Uluslararası anlaşmalar ve Avrupa Birliği konusundaki uzlaşmazlıklar konularında önemli tecrübesi ve bilgi birikimi olan Avukat Selim Sarıibrahimoğlu Mavi Vatan bölgesinde Türkiye ile çıkarları örtüşen Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’ye bir mektup ve hazırladığı raporu gönderdi. Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının belirlenmesine yönelik Mısır ve Türkiye işbirliğinin önemini vurgulayan bir rapor hazırlandı. Raporda; Doğu Akdeniz Bölgesindeki mevcut hukuki yapıları ve çeşitli hassasiyetlerden bazılarına değinildi. Sunulan raporda bölgede kurulması önerilen Mısır ve Türkiye işbirliğinin öneminin altı çizildi. Raporda Kıbrıs Adası’nın önemine vurgu yapılarak, özellikle deniz ticaret yollarının kesişme noktasında bulunan konumu itibariyle Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in kontrolünde merkezi bir rol oynadığı belirtildi. Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik, özellikle Kıbrıs ve Yunanistan tarafından yapılan ikili anlaşmaların adil nitelikte olmadığı ve uluslararası hukuka göre hak ettiklerinden daha az yetki alanı verilen Mısır ve Lübnan olmak üzere diğer ülkelerin uluslararası haklarına el koyduğu belirtildi. Yunanistan’nın sahip olduğu küçük ölçekli adalara rağmen adil paylaşım ilkesini göz ardı ettiği ve aynı zamanda MIsır’ın uluslararası meşru haklardan kaynaklanan fayda ve menfaatlerinin de etkilediğinin altı çizildi. Bölgede huzurun sağlanması için Mısır’ın öncülüğü gerekli görüldü Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile anlaşma yapmanın Mısır’a Kıbrıs ve Yunanistan’la yapılan anlaşmalara nazaran daha çok avantaj sağlayacağının hatırlatıldığı rapor; bölgedeki öncü ülke olarak Mısır’ın hak sahibi ülkeleri bir araya getirmeye ve adalar statüsünü yeniden düşünmelerine rehberlik etmeye davet ediyor. Aksi takdirde bu bölgede huzur sağlanamayacağının altınız çizen raporda istisnasız tüm ilgili ülkelerin, MISIR Başkanlığı ile bir araya gelmesinin önemi vurgulandı. “Samimi bir diyalogla uluslararası hukuk temelinde hakkaniyetle uygun biçimde çözümü öncelikli tercihimizdir.” Raporda cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, BM Genel Kurulu’nda yaptığı şu konuşmasına da yer verildi: “Doğu Akdeniz’de bir süredir yaşanan gerilimin gerisinde kazanan hepsini alır anlayışıyla hareket eden ülkeler bulunuyor. Ülkemizi dışlama amaçlı nafile adımların başarı şansı kesinlikle yoktur. Bizim ne Doğu Akdeniz’de ne de başka bir bölgede kimsenin hakkında, hukukunda meşru çıkarlarında gözümüz bulunmuyor. Bölgede bugün yaşanan sıkıntıların sebebi Yunanistan ile Kıbrıs Rum Kesiminin 2003’ten beri maksimalist taleplerle attıkları tek yanlı adımlardır. Buna karşılık bölgedeki doğal kaynaklar söz konusu olduğunda ülkemizin yok sayılması ne akıl ve vicdanla ne de uluslararası hukukla izah edilebilir. Anlaşmazlıkların samimi bir diyalogla uluslararası hukuk temelinde hakkaniyetle uygun biçimde çözümü öncelikli tercihimizdir…” B. DOĞU AKDENİZ’İN ÖNEMİ Söz konusu konunun önemi, gerçekleşen mevcut olaylar göz önüne bulundurulduğunda açıkça anlaşılmaktadır. Bilinen pek çok parametre ve kriterle birlikte en başta politik ve ekonomik sebepler konunun önemini gözler önüne sermektedir. 1- Coğrafi Sınırlar Günümüzde, Doğu Akdeniz’in, Tunus’taki Bon Burnu ile İtalya’daki Sicilya Adası’nın batıya uzanan ucundaki Lilibeo Burnu arasında çizilen hattın doğusundaki bölgeye atıfta bulunduğu konusunda genel bir görüş birliği bulunmaktadır. Bu tanımdan hareketle, Doğu Akdeniz Bölgesi; İtalya, Slovenya, Hırvatistan, Bosna Hersek, Karadağ, Arnavutluk, Yunanistan, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Libya ve Tunus kıyıları ile çevrilmektedir. 2- Tarihsel Önemi Tarihin farklı dönemlerinde büyük savaşlara sahne olan Doğu Akdeniz Bölgesi, aslında pek çok tarihçi ve yazar tarafından “Bereketli Hilal” olarak adlandırılan bölgede yer almaktadır. Gerçekten de Mısır, Mezopotamya ve Anadolu dünyanın en verimli topraklarını bünyesinde barındırmaktadır. Tarih boyunca ortaya çıkan medeniyetlerin ilk amacı bu bölgeler üzerinde hakimiyet kurmaktı. Böylelikle, kara ve deniz yoluyla dünya ticaretini kontrol altına alma imkanına sahip olacaklardı. Dolayısıyla bu insan hareketleri, Doğu Akdeniz’i tarihin her döneminde dünyanın en önemli merkezlerinden biri haline getirmiştir. Adalar açısından bakıldığında, her ne kadar Sicilya, Malta, Messina, Kastellorizo ve Kıbrıs Doğu Akdeniz’in önemli adalarını oluştursa da Kıbrıs’ın jeopolitik ve jeostratejik konumu göz önünde bulundurulduğunda Doğu Akdeniz’in en önemli adası olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü Kıbrıs Adası, özellikle deniz ticaret yollarının kesişme noktasında bulunan konumu itibariyle Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in kontrolünde merkezi bir rol oynamaktadır. Kıbrıs adası, tüm Ortadoğu bölgesini, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün, Irak, Mısır, Yunanistan ve tüm Ege adalarının yanı sıra Süveyş kanalını kullanan tüm deniz taşımacılığını kontrol eden “sabit konumlu uçak gemisi” niteliğindedir. C. DOĞU AKDENİZ BÖLGESİNDE KIBRIS (Türkiye’nin deyimiyle GKRY) VE YUNANİSTAN’IN TUTUMLARI 1- KIBRIS Kıbrıs Adası’nın % 60’ını kontrol eden tanınmış Kıbrıs Hükümeti, tüm Kıbrıs Adası adına Münhasır Ekonomik Bölge (“MEB”) ilan etmişti. Kıbrıs’ın kalan %40’ı ise 20 Temmuz 1974’ten beri Kıbrıslı Türkler tarafından kontrol edilmektedir. Bu kesimin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (“KKTC”) olarak adlandırılan ve sadece Türkiye tarafından tanınan kendi devletleri bulunmaktadır. Bölgede üç adet başrol oyuncusu ülke bulunmaktadır: Türkiye, saygıdeğer ülkeniz MISIR ve İsrail. Türkiye, ne Kıbrıs Hükümetini ne de bu Hükümetin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni oluşturan Zürih ve Londra Antlaşmaları’na ve Büyük Britanya, Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan bu antlaşmalardan doğan ilk anayasaya atıfta bulunarak ilan ettiği MEB’i tanımamaktadır. Kıbrıs Hükümeti, (Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olarak “GKRY” olarak adlandırmaktadır) bu MEB’i Kıbrıs’ın üç garantöründen biri olan Türkiye’nin itirazlarını görmezden gelerek ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Türkiye’nin bölgedeki haklarını ihlal etmek suretiyle üyesi oldukları için Avrupa Birliği’nin desteğiyle 2 Nisan 2004 tarihinde “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına ilan etmiştir. Kıbrıs Hükümeti (GKRY), 17 Şubat 2003 tarihinde Mısır, 17 Ocak 2007 tarihinde Lübnan ve 17 Aralık 2010 tarihinde İsrail ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) tanımlama (“sınır belirleme” veya “sınırlandırma”) anlaşmaları imzalamıştır. 2- YUNANİSTAN Yunanistan, deniz yetki alanlarına ilişkin olarak, “Girit, Kasot, Kerpe, Rodos ve Kastellorizo hatlarına dayalı olarak orta çizgiye dayalı deniz yetki alanı sınırlandırması” yapmayı hedeflemektedir. Bu bağlamda Mısır ve Libya ile müzakerelere başlamış ve son olarak 6 Ağustos 2020’de Mısır ile MEB tanımlama anlaşması imzalamıştır. D. TÜRKİYE’NİN DOĞU AKDENİZ BÖLGESİNDEKİ KONUMU VE MUHTEMEL GİRİŞİMLERİ Türkiye’nin bakış açısına göre, Uluslararası hukuk çerçevesinde Türkiye’nin yalnızca Mısır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Suriye ile değil, aynı zamanda Libya, İsrail ve Lübnan ile de karşılıklı kıyısı bulunmaktadır. Böylelikle Türkiye, bu devletlerle deniz yetki alanı alanında antlaşmalar imzalayabilecektir. Bu durumda Türkiye, uluslararası hukuk kapsamındaki hakları ve meşru menfaatleri uyarınca Doğu Akdeniz’de yeni bir deniz yetki alanı haritası ortaya koyabilecek bir konumda olacaktır. 1 Bu noktada Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanını (münhasır ekonomik bölge de dahil) belirleyebileceği ülkeler incelenme konusu yapılmalıdır. Ayrıca GKRY’nin kendi MEB’ini ilan ettiği parsellerde bağımsız ve egemen devletler olarak Türkiye ve KKTC’nin haklara sahip olup olmadığı da ele alınmalıdır. Öte yandan, Kıbrıs adasının deniz yetki alanının büyüklüğünün de uluslararası mahkemelerin kararları ışığında belirlenmesi gerekmektedir. Sonuç olarak, Türkiye’nin sahip olması gereken deniz yetki alanını gösteren Doğu Akdeniz haritası ortaya konmalıdır. 2003 yılında Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarını paylaşma mücadelesini Kıbrıs Hükümeti (GKRY) başlatmıştır. Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni hukuken tanıdığı için, 2003 yılından bu yana, 21 Eylül 2011 tarihinde New York’ta ve 27 Kasım 2019 tarihinde, Türkiye ile adanın kuzeyindeki KKTC arasındaki bölge için deniz yetki alanlarını belirleme anlaşmaları imzalamıştır. Ayrıca Libya ile “Deniz Yetki Alanlarının Belirlenmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası” imzalanmıştır. Aynı zamanda Türkiye’nin görüşüne göre, Türkiye, aşağıdaki haritada gösterilen alanlarda uluslararası deniz hukukundan kaynaklanan meşru hak ve menfaatleri haizdir (Şekil 1, 32˚16 ’18 ” Batı Boylam ve 33˚40′ Kuzey Enlem) ve hatta çeşitli vesilelerle bu bölgenin kendi deniz yetki alanında olduğunu ve öyle olmaya devam edeceğini defaatle belirtmiştir. Aslında Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren’in ortaya koyduğu haritadan (Şekil 1) bahsedilmemiştir. Oran daha sonra açıklanacaktır. Bu harita başlıca ortanca çizginin sınır olarak kabul edilmesi sebebiyle minimalist bir yaklaşımla çizilmiştir. Ancak bu harita, dolaylı olarak ilgili ülkeleri kıyıdaş devletler olarak seçmesi sebebiyle, Yunanistan dahil farklı platformlarda maksimalist olarak eleştirilmektedir. Örneğin, Mısır’a ilişkin yalnızca Yunan Adaları sayısına ve Kıbrıs’a (GKRY) atıfta bulunulmuştur. Ancak bu harita çizilirken sadece KKTC ve Mısır kıyıdaş devletler olarak belirtilmiştir. Eğer bu devletler kıyıdaş devletler değilse, eleştirmenler hangi devletlerin ilgili kıyı devletleri olabileceğini belirtmemişlerdir. Şekil 1 32˚16 ’18 ” Batı Boylam ve 33˚40′ Kuzey Enlemdeki Deniz Alanını Gösteren Harita Prof. Dr. Başeren’in haritasında, Kıbrıs’ın (GKRY) 26 Ocak 2007 tarihinde Kıbrıs adasının güneyinde ilan ve teklif ettiği 13 petrol arama ruhsat sahasından 5’inin Türkiye’nin mümkün olan asgari münhasır ekonomik bölgesi ile örtüştüğü kırmızı çizgilerle gösterilmiştir. Tüm bu gelişmelere karşı Türkiye’nin genel tutumu, “deniz yetki alanlarının Doğu Akdeniz’deki ilgili tüm kıyı devletleri arasında yapılacak anlaşmalarla belirlenmesi gerektiği” şeklindedir. Şekil-2 Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren’in Türkiye’nin Muhtemel Münhasır Ekonomik Bölgesini (MEB) Gösteren Haritası ve İhlal Eden 1, 4, 5, 6, 7 No’lu Sözde Parseller ile GKRY Haritası E. KIBRIS (GKRY) ÇATIŞMASI (PROBLEM) Kıbrıs (GKRY – Rum kesimi) devletlerin deniz yetki alanlarını ele geçirmiştir. Lübnan ile bir sınır antlaşması da imzalamışlardır. Bu durum ise Uluslararası Hukuktan kaynaklanan orantılılık ilkeleriyle çelişki oluşturmaktadır. Baf ve Zafer Burnu arasındaki toplam uzunluk ilgili kıyı olarak kabul edildiğinden, Kıbrıs; Suriye, Lübnan ve İsrail ile bir sınır belirleme anlaşması imzalamıştır. Suriye, Lübnan ve İsrail kıyılarının toplam uzunluğu 316.907 deniz miline karşılık gelmektedir. Zikredilen üç ülke ile Kıbrıs arasındaki kıyı uzunluklarının oranı 1.87’dir. Bu ise, bu üç ülkenin deniz yetki alanına Kıbrıs’tan (GKRY) 1,87 kat daha fazla sahip olması gerektiği anlamına gelmektedir. Halbuki, Kıbrıs (GKRY), yapılan anlaşmalarla bu ülkelerle neredeyse eşit deniz yetki alanına sahiptir. Kıbrıs, söz konusu kıyıdaşların, Suriye, Lübnan ve İsrail’in deniz yetki alanlarını fazlasıyla ele geçirmiş durumdadır. Yapmış olduğumuz araştırma ve çalışmalarımızda ulaştığımız bulgular, durumun Mısır için daha da kötü vaziyette olduğunu gözler önüne sermektedir. Şöyle ki, ilgili kıyı olduğu anlaşılan Zafer Burnu ile Arnauti Burnu arasındaki toplam uzunluk 197.659 deniz milidir ve Mısır’ın buna karşılık gelen kıyı şeridi 400.128 deniz mili uzunluğundadır. Başka bir ifadeyle, kıyı uzunluğunun oranı büyük ölçüde Mısır lehinedir. Kıbrıs (GKRY) ise, yasal uygulama veuluslararası uygulamalara göre Mısır’ın deniz yetki alanının yalnızca yarısına sahip olmalıdır. Bu durum ise adil paylaşım esasları uyarınca çözümlenmelidir. Ancak Mısır ile Kıbrıs arasında imzalanan mevcut Anlaşma ile Kıbrıs’ın (GKRY) hukuken hak ettiğinden 21.500 kilometre kare daha fazla deniz yetkisi bulunmaktadır Şekil-3 Petrol Çıkarma Politik Risk ve Maliyet Haritası Aşağıdaki haritalarda görüldüğü üzere; Kıbrıs (GKRY), daha önce de belirtildiği gibi, İsrail’den 12 nolu parsel, Lübnan’dan 3.957 kilometre karelik deniz yetki alanı ve Mısır’dan 21.500 kilometre deniz yetki alanı dâhil olmak üzere 4.600 kilometre karelik deniz yetki alanını ele geçirmiş durumdadır. Türkiye’nin mutlak yaklaşımı ve bakış açısına göre, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) konumu aşağıdaki gibidir: KKTC bağımsız bir devlet niteliğini haizdir ve uluslararası hukuk ilkeleri ve uluslararası mahkemelerin kararları uyarınca kendi deniz yetki alanına sahiptir. KKTC, adanın güney kesiminde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge şeklinde deniz yetki alanına sahiptir. Şöyle ki, KKTC ve GKRY’nin (Kıbrıs) Kıbrıs adasında kendi sınırları olan iki bağımsız ülke olması nedeniyle KKTC’nin Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır ile deniz yetki sınırlamasına tabi ortak deniz sınırları bulunmaktadır. Şekil-4 Kıbrıs’la (GKRY) Akdedilen Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma Anlaşmalarına Dayalı Mısır, İsrail ve Lübnan’ın Kayıplarını Gösteren Harita Şekil-5 GKRY ile kıyı uzunluklarını dikkate almadan Antlaşma yapan Lübnan’ın Kaybını Gösteren Harita Çalışması İsrail, Lübnan ve Suriye, Kıbrıs (GKRY) yerine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile tanımlama anlaşmaları imzalamışlardı, şimdi ise Kıbrıs’la (GKRY) kıyaslandığında çok daha fazla deniz yetki alanına sahip konumdadırlar. Zaten KKTC ile ortak deniz sınırı bulunduğu için yasal zemin de mevcuttur. Şekil-6 KKTC’nin Mısır, İsrail, Lübnan ve Suriye ile Sınırlandırma Anlaşması Yapması Halinde Kullanılacak Sınırlandırma Hatları F. DOĞU AKDENİZDEKİ YETKİ ALANLARI VE TÜRKİYE Türkiye, Birleşmiş Milletler’e 18 Mart 2019 tarihli bir mektup sunarak, Türkiye’nin kıta sahanlığının Doğu Akdeniz’deki sınırını resmen bildirmiştir. Bu mektup, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu tarafından imzalanmıştır. Türkiye’nin Akdeniz’deki kıta sahanlığı sınırları söz konusu 18 Mart 2019 tarihli mektupta aşağıdaki gibi belirlenmiştir. Şekil-7 KKTC’nin Mısır, İsrail, Lübnan ve Suriye ile Kıbrıs’a benzer bir Sınırlandırma Anlaşması imzalaması durumunda KKTC’ye ait olacak Deniz Yetki Alanları. (Görüldüğü üzere 2, 3, 9, 10 ve 12 Nolu sahaların bir kısmı, Karpaz Burnu ile Gazimağusa arasındaki sahil nedeniyle KKTC’nin deniz yetki alanları içinde yer almaktadır) “32 derece, 16 dakika, 18 saniye Doğu Meridyeni ile 28 derece Batı Meridyeni arasında kalan bölgede Türkiye’nin çıkarları vardır. Mısır ile Türkiyedeniz yetki alanının ortay hattı Türkiye’nin kıta sahanlığı hudutlarıdır. 28 derece boylamının batısı da müteakip sınırlamalara esastır.” Türkiye’nin üç tarafı Karadeniz, Akdeniz ve Ege ile çevrili bir ülke olarak, kendiliğinden (ipso facto) ve başlangıçtan itibaren (ab initio) herhangi bir duyuru yapılmaksızın doğal ve bağımsız olarak erişilebilir kıta sahanlığı bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye, bu denizlerde kıta sahanlıklarını Türkiye’ye komşu veya kıyıdaş ülkelerle sınırlamalıdır. Türkiye, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (UNCLOS veya “Sözleşme”) taraf bile değildir. Türkiye, müzakerelere katılmakla birlikte Sözleşme’nin 309. Maddesine göre çekince konulması mümkün olmadığından Sözleşme’yi imzalamamıştır. Sözleşme’nin 309. Maddesi aşağıdaki gibidir: “Madde 309- İhtirazi kayıtlar ve İstisnalar İşbu Sözleşmeye, diğer maddelerde açıkca izin verilenler dışında, ne ihtirazi kayıt ve ne de istisnalar ileri sürülebilir.” Ancak Türkiye, bu Sözleşme ile Deniz Hukukuna girmiş olan “Münhasır Ekonomik Bölge” kavramına paralel olarak Bakanlar Kurulu’nun 12.05.1986 tarihli ve 86/11264 sayılı kararı ile “Karadeniz Münhasır Ekonomik Bölgesi” ilan etmiştir. Türkiye, işbu Karadeniz MEB’i ile Karadeniz’de deniz çevresini koruma, deniz kirliliğini önleme ve azaltma haklarına sahip olduğunu belirtmiştir. Türkiye, her ne kadar Sözleşme’ye taraf olmasa da, Sözleşme’nin uluslararası hukukta emsal haline gelen uygulamalarını benimsemektedir Şekil-8 Kıbrıs’ın (GKRY) Hak İddia Ettiği Deniz Yetki Alanları Türkiye açısından Kıbrıs adası tarih boyunca Türkiye’nin milli menfaatleri içinde değerlendirilen bir bölge niteliğindedir. Doğu Akdeniz’deki anlaşmazlık ve çatışmalar ise büyük ölçüde, Kıbrıs’ın (GKRY) Türkiye’nin kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge haklarını ihlal eden bölge ülkeleriyle imzaladığı münhasır ekonomik bölge anlaşmalarından kaynaklanmaktadır. Şekil-8, Kıbrıs (GKRY) tarafından ilan edilen deniz yetki alanlarını göstermektedir. Kıbrıs, Kıbrıs adasının tamamını temsil ettiğini iddia etmekte ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını yok saymaktadır. Öte yandan Yunanistan ise, Türkiye’nin deniz yetki alanlarını gasp etmektedir. Şekil-9 Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölge Olarak İddia Ettiği Alan Türkiye Cumhuriyeti, Yunan adalarının münhasır ekonomik bölge üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığını belirtmektedir. Başka bir ifadeyle, Türkiye adaların özel bir anlaşma ile Yunanistan’a bırakılmadığı varsayımıyla iddialarını ortaya koymaktadır. Şekil 9’a göre Türkiye’nin MEB’i Kıbrıs (GKRY) ile değil, Mısır ile sınır oluşturmaktadır. Türkiye ve Kıbrıs’ın (GKRY) yanı sıra KKTC de münhasır ekonomik bölge ilan ederek kendi deniz yetki alanını belirlemiştir. Türkiye ise, Kıbrıs Adası üzerinde KKTC ve GKRY olmak üzere iki ayrı devlet olduğu için söz konusu MEB’i tanımıştır. Şekil-10 Türkiye ve KKTC Ortak Münhasır Ekonomik Bölgesi Şekil 10, Türkiye, KKTC ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin MEB iddialarını göstermektedir. Buna göre, Kıbrıs adasının güneyinde 1, 2, 3, 8, 9, 12 ve 13 numaralı parseller üzerinde GKRY ve KKTC, 1, 4, 5, 6 ve 7 numaralı parselleri üzerinde ise Türkiye ve GKRY’nin iddiaları bulunmaktadır. Bu nedenle, petrol veya doğalgaz rezervlerinin araştırılması için görüşmelerin doğrudan ilgili ülkeler arasında yapılması gerekmektedir. Türkiye, Doğu Akdeniz’de yaklaşık 1.800 km uzunluğunda kıyı şeridine sahip olması nedeniyle, uluslararası hukuk uyarınca hem ekonomi hem de güvenlik açısından doğrudan çıkarları olan bir devlettir. Kıbrıs Rum Yönetimi, eylemlerinin imzalanan münhasır ekonomik bölge anlaşmalarının Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin kanunlaştırmasıyla meşrulaştığını düşünmektedir. Ancak, Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından imzalanan münhasır ekonomik bölge anlaşmaları ve arama ruhsatları iki nedenden dolayı uluslararası hukuka uygun değildir: İlk olarak, Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıs adasının tamamını temsil etmemektedir. Kıbrıs Rum Yönetimi, münhasır ekonomik bölge ilan etmesinin adanın kendisine ait güney kısmını ilgilendirdiğini iddia etse de, adanın diğer tarafında egemenlik haklarına sahip olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını görmezden gelmektedir. Ada’nın doğal kaynakları üzerinde hem Türkler hem de Kıbrıslılar eşit pay hakkına sahiptir. İkinci olarak ise, uluslararası hukuka göre, kapalı veya yarı kapalı bir denize sahildar olan devletler, kendilerine ait olan hakların kullanılmasında ve yükümlülükerin yerine getirilmesinde aralarında işbirliği yapmak zorundadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ise, münhasır ekonomik bölge ilan etmeden önce Türkiye’nin ve KKTC’nin onayını talep etmemiştir. Türk Dışişleri Bakanlığı, Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından imzalanan münhasır ekonomik bölge anlaşmalarının uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin adanın tamamını temsil etmediğini defaatle bildirmiştir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Mısır ile 17 Şubat 2003 tarihinde, Lübnan ile 17 Ocak 2007 tarihinde ve son olarak da 17 Aralık 2010 tarihinde İsrail ile deniz yetki alanı anlaşmalarını imzalamıştır. Rum tarafı, 26 Ocak 2007 tarihinde çıkarmış olduğu bir yasa ile petrol ve doğal gaz arama amaçlı 13 adet ruhsat sahası ilan etmiştir. Türkiye’nin uluslararası hukuk tahtında sahip olduğu haklara rağmen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi deniz alanlarını Mısır, İsrail ve Lübnan ile anlaşmış oldukları çizgiye göre ve tek taraflı (ex parte) olarak tasarlamıştır. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sahip olduğu haklar ve çıkarlar göz ardı edilmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bu tek taraflı girişimi Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Rusya Federasyonu tarafından desteklenmiştir. Yunanistan ise Mısır, Libya ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile anlaşmaları yapmaya çalışarak Doğu Akdeniz’i ağırlıklı olarak kendi kontrolünde tutmaya çalışmaktadır. G. TÜRKİYE VE LİBYA ARASINDAKİ ANLAŞMA Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy 1 Aralık 2019 tarihinde yapılan ve SC-73 sayılı bu açıklamada şu noktalara dikkat çekmiştir: “Libya’yla imzalanan anlaşma ile Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarımızın batıdaki sınırlarının bir bölümü belirlenmiştir. Bu, başta uluslararası hukuk içtihatlarını oluşturan mahkeme kararları olmak üzere, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri dahil, uluslararası hukuka uygun olarak imzalanmış bir anlaşmadır. Esasen, tüm taraflar Doğu Akdeniz’de en uzun anakara kıyısına sahip ülke olan Türkiye’nin kıyı projeksiyonunun adalarla kesilmeyeceğinin, iki anakara arasındaki ortay hattın ters tarafında kalan adaların karasuları dışında deniz yetki alanı yaratamayacağının ve deniz yetki alanları hesaplaması yapılırken kıyıların uzunluklarının ve yönlerinin hesaba katıldığının farkındadır. Nitekim, Türkiye bu anlaşmayı imzalamadan önce tarafları hakkaniyet çerçevesinde bir uzlaşı için görüşmelere çağırmıştır ve halen de görüşmelere hazırdır. Ancak, Türkiye’nin uluslararası hukuka dayalı ve hakkaniyeti temel alan bu yaklaşımı karşısında görüşmelere başlamak yerine sadece tek taraflı adımlar atarak Türkiye’yi suçlamak tercihine gidilmiştir. Bu anlayışın altında örneğin Türkiye’nin anakarasının karşısında küçük bir ada olan Meis’e kendi yüzölçümünün 4 bin katı kadar deniz yetki alanı kazandırmaya çalışan maksimalist ve uzlaşmaz Yunan-Rum tezleri yatmaktadır. Bu anlayış, zamanında Mısır’a 40 bin kilometre kare alan kaybettirmiştir.” Anlaşılacağı üzere adaların varlığı hem Kıbrıs hem de diğer ülkelerle olan ittifaklarımızı açıklamaktadır. Adaları görmezden gelmek yasal bir manevra gibi görünse de, Türkiye’nin kıyı şeridinin uzunluğu göz önünde bulundurulduğunda son derece doğru ve adil bir yaklaşımdır. H. MISIR VE YUNANİSTAN ARASINDAKİ 6 AĞUSTOS 2020 TARİHLİ ANLAŞMA Mısır ve Yunanistan, 6 Ağustos 2020 Perşembe günü düzenledikleri basın toplantısında, iki ülkenin Doğu Akdeniz’de MEB kısıtlama anlaşması imzaladığını duyurdu. Anlaşmanın imzalandığı bildirisi, Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Shoukry ve Yunan mevkidaşı Nikos Dendias tarafından Kahire’de düzenlenen ortak basın toplantısında yapıldı. Bu antlaşma ile çizilen sınırın kesin lokasyonu ve anlaşmanın içeriği henüz açıklanmadı. Ancak önceki açıklamalardan, özellikle Yunanistan’ın yaptığı resmi açıklamalardan, Yunanistan’ın Mısır ile MEB tanımlama anlaşması imzalama aşamasına geldiği ve anlaşmanın Mısır ile Mısır’a bakan Yunan adaları arasında bir MEB sınırı belirleyeceği açıkça anlaşılmaktadır. 1- Yunanistan’ın Doğu Akdeniz Bölgesine Olan İlgisinin Unsurları Yunan adaları dışında, Yunanistan anakarası çoğunlukla Ege Denizi’ne, kısmen güneyde Akdeniz’e ve batıda İyonya Denizi’ne bakmaktadır. Yunanistan aynı zamanda birçok adaya sahip bir ülke konumundadır. Sadece Ege Denizi’nde irili ufaklı 3 binden fazla ada ve adacığa sahiptir. Yunanistan, Doğu Akdeniz’de Meis Adası’na (Kastellorizo) ve ayrıca bazı cepheleri Akdeniz ve Doğu Akdeniz’e bakan Girit, Rodos, Kerpe (Karapthos) ve Çoban (Kasos) gibi adalara sahiptir. Bu sebepledir ki Yunanistan, adalar bağlamında Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanının paylaşımında payı olduğunu iddia etmektedir. Yunanistan, adalar ile Türkiye arasındaki deniz yetki alanlarının eşit uzaklıkta sınır olması gerektiğini ve adaların Türkiye’nin aleyhine devasa deniz yetki alanlarına sahip olması gerektiğini savunmaktadır. Dışişleri Bakanlığından yapılan resmi açıklamada da belirtildiği üzere, yüzölçümü sadece 10 kilometre karelik olan Kastellorizo Adası sebebiyle 40 bin kilometrekarelik deniz alanını talep etmektedir. Ayrıca Yunanistan, GKRY’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tüm Kıbrıs adasını temsil ettiğini iddia ederek Doğu Akdeniz sorunlarının içinde yer almaktadır. 2- Mısır’ın Doğu Akdeniz Siyaseti Elbette, Mesih’ten önce birkaç bin yıl öncesine dayanan önemli bir tarihi geçmişe sahip öncü Arap Ülkesi olarak Mısır’ın eyalette kendi politikaları ve endişeleri bulunmaktadır ve bölgedeki tüm ilgili tarafların bu politika ve endişelere saygı duyması gerekmektedir. Mısır, kendisi için en avantajlı yol olduğunu düşünerek ve değerlendirerek, Kıbrıs’ın (GKRY) Kıbrıs adasının tamamını temsil ettiğini varsaymak suretiyle 2003 yılında Kıbrıs (GKRY) ile MEB tanımlama anlaşması imzalamıştır. Mısır ile Yunanistan arasındaki bu MEB tanımlama anlaşmasının sınırları ile Türkiye ile Libya arasındaki sınırın, çözülmesi ve açıklığa kavuşturulması gereken bazı alanlarda birbirlerinin haklarına tecavüz ettiği aşikardır. TPAO Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, Mısır ile Türkiye arasında bir çatışma olan belirli bölgelerde bazı arama ve işletme çalışmaları yürütmektedir. Elbette bu konuyu etkileyen tek unsur salt MEB çatışması değildir. Ülkelerin değerlendirmesi ve karar vermesi gereken başka faktörler ve parametreler de bulunmaktadır. Yanlış anlaşılmalar bile olabilir. Tüm bu parametreler ve faktörler, hatta bazen gerçekler değişilkik gösterebilir. Ancak Mısır ve Türkiye’nin kıyıdaş devlet oldukları gerçeği baki kalacaktır. Gerçek bu olduğuna göre, mevcut çatışmalardan, gerginliklerden, tartışmalardan veya diğer sorunlardan bağımsız olarak ilişkilerde ülkelerin ekonomik faydaları birinci önceliğe sahip olmalıdır. Mısır’ın işleri bölge lehine hızlandırma çabalarını takdirle karşılamaktayız. Doğu Akdeniz’i çevreleyen bazı ülkelerle birlikte Mısır, bölgenin doğal gaz piyasasını geliştirmeyi amaçlayan “Doğu Akdeniz Gaz Forumu” nun kurulmasına öncülük etmiştir. Değerli ülkenizin başarısını kutluyoruz. Yukarıda verilen bilgiler ışığında, Türkiye ve Mısır’ın Doğu Akdeniz’de karşılıklı kıyıları ve karşılıklı çıkarları olduğu ve Mısır ve Türkiye’nin yapabilecekleri diğer anlaşmalardan çok daha fazla karşılıklı çıkar ve fayda sağlayacağı için işbirliği yapabilecekleri oldukça aşikârdır. Bu karşılıklı çıkar ve fayda adına, gönüllü olarak katkıda bulunmaya hazırız. Her iki tarafın tepkilerini ve yaklaşımlarını tekrarlamaya gerek bulunmamakta, Mısır ve Türkiye’nin tepki ve yaklaşımları gayet bilinir konumdadır. Her iki taraf da diğer tarafın farkında olup yeniden düşünmeyi ve / veya yorum yapmayı gerektirecek bir durum bulunmamaktadır. Anlaşmanızdan anlaşılacağı gibi, Mısır ile Yunanistan arasında çizilen sınır, Girit, Rodos ve Meis gibi Yunan adalarına tam ve büyük bir etki alanı bırakmaktadır. Anlaşmaya ilişkin yorumumuza göre, “Mısır, KIBRIS (GKRY) ile yapılan anlaşma ile deniz yetki alanlarını kaybetmiş durumdadır” Açıkça bildiğiniz üzere, uluslararası hukukun ilgili kuralları bağlamında, kısıtlama prosedürü tek taraflı bir beyanname veya yerel bir yasal işlemle değil, iki taraf arasındaki uluslararası bir anlaşmayla çizilebilmektedir. Ancak bir anlaşmanın kendi iradesi dışında üçüncü bir kişiye herhangi bir hak veya sorumluluk getirmesi mümkün değildir. Bu sebepledir ki, bu anlaşmanın diğer ülkeler için anlaşmanın kendisini veya bu anlaşmayla çizilen sınırları tanıması için bir tanıma yükümlülüğü getirmesi hukuken mümkün değildir. Daha önce de açıklandığı üzere, böylesi yarı kapalı bir deniz alanında –Doğu Akdeniz Bölgesinde- tarafların işbirliği yapması öngörülmektedir. 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 123. Maddesi uyarınca “Kapalı veya yarı kapalı bir denize sahildar olan devletler, işbu sözleşme gereğince kendilerine ait olan hakların kullanılmasında ve yükümlülükerin yerine getirilmesinde aralarında işbirliğinde bulunmalıdırlar.” Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias, bir tür kamu çalışması yapmak için “Yunanistan’ın Türkiye ile deniz aramacılığının belirlenmesi konusunda bu ay müzakerelere başlamaya hazır olduğunu” belirtmiştir. Yine de Türkiye, bu yaklaşımı kapsamlı bir müzakere olmaksızın bir antlaşma imzalamak için çelişkili bir tutum olarak algılamaktadır. CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN VE CUMHURBAŞKANLIĞI SÖZCÜSÜ İBRAHİM KALIN’IN 22 EYLÜL 2020 TARİHLİ SON ÖNEMLİ AÇIKLAMALARI Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada şu açıklamalarda bulunmuştur: Doğu Akdeniz’de bir süredir yaşanan gerilimin gerisinde kazanan hepsini alır anlayışıyla hareket eden ülkeler bulunuyor. Ülkemizi dışlama amaçlı nafile adımların başarı şansı kesinlikle yoktur. Bizim ne Doğu Akdeniz’de ne de başka bir bölgede kimsenin hakkında, hukukunda meşru çıkarlarında gözümüz bulunmuyor. Bölgede bugün yaşanan sıkıntıların sebebi Yunanistan ile Kıbrıs Rum Kesiminin 2003’ten beri maksimalist taleplerle attıkları tek yanlı adımlardır. Buna karşılık bölgedeki doğal kaynaklar söz konusu olduğunda ülkemizin yok sayılması ne akıl ve vicdanla ne de uluslararası hukukla izah edilebilir. Anlaşmazlıkların samimi bir diyalogla uluslararası hukuk temelinde hakkaniyetle uygun biçimde çözümü öncelikli tercihimizdir. Ancak aksi yöndeki hiçbir dayatmaya, tacize, saldırıya asla müsamaha göstermeyeceğimizi de açıkça ifade etmek istiyorum Bu amaçla tüm bölge ülkelerinin hak ve çıkarlarının göz önünde bulundurulduğu, içinde Kıbrıs Türkleri’nin de yer aldığı bölgesel bir konferans düzenlenmesini teklif ediyoruz. Uluslararası anlaşmaları hiçe sayan Rum tarafı Kıbrıs Türkleri’ni kendi yurtlarında azınlık yapmayı, hatta tümüyle adadan tasfiye etmeyi amaçlıyor. Garantör ülke sıfatıyla Kıbrıs Türk Halkı’nı haklı davasında hiçbir zaman yalnız bırakmadık, bundan sonra da bırakmayacağız. Kıbrıs Türk halkının güvenliğiyle adadaki tarihsel ve siyasi haklarını kalıcı biçimde teminat altına alacak her çözümü destekleyeceğiz” Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın ise son açıklamasında şunları söylemiştir: “Evet, şu anda İsrail ve Mısır’la bazı siyasi görüş ayrılıklarımız var, ihtilaflarımız var. Bunlar enerji konusunda iş birliği yapmanın önüne illa da bir engel olmak zorunda değil. Çünkü hepimiz son tahlilde bu coğrafyanın bir parçasıyız, coğrafyayı değiştiremeyeceğimize göre bu gerçekler ışığında hareket etmemiz gerekir. O yüzden de son dönemde daha sık dile getirilen bütün Akdeniz´e kıyıdaş ülkelerin katılımıyla, adil ve paylaşımcı bir enerji platformu konferansı, toplantısı ya da süreci başlatılmasına biz olumlu bakıyoruz. Cumhurbaşkanımız da zaten bunu muhataplarına iletti, ifade etti. Hem AB Başkanı’na hem Sayın Merkel’e, muhtemelen önümüzdeki hafta yapılacak görüşmelerde de bu konu tekrar gündeme gelecek. Biz buna olumlu bakıyoruz. Çünkü ihtilaflı alan, bölge diye tarif edilen yerlerde de bir zenginlik varsa bunlar paylaşılabilir. Bunların mekanizmaları, modaliteleri geliştirilebilir, çalışılabilir. Bu zor ve imkansız bir şey değil. Dolayısıyla Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarını bütün ülkelerin faydasına olacak bir kaynağa, bir değere dönüştürebiliriz.” SONUÇ Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İbrahim Kalın, güncel açıklamalarında da defaten belirttikleri üzere, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasının bölgedeki tüm taraflar için adil bir çözüm içinde yapılması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Bu bağlamda Türkiye, ilgili madde ve uygulamalarda açıkça belirtildiği gibi coğrafi unsurlar ve dolayısıyla kıyıların uzunlukları arasındaki oran dikkate alınarak sınırlamaların yapılması gerektiğini savunmaktadır. Bu kavram ve yaklaşım, Yunanistan ve Kıbrıs (GKRY) ile arasındaki mevcut anlaşma ile kıyaslandığında MISIR’ın büyük ölçüde lehinedir. Doğu Akdeniz’de özellikle Kıbrıs ve Yunanistan tarafından yapılan ikili anlaşmaların adil nitelikte olmadığı ve uluslararası hukuka göre hak ettiklerinden daha az yetki alanı verilmek suretiyle başta MISIR ve Lübnan olmak üzere diğer ülkelerin uluslararası haklarına el koyduğu oldukça açıktır. Öte yandan Yunanistan, sahip olduğu küçük ölçekli adalara rağmen adil paylaşım ilkesini göz ardı ederek hak ettiğinden çok daha geniş bir yetki alanına sahip olmayı arzulamaktadır. Budurum aynı zamanda MISIR’ın uluslararası meşru haklardan kaynaklanan hak ettiği fayda ve menfaatleri de etkilemektedir. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile anlaşma yapmanın MISIR’a Kıbrıs ve Yunanistan’la yapılan anlaşmalara nazaran daha çok avantaj sağlayacağını tekrar hatırlatmak isteriz. Bu durum, uluslararası meşru yasaların ve hakların açık kuralları gereğidir ve gerekçelendirilebilir niteliktedir. Sonuç olarak, bölgedeki öncü ülke olarak Mısır’ın hak sahibi ülkeleri bir araya getirmeye ve adalar statüsünü yeniden düşünmelerine rehberlik etmeye başlaması, Yunanistan dahil tüm katılımcıların lehine olacaktır. Aksi takdirde bu bölgede huzur sağlanamayacaktır. İstisnasız tüm ilgili ülkeler, MISIR Başkanlığı ile bir araya gelmeli, her hususu uluslararası hukuk çerçevesinde hakkaniyete uygun ve adil bir şekilde yeniden değerlendirmelidirler. Uluslararası hukuk kapsamındaki meşru haklara göre Doğu Akdeniz’deki zenginlikten tüm ülkelerin daha fazla fayda sağlayacağı açıktır. Bir kez daha vurgulamak isteriz ki, bu raporda hiçbir surette dayatma veya tavsiyede bulunma gibi bir niyet ve maksadımız bulunmamaktadır. Asla sınırlarımızı ve haddimizi aşmak istemeyiz. Muhtemelen siyasi, tarihi, kültürel, ikili ilişkiler gibi başka faktörlerin de olduğunun farkındayız… Bu rapor ise, iki güçlü ülke MISIR ve Türkiye arasındaki ilişkilere katkıda bulunmak için bizim açımızdan mütevazı bir sunum niteliğindedir. Bu bağlamda olayları Türkiye gözünden belki de gereğinden fazla anlattık … Mümkün olduğunca olaylara objektif bir perspektiften bakmak için elimizden gelenin en iyisini yaptık… Sayın Cumhurbaşkanınıza ve sevgili ülkeniz MISIR’a herhangi bir haksızlık veya kabalık yapmamış olmayı umuyoruz. Herhangi bir MISIR yetkilisinin grubumuza herhangi bir görev ataması durumunda, elimizden geldiğince görevi yerine getirmekten mutluluk duyacağımızı belirtmek isteriz. Unutmayınız ki, 43 yıllık etkin ve dikkate değer geçmişe sahip SARIİBRAHİMOĞLU Hukuk Bürosu olarak, Türkiye Yönetimi ile aramızdaki ilişkilerimiz ve Türkiye’deki hemen hemen tüm diplomatik misyonlarımızla, dilediğiniz her an hizmetinizdeyiz. Saygılarımızla. Dr. Yavuz Selim SARIİBRAHİMOĞLU Siyasal Bilimler Fakültesi, Kamu Hukuku ve Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı Doktoru Avukat Sarıibrahimoğlu’nun bu raporla birlikte Mısır Devlet Başkanı Sisi’ye gönderdiği mektup ise şöyle: MEKTUP Ekselansları General Abdel Fattah el-Sisi Mısır Cumhurbaşkanı Sayın Ekselansları, Bu mektubu, Ankara’daki diplomatik misyonlarınızla her zaman mümtaz ilişkiler sürdüren bir Türk avukat olarak Ekselanslarınıza hitaben yazıyorum. Ankara’daki Mısır Büyükelçiliği ile ilk temasım, 13 Temmuz 1979’da bir grup Filistinli eylemcinin Ankara’daki Mısır Büyükelçiliğine baskın düzenleyerek Büyükelçilik personelini rehin tuttuğu zamana dayanmaktadır. Genç bir avukat olarak olayın hukuki yönleriyle ilgilendim. O zamandan beri Türkiye’deki diplomatik ve konsolosluk misyonlarınızla her zaman çok iyi ilişkiler kurdum. Geçmişte Türkiye-Mısır İşadamları Derneği’nin tüzüğünü hazırladım ve işbirliğine destek verdim. Ankara’daki son Mısır Büyükelçisi Ekselansları Abdurrahman Salahaddin ile birçok işbirliği yaptım ve Ankara’daki mevcut Mısır Chargé d’Affaires Amr Hamamy ile mümtaz ilişkilerimi sürdürdüm. Desteğime ihtiyaç duydukları her yerde yardım etmek için elimden geleni yapacağımı bildiririm. Türkiye’deki Mısırlı diplomatlarla olan bu işbirliği, Türk ve Mısır halkları arasındaki köklü dostluk ilişkileri hakkında daha fazla bilgi edinmemi sağladı. Bu değerlendirmeyi Türkiye Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da yakın tarihli bir açıklamada paylaşmıştı: “Son tahlilde hepimiz bu coğrafyanın bir parçasıyız.” ABD’de bulunan Dünya Hukuk Birliği Türkiye Ulusal Başkanı sıfatıyla, Türkiye Anayasa Mahkemesi üyeleriyle birlikte güzel ülkenizi ziyaret etme şansı bulduk ve hepimiz sizin zengin tarihi mirasınıza hayran kaldık. Hukukçu olmanın yanı sıra, siyaset bilimlerindeki doktora sıfatımla, Türk-Mısır ilişkilerinin güçlendirilmesinin mutlak bir gereklilik olduğuna ilişkin inancım oldukça kuvvetlidir. Türk-Mısır ilişkileri, Mısır’ın Abbasi valisi sıfatıyla Ahmed ibn Tulun’un ordusunu kurmak için atalarından kalan Orta Asya’dan on binlerce Kıpçak Türkünü 868 yılında getirdiği Osmanlı öncesi döneme dayanmaktadır. Kahire’de 879 yılında inşa edilen Ahmed İbn Tulun Camii ise, bu uzun dostluk geçmişine tanıklık etmektedir. Yakın geçmişte Mısır hükümeti, İskenderiye’nin dış mahallelerinde Bourg al-Arab’da fabrika yapımı için Türk işadamlarına bir alan sağladı. Mısırlılara iş sağlayan ve Mısır ekonomisine katkıda bulunan çok sayıda fabrika inşa edildi ve halen orada faaliyet göstermektedir. Doğu Akdeniz’de petrol ve gaz arama alanındaki son gelişmeler, Türkiye ile Mısır arasında yeni işbirliği potansiyelleri sunmaktadır. Ülkelerimiz arasındaki olası işbirliğine ilişkin notu ekte Ekselanslarınızın bilgisine sunuyorum. Türkiye ile Mısır arasında deniz yetki alanlarının belirlenmesi için imzalanacak bir anlaşma, Türkiye’nin kriterlerinin benimsenmesi halinde Mısır’ın deniz yetki alanını artıracaktır. Ekselanslarına en derin saygılarımı sunarım. Dr. Yavuz Selim SARIİBRAHİMOĞLU Siyasal Bilimler Fakültesi, Kamu Hukuku ve Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı Doktoru