Türk Milliyetçiliğinin kökleri ta Namık Kemallerin Osmanlıcılığına kadar gider. Bütün Osmanlı ahalisi gibi Türkler de vatan kavramını ilk defa modernleşme sürecinde duydu. O tarihten önce “Yurt” kavramını ev olarak biliyorduk, ama ülkenin üzerinde hüküm sürdüğü toprakları ifade eden “Vatan” kavramını bilmiyorduk.
Türkçülük/milliyetçilik Osmanlı’da böyle başladı.
“Vatan” vurgulu şiirler, tiyatrolar, edebi metinler sonunda özellikle kültürel Türkçülük öne çıktı. II. Abdülhamid dönemi, kültürel Türkçülüğün hız kazandığı dönemdir.
Vilhem Tomson’un Orhon Yazıtlarını okuyup anlaşılır hale getirmesi büyük heyecan yarattı.
Sonra Gaspıralı’yı görüyoruz. Bahçesaray’da “Dilde, fikirde, işde birlik” üçlemesiyle, millî bütünleşmenin temellerini artmaktadır.
1876’da Süleyman Hüsnü Paşa’nın “Tarih-i Alem” adlı kitabı, tarihin sınırlarını Osmanlı’nın dışına çıkardı. Geleneksel bakışın ötesinde bir dünyaya kapı araladı. Bu kitap, askerî çevrelerde büyük ilgi gördü. Millî ordunun birçok subayı, kendi köklerini tanıdı ve anladı.
Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin Sami ve Ahmet Mithat Efendi Türkçülüğün toplum katmanlarında yer bulmasında etkili oldu.
Mehmet Emin Yurdakul, Bursalı Mehmet Tahir gibi şairler de millî hisleri kuvvetlendirdi. Bu dönemde Macar Türkologların katkılarını da bir tarafa not etmek lazım. Özellikle “Turan” sözcüğünün işlerlik kazanmasında çok önemli katkıları oldu.
Siyasal Türkçülük ise Jöntürklerin yurt dışı yayınlarıyla, bir muhalefet hareketi olarak başladı. Özellikle Tunalı Hilmi, imparatorluk içinde kurucu toplum olan Türklerin etkisizleştiğine dikkat çeken yazılar kaleme aldı.
1902’de bölünme yaşandı. İslami temeller içinde yürüyen hareket, ikiye ayrıldı. Bir kısmı, daha milliyetçi tonlara yönelirken bir kısmı da İslamcılık esasına doğru yürüdü.
Derken Kazan’da Yusuf Akçura “Üç Tarz-ı siyaset”, sonra Ziya Gökalp “Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak” üzerine yazılar kaleme aldılar.
Siyasi Türkçülük İttihat Terakki ile vücut buldu.
1908’de Türk Derneği, 1911’de de Türk Yurdu kuruldu.
“Ziya Gökalp, Türkçülüğü sosyolojik bir çerçeveye oturttu. Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura ve Hüseyinzâde Ali beyler Osmanlı Devleti dışında yaşayan Türkler’i de kapsayan bir Türk dünyası ve Türklük fikrinin kavramsallaştırılmasında, Ömer Seyfeddin ve Mehmet Emin beyler sadeleştirilmiş dil ve Türkçü edebiyat tezlerinin oluşturulmasında öncü roller oynadılar. Bunların yanı sıra Türkçülük, Alman tarih okulundan etkilenerek 1913 sonrasında yürürlüğe konan millî iktisat siyasetiyle ekonomik tezler de geliştirdi, kapitülasyonlara karşı tavır aldı, yabancı devletler ve muhtelif Osmanlı anâsırına yönelik boykot hareketlerini örgütledi.”
1903’den başlayarak, “Halis Türkçüler, İslamcı Türkçüler” farklılaşması öne çıktı. Gökalp, 1913’de “Türkleştirilmiş İslam” tezi üzerinde dururken, Cumhuriyetle birlikte yeni Türk tarih tezinin yazılması yeni bir bakış açısı kazandırdı.
Hüseyin Nihal Atsız‘ın önderliğinde etnik temelli, kapsayıcı bir Turan idealine dayanan Türkçülük/milliyetçilik fikri yeni biçim aldı. Türkeş, bu durumu beğenmedi. Eskisi gibi gene İslamcı söylemlerle Türkçülüğü bütünleştirerek, Türk-İslam Ülküsü, Türk İslam sentezi düzleminde yürüdü.
Peki bugün?
Bugün, 12 Eylül sonrasında epey hırpalanan, ezilen, gadre uğrayıp savrulan dava, Bahçeli yönetiminde ve onun otoriter liderliğinin gölgesinde ezilip sıkıştırılarak kontrol altında tutulmağa çalışılıyor. Otoriter lider ve parti bürokrasisi, davanın gelişmesi, geliştirilmesi, için hiçbir çaba harcamıyor. Yaptığı tek şey eskinin sermayesini kullanmaktan ibaret. Bunu yaparken de milliyetçi kadroları, davanın amacı ve çıkarı yönünden saptırıp, AKP’nin yozlaştırma, talan, yoksullaştırma ekonomisine hizmete zorluyor. Hâlbuki Türk milliyetçiliği, ta en başından, hem bir muhalefet hareketi olarak doğdu ve gelişti, hem de özgürlükçü ve istibdat (baskı) karşıtı fikirlerle kendini ifade etti.
Türkeş sonrasında ise Bahçeli yönetimi, adına Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri yeni bir otokrasi icat ederek, Erdoğan’a “Tek adam” yetkisinde otoriter bir rejim kurdu.
Türk milliyetçilerinin millî davayı özümsemiş, yorumlama ve çözümleme kapasitesi yüksek aydınlara, yazarlara ihtiyacı var.
NOT: Türk dünyasının ve bütün insanlığın yeni yılını kutlar, esenlikler dilerim.
Ahmet Gürsoy (Yeniçağ Gazetesi)