İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener gündeme dair KRT TV Özel Yayını’nda Çiğdem Akdemir‘in sorularını yanıtladı.
Akşener’in açıklamalarından satır başları şöyle:
128 milyar dolar henüz bulunamadı. İktidarın başı başta olmak üzere, küçük ortağı, bakanlar, her biri bir şey söylediler. Kafalarının çok karışık olduğu anlaşılıyor. Damat bakanla kayınpederi 128 milyar dolar üzerinden bir tasarruf yapmış fakat diğerlerinin haberi yok.
9 Ocak, benim söylediğim… Hem CHP, hem İyi Parti, bu 128 milyar doların peşine düştük. Ne oldu? Kedi yedi, dağa kaçtı, balta kesti, yandı bitti kül oldu gibi bir durum var. Sayın Erdoğan bir açıklama yaptı, kimse inanmadı. Genel Başkan Yardımcıları birbirleriyle çelişkili açıklamalar yaptılar. Damat bakanın nerede olduğu belli değil, ondan çıt yok. Maliye Bakanı bir açıklama yaptı, ‘Merkez Bankası milletimizi bu konuda bilgilendirmeli’ dedi. Bu çok önemli. Ben o sözün arkasındayım, peşindeyim.
Tek adam rejiminin uyduruk ucube sistemin Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin Türkiye’yi getirdiği noktayı anlatmak açısından çok güzel bir örnek bu. O kadar para bir şekilde şuraya, şuraya, şuraya tasarruf edilmiş olabilir. Doğrudur, eğridir, eleştiririz ama bir cevabı olmalı. Küçük ortak da kasada duruyor dedi. Bir Ak Partili milletin cebinde dedi, bir başkası pandemiye harcandı dedi. Kimsenin haberinin olmadığı, nereye harcandığının cevabının bulunmadığı bir kaybolma hikayesi. Kayıplar ülkesi.
128 milyar dolar nerede sorusunun cevabı doğru dürüst verilmedi, vatandaş bunun peşine düştü. İktidar partisi vatandaşı ikna etmek yerine, cevapsızlığı seçti. Bugün bir çiftçimiz intihar etti. Geçtiğimiz hafta bir esnafımız intihar etmişti. Böyle hikayelerin, acılı bir dönemin yaşandığı Türkiye’de 128 milyar doları Türkiye’nin hayrına harcamak zorunda kalmış olabilirsiniz. Bunu açıklayacaksınız.
Ama öyle değil, sırf seçim kazanmak için, doları düşürmek için satılan bir sistemle karşı karşıyayız. ‘Ben yaptım kardeşim, sebebi budur’ diyemedikleri için bu sorunun sorulmasından çok rahatsızlar.
Damat bakan konusunda görevini iyi yapamamış olması sebebiyle, ekonomiden anlamıyor olması sebebiyle, ekonomiyi bu hale düşürmeleri sebebiyle bu zaafiyetleri gündemde tutan bir siyasetçiyim. Kendi aramızda zaman zaman damat uzmanı deniliyor bana. O nedenle sayın Kılıçdaroğlu sormuş bunu. Nerede olduğu konusunda hiçbir fikrim yok. Özel hayatında kendisine mutluluklar dilerim ama görev yaptığı süre içerisinde sorulara cevap vermek zorundadır damat bakan.
Gözünüzü kapatın… İyi Parti kurulmamış olsaydı bugün nasıl bir Türkiye’de neleri konuşacak olacaktık? SP’ye, CHP’ye ve Genel Başkanlarına çok büyük saygım var. Her birimiz birbirimizin rakibiyiz. Ayrı problemlere farklı farklı çözümlerimiz var. Ama bugünün şartlarında rekabeti hafiflettiğimiz bir süreçteyiz. Ama bu hakkı İyi Parti’ye teslim etmek zorundayız.
Sayın Erdoğan çok basit bir algoritmayla ülkeyi yönetti. 2010’a kadar vesayet diyerek askere ateş etti, 28 Şubat’ın şuur altına ateş etti. CHP’yi başından beri düşman kuvvetler ilan etmişti, özellikle sayın Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan seçilmesinden sonra inanılmayacak derecede çirkin sözlerin havada döndüğü ama her birinin vatandaşın şuur altındaki alanlarına ateş ettiği kutuplaştırma hareketiydi. MHP’nin Genel Başkanına canı istediği zaman söverdi. Bu bir teknik.
FETÖ’nün başı olan kişi ‘ölüler bile kalksın oy kullansın’ demişti. 2011 seçimlerinde konsolide oldu seçmen, o da tamam. 2014’te Cumhurbaşkanlığı seçimi oldu. 2015 seçimlerinde birden küt diye Ak Parti’nin oyları tekrar düştü, tek başına iktidar olmadı. Işık hızıyla olaylar gelişti. Sayın Davutoğlu hükümet kurmaya çalıştı, olmadı, 1 Kasım’da seçime gidildi. MHP’nin oyu çok düştü, %49’a çıktı Ak Parti’nin oyu. O andan itibaren yeniden bir sistem tartışması çıktı.
Bir gün sayın Bahçeli dedi ki, ‘Nasıl olsa halkın seçtiği Cumhurbaşkanı ile eski Cumhurbaşkanının yetkileri çatışıyor. Yetkilerini aşan bu kişiye göre Cumhurbaşkanlığı sistemini değiştirelim. Türk işi bir sistem kuralım’… Sonra anlaşıldı ki, partili Cumhurbaşkanlığı sistemiymiş.
Bu algoritmayla gelindi, İYİ Parti kuruldu. Haklı çıka çıka, muhalefeti oluşturan insanlar, kanaat önderleri ve bütün muhalefet partilerini katarak söylüyorum, hepsi haklı çıktılar. Fakat algoritmayı bozan İYİ Parti oldu.
Şimdi ne oldu? Partimiz kurulur kurulmaz seçime gidilince, İYİ Parti’nin Genel Başkanı Meral Akşener bir kadın, kimsenin beklemediği bir çözüm buldu. Gitti sayın Kılıçdaroğlu’ndan 15 milletvekilinin (bir kere daha kendisine teşekkür ediyorum) partimize geçmesini istedi. Türk siyasetinde ilk kez olan bir şey değil bu. Bir demokrasi tutumu. Sayın Kılıçdaroğlu ve 15 milletvekili arkadaşımız demokrasi kahramanlığını ve demokratik tutumu gözlerini kırpmadan yerine getirdiler.
Eğer 31 Mart’ta CHP’ye ‘hadi beraber seçime gidelim’ demeseydik İstanbul, Adana, Ankara ve Antalya alınabilir miydi? O umudun tazelenmesi anlamına gelen bir durumdu.
İstanbul ve Ankara’nın kaybedilmesi iktidar partisinin bütün dengesini bozdu. ‘Ne yapılırsa yapılsın bunlar yerinde oturur’ kanaati yıkıldı.
İstanbul öyle bir parasıl güçmüş ki, Yenikapı’daki arabaları gördünüz. Ne kadar lüzumsuz, cebe para koymak için yapılmış proje varsa İstanbul’dan çıkmış. İstanbul parasal bir emzikmiş. Dolayısıyla sadece İstanbul’un değişmesiyle, şu yolsuzluğun ve haksızlığın ortadan kalkması bile muhalefetin yarına güvenle bakan hale gelmesini sağladı.
20 Ocak 2020’de de yün yumaklarını reddeden kişi benim. Gittik Anadolu’yu gezmeye. Bugün küçük bir kamuoyu yoklaması yaptım. Durum nedir, ne yapıyorsunuz diye insanları arıyorum. Bugün televizyonlarda şu anda konuşulan, yeni Anayasa veya başka bir şey konuşulmuyor.
Sungurlu’da yaşayan bir müzisyen açım diyor, çocuklarımı mı kendimi mi öldüreyim diyor, onu konuşuyor.
Kayseri’de bir genç 4 senedir işsiz olduğunu, annesinden babasından harçlık almaktan bıktığını söylüyor. Geçmişin sağlam Ak Partilisi bu arkadaşımız.
O kadar acı ki… İstanbul’da otistik kız kardeşine bakan bir kadın diyor ki, alışveriş yapmam lazım, bir kuruşum yok, sizde vardır, belediyeden acaba kart geldi mi… Bakın para istemiyor, işin içinde üçkağıt yok.
Pandemi konuşuluyor, 3. dalga konuşuluyor. Lebalep kongreler, bir kişinin beş maaş birden alışı, bu hoyratlık, kibir, o pis dil konuşuluyor.
Gençlerle, Z kuşağıyla farklı bir çalışma biçimi yürütüyorum, onlar bana öğretiyorlar. Her hafta iki zoom toplantısı yapıyorum, çeşitli yaş gruplarından, çeşitli cinsiyetlerden.
Bir genç kız dedi ki, sizden rica ediyorum, siz bağırmayın… Dolayısıyla gerçek gündem bambaşka bir şey. Bunu örttürmeyeceğiz. 128 milyar doları sormaya devam edeceğiz.
Bugün sayın Koca’nın da bir açıklaması oldu. Çok üstüme alındım. Müslüman Uygur Türkleri’ne soykırımın hası orada yapılıyor. Kadınların kocalarını alıyorlar, kereste gibi Çinli adamlar konuluyor evlere. Kamplar var. Köle gibi çalıştırılıyor insanlar. Bu arkadaşların hassasiyetle üzerinde durdukları şey de Müslümanlıktır. Gerçi Rabia’yı da unuttular, o işarete yol açan şehit Esma’yı da unuttular. Sayın Koca’ya yazıklar olsun ki, Çin ile aramızdaki hassas konuları kaşıyarak, o Müslüman Türk kadınlar, Uygur kardeşlerimiz tecavüze uğruyor, soykırıma uğruyor. Aramızdaki hassas konuları kaşımakmış… Yazıklar olsun, böyle bir şey olabilir mi?
Biz hakkın ve hakikatin peşindeyiz. Aşı meselesinde çuvalladılar. Pandeminin en başında konuştuğumuzda insanlar sayın Koca’ya şüpheli bakıyorlardı. Ben dedim ki, Sağlık Bakanı böyle giderse iyi gidiyor, bir çabası var. Ümitliydik bu arkadaştan. Sayın Erdoğan da başlangıçta şöyle bir baktı. Sayın Erdoğan pandemiyi kendi siyasi geleceğine fırsat gördü. Bu kovid herkesin başında bela ama o krizi herkes yönetti. Ama bizimkiler pandemiyi değil algıyı yönetmeye çalıştı.
Sayın Erdoğan her zaman olduğu gibi bu işin sorumluluğunu da sayın Koca’nın üzerine yıkacaktır, elini yıkayıp çıkacaktır. Çin elçiliği resmen tehdit etti, hakaretin ötesinde davrandı, büyükelçiyi bakanlığa çağırdı ve çay ikram edip yolladılar sanırım.
Sayın Erdoğan elini yıkayıp suçu Koca’ya bırakacak ama Koca da suçu bana bırakmaya çalışacak. Zor.
Şuur altı ortaya çıktı. ‘En kötü şartlarda Türkiye’deyiz’ dedi. Biz de ‘En iyi ihtimalle Türkiye’deyiz’ diyoruz.
Pandemi bir kriz. Bu krizi yönetmek için istişare edilecek, fikir danışılacak hafızaların ve kurumların olması gerekiyordu. Devlet hafızasını yok ettiler. Bakan Yardımcıları var, müsteşarlar gitti. Demokratik bir devlet kurallar bütünüdür. Tek adam sistemine geçildikten sonra her bir konuyu sayın Erdoğan yönetiyor. Bir insanın bu kadar çok şeyi bilmesi mümkün mü?
En başında kapıları kapatın dedik. En az 2 – 3 hafta kapatın ama kapattığınız zaman da esnafa kredi verin, kişi başına aile geçimi yardımı yapın dedik. Çünkü Türkiye’de üretilenin tüketilmesi için buna ihtiyaç vardı.
Bir kriz oldu, kapanmaz dendi. 100 milyar liraya yakın bir paket açıklandı. Baktık ki, müteahhitlerin ellerindeki konut stoğu tükensin diye uğraştılar. Aldı insanlar ucuz krediyi, dolar yaptılar. Halbuki bizim dediklerimiz yapılabilse, insanlar ihtiyaçlarını alacaklardı. Sanayici üretecek, işçi maaş alacak, esnaf malını satacak, tüketici de gelip alacak. Tam tersine müteahhit zenginliğine gitti iş.
Bugüne gelirsek, 3 haftalık bir kapanma kararı verdi sayın Erdoğan. O konuşmasını dikkatle dinledim, yüzde 70’i siyaset ve dış politikaydı. %30 civarı da kapanmaya dairdi.
Her kriz gayriciddi biçimde yönetiliyor. Büyük resme bakarak adımlar atılamadığı için, lebalep kongreleri de hatırladıktan sonra üçüncü dalgayı yaşıyoruz.
Bu ucube sistemi değiştirmeden sorunlar çözülmez.
Çok ciddi bir şekilde masaya oturulacak ve raici neyse o olacak. Devletin yaptığı köprülerin fiyatıyla bunların yaptığı fiyat arasında dağlar kadar fark var. Bu giderilecek. Köprülerden geçen de, geçmeyen de ödüyor. Tayyip beyin cebinden çıkmıyor ki… Yozgat’ta, Diyarbakır’da, Mardin’de Hakkari’de, Erzurum’da Trabzon’da, Denizli’de yaşayan her kim varsa, herkesin cebindeki paradan gidiyor.
Bayramdan sonra bir ziyaret yapacağız oraya, köylere moral ziyareti. Tayyip bey Rizeli. Nasıl bir şey bu? Hemşehrilerinin karşısında, bir müteahhitin yanında yer alıyor. Sizin yayınınızda izledim, iki milletvekili köylülere Mehmet Cengiz’in işini kolaylaştırmak için ricaya gidiyorlar. Çok şaşırdım. Kimsesizlerin kimi olmak için gelmişlerdi. Zengini daha zengin etmek üzere iş yapıyorlar. Bir taş ocağı da olmasın kardeşim. Gelinleri olarak oraya gideceğim. Direnmeye devam.
Lebalepde gaz sıkmıyorsun. Yanak yanağa öpüşüyorlar, sayın Erdoğan lebalep kongrelerde övünüyor. Biz seyircisiz, sadece delege ile kongre yaptık. MHP de uyarak seyircisiz kongre yaptı. Sayın Erdoğan’ın paşa gönlü isterse 1 milyon kişiyi de toplayabilirdi. Ama siz Cumhurbaşkanısınız ve bunun altını çok çiziyorsunuz. Böyle bir el hak Cumhurbaşkanısınız. O kadar kalabalığı getirsen ne oldu, getirmesen ne olacaktı? Paşa gönlünü mutlu etmek üzere insanları topladınız. Yanak yanağa, maskesiz alkışlarılar ve Türkiye’nin her tarafına giderek her yeri kırmızı yaptılar. Siz orada biber gazını bırakın, maske cezası bile yazamamışsınız ama camiye cemaat olarak gelmiş insanların gözlerine biber gazı sıkıyorsunuz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
28 Şubat’ın Meral Akşener’iyim ben. O dönemde böyle şeyler, baş örtüsü için mücadele eden kızlara, kadınlara bile böyle zulümler yapılmadı.
Asıl mevzu şu… Bu hale mi döndü bu işler? Sayın İmamoğlu’na yönelik bir alerji var fakat ben daha zekice adımlar beklerdim. Kelimelerimi dikkatli seçmeye gayret ediyorum. Ben İçişleri Bakanı olsam, o soruşturma iznini imzalamadığım gibi, onu benim önüme getireni de görevden alırdım. O derece bir aptallık.
Bunun hukuki, ahlaki bir yanı yok. Dindar bir insanım ama kendimi fetva makamı gibi görmedim. Normal şartlarda gidip dua ederiz. Fatih Sultan Mehmet Han, eşi veya kendisi… Orada cenazesi duruyor, ruhu yok. O geçmişte bu ülkenin banisi, bu ülkeye yaptığı büyük hizmetler sebebiyle çok büyük bir saygıyı hakediyor. Tekrar söyleyeyim; el bağlamanın ne hukuki, ne ahlaki ve ne de dini bir mahzuru yok. Ben bakan olsam bu kağıdı yazanı bulur görevden alırım. Bu ahmaklık, bu eylem ahmaklık.
Bu çok ayıp bir şey… Ortak zeka kayboldu Türkiye’de.
Bir turistle polis memurunun maske üzerinden tartışması olmuştu, biri de kayda almıştı o tartışmayı. Turistin yurt dışına gidip ‘Bana kötü davrandılar’ demesinin önüne geçilmiş oldu bu sayede.
‘Şu yasak, bu yasak’ meselesinde, emniyet mensubunun aleyhine şikayette bulunulduğunda kendini koruyacak alanı da kalmaz.
Başlı başına çok vahim… Ben İçişleri Bakanlığı görevimi yaptığım zaman bir Allah’ın kulu hakkında tek bir bilginin bana getirildiğini yada benim talep ettiğimi bilmem. Talep etsem, siyasi iradenin hukuk dışı, kanun dışı taleplerine bürokrat hayır demek zorundadır. Bu korkunç bir şey.
Tekrar söylüyorum; emniyet mensuplarının hukuka uygun, kanuna uygun iş yaptıklarına güvenini pekiştirir yasaklamanın kaldırılması.
Ne olmuş Türkiye? Çok korkunç bir şey sayın Soylu’nun sözleri. Siyasi iradenin hukuk dışı, kanun dışı talimatını yerine getirmemek gibi bir görevi vardır bürokratın. Çünkü siyasetçi yıkar elini, sorumluluğu bürokrata bırakır, gidersiniz gümbürtüye. Ben tekrar söylüyorum; en sert dönemde, en fırtınalı dönemde İçişleri Bakanlığı görevini yürüttüm. Susurluk kazası olmuştu, 28 Şubat dönemi vardı. Milletvekili, siyasetçi, gazeteci, bir kişi hakkında tek bir özel bilgiye sahip olmadım, istemeye bile kalkışmadım.
Bizim gibi siyaseten gelenlere kullanılmaması gereken 120 kelime iletilirdi, bunları söylemeyeceksiniz derlerdi. Hukuk ve kanun kısmı hatırlatılırdı. Siz bunlara uyardınız. Bilirdiniz ki karşınızdaki hayır diyecek.
Hukuken doğru değil zaten. Fakat asıl olanı şu; İçişleri Bakanı emniyet mensuplarının görev amiridir. Dolayısıyla önceliği onların saygınlığını ve kendilerini korumaktır. Hukuka uygun bir emniyet mensubunun videosu çekilse ne olur, çekilmese ne olur? Kanuna uygun iş yapılmayacak, işkence yapılacak gibi bir şaibeyi emniyet mensuplarına yapıştırıyorsunuz, hata burada.
En başında dezekfektan sattı kısmı, cezadan ziyade ahlaki bir sorundu. Sonra ortaya çıkan bilgiler ışığında, kesinlikle bir hukuki çerçeveye oturtulması gerekiyor. Bakan olduğu için Yüce Divan’a gitmesi gerek.
Sayın Emine Erdoğan üzerinden gümrüklere bilgi veriliyor. Sonra bu şahısla ilgi uyarıda bulunuluyor. Mahkeme yerine, savcı yerine uyarıda bulunuluyor. Bu uyarının üzerine nasıl bir ahbaplık oluyor ki, Bakan oluyor?
Dolayısıyla bu sistemde nereden tutsanız elinizde kalıyor. Ben ne dedim? İçişleri Bakanlığı görevine gittiniz, teslim aldınız, bizim gibi sistemin dışından gelen bir siyasetçi oraya gittiyse, sabah 9’dan gece 9’a kadar brifing verirler. O insanlar laf olsun torba dolsun diye konuşmazlar.
Devlet hafızası bu. Teoman Ünsan isimli bir müsteşar büyüğümüz vardı, bakanlık da yapmıştı aynı zamanda. Bana mentörlük yapmıştı, kendisine en derin şükranlarımı sunuyorum. Devlet adamlığını, devlet ciddiyetini o hafıza size öğretirdi, ona bakarak öğrenir ve dikkat ederdiniz. İçişleri Bakanlığı sisteminden ortaya çıkan pek çok şey var. Sayın İmamoğlu’nun eli arkada diye açılan bir soruşturma var. Diğer taraftan sayın Emine Erdoğan’a gelen bir bilginin uyarı hikayesi var ve aynı kişinin Bakan olması hadisesi var. Hiç mi bir devlet aklı devreye girip de ‘Bu yanlış’ dememiş? Tel tel dökülüyoruz.
Gittikçe iki partinin, Büyük Birlik de dahil olmak üzere, Perinçek’in ortaklığını da dahil ederek, tamamının oyu bu ay itibariyle bütün araştırmacılarda yüzde 42’lerde. Kararsızlar da dağıtıldıktan sonra… Dağıtılmadan iş feci zaten.
Küçük ortak hakkında bir şey söylemek istemiyorum, onlar kızıyorlar, televizyonunuza bir şey olmasın.
İYİ Parti büyüyor, CHP düşmüyor, buna karşılık Deva ve Gelecek Partileri var, Saadet Partisi fena gitmiyor. Yarın bir iş birliği söz konusu olacak gibi görünüyor. Deva ve Gelecek Partisi yeni kuruldu, bir yürüyüş içindeler. Böyle baktığınız zaman Cumhur İttifakı adayının seçilmesi mümkün görünmüyor.
Çok mübarek ve muhterem bir şahıs olarak sayın Bahçeli tarafından sayın Erdoğan aday ilan edildi, böyle bir saygıya, sevgiye ve övgüye mazhar oldu.
Millet İttifakı adayı merak ediliyor.
Cumhur İttifakı et – tırnak oldular, gerçek duygular bir yana atıldı, duygusal ve sevgi böcüğü durumuna geldiler. Bu kadar senelik politikacıyım, bu kadar hemhal olmuş farklı iki siyasi partinin birlikteliğini görmedim. Sayın Erdoğan’ı merkez alan, onu bu derece öven bir anlayış… Böyle olunca, sayın Bahçeli’nin ortaklığı da harika. Bakan vermek yok, bürokrat vermek yok, herhangi bir yük yok. Dolayısıyla sıfır yükle bir ilişki biçimi yürütüyor. Etle tırnak durumundalar, aralarına katilen girilmez.
31 Mart’a giderken sadece CHP ve İyi Parti’nin işbirliği oldu. 24 Haziranda’da, 31 Mart’ta da işbirliğiydi bizimki. O işbirliğinde biz kendimizi koruyarak, şu rengin tarifinde bile farklı farklı davrandık. Bu sağlıklı olan. Şuna çözümümüz bizim başka, İyi Parti’nin, CHP’nin, diğer siyasi partilerin çözümleri başka. Böyle olunca, kırmadan, incitmeden rakibiz de aynı zamanda. İttifaklar zorunluluk.
MHP seçmeni ile AK Parti seçmeni aynılaşıyor.
Kürtlere “defolun gidin” diyebilecek kadar Erdoğan’ın sinirleri bozuldu. Erdoğan’ın çelik çekirdek dediği seçmen kitlesi irite oluyor.
Erdoğan kutuplaştırmadan kolay aldı ama barıştıramıyor.
Millet İttifak’ının Cumhurbaşkanı adayı nasıl belirlenecek bilmiyorum.
Erken seçime hazırız. Ben Cumhurbaşkanı adayıydım, arkadaşlarımız Milletvekili adayıydı. O zamanlar ben çok il il gezdim. Partinin barajı geçmesi, grubun üstünde bir Milletvekili çıkarabilmesini o kadar öncelemiştim ki, kendimi 3 cümleyle ifade ettim, Milletvekili adaylarımızı çok öne koydum. İnanılmaz bir tecrübem var benim oradan. Orada herkesin aday çıkarması denendi. İyi Parti’den ben, SP’den Temel Karamollaoğlu, CHP’den Muharrem İnce aday oldu ve ikinci tura kalanı destekleyeceğimizi söyledik. Fakat sahada görüldü ki, seçmen sayın İnce’nin birinci turda öne geçeceğini düşündü. Meral Akşener’in ve Temel Karamollaoğlu’nun hedef kitlesi Ak Parti’ye oy veren, ondan vazgeçmeye hazır seçmendi. O çok gürültülü kampanya Ak Parti’den vazgeçmiş ama sayın Erdoğan’a da kötülük etmek istemeyen seçmeni konsolide etti.
Meral Akşener olarak ben kesinlikle bu ülkenin insanlarının umudunu ortadan kaldıracak, gene başaramadık dedirtecek, bu insanların mutsuzluğuna sebep olacak hiçbir eylemin ve tutumun içinde olmayacağım. Bu kadar net. Bunu bugün benim pozisyonumda olan ve bu netlikle söyleyen başka bir siyasetçi yok. Elim çok rahat. Çünkü seçmen açısından gerçekten onlara yönelik çabamın olduğunu 31 Mart’ta ispatladım. Bir kişiye Cumhurbaşkanlığını kendimle ilgili çağrıştıracak, Millet İttifakı’nı zora sokacak bir kelimem yok. Vatandaş ve seçmen bunu biliyor.
Biz Türkiye’yi bu ucube sistemden kurtarmak zorundayız. Onun için de üstüme ne düşerse yapacağım.
‘Eğer’ üzerinden konuşuyoruz. Ben Çiğdem hanımdan kendime dair, gazeteci kimliğinizle demeyeceğim ki ‘Benim böyle bir düşüncem var, omuz atar mısınız?’… Bu netlikteyim. Sensiz olmuyor denirse bu başka bir şey. ‘Genel Başkanlar teklif etsinler, ben de gideyim’ diye bir çabam yok. Yarın seçmene söz vereceğiz. Cumhurbaşkanlığı kiminle alınırsa, onunla alacağız. Sonra demokratik parlamenter sisteme geçeceğiz. Acı çekmiş insanları hukukla, demokrasiyle, ekonomideki kapsayıcılıkla, liyakatle buluşturacağız.
Engel değil, yol açıcı olacağım.
Benim odaklandığım şu… Geçmişte 28 Şubat döneminde liberallerle çeşitli görüşmeler yapardık. ‘Traktör gibisin’ derlerdi, çalışmaya başladıktan sonra durmazdım. 31 Mart ‘bu iş olabiliyor’ inancının cevabıydı, haklı çıktım.
Partiye belediye kazandırmak benim için önde olsaydı, o masa devrilirdi. 19 ilçe belediyesi aldık biz. 27 yıl aktif politika yapmış bir şahıs olarak, Meral Akşener olarak o masada 19 ilçenin sadece alınabileceğini görmemek mümkün mü?
Ama şöyle bir soru sorduk kendimize; partinin menfaati mi, Türkiye’nin menfaati mi? Türkiye’yi tercih ettik. Biz İyi Parti olarak kendi kendimize girseydik 19 değil, 16 ilçe belediyesi alacaktık. Ciddiyetimi herkes anlasın lütfen. Niğde’de adayımız kazanacak, CHP’nin de adayı vardı, ikisi birden kaybetti. Uşak’ta da öyle, 2 puanla kaybettik. Şile’de aynı şekilde, ayrı adaylarla girildi, Şile gitti. Ak Parti kazandı. Ne demek istiyorum? Bunlara gözünü yumup ‘hay hay’ diyen bir Meral Akşener’in Türkiye’yi tehlikeye atma konusunda, vatandaşın nefes alması konusunda kendim olmayacağım, olunmasına da engel olacağım.