Rahmetli Uğur Mumcu’nun ‘Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak’ sözünün can alıcı örneklerinden birini ‘Nerde Müslüman görürem korkuram’ şiirinin yazarına Türkiye’de sergilenen yaklaşım oluşturmaktadır. Halbuki müellifin hayatını bilmek bir yana şiiri başından sonuna kadar okumaları halinde Mirza Ali Ekper Sabir’in hangi Müslümanlardan korktuğunu ve belki o Müslümanlardan kendilerinin daha fazla korktuklarını görecekler…
HAYATI
30 Mayıs 1862’de Kafkasya dağları sırtlarındaki Şamahı kentinde tüccar ailesinde doğdu. Sünni bir ailenin çocuğu olan babası mezhep değiştirerek Şia’lığa geçince ailesi ve Şamahı kentinin sünni cemaati tarafından aforoz edildi. Sıkıntılar yaşamasına rağmen tutumunu değiştirmeyen babası Şia cemaatinin gözünde kahramanlık mertebesine yükseldi. İlk eğitimine medresede başladı. Okulda ve ailede gördüğü baskılar ilk kalem denemelerine de yansıdı:
Tuttum orucu Ramazan’da
Kaldı iki gözlerim kazanda
Mollam dövüyor yazı yazanda
O örneklerden biriydi. Dönemin ilerici aydınlarından ünlü şair ve eğitmen Seyyid Azim Şirvani’nin okulunda kendini bir hayli geliştirme fırsatı bulduğunda babası çalışması için ısrar edince okulu yarım bırakmak zorunda kaldı. Babasının çalışma talebine ve dehşetli baskılarına rağmen şiir yazmaktan vazgeçmedi. Sonunda baskılara dayanamayarak evi terk etse de babasının “Büyüyünce geziye göndereceğim” sözü üzerine geri döndü. Yirmi üç yaşında Horasan’ın yolunu tutan Sabir, o coğrafyanın bir dizi önemli kentinde bulundu. Şamahı’ya döndüğünde evlendiği eşinden sekizi kız, biri erkek dokuz çocuğu oldu. Uzun süre geçimini sabun pişirip satarak sağlayan Sabir ağırlıklı olarak klasik edebiyatın gazel-kaside türlerinde şiirler kaleme aldı.1905 yılında Karabağ’da Ermenilerle Müslümanlar arasında patlak veren çatışmaları perde arkasından Çarlık Rusyası emperyalizminin kışkırttığını görerek iki halka çağrıda bulundu ve çatışmaların hemen durdurularak barışın sağlanmasını istedi:
Fitneler kim faş olur bilmem ne haletten türer
Akıl baver eylemez kim ademiyetten türer
Müslimiyetten veyahut ermeniyetten türer
Şüphe yoktur cehlden yainki gafletten türer
Bu müsibetler bütün buğz ü edavetten türer
Bu edavet mutlaka hal-i zelaletten türer…
Bir kalem sahibi olarak Mirza Ali Ekper Sabir’in kendi yeteneğini sergilemek için bulduğu mecra Azerbaycanlı yazar ve gazeteci, Şeyhül-Müherririn Celil Memhetkuluzade’nin 7 Nisan 1906’da Tiflis’te çıkarmaya başladığı Molla Nasrettin dergisi oldu. Dergide yayımlanan “Millet nasıl taraç (perişan, darmaduman) olur olsun, ne işim var” isimli şiiri yaşamının son beş buçuk yılında Sabir’in yaratıcılık rotasını çizdiği gibi onu Şark’ın aydınlanması uğruna verilen mücadelenin zirvesine yerleştirdi. Molla Nasrettin dergisinin yanı sıra Bakü basınında da ağırlıklı olarak mizahi üslupta şiirlerini yayımlanan Sabir, 1910 sonbaharında siroz hastalığına yakalandı. Şubat 1911’de Celil Mehmetkuluzade’nin maddi desteğiyle Tiflis’e götürülen Mirza Ali Ekper Sabir, Molla Nasrettin dergisinin ofisinde yaklaşık bir buçuk ay kalarak tedavisini sürdürdü. Hastalığına rağmen şakalarından geri kalmayan Sabir her sabah ilaçlarını aldıktan sonra “Şimdi de şiir yazmak için Müslüman mahallesinden malzeme toplamaya gidelim” dermiş. Mart sonunda Tiflis’i terk eden Sabir`in, doğduğu Şamahı keninde tedavisinin sürdürülmesi için Molla Nasrettin dergisinde yayımlanan duyuru üzerine Kafkasya’nın her yerinden para yardımı yapılmıştı. Tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayan Mirza Ali Ekper Sabir,12 Temmuz 1911’de Şamahı’da hayata gözlerini yumunca Tiflis ve Bakü basını matem ilanları yayımladı. Yakın arkadaşı, şair Abbas Sıhhat kaleme aldığı makalede “Sabir’in vefatı millet için bir ziya-i ebedi, bir darbe-i felakettir ki, millet onun acısını kendi vücudunda daha sonralar idrak edecektir” diye yazmıştı…
YARATICILIĞI
Yukarıda da belirttiğimiz üzere özellikle Türkiye’de sadece ‘Nerde Müslüman görürem korkuram’ şiirine bakarak Sabir’le ilgili değerlendirmeler yapılmaktadır. Oysa Mirza Ali Ekper Sabir ateist olmayıp kalemiyle dini cehalete karşı acımasız mücadele etmiş büyük bir aydındır. (yine yanlış anlaşılmasın-amacım asla onu bir dindar olarak tanıtmak değil). Şiirlerinde dinin Kur’andan öğrenilmesi gerektiğini savunarak din tüccarlarının vatandaşla kutsal kitabın arasından çekilmesini ve din üzerinden bölücülük yapmamasını savunuyordu:
Dai be uhuvvet olur iken bize Kur’an
Emreyler iken birliğe Peygamber-i zi şan
Bulmazsın iki müttefik ür rey Müslüman
Kafkas`ta olan bir neçe(kaç) milyan arasında.
Veyahut,
İslamımızı etmeliyiz böyle mi ihya?
İmanımızı kılmalıyız böyle mi ifa?
İslam o değil mi ki ciğer- guşe-i Zahra
Baş verdi yolunda susuz, al kan arasında.
1908-1911 İran Meşrutiyet devriminin önderi Settar Han’ı desteklediği şiirinde Mirza Ali Ekper Sabir inkIlabın liderinin faaliyetlerini ‘İslama ve insana hizmet olarak’ nitelendirmişti. İran monarşisinin devrilmesi için yapılan mücadeleye verdiği destekle ilgili Abbas Sıhhat “Sabir İran inkIlabına bir ordudan ziyade hizmette bulunmuştur” diye yazmıştı. Şark’ın Müslüman toplumlarının tamamının despotizmden kurtulmasını savunan Sabir, şiirleriyle aynı desteği Abdulhamit istibdadının yıkılış mücadelesine de asla esirgememiştir.
Mirza Ali Ekper Sabir, Şark toplumlarının milletleşme sürecine Namık Kemal`den sonra çok daha büyük katkıda bulunmuş kalem sahibidir.
Müttehit olmaya tevfikini kıl ümmete bahş
Hiss-i milliyet uyandır dil-i millette (milletin kalbinde) bugün
Mazmunlu şiirleriyle milletleşme sürecinin altyapısını hazırlayan şair başta Ruslar olmakla yabancı milletlerin önünde aşağılanmış durumda kalınmasını en sert şekilde eleştirmekten asla çekinmiyordu:
Bir Rus görünce oluruz har (rezil) yanında
Kuzu-keçiyiz biz
Geçmez sözümüz bir pula serdar yanında
Çünkü neciyiz biz
Tanrı buna şahid
Kuzu-keçiyiz biz.
Aydınların bu süreçteki olumsuz rolünü gündeme taşıyan Sabir, toplumdan kopmanın ve ona yukarıdan bakmanın bedelinin milletin aşağılık kompleksinden kurtulamamasının önemli nedenlerinden biri olmasına vurgu yapıyordu. Dünyadaki gelişmeleri yakından izleyen Ali Ekper Sabir`i `biz` diye nitelendirdiği toplumun istikbali endişelendiriyor ve din tüccarlarının etkisinden kurtulamamanın sonucunu
Ecnebi(yabancı) gökte balonlarla uçur
Biz daha otomobil binmiyoruz
Kuş gibi gökte uçur yerdekiler
Bizi gömdü yere minberdekiler
mısralarıyla ifade ediyordu. Onun edebiyata getirdiği ‘Sınıf’ kavramı ise dönemin Müslüman topluluklarının hiçbir tanesinde gündeme getirilmemiş bir fenomendi. İşçi ve köylülerin kendi haklarını savunmaları için ‘sınıf’ kavramını sahiplenmeleri gerektiğine inanan Sabir milletleşme sürecinin de bu bilinç üzerinden hızlanarak güç kazanacağından emindi. ‘Millet’ ve ‘sınıf’ kavramlarının toplum tarafından daha iyi algılanarak sahiplenmesi için Mirza Ali Ekper Sabir’in seçtiği mizahi üsluptan daha isabetli bir metodun bulunması da imkansızdı:
Çiftçi babasın buğdayı ver, darı yersin
Su olmazsa kışın eritip karı yersin
Taştan yumuşak zehir nedir, marı (yılanı) yersin
Alışmamışsın et-yağa dünyada ekinci
Hayvan gibi ömür eylemişsin sade, ekinci.
Ve Sabir o zamana kadar Şark toplumlarının edebiyatında görülmemiş bir ‘ilk’in altına imza atarak ‘Sınıf’ kavramının temsilcileri olan işçi ve köylüleri kendi haklarını almak için sokak mücadelesine sesliyordu. İşte buradan devam ederek `Ümmet-Millet-Sınıf` aşamalarını geçen eserlerin içeriği `İnsan hakları` ilkesine evriliyordu:
Her kim insanı sever aşığ-ı hürriyet odur
Evet, hürriyet olan yerde de insanlık olur.
Bu mısralar “Niteliğinden asılı olmaksızın her bir rejimi kalem sahibinin düşünceleri kuruyor” ilkesinin en net şekildeki onayıdır. Çünkü 28 Mayıs 1918`de ilan edilmiş Şark`ın ilk Cumhuriyetinin kurucu önderi Mehmet Emin Resulzade ‘İnsanlara hürriyet, milletlere istiklal’ ilkesinin ilhamını Mirza Ali Ekper Sabir’in işte bu dizelerinden almıştı.
O’nun beş buçuk senede kaleme aldığı şiirler üzerine bugüne kadar sayısız kitap ve makale kaleme alınmasına rağmen Sabir’i dünyaya olduğu gibi tanıtacak kitabı kimin yazacağı daha meçhuldür. Altmışıncı doğum yılını (1922) sosyalist rejimin yöneticileri ‘Sosyalist gerçekliğinin şairi’ olarak kutladıklarında törende “Biz ederiz şaire hürmet öldükten sonra” şiirini okuyan Ali Ağa Vahid’e ödül olarak bir adet takım elbise, bir çift ayakkabı ve 10 adet çorap hediye edilmişti. Aslında Mirza Ali Ekper Sabir kendi ölümsüzlüğünü daha hayattayken bizzat kendisi ilan etmişti:
Ne gam uğratsa da bir gün beni ifnaya zaman
Ben gidersem de meramım yine dünyada durar.
Durumu kısa şekilde özetlerken “Sabir hangi Müslümanlardan korkuyordu?” sorusu da bu veya diğer derecede açıklığa kavuşmuyorsa, o zaman ‘Korkuram’ şiirinin bir daha okunması gerekecek. Çünkü Mirza Ali Ekper Sabir 1907’de kaleme aldığı bu şiirin en son dört dizesinde “Fikri kan-kan olan Müslümanlardan korktuğunu yazmaktadır. Bu da yeterli değilse o zaman Sabir’in hangi Müslümanlardan korktuğunu madde-madde yazalım:
-Sabir, konuşmalarıyla emelleri örtüşmeyen din tüccarlarından korkuyordu;
-Dokuz yaşındaki kızları imam nikahıyla evlendirenlerden korkuyordu;
-Kurban derisini okula vermeyip evinde saklayan hacılardan korkuyordu;
-Kendi ana diline ve toplumuna yukarıdan bakan ‘entelijensiya’dan korkuyordu;
-Belinde tabanca, elinde bombayla dolaşan teröristlerden korkuyordu, IŞİD’den korkuyordu…
Söylesinler görelim,’Korkuram’ şiirinin yazılışından 115 sene sonra bu Müslümanlardan korkmayanımız var mıdır acaba?
Mirza Ali Ekper Sabir bugün Türkiye’de gündeme gelen ‘Osmanlıca-Türkçe’ tartışmasına tam 108 sene önce şu yaklaşımı sergilemişti:
Mümkün iki dilden birine tercüme ancak
Osmanlıcadan tercüme Türke ne demektir?
Yaşamının son yıllarında tek isteğinin şiirlerinin kitap haline getirilerek basılmasını görmek olmasına rağmen bunu görememişti. Bakü’de bir kadın öğretmenin girişimiyle başlatılan para toplama kampanyası da başarısızlıkla sonuçlanınca Tiflis’in kadınları kermes düzenleyerek elde edilen geliri Sabir’in ‘Hophopname’ isimli şiirler kitabının basımına sarf etmiş ve 1912’de ışık yüzü gördü.
160.doğum yılında Şark aydınlanmasının bu en büyük şahsiyetini saygı ve sevgiyle anarken dört mısrasıyla onu seven herkesi selamlamayı kendime borç biliyorum:
Yoldaşım yatmış mısın?
Yok, bir sözün varsa, buyur.
On manat borç isterim
Yok-yok birader, yatmışım…
Kaynak: OdaTV Mayis Alizade