Ukrayna-Rusya Savaşı dünya gündemindeki yerini korumaya ve Ukrayna’daki Türklerin yaşadıkları, canlarımızı acıtmaya devam ederken Kıbrıs adasında da Türk milletini derinden üzen hadiseler yaşanıyor…
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 1964 yılından beri adada konuşlu Barış Gücü’nün görev süresini, 27 Ocak’ta aldığı kararla altı ay uzattı. Üstelik Kıbrıs adasıyla ilgili söz konusu karar alınırken bu yönde yapılan tüm çağrılara ve yasal bir düzenleme talebine rağmen KKTC makamlarının rızası alınmadı. Birleşmiş Milletlerin kural ve ilkelerine aykırı adımlar atması ise biz Türk milletini, yine hiç şaşırtmadı.
Birleşmiş Milletlerin adadaki sorunların çözümlerine katkı sağlamadığı, miadını çoktan doldurduğu, adada neyi amaçladığı çok açıktır! Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs Türk yurdunun Rumlaştırılmasına asla izin vermeyecek ve Türk milleti, Kıbrıs davası için kanının son damlasına kadar mücadelesini sürdürecektir.
Ata yurdumuz Kıbrıs adasında yaşanan gelişmeleri, Kıbrıs davasına ömrünü vakfeden, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın gezici büyükelçiliğini yapmış olan ve şu anda KKTC Cumhurbaşkanlığı Danışa Kurulu Üyesi olarak Kıbrıs davasına hizmet etmeyi sürdüren KKTC Cumhurbaşkanlığı Danışma Kurulu Üyesi Hüseyin Macit Yusuf Bey ile değerlendirdik.
Bu vesile ile vatanımız için kendini feda eden tüm şehitlerimizi rahmetle, minnetle, saygıyla, sevgiyle anıyorum. Emanetiniz, emanetimizdir.
Yeliz Şenyerli: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 27 Ocak’ta aldığı kararla Kıbrıs Adası’nda konuşlu Barış Gücü’nün görev süresini altı ay uzattı. Sizce Birleşmiş Milletler, adadaki sorunların çözümüne katkı sağlıyor mu?
Hüseyin Macit Yusuf: BM Güvenlik Konseyi’nin kararının öncesinde KKTC’nin rızasının alınmaması, BM’nin kendi ilkelerinin ve kurallarının ihlali anlamına gelmektedir ve bu haksız uygulamanın kabul edilmesi mümkün değildir…
BM Barış Gücü, adada konuşlandığı 1964 yılından beri hiçbir işe yaramamıştır. 1964-1974 yılları arasında yaşanan adadaki Rum EOKA terör olaylarını, sadece seyretmekle yetinmiştir. Yüzlerce kardeşimiz katledilirken Kıbrıs Türk halkı, Rum-Yunan ikilisinin soykırım planlarına maruz kalırken toplu mezarlara gömülürken BM Barış Gücü, görev ve sorumluluklarının hiçbirini yerine getirmemiştir. Adada barış ve huzur, ancak 1974 Mutlu Barış Harekâtı sonrasında kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’mizin adaya gelmesi ile mümkün olmuştur.
Hiçbir işe yaramayan BM Barış Gücü’nün görev süresinin altı ay daha uzatılması kararı sonrasında KKTC Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada; BM Barış Gücü’nün KKTC topraklarındaki faaliyetlerini, KKTC yönetiminin hüsnüniyetiyle sürdürebildiğine dikkat çekilerek BM Barış Gücü’nün ülkemizdeki varlığının ve operasyonlarının devamı için KKTC ve BM arasında üzerinde mutabık kalınacak yasal bir düzenlemeye ihtiyaç bulunulduğu ve bu husustaki tüm çağrılarımızın cevapsız bırakılması nedeniyle önümüzdeki süreçte gerekli adımları atmaktan başka seçeneğimizin kalmadığına vurgu yapılmıştır. Kısacası altı ay sonra BM Barış Gücü’nün KKTC’de görev yapabilmesi için rızamızın alınmasının şart olduğu, bunun olmaması hâlinde KKTC sınırları içerisinde BM Barış Gücü’nün görev yapmasının önleneceği bildirilmektedir.
Geç kalınmış olsa da BM Barış Günü’nün KKTC sınırları içerisindeki faaliyetleri muhakkak önlenmelidir. Bana göre; BM Barış Gücü’nün adadaki misyonu çoktan bitmiştir ve tamamen adayı terk etmeleri sağlanmalıdır.
“Adadaki Barışın Tek Teminatı, Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı’dır.”
Yeliz Şenyerli: Kıbrıs adasıyla ilgili söz konusu karar alınırken bu yönde yapılan tüm çağrılara ve yasal bir düzenleme talebine rağmen KKTC makamlarının rızası, BM kural ve ilkelerine aykırı olarak yine alınmamıştır. BM, adada neyi amaçlamaktadır?
Hüseyin Macit Yusuf: BM Barış Gücü, bölgede barışı tesis edememiştir. Adadaki barışın tek teminatı, adada görev yapmakta olan Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı’dır. Adadaki Barış Gücü, Rum-Yunan ikilisinin talebi çerçevesinde adada bulunmaktadır. Elli dört yıldır BM iyi niyet misyonu çerçevesinde sürdürülen müzakerelerden de bir sonuç alınamadığına göre; BM’nin Kıbrıs konusunda yapabileceği bir şey kalmamıştır. BM misyonu, iflas etmiş ve başarısız olmuştur. BM Genel Sekreteri, bir an önce bu başarısızlığı ilan etmeli ve görevi, BM Güvenlik Konseyi’ne iade etmelidir. Kıbrıs konusu, BM gündeminden düşürülmelidir.
Yeliz Şenyerli: Son alınan uzatılma kararında “ateşkes hatları boyunca askeri statükonun devam eden ihlalleri” ibaresinin kullanılmış olması da oldukça düşündürücü… Zira sınır bölgelerinde Türk tarafının aksine gerginliği ve askeri varlığını her geçen gün artıran Rum tarafı değil midir?
Hüseyin Macit Yusuf: Yukarıda belirttiğim üzere adadaki barışın ve huzurun tek teminatı, Türk askeri varlığıdır. Rum yönetimince yönlendirilmiş Rum vatandaşlarının sınıra yakın bölgelerde, sözde tarım ve hayvancılık amaçlarıyla sınır ihlalleri ve tahrikleri artarak devam etmektedir. Rum Millî Muhafız Ordusu’nun son yıllarda özellikle sınır bölgelerine en son teknolojik askeri silah ve ekipman yerleştirdiği, namluların ise KKTC’ye yönlendirildiği gizli değildir.
“BM’nin 1964’ten Beri Adadaki Faaliyetleri Tek Kelimeyle Fiyaskodur.”
Yeliz Şenyerli: Bu karar bağlamında BM’nin 1964 yılından beri adadaki faaliyetlerini kısaca anlatır mısınız?
Hüseyin Macit Yusuf: BM’nin 1964’ten beri adadaki faaliyetleri tek kelime ile fiyaskodur. Kıbrıs Türk halkının 1963-1964 EOKA terör olayları sonrasında yüz üç köyü boşaltıp yıllarca çadırlarda insanlık dışı şartlarda yaşamasına göz yumulduğu gerçeğinin savunmasını, yine BM makamları yapmalıdır. 21 Aralık 1963’de eli kanlı Makarios başkanlığında hazırlanan Kıbrıs Türk’ünü imha plânı “Akritas” uyarınca silahlı Rum saldırıları başlamış ve bu saldırılar yıllarca sürmüştür.
BM, Kıbrıs Türklerinin o kapkara günlerinde aldığı kararla Uzman A. Ortega başkanlığındaki bir BM ekibini Kıbrıs’a göndermişti. 1964 yılının Mayıs ayından itibaren Kıbrıs’ın genelinde araştırmalar yapan Ortega Heyeti’nin hazırladığı beş yüz seksen sayfalık rapor dehşet vericidir… BM belgesi olarak onaylanıp yayımlanan rapor, Kıbrıs Türk halkının tüm varlıklarıyla birlikte ortadan nasıl kaldırılmak istendiğinin tarihi belgesidir. Raporda yakılıp yıkılan camilerimizin, okullarımızın, türbelerimizin, çiftliklerimizin, konutlarımızın ve işyerlerimizin fotoğrafları ve açıklamaları yer almaktadır… O günlerdeki nüfusun yarısına yakınını oluşturan otuz altı bin Türk’ün göç ederek boşaltmak zorunda kaldığı yüz üç yerleşim biriminin dramatik hikayesi de bu raporda anlatılmaktadır.
1963’ün Aralık ayından sonraki dönemde Lefkoşa’da kırk, Gazimağusa’da on üç, Larnaka’da on bir, Limasol’da on, Baf’ta on, Girne’de on bir cami, yerle bir edilmiştir… Bunların bilgileri ve fotoğrafları da Ortega Raporu’nda detaylarıyla vardır. Bütün bunlara rağmen ne olmuştur? Adayı kan gölüne çeviren Rum yönetimi, yüz seksek altı numaralı BMGK kararı ile adanın tek meşru yönetimi ilan edilmiş ve ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin’ bir Rum devletine dönüştürülmesinin önü açılmıştır. O tarihten günümüze adada yasa dışılık, hukuk dışılık hüküm sürmektedir. BM’nin adadaki günahları saymakla bitmez. Bana göre; BM, bir an önce adadan gitmelidir.
“Maraş’ın KKTC Toprağı Olduğu Unutulmamalıdır.”
Yeliz Şenyerli: BM’nin KKTC makamlarının Maraş’ta attığı uluslararası hukuka uygun adımları eleştirmesi de mülkiyet haklarının ihlali değil midir? Geçtiğimiz aylarda KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar, Kapalı Maraş’ın açılım süreciyle ilgili kamuoyunu bilgilendirmişti. Bu açılımın nedenlerini hatırlamak adına Türk ve dünya kamuoyunu süreçle ilgili bilgilendirir misiniz?
Hüseyin Macit Yusuf: 1974 Barış Harekâtı’nda Maraş, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından ele geçirilmiştir. 1974 sonrasında başlayan müzakerelerde kapsamlı bir çözümün parçası olarak görüşülen Maraş konusu, ne yazık ki Rumların bilinen uzlaşmaz tutumu nedeniyle çözülemedi. Kırk altı yıl aradan sonra 7 Ekim 2020’de şimdiki Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’ın Başbakanlığı döneminde Maraş’ın açılması için düğmeye basıldı.
Kıbrıs Vakıflar İdaresi’nin resmi kayıtlarına göre; Maraş bölgesi, dört bin beş yüz dönüm civarında olup bu alan, Osmanlı vakıflarının malıdır. Cumhurbaşkanı Tatar’ın önderliğindeki Maraş açılımına göre; Maraş’taki mülkler üzerinde hak iddiasında bulunan eski sakinler, KKTC’de kurulmuş bulunan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tanıdığı Taşınmaz Mal Komisyonu’na başvurup haklarını uluslararası hukuk çerçevesinde arayabileceklerdir.
Maraş’ın KKTC toprağı olduğu unutulmamalıdır. Rumların Maraş’ın kendilerine iadesiyle ilgili kopardıkları yaygara tamamen boştur. Maraş’ın bütünlüklü bir anlaşma çerçevesinde hazırlanan çeşitli çözüm paketlerinde, Annan Planı’nda ve en son Crans Montana’da Rumlara verilmesi önerilmiş, ne var ki Rumların uzlaşmaz tavrı nedeniyle bu mümkün olamamıştır. Dolayısıyla Türk Vakıf Malı olan Maraş’ı açmak, en doğal hakkımızdı ve bu bir takvim çerçevesinde gerçekleşmektedir.
Yeliz Şenyerli: Kapalı Maraş açılımıyla ilgili olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ve Türkiye Cumhuriyeti’ne çevrilen oklar hakkında neler söylemek istersiniz?
Hüseyin Macit Yusuf: Hukuki verilere ve Vakıflar İdaresi’nin uhdesindeki tapulara göre; Maraş’ın Vakıflar İdaresi’ne ait olduğu, KKTC’deki mahkemeler tarafından da karara bağlanmıştır. KKTC yönetimi, Maraş’taki mülklerde hak iddiası olanların Taşınmaz Mal Komisyonu’na başvurmalarının önünü açmıştır. Bugüne kadar dört yüzün üzerinde müracaat yapılmıştır ve bunlar, sırayla karara bağlanacaktır. Uluslararası hukuka göre; hakkı olanlara malları ya iade edilecek ya da tazmin edilmeleri sağlanacaktır.
KKTC’ye ve Türkiye’ye çevrilen oklar, Rum-Yunan ikilisinin yaygarası neticesinde adayı Yunan yapmak isteyen Hristiyan dünyasının, özellikle AB’nin ve ABD’nin hezeyanından başka bir şey değildir.
“Türk Mukavemet Teşkilatı, Türkiye’nin Kuvâ-yi Milliye’sidir.”
Yeliz Şenyerli: Kıbrıs Türklerini ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını derinden üzen bir diğer olay da adada vatanını korumak için şanlı bir mücadele veren Türk Mukavemet Teşkilatı’yla ilgili olarak Gazeteci Ayşenur Arslan’ın 9 Şubat 2022 tarihinde bir televizyon programında kullandığı: “Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı, adada ve yakın hinterlandında suikastlarla bilinen bir illegal diyelim, yarı resmi bir oluşumdu.” sözleridir. Arslan’ın bu ifadelerini nasıl yorumluyorsunuz?
Hüseyin Macit Yusuf: Gazeteci Ayşenur Arslan, maalesef cahilce ve haddini aşarak talihsiz bir açıklamada bulunmuştur. Arslan’ın Kıbrıs Türk halkının canını, malını, namusunu, şerefini koruyan, varoluş mücadelemizin teşkilatına dil uzatmasını kabullenmek mümkün değildir.
Türk Mukavemet Teşkilatı(TMT), adayı Yunan yapmak isteyen, ENOSİS yoluyla Yunanistan’a bağlamak isteyen EOKA terör örgütüne karşı şanlı bir direniş göstermiştir. TMT, Türkiye’nin Kuvâ-yi Milliyesi’dir. Kıbrıs Türk halkı, TMT vasıtasıyla anavatan Türkiye’nin sağladığı olanaklarla birlikte mücadele ederek özgürlüğüne kavuşmuş, kendi devletini kurabilmiştir.
Arslan’ın tanınma sürecinde olduğumuz bir aşamada, TMT’yi yasa dışı bir örgüt olarak göstermeye ve belirli mafya hesaplaşmalarıyla birlikte anmaya çalışarak karalaması, egemen eşitlik temelinde iki devlete dayalı çözüm siyasetimize karşı çıkan çeşitli dış merkezlerin söylemleriyle örtüşmesi, umarım bir rastlantıdır. Kısaca Arslan’ın Rum-Yunan ağzıyla yaptığı açıklamadan dolayı büyük Türk milletinden özür dilemesi gerekmektedir.
“TMT, İçimizde Ölmez Bir Ruhtur ve Bu Ruhu, İlelebet Yaşatmaya da Kararlıyız.”
Yeliz Şenyerli: Bu bağlamda kendini Türk milletine adayan Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kuruluşunu, amaçlarını ve Türk yurdu Kıbrıs adasında verdiği şanlı mücadeleleri anlatır mısınız?
Hüseyin Macit Yusuf: Kıbrıs, henüz fethedilmeden yani beş yüz-altı yüz yıl önce adaya gelmeye başlayan, 1571’de adanın fethiyle bu topraklara kök salan ve bu toprakları vatan yapan Kıbrıs Türkleri, adanın İngiliz idaresine geçtiği 1878’den itibaren anavatan Türkiye’nin desteğinde gerçekleşen “varoluş mücadelesi” sonunda kendi bağımsız ve egemen devleti KKTC’yi kurmayı başarmıştır. Bu mücadelede, Türk Mukavemet Teşkilatı’nın belirleyici rolü inkâr edilemez. Özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’mize, Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kahraman mensuplarına, mücahitlerimize, Anadolu’daki vefakâr kardeşlerimize ve Kıbrıs Türk’üne borçluyuz.
TMT’nin kuruluşunun üzerinden altmış dört yıl geçmesine rağmen Kıbrıs Türk’ünün Kıbrıs’taki varoluş mücadelesi hâlâ sürmektedir. Rum-Yunan ikilisi, Kıbrıs’ı Yunan yapma hedefinden vazgeçmiş değildir; Kıbrıs’ın tamamının Elenleştirilmesi projesinde, Türkiye’nin adadan çıkarılması ve Kıbrıs Türk’ünün de sözde federasyon adı altında Rumların egemen olacağı üniter bir yapıda, Rum’a yamalanarak yok edilmesi amacıyla hedeflerine ulaşmak için başta Avrupa Birliği ve ABD olmak üzere bölgemizdeki birçok ülkeyle şer ittifakları kurmaktadır. Bu ittifakların hedefinde, Türkiye ve KKTC vardır.
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın Kıbrıs Türk halkının ve anavatan Türkiye’nin desteğini alan, egemen eşitlik temelinde iki devlete dayalı çözüm modeli ve Maraş Açılımı, Rum-Yunan ikilisinin iki asırlık planlarını ve hayallerini yıkmıştır. Cumhurbaşkanı Tatar ve anavatan Türkiye, bundan sonraki süreçte federasyon çözüm modelinin kesinlikle görüşülmeyeceğini, KKTC’nin uluslararası statüsünün tanınmaması hâlinde de resmî müzakerelerin başlamayacağını dünyaya duyurmuştur.
Rum tarafı ile ortak zemin bulunması mümkün değildir. Elli üç yıllık müzakere süreci, anlaşma/uzlaşma olmayacağını net bir şekilde göstermiştir. Önümüzdeki süreçte yapılması gereken; KKTC’nin anavatan Türkiye dışındaki ülkeler tarafından tanınmasını sağlayacak adımları cesaretle atmak olmalıdır.
Kıbrıs’ta oynanmakta olan oyun büyüktür. Emperyalist kan emici vampirler, Doğu Akdeniz’deki zengin hidrokarbon kaynaklarına gözlerini dikmişlerdir. Bölgemizde büyük bir kriz çıkararak bu kaynakları elde etmeye çalışmakta ve bunun için de Rum-Yunan ikilisini taşeron olarak kullanmaktadırlar.
Anavatan Türkiye ve mukavemetçi Kıbrıs Türk’ü, yedi düvele karşı kararlı bir tutumla haklarımızın sonuna kadar korunacağını bildirmiştir. Demokrasi ve insan hakları savunucusu olduğunu iddia eden Batı, uluslararası anlaşmalarla elde ettiğimiz haklarımızı yok saymakta ve 1963’ten beri bir Rum devletine dönüştürülen sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki haklarımızın Rumlar tarafından gasp edilmesine göz yummaktadır. Aynı Batı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Anastasiadis’e alkış tutarak, O’na destek vererek, tek egemenlik, tek vatandaşlık, tek temsiliyet, BM ve AB karar ve normları çerçevesinde iki toplumlu, iki bölgeli bir Birleşik Kıbrıs yaratarak Kıbrıs Türk’ünün osmosis yoluyla Girit’teki Türklerin başına geldiği gibi yok olmasının önünü açacak oyunlar peşindedir.
İşte tam da bu nedenle Türk Mukavemet Teşkilatı’nı bu çarpık beyinli emperyalist güçlere, dost-düşman herkese, bir kez daha anlatmakta fayda vardır;
1 Nisan 1955’te ortaya çıkan ve adayı Yunanistan’a bağlayarak ENOSİS’i gerçekleştirmek isteyen EOKA tedhiş örgütünün başlangıçta İngiliz idaresine karşı eylemleri, daha sonra Türk toplumunun imhası faaliyetlerine dönüşmüştür. Bunlara karşı koymak amacıyla “Volkan, Karaçete, 9 Eylül Cephesi” adı altında Türk toplumunun savunmasına yönelik mukavemetçi gruplar oluşturulmuştur.
Bilahare KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş, Kemal Tanrısevdi ve Burhan Nalbantoğlu tarafından Temmuz 1957’de temelleri atılan TMT, 1 Ağustos 1958’de Genelkurmay İkinci Başkanlığı’na bağlı bir direniş örgütü hâlinde yeniden organize olarak Türk ordusunun kahraman komutanlarının liderliğinde millî direnişimizi sürdürmüştür.
Kurulduğu zaman sadece birkaç çaktım almaz silaha sahip olan TMT mensupları, gayrinizami harp kuralları içinde örgütlenerek eğitilmiş ve EOKA terörüne karşı Kıbrıs Türk halkının varlığını ve yaşam hakkını şehitler pahasına savunmuştur.
21 Aralık 1963’te başlayarak 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekâtı’na kadar fasılalarla süren Rum saldırılarına ve soykırım teşebbüslerine karşı Türk Mukavemet Teşkilatı, Kıbrıs Türk’ünü koruma görevini başarıyla yerine getirmiştir.
Herkesin, özellikle de Rum-Yunan ikilisinin, AB ve ABD’lilerin anlaması için bir kez daha tekrarlarsak TMT’nin kuruluş amaçları şöyledir:
*Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliğini sağlamak.
*ENOSİS’e ve bu hedef doğrultusunda yapılan girişimlerle estirilen Rum-Yunan terörüne karşı durmak.
*Türklere yapılacak saldırıları geri püskürtmek.
*Türk toplumunun birliğini ve bütünlüğünü sağlamak, ENOSİS’i savunan AKEL’in Türk toplumu içinde ideolojik etkinlik kurmasını ve iç cepheyi bölmesini önlemek.
*Rumlara ve İngilizlere karşı Kıbrıs Türklerinin haklarını savunmak.
*Anavatan Türkiye ile sıcak ilişkileri ve Türk halkının anavatana bağlılığını sürdürmek.
Kıbrıs Türkleri olarak bugün bağımsız-egemen bir devlete sahipsek ve saldırgan Rum güçleri bu devlete dokunamıyorsa, bunun sağlayan öncelikle TMT, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı ve Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı’dır.
Onların yaktığı Türklük meşalesi, hiçbir zaman sönmeyecektir. Aramızdan ayrılan TMT mensuplarının, başta ebedi liderimiz, Devletimizin Kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf Raif Denktaş ile varoluş mücadelemizin lideri rahmetli Dr. Fazıl Küçük’ün aziz hatıraları önünde eğilir, hayatta olanlara ise minnet ve şükranlarımı sunarım.
Kıbrıs Türk’ünün varlığına ve bin bir zorlukla kurduğumuz devletimiz KKTC’ye karşı girişilecek her türlü eyleme karşı TMT mensubu atalarımızın bize emanet ettikleri ruhla ve imanla mücadele edeceğimizden kimsenin şüphesi olmasın! Şunun bir kez daha bilinmesini isterim ki TMT, içimizde ölmez bir ruhtur ve bu ruhu ilelebet yaşatmaya da kararlıyız.
“Kıbrıs Türk Halkı, Müzakere Masasının Zincirlerinden Tamamen Kurtulmalıdır.”
Yeliz Şenyerli: Günümüzde KKTC’nin iç ve dış politikada mücadele verdiği güncel meselelerle ilgili kamuoyunu bilgilendirir misiniz?
Hüseyin Macit Yusuf: Bildiğiniz üzere devletimiz KKTC, sadece anavatan Türkiye tarafından tanınmaktadır. Kıbrıs sorununa adil, kalıcı ve bütünlüklü çözüm bulma arayışlarımız, maalesef Rum-Yunan ikilisinin Enosis ve Megali İdea hedefleri nedeniyle başarısız olmuştur. Adayı yeniden birleştirmek artık mümkün değildir. BM iyi niyet misyonu çerçevesinde elli dört yıldır yürütülen müzakerelerden sonuç alınması mümkün değildir.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, ocak ayında yayınladığı Kıbrıs raporunda, taraflar arasındaki uçurumun gitgide açıldığını belirtmekte ve anlaşmanın artık mümkün olamayacağıyla ilgili net yorum görüş bildirmektedir. Guterres, federasyon çözüm modelini son raporunda ağzına almamıştır. BM Genel Sekreteri Guterres, taraflar arasında ‘ortak zemin’ olmadığını da belirtmiştir. Guterres’in yapması gereken; iyi niyet misyonunun başarısızlığını dünyaya ilan etmesi ve görevini iade etmesidir.
Kıbrıs Türk halkı, müzakere masasının zincirlerinden tamamen kurtulmalıdır. Otuz sekiz yaşını dolduran devletimiz KKTC’nin tanınması için bir an önce anavatan Türkiye ile belirlenecek strateji çerçevesinde hareket edilmelidir. Tanınma dışında başka hedefimiz olmamalıdır.
Yeliz Şenyerli: Dost ve kardeş ülke Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin diplomatik ilişkilerini bir bürokrat olarak nasıl değerlendirirsiniz?
Hüseyin Macit Yusuf: Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC yönetimi, yıllar sonra ilk kez ortak bir siyasette buluşmuş, egemen eşitlik temelinde iki devlete dayalı siyasette birleşmiştir. Kapalı Maraş’ın açılması, Kıbrıs genelinde ve Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarımızın korunması konularında da tam bir fikir ve güç birliği vardır. Yukarıda belirttiğim üzere anavatan Türkiye’nin desteği ile KKTC’nin tanınması için düğmeye basılmalı ve gereken siyaset, kararlılıkla yürütülmelidir.
“Büyük Türk Milleti’nin Tüm Fertleri, KKTC’nin Tanınması İçin Harekete Geçmeli ve Sorumluluk Almalıdır.”
Yeliz Şenyerli: Türk Dünyası’na hizmet ettiğiniz çalışma yaşamınız boyunca sizde derin izler bırakan, zaman zaman hatırladığınızda sevindiğiniz, belki üzüldüğünüz ve Türk Dünyası için önemli olduğunu düşündüğünüz bir anınızı okuyucularımızla paylaşır mısınız?
Hüseyin Macit Yusuf: Ben yaklaşık on dört yıl KKTC Kurucu Cumhurbaşkanımız, ebedi liderimiz Rauf Raif Denktaş’ın Gezici Büyükelçiliği’ni yaptım. Rahmetli Denktaş’ın görevlendirmesi ile KKTC’nin tanınması için üst düzey temaslarım oldu. Özellikle Annan Planı referandumu sonrasında yani Rumların federal bir çözüme dayalı anlaşmayı, yeniden birleşmeyi reddetmelerinin ardından KKTC’nin tanınması için oldukça uygun bir konjonktür ortaya çıkmıştı. O gün tanınma siyaseti devreye konmalıydı.
Ne var ki Cumhurbaşkanı Denktaş’ın önerileri, özellikle devlete sızmış FETÖ güçleri tarafından engellendi. Şu anda KKTC-TC hükümetlerinin üzerinde mutabakat sağladıkları egemen eşitliğe dayalı, bağımsız devletimizin tanınmasını öngören siyaset, Denktaş’ın yıllar önce ortaya attığı siyasetidir. Beni üzen Denktaş’ın bu olumlu durumu, kendi siyasetinin izlenmekte oluşunu göremeden aramızdan ayrılmasıdır.
KKTC’nin uluslararası boyutta tanınmasını sağlayarak aziz ruhunu rahatlatmak en önemli görevimizdir. Büyük Türk Milleti’nin tüm fertleri, KKTC’nin tanınması için harekete geçmeli ve sorumluluk almalıdır.
***
Hüseyin Macit Yusuf kimdir?
Kendi kaleminden…
Kıbrıs’ın güneyinde kalmış ve henüz kurtarılmamış topraklarımız arasında bulunan Limasol kentinde 1961 yılında doğdum. Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra ailemle adanın kuzeyine göç etmek zorunda kaldım.
İyi bir eğitim alma imkânım oldu. Kıbrıs’ta, İngiltere’de ve sonrasında da Türkiye’de öğrenim hayatımı tamamladım. Boğaziçi Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünü, onur listesinde birincilikle bitirdim. Üniversiteyi bitirdikten sonra İstanbul’a yerleştim. Babam ve dedem, yıllarca Türk Cemaat Meclisi’nde ve Temsilciler Meclisi’nde milletvekili olarak görev yaptılar. Ülkeme hizmet etmeyi ve millî duruşumu onlardan öğrendim.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kurduğum Akdeniz TV ve Volkan Gazetesi ile Kıbrıs davasına hizmet etmeye çalıştım. Kıbrıs millî davamız ile ilgili altı kitabım, binlerce makalem ve araştırmam vardır.
2001’de KKTC’de kurulan millî davamızın savunucusu Ulusal Halk Hareketi’nde görev yaptım. Yurt dışındaki Kıbrıslı Türklerin teşkilatlarını aynı çatı altına toplayan Ulusal Türk Kuruluşları Dünya Konseyi Başkanlığı’nı yürütmekteyim.
2002 yılında Cumhurbaşkanımız, ebedi liderimiz Rauf Raif Denktaş tarafından Gezici Büyükelçi olarak görevlendirildim. Bu görevime tavizci/teslimiyetçi Dördüncü Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, 2016 yılında son verdi. Bu yıl içerisinde KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar tarafından dört kişiden oluşan Cumhurbaşkanlığı Danışma Kurulu üyeliği görevi bana verildi.
Ülkeme hizmet ve KKTC’nin tanınması için çabalarımı sürdürmeye çalışıyorum.
Kitapları:
- AB, Karen Fogg ve Kıbrıs(Sabahattin İsmail ile birlikte, AB’nin KKTC Üzerinde Bitmeyen Oyunları)(Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, 2002)
- Annan Belgesi / İkinci Akritas Planı(Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, 2003)
- Kendi Mezarı Kazdırılan Halk(Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, 2005)
- Kıbrıs’ı Verdiler(Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, 2007)
- Kıbrıs: Elli Yılın Hikâyesi(Yazan: Rauf Raif Denktaş, Yayına Hazırlayan: Hüseyin Macit Yusuf, Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, 2008)
Bu röportaj, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın Tarih-kültür dergisinin Nisan 2022 sayısında yayımlanmıştır.