çıkılmaktadır. Kapı duvarları fazla tahrip olmamıştır. Kapının hemen solunda, 6 m2
genişliğinde bir oyma odacık bulunmaktadır.
Kalenin içerisinde, sarnıç olarak kullanıldığı tahmin edilen taştan oyma dört adet su
kuyusu vardır. Giriş kapısının kuzeyinde ve kuzeydoğusunda, moloz yığma taştan
yapılmış surların büyük bir bölümü hâlâ mevcuttur. İkinci kısım, sert ve sivri kayalardan oluşmaktadır. Bu bölümden günümüze sadece 6-7 m derinliğinde ağzı dar, dibi
geniş bir su kuyusu kalmıştır.
Mesudiye Kalesi: Mesudiye ilçesine 6 km uzaklıkta bulunan Kale köy sınırları
içerisindedir. Kuzeyden güneye doğru uzanan doğal bir tepe üzerine inşa edilmiştir.
Hacıemiroğulları Beyliği’nin ilk merkezi olduğu bilinmektedir. Kale, harabe durumdadır. Çevresinde, tarihî mezarlar ve kümbetler bulunmaktadır.
Mesudiye-Kale Köy Kümbet Harabeleri: Kümbet harabeleri, kalenin yaklaşık
bir km doğusunda bulunmaktadır. Hakkında şu ana kadar herhangi bir inceleme
yapılmadığı için içinde kimlerin mezarları bulunduğu bilinememektedir. Buradan
tesadüfen çıkan mezar taşlarından anlaşıldığına göre, Hacıemiroğulları Beyliği döneminde inşa edilmiştir.
Eskipazar Camii: XIV. yüzyılda inşa edilmiştir. Ordu il merkezinin güneydoğusunda, Ordu – Ulubey karayolunun dördüncü km sinde, bir mezarlığın içerisinde yer almaktadır. Muhtemelen Eskipazar’da bulunan şimdiki caminin yerinde idi.
İlk binadan giriş kısmında bir duvar ile minarenin kaidesi kalmıştır. Kitabesinde, H.
1197 yılında Şebinkarahisar Mutasarrıfı Battal Hüseyin Paşa tarafından onarıldığı
yazmaktadır. Caminin mihrabı, Ordu Selimiye Camisi’ne nakledilmiştir. Minberi,
iki adet kapı kanadı ve bir adet pencere kanadı, Ankara Etnoğrafya Müzesi’nde bulunmaktadır. Bu eserler, Anadolu’nun diğer bölgelerindeki taş işçiliğinin karşılığı
olduğu için son derece önemlidir.
Hatipli Köyü Mezar Taşları: Eskipazar Camii’nin yaklaşık bir km kuzeydoğusunda yer almaktadır. Mezarların tamamına yakını, tahrip edilip fındık bahçesi
hâline getirilmiştir. Geriye kalan mezarlardan bazılarının Hacıemiroğulları döneminden kaldığı anlaşılmıştır.
Bedreme Kalesi: Giresun’a bağlı Tirebolu ilçesinin Örenkaya köyü sınırları içerisinde bulunmaktadır. Tirebolu’nun yaklaşık 13.4 km güneydoğusu, Harşit
Çayı’nın doğusunda olup Tirebolu Kalesi’ni ve Harşit Vadisi’ni gören doğal yüksek
kayaların üzerine kurulmuştur. Harşit Vadisi ve Tirebolu Kalesi’ni kontrol etmek
için Hacıemiroğulları yani Çepni Türkmenleri tarafından inşa edildiği düşünülmektedir. Sur duvarlarından çok az bir kısmı günümüze kadar ulaşabilmiştir. Kalıntılardan anlaşıldığına göre blok ve moloz taşlarla yapılmıştır.
Başka eserlerin zamanımıza ulaşamamasının sebebi, bu dönemde eserlerin
muhtemelen keresteden yapılmış olmasıdır. Bölgenin rutubetli olmasından dolayı
keresteler kısa zamanda çürümüş, dolayısıyla çok sayıda mimarî eser günümüze ulaşamamıştır.
- Çepni Türkmenlerinde Dokuma
Hacıemiroğulları Beyliği döneminden günümüze ulaşan herhangi bir dokuma örneği yoktur. Ancak bölgede yaptığımız incelemelerde, Çepni kilimi ismiyle bilinen bir tür seccade kilimin yakın zamanlara kadar dokunduğunu öğrendik. Çepni
kilimlerinin üzerindeki hayatağacı, çift başlı kartal vb. motiflerinin bu dönemin mirası olduğu düşünülmektedir (Demir ve Yerli, 1999: 101-110). - Çepni Türkmenlerinde Dil ve Edebiyat
Bölgede yaşayan insanların o devirde nasıl konuştuklarını belirleyebilmek
doğal olarak imkânsızdır. Ancak Selçuklu ve Osmanlı Dönemi yazı dilinde Sivas,
Tokat ve Amasya ağzının esas alınmış olması (Karahan, 2006: 9-18), bu yöreyi dil
bakımından dikkat çekici bir duruma getirmektedir.
Hacıemiroğulları Beyliği’nin hâkim olduğu topraklar, bu illere komşu olduğundan ve çeşitli biçimlerde etkileşim içerisinde bulunduğundan dolayı, Selçuklu
Türkçesine bizzat kaynaklık ettiği rahatlıkla söylenebilir (Demir, 2001). Bütün bunlara ilave olarak Hacıemiroğulları Beyliği’nin hâkim olduğu topraklarda bugün bile
ağız özelliklerinin çok büyük oranda ortak olması şaşılacak bir durumdur28. Ayrıca
Çepni Türkmenlerinin yaşadığı Orta Karadeniz Bölgesi’nde sözlü halk kültüründeki
paralellik dikkat çekici bir başka örnektir (Demir, 2010: 5-23).
Beyliğin kuzeydeki komşusu Kadı Burhaneddin’in bir şair olduğu ve bir divan tertiplediği (Ergin, 1980), Dânişmend-nâme’nin 1245 yılında Tokat’ta kaleme alındığı dikkate alınırsa, bölgede bir edebî hareketin varlığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Ancak Hacıemiroğulları Beyliği Döneminde, onların sınırları içerisinde yazılıp günümüze kadar ulaşmış bir esere henüz rastlanmış değildir. Canik Dağları’nın zirvelerinde bulunan toplu mezarlar ve bölgenin fethi sırasında cereyan eden olayların efsaneleşerek günümüzde bile canlılığını koruması, halk edebiyatı açısından dikkat çekicidir.
Sonuç
Çepni Türkmenlerinin Anadolu’daki iskânının, 1071 yılında yapılan Malazgirt Savaşı ile başladığı anlaşılmaktadır. Savaştan sonra yönlerini Anadolu’nun kuzeyine dönmüş, yüzyıllarca süren mücadele sonucunda Sivas’tan başlayarak bütün Orta Karadeniz Bölgesi’ni fethetmişlerdir. Fetihler ve iskânlar sırasında onlara XIII. Yüzyılın ortalarında Güvenç Abdal öncülük etmiştir. 1427’de Osmanlı Devleti’ne bağlanıp varlıklarını sürdürmüşlerdir. Trabzon’un fethinden sonra daha doğulORTA VE DOĞU KARADENİZ BÖLGESİNDE ÇEPNİ TÜRKMENLERİ İLE GÜVENÇ ABDAL OCAĞI’NIN KURULUŞUara Trabzon ve Rize ilinin uygun yerlerine göçmüşler, coğrafyaya buralarda tutunmuşlardır. Osmanlı Devleti Dönemi’nde devletin temel direği olmuşlardır. Osmanlı Devleti’nin çöküşü sırasında topraklarını korurken imkânsızlıklar içerisinde göğüslerini siper etmişlerdir. Kurtuluş Savaşı sırasında Giresunlu Osman Ağa öncülüğünde cepheden cepheye koşmuşlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda birinci derecede rol almışlardır. Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hemen her kademesinde görev yapmanın mutluluğunu yaşamaktadırlar…