Toplumdaki insanların birbirine güvenini ölçen “Güven İndeksi”nin en düşük olduğu ülkelerden biriyiz. Araştırmalar, güvenin refahın baş sebeplerinden biri olduğunu gösteriyor. Güven ve sevgi… Özellikle Batı toplumlarına kıyasla refah ve birbirini sevmekte epey gerilerde bulunduğumuzu görüyoruz.
Televizyondaki açık oturuma kısa bir ara veriliyor. Arada, programın prodüktörü oturumu yönetenin yanına geliyor ve şöyle diyor: “Ha gayret, bir kavga çıksın, reytingimiz artsın, ne olur!”
Bu olay aynıyla vakidir. Açık oturumun yöneticisi, bir zamanların en çok izlenen programlarından Sıcağı Sıcağına’nın yaratıcısı, çocukluğundan beri yayın hayatındaki sevgili yeğenim Banu Zorlutuna’dır. Kendisinden dinledim.
Tanımadığına selam vermek
Tekrar olacak: Toplumdaki insanların birbirine güvenini ölçen “Güven İndeksi”nin en düşük olduğu ülkelerden biriyiz. Araştırmalar, güvenin refahın baş sebeplerinden biri olduğunu gösteriyor. Güven ve sevgi… Özellikle Batı toplumlarına kıyasla refah ve birbirini sevmekte epey gerilerde bulunduğumuzu görüyoruz. Anketler bunu gösteriyor. Fakat anketlere çok da ihtiyaç yok. Bir bakın, burun buruna geldiğimizde kaç kişi diğerine gülümsüyor? Kaç kişi selam veriyor? Bir de Batı’ya gidin ve gözleyin. Gülümsemeler, günaydınlar, yol vermeler, siz buyurunlar…
Sözde Müslüman toplumuz ve peygamberimize Müslümanlığın en sevdiğin tarafı nedir diye sorulduğunda, “Tanıdığına ve tanımadığına selam vermek.” dediğine dair bir hadise sahibiz.
Sanki fırsatçı prodüktörün talebi, siyasetteki liderlerimize de yapılmış. Medya kalemşörlerine de. Neredeyse hepimize. Kavga çıksın da reytingimiz artsın diye yazıyoruz, kavga için konuşuyoruz. Ne dersem diyeyim sert diyeyim. Öbür sertinkinden daha sert diyeyim. Yarın gazeteler “Çok sert çıktı!”, “Çok sert bir demeç!”, “Çok sert cevap!” diye yazsın. Parti liderleri, hiç aksatmadan, haftanın belli günlerinde televizyonlara çıkıyor. Neredeyse her gün çıkanları var. Cehennemi bir yüz. Nefret dolu bir ifade. Ve saydırmaya başlıyorlar. O terörist, bu da terörist, öteki hain, hainin yanındaki de hain, onun yanındaki FETÖcü…
Herkes bize düşmandır, sevmediğimiz için
Vatandaş ne yapsın? Yüzde onu söylenenlere inansa. Yüzde yirmisi her gün duyduğun etkisi altında kalsa… Ne yapsın zavallı vatandaş? Baksanıza, ortalık hain, terörist, terör sempatizanı dolu. Su saatlerini okumaya PKK’lılar geliyor. Sokağa çıktığınızda baktığınız yüzlerin en az yarısı terörist değil mi? Belki de daha fazlası. O hâlde siz de onları öyle görmelisiniz.
Okumuş yazmışların çoğu bize düşmandır zaten. Herkes öldüreceği bir doktor, bir avukat bulamayabilir. Veya otobüste kötü kötü bakan birini; muhtemelen terörist birini bıçaklayacak cesareti… Onun için ağzını açınca hazır ola geçmedi diye eşini bıçaklar. Nefreti o şiddettedir ki bir değil, on sekiz yerinden bıçaklar.
Nefret de sevgi de virüs gibi bulaşıcıdır. Normal bir toplumun içine yüzde on oranında nefret dolu insan bırakın. Hatta yüzde beş. Onların saldırgan davranışları kısa zamanda diğerlerini de etkiler. Hakarete maruz kalan hakaret etmeye başlar.
Dayanılmaz ağır hava
Hani lider de lider olmayan da arada sırada sinirlenebilir. Bazen kızabilir. Ama her gün kızmak, her gün bir nefret hedefi bulmak… Her gün aynı ekşi suratla nefret kusmak. Olağan dışı, yepyeni bir kabiliyet bu.
Nefret ve onun doğurduğu şiddet, havamızı zehirlemiş. Onu hissediyoruz, nefesimizle içimize çekiyoruz. Hani “Bugün havada bir basıklık var.” denir ya… Liderimizin nefret dolu yüzünü gördükçe; etrafımızın düşmanla, teröristle dolu olduğunu işittikçe, o hava kurşundan ağır hâle geliyor. Bu kâbustan kurtulmak için ne yapmalı. İşte ona, buna, ötedekine, uzaktakine, uzaktaki yoksa yakındakine… Vurmalı, ezmeli, sövmeli, öldürmeli!
Nefret bir bayrak yarışı gibi. Televizyondaki liderlerinden bayrağı kapan açık oturumcular, üstüne ekleyerek tekrar ediyor. Onlardan yazılı basın kapıyor. Aynı hücumu bir gün sonra köşe yazarlarından okuyorsunuz. Hatta haberlerden. Bir zamanlar basının sloganıydı: Haber tarafsız, yorum hürdür. Şimdi haber taraflı, yorum, amigoluktur. Bazı kalemler stadyumdaki amigolar gibi, “Bir baba hindi…” diye yazıyorlar. Okuyucuların hep bir ağızdan “Falancaya…” diye tamamlamasını bekliyorlar.
Virüsü ve boğucu havayı en son hane halkı alıyor. Sonra kadına şiddet, çocuğa şiddet, otobüste şiddet, insana şiddet, hayvana şiddet.
MDM-ABB şiddet sempozyumu
Millî Düşünce Merkezi ve Ankara Büyükşehir Belediyesi, Şiddet Sempozyumu düzenleyecek. Fikir insanlarını, bilim insanlarını bildiri sunmaya çağırıyorlar. Kapsam geniş. Bildiri daveti yapılan konular şöyle: Medya ve şiddet; kültür ve şiddet; hukuk ve şiddet; pedofili; cinsel yönelimler, cinsiyet ve şiddet; aile içi şiddet; psikolojik şiddet, mobbing, sözlü şiddet; doğaya şiddet, hayvana şiddet; dolandırıcılık yoluyla şiddet; şiddet ve eğitim; inanç kökenli şiddet; terör. Tamamlayıcı bilgiyi şu bağlantıda bulabilirsiniz .