20 Temmuz 1974’te başlayan Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yıl dönümünde, kendi tabiriyle Kıbrıs’la ilgili en temel meselenin içine doğan, ailesinden ve çevresinden etkilenerek yüksek Türk kültürünü ve Kıbrıslı Türkleri, eğitiminin ve iş yaşamının gereği olarak gittiği ülkelerde yaşatarak anlatan, devlet kademesinde üstlendiği önemli görevlerle ülkesine her zaman faydalısı dokunan, ilkelerine hep bağlı kalarak yaşamı boyu sürdürdüğü istikrarlı tutumuyla her Türk insanına örnek olan, yüksek gönüllü ve tevazu sahibi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız Sayın Ersin Tatar ile Kıbrıs meselesinin dününü, bugününü ve adanın geleceğine dönük projelerinin yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin dostluğunun derinliği üzerine konuştuk.
Yeliz Şenyerli: Sayın cumhurbaşkanım, siz kendi deyiminizle 1960 yılında Kıbrıs’la ilgili en temel meselenin içine doğdunuz. Kıbrıslı Türklerin varlık mücadelesine olan duyarlılığınızın nasıl başladığını ve geliştiğini anlatır mısınız?
Ersin Tatar: Dediğiniz gibi biz, 1960 yılında doğan kuşağın evlatlarıyız. Dolayısıyla 1960 yılı, bildiğiniz gibi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş yılı ve 1960’tan hemen sonra o Kanlı Noel dediğimiz saldırılarla Kıbrıslı Türklerin adadan göç ettirilmesi yani onları adadan temizlemek için burada bir iç savaş başlamış. Cumhurbaşkanı Makarios’un bir bakıma soykırım teşebbüsü çünkü onlara göre; Kıbrıslı Türkler, Türk ulusunun kopmaz bir parçası. Onları adadan temizleyene kadar mücadelelerini devam ettireceklerini, ondan sonra Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlayacaklarını, ENOSİS ile Kıbrıs’ın tamamıyla bir Yunan adası olacağını ifade ettiler. Adada bu şekilde bir siyaset ve ideolojik kavga hâkimdi. Dolayısıyla biz, çocuk yaşlarda hep bu mücadeleyle kendi karakterimizi bulabildik. Muazzam bir çatışma, gerçekten muazzam bir varoluş mücadelesi…
Benim o küçük yaşlarda olduğum yıllarda Kıbrıslı Türklerin: “Türkiye, ne zaman adaya gelip Kıbrıslı Türkleri kurtaracak?” özlemi vardı çünkü Türk askeri 1974 zamanında adaya gelmeseydi Kıbrıs’ta bir tane Türk kalmayacaktı. Lodos ve Girit gibi burası da Yunan adası olacaktı. Burası son kaleydi ve bu son kalenin müdafaasında Kıbrıslı Türkler çok direndi, gerçekten çok mücadele etti ve başardık çünkü neticede şu anda bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var. Doğu Akdeniz’de Türkiye ile birlikte hareket eden, Türk ulusunun haklı menfaatlerini koruyan, özellikle enerji konuları gündeme geldikten sonra buraların müdafaasını birlikte yapan bir devletin sahibiyiz. Devlet kurmak ve bu devleti yaşatabilmek, bir millet için en onurlu mertebedir dolayısıyla bu saatten sonra da bütün siyasetimiz, bu devletin daha da güçlendirilebilmesi içindir çünkü ulusal menfaatlerimiz, bunu gerektirmektedir dolayısıyla dediğiniz gibi 1960’lı yıllardan beridir mücadelemiz hâlâ devam etmektedir.
Kıbrıslı Türk halkının davası henüz sonuçlanmış değildir çünkü ortada bir sorun vardır. O sorunun adı da Kıbrıs sorunudur. Bütün dünyada ilgili ülkeler, “Kıbrıs sorununu bundan sonra nasıl çözeceğiz?” şeklinde hep birtakım tartışmalara yol açıyorlar. Kıbrıs’ta yan yana yaşayan iki ayrı bağımsız devlet bir anlaşma olabilir. Federasyon, artık bizi enterese etmiyor çünkü federasyon, Rumların anladığı şekilde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni, GKRY’ne yama etmektir. Bizlerin bu kadar mücadeleden sonra kurduğumuz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletini ortadan kaldırmamız ve adanın yabancıların ellerine geçmesi, Türkiye’nin de bu bölgedeki güvenliğinin, hak ve çıkarlarının bir bakıma zarar görmesi anlamındadır dolayısıyla Kıbrıs mücadelesi müşterektir ve Türkiye’yle ikimizi ilgilendiren önemli bir meseledir. Soruna bu açıdan baktığımızda, ne kadar haklı olduğumuz görülmektedir. Benim de cumhurbaşkanı olduktan sonra verdiğim mücadele, ortaya koyduğum yenilikçi siyaset ve adada iki ayrı bağımsız devlet fikri, Türkiye’nin de tamamıyla desteğini alabilmiştir. Bu da tabii ki bizim yeni vizyonumuzu güçlendirmektedir. Bu bakımdan Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Hükûmeti’ne ve Türk kamuoyuna teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.
“KIBRIS MESELESİ, YILLARIN MÜCADELESİ VE BAŞARISIDIR”
Yeliz Şenyerli: Adanın geçmişine baktığımızda 1878’de adanın yönetiminin geçici olarak İngilizlere verilmesiyle Yunanların İngilizlerden aldıkları güç ile Türklere karşı baskılarını arttırmasının 1958 senesinde Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kurulmasında etkili olduğunu söyleyebilir miyiz?
Ersin Tatar: Tabii ki İngiltere, 1878’de adayı kendi yetkisine alınca Kıbrıs Türkleri bir bakıma burada yalnız kaldılar çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminde olan ada, artık Osmanlı’nın yönetiminde değildi. Elbette biraz da Hristiyanlık dolayısıyla İngiliz yönetiminde Rum-Yunan ikilisi, adada daha fazla güçlenmeye başladı. Daha geçen gün, Anastasiadis’in konuyla ilgili bir açıklaması vardı. ENOSİS hayalleri daha da hortladı, Kıbrıslı Türklere karşı beslenen düşmanlıkları ve her türlü dışlayıcı hareketleri çoğaldı; ama biz Türkiye’ye olan bağlılığımızla ve Türkiye’nin de desteğiyle buradaki var olma mücadelemizi başarıyla yürüttük. 1950’li yıllarda da EOKA hareketine karşı Türk Mukavemet Teşkilatı kurulmuştur.
Türk Mukavemet Teşkilatı’nın önderliğinde ve Türkiye’nin desteğiyle 1974’lere kadar direnebildik. Ta ki Mehmetçik, Türk ordusu 20 Temmuz sabahında Kıbrıs’a ayak basana kadar. Tabii garantörlük anlaşmalarından dolayı Türkiye buraya geldi. Bu da çok önemlidir. 1960 anlaşmasının ekindeki garantörlük anlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’ne tek taraflı müdahale hakkı vermişti. O da Sayın Adnan Menderes’in ve Fatin Rüştü Zorlu’nun bir başarısıdır.
O zamanlar Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş, sürekli olarak Ankara ile irtibat hâlindeydiler. Londra ve Zürih toplantılarında Sayın Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs Türk Heyeti’ne çok destek vermişler. Özellikle Rauf Denktaş’ın garantörlük anlaşması bağlamında çalışması destek bulmuş ve bu anlaşmayla 1974’te ve hatta daha da öncesinde Türkiye’nin, Cengiz Topel gibilerin uçakla adaya müdahale etmeleri, gerek Erenköy Savaşlarında gerek diğer müdahalelerde Türk uçaklarının Kıbrıs semalarında EOKA’cıları, Rum-Yunan askerlerini püskürtmeleri, bizlere hep moral vermiştir ve bizleri hep güçlü kılmıştır. Özellikle Erenköy’e 8 Ağustos günü uçakların gelmesiyle oradaki beş yüzden fazla öğrenci mücahit, bir bakıma kurtarılmıştır dolayısıyla Türkiye’nin garantörlük anlaşmasından doğan bu müdahale hakkı, sadece 1974 sabahı olmadı. Ondan önceki yıllarda da uçaklarla müdahale edilmiş.
15 Temmuz 1974’te Yunanistan’ın Cunta rejiminin adaya uzantılarıyla Makarios’a karşı yürüttüğü darbe, anayasayı ihlâl. Anayasanın ihlâl olması, Türkiye’ye müdahale hakkı doğurdu. Daha sonra Yunanistan’daki bir mahkeme kararında da cuntayı idare edenleri, büyük yanlışları dolayısıyla hapse attılar. Kıbrıs’ta anayasanın ihlâl edilmesinden dolayı Türkiye’ye, adaya müdahale etmesi için biz bir fırsat verdik ve ona göre Türkiye, 20 Temmuz sabahında garantörlük hakkını kullanarak müdahale etmiştir. Onun kararını da mekânı cennet olsun Sayın Bülent Ecevit ve yardımcısı Necmettin Erbakan aldı. Ondan sonra Kıbrıs Türk’ü, hürriyetine ve bağımsızlığına kavuşmuş oldu. O günden bugüne Kıbrıs’ta barış ve huzur devam etmektedir dolayısıyla 20 Temmuz’un 47’nci yılında bir kez daha Sayın Bülent Ecevit’i, Necmettin Erbakan’ı, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, çok değerli askerlerini, komutanlarını, şehit düşenleri yâd ederim ve gazilerimize şükranlarımı sunarım. Tabii ki Kıbrıs Türk halkının geneli de mücahit bir halk. Tüm mücahitlerimize, mücahidelerimize, bu uğurda hayatlarını verenlere tekrar rahmet diliyor, gazilerimize şükranlarımı sunuyorum dolayısıyla Kıbrıs Meselesi, öyle sıradan ve kolay bir mesele değildir, yılların mücadelesi ve başarısıdır.
Netice itibariyle Doğu Akdeniz’de Türkiye Cumhuriyeti’nden sonra bizzat Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vardır. Burası adı üstünde bir Türk Cumhuriyeti’dir; kalemizdir, serhat vatanımızdır. Doğu Akdeniz’deki hakların ve menfaatlerin korunması bakımından bizlerin devletinin çatısı altında ve yönetiminde bu mücadelenin yürütülmesi fevkalade önemlidir çünkü bu bir beka meselesidir. Doğu Akdeniz’deki stratejik çıkarlara, Rum-Yunan ikilisinin iddialarına ve diğer ülkelerin özellikle buradaki enerji kaynakları bakımından pozisyon alma mücadelelerine karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin duruşu ve hâliyle yarattığımız bu algı, fevkalade önemli. O bakımdan mücadelemizin tabii ki bu şekilde devam etmesini, bir kez daha bu önemli günde vurgulamak istiyorum.
“KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI’YLA ADADA İKİ DEVLETLİLİK OLUŞMAYA BAŞLAMIŞTIR.”
Yeliz Şenyerli: Londra ve Zürih Anlaşmaları üzerine inşa edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla o dönemde sağlanan dengeler, günümüzde hâlâ devam ediyor mu? Sonrasında gelinen dönemde gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekâtı, adanın kaderini nasıl değiştirdi?
Ersin Tatar: 1974’te gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtı ile Kıbrıslı Türkler tamamıyla kuzeye, Rumlar da güneye yerleşmişler dolayısıyla adada iki devletlilik, o şekilde oluşmaya başlamıştır.
İlk yıllarda federal bir çözüm için mücadele verildi; ama Birleşmiş Milletler’in verdiği ciddi önerilerin hepsi dahi Rumlar tarafından reddedildi. Kıbrıslı Türkler, Annan Planı’na bile evet dediler. Son olarak 2017 yılında Crans Montana’da birtakım öneriler masaya geldi. Kıbrıslı Türkler, Türkiye’yle birlikte onay veriler; fakat Rumlar, masayı terk ettiler çünkü Rumların en başından beri hedefleri, buranın tamamıyla bir Yunan adası olması, öyle bir ideolojileri var. Hâlbuki biz: ”Paylaşmaya hazırız.” dedik çünkü Kıbrıs’ta iki ayrı halk vardır; Türkler ve Rumlar. 1960 anlaşmalarıyla İngiltere’nin burayı terk ederken bıraktığı düzen, bir bakıma fonksiyonel bir federasyon. O zamanlar iki bölgelilik olmadığı için taksim veya iki devlet olamıyordu; fakat o şekilde bir düzenlemeyle iki halkın egemenliğinde sürdürülebilir bir yapı için fonksiyonel bir federasyon kurulmuş; ama yürümedi çünkü Rumlar, adanın hepsini istediler. Hatta Makarios, 1960 anlaşmalarından hemen sonrasında Londra’dan Kıbrıs’a geri döndüğünde: “Biz bu anlaşmayı öylesine, İngiltere’den kurtulmak için onayladık; ama neticede bunu biz ENOSİS yani adayı Yunanistan’a bağlamak için sıçrama tahtası olarak kullanacağız.” demiştir; ama başaramadılar çünkü 1974’te Türk askerinin adaya adımını atmasıyla adada iki bölgelilik dolayısıyla da iki devletlilik olmuştur.
1963’ten beri Kıbrıs Türk halkı, neredeyse altmış yıldır kendi devletini kurmuş ve yönetmiş, kurum ve kuruluşlarıyla, altyapısıyla kökleşmiş bir devlet gerçeği yerleşmiş dolayısıyla altmış yıldan sonra bir devletin ortadan kalkması ve yeni bir düzene girmek, öyle çok da kolay bir iş değildir, gerçekçi de değildir çünkü zaten bize önerilen; yeni doğacak olan bir devlet değil bizlerin kendi devletimizi terk etmemiz ve birtakım anayasal haklarla güneydeki Rum Cumhuriyeti’ne yama olmamız. Bu, bize yakışan bir şey değildir çünkü biz, bu adanın gerçek sahipleriyiz. Adadaki iki halktan bir tanesiyiz dolayısıyla biz ihtiyaçlarımızı gerçekten hukuki temelde, sağlam bir yapı içerisinde sürdürmekteyiz. Muhataplarımız; Birleşmiş Milletler olsun, Avrupa Birliği olsun, diğer ülkelere de masaya bütün argümanlarımızı ve yaşananları koyduğumuzda onların bunlara pek cevapları yoktur. Sadece dedikleri: “Kıbrıs’ta kalıcı bir anlaşmanın olabilmesi için iki tarafın da onay vermesi gerekiyor.” dolayısıyla iki tarafın bir anlaşmaya varabilmesine ihtiyaç vardır. Biz de: “Yan yana yaşayan iki egemen devletin iş birliğiyle bir anlaşma olabilecekse o zaman biz ona hazırız.” diyoruz; ama dayatma bir çözüme yani bizim Rumlara yama olmamızı içeren bir federasyona, asla bizim halkımızın evet diyeceğine inanmamaktayım. Kaldı ki şu anda Türkiye de pozisyonunu gayet açık netleştirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti de iki devlet istemektedir. Hâliyle böyle bir razı içerisinde biz, bu mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz.
“TÜRKİYE İLE BAĞLARIMIZIN GÜÇLENDİRİLMESİ İÇİN DEVLETİMİZİN EGEMENLİĞİNİN KABUL EDİLMESİ LAZIM.”
Yeliz Şenyerli: Sayın cumhurbaşkanım, Annan Planı’na Kıbrıslı Türklerin evet deyip Rumların hayır demesi, adanın kaderini nasıl değiştirmiştir?
Ersin Tatar: Kıbrıslı Rumlar, bütün dünyanın baskısına rağmen Birleşmiş Milletler’in ortaya koyduğu bu kapsamlı çözüm planına hayır dediler, biz evet dedik; ama bizi de yanılttılar çünkü biz, evet dememize rağmen bize verilen hiçbir söz tutulmamıştır.
Neydi o sözler? Bizim evet dediğimiz bu karara Rumlar hayır dese bile bizleri takip edecekleri, izolâsyonları, kısıtlamaları, ambargoları kaldırıp ticaret noktasına direkt ticaret imkânlarının açılacağıydı; ama maalesef bize verilen bu vaatlerin hiçbiri yerine getirilmedi. Bunu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da geçenlerde katıldığı bir televizyon programında ifade etti. O günün şatlarında Kıbrıslı Türklere verilen hiçbir sözün daha sonra tutulmadığını ben gayet iyi hatırlıyorum.
Kıbrıslı Rumlar, hayır demesine rağmen Kıbrıs sorunu devam ederken tek taraflı olarak Avrupa Birliği’ne alındılar çünkü hukuku tanımadılar. Avrupa Birliği, yetkisini ve sınırlarını buraya kadar uzatmak istediği için orada bir dayatma yaptılar; ama bu tabii ki Türkiye’ye haksızlık. Onun için mademki Kıbrıs’ta dengeler bu şekilde değişmiştir, bir anlaşma olacaksa, adada yan yana yaşayan iki ayrı egemen devlet olacak çünkü aksi takdirde tamamıyla Türkiye’yle bizim bağlarımızı kopartırlar. Biz gerek güvenliğimiz bakımından gerek ekonomik beklentilerimiz bakımından Türkiye’yle bağlarımızın kopartılmasını istemiyoruz. Türkiye’yle bizim bağlarımız hiçbir şekilde kopartılamaz, kopartılmamalıdır, biz buna müsaade etmeyiz dolayısıyla o anlamda bir anlaşma durumunda Avrupa Birliği’yle bir ilişkimiz doğacaksa dahi kesinlikle ve kesinlikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ya da Kıbrıs’ın kuzeyindeki Türk devletinin egemenliğinin mutlaka tamamıyla bize ait olması lazım. Ancak bu şekilde biz Türkiye’yle istediğimiz gibi ilişki kurabiliriz ve hem güvenlik konusunda hem ekonomik konularda her türlü anlaşma ve sözleşme yapabiliriz dolayısıyla özellikle adanın Avrupa Birliği’ne alınmasıyla bizlerin, Türkiye ile bağlarımızın güçlendirilmesi için mutlaka ve mutlaka kendi devletimizin egemenliğinin kabul edilmesi lazım.
“HER TÜRLÜ GELİŞME İÇERİSİNDE ÖNEMLİ OLAN İSTİKRARIN SÜRMESİDİR.”
Yeliz Şenyerli: Bir önceki dönemle karşılaştırdığımızda sizin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerine döndüğünüzü, Türkiye Cumhuriyeti’yle ilişkilerinizin arttığını ve bağlarımızın daha da güçlendiğini görmekteyiz. Bize bugün ve bundan sonrası için Kıbrıs davasıyla ilgili projelerinizi ve çözüm önerilerinizi açıklar mısınız?
Ersin Tatar: Biz Kıbrıs’ta büyük bir mücadele veriyoruz. Kıbrıs’ta iş yapmak, ekonomiyi büyütebilmek kolay değil çünkü burası küçük bir ada. Birtakım sıkıntılar var; direkt uçuş yok, yatırımlarda tereddütler var; ama netice itibariyle yıllardan beridir büyük bir başarımız var.
Bu başarı nedir? Şu anda bizde, otuz bin yatağa yakın bir turizm potansiyeli oluşmuştur. Çok büyük yatırımlar da olabilmiştir her şeye rağmen. Üniversitelerimizden dolayı en az seksen bin öğrenci, dış ülkelerden gelmektedir. Bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti’nden ve diğer üçüncü ülkelerden dolayısıyla burada da bir başarı vardır. Türkiye’den buraya getirilen su projesiyle tarımda da ciddi anlamda yatırımlar vardır. Sanayi bölgelerimiz vardır. Her türlü gelişme içerisinde önemli olan istikrarın sürmesidir. Bu sayede amacımız; adaya gelecek olan turistin, gelecek olan öğrencinin nitelikli olması şartı ile sayısını artırmaktır, ona göre buradaki üretken yapıyı daha verimli hâle getirmektir ve dolayısıyla aktif ithalata dayanan küçük bir ada ekonomisinin yapısını kendi ürettiğimiz daha fazla mal ve hizmetlerle güçlendirmek, istihdamı ve refahı artırmaktır. Bunun reçetesi bellidir.
Bizim kendi içimizdeki bazı sendikal hareketlerden, hükûmetin sık sık değişmesinden ve başka başka sıkıntılardan dolayı bazı önemli reformlar yapılamamaktadır; ama inşallah bütün bu tecrübeyle ve son yıllarda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne daha da fazla yürekten inanışımız, bizleri inşallah bu reformları yapmak ve halkımızın önünü açmak için cesaretlendirecektir diye değerlendiriyorum. O bakımdan hiçbir zaman karamsar olmadım. Her ne kadar Kıbrıs’ın statüsü dolayısıyla izolâsyon ve ambargolardan dolayı ciddi anlamda birtakım sıkıntılar yaşamış olsak da gelinen aşamada yavaş yavaş tüm bu engellerin aşılabileceğine inanıyorum çünkü ciddi anlamda Türkiye’nin de buraya yapmakta olduğu katkılar vardır.
Bu katkılarla birlikte bizlere düşen; adayı daha da güçlendirmektir. Refahın artması için katma değer ve istihdam yaratarak daha üretken bir yapının ortaya çıkması için verilen mücadeleyi, 20 Temmuz’un yıl dönümünde bir kez daha kamçılamaktır, bunu cesaretlendirmektir çünkü siyasi anlamda bu devletin bekası için egemenlik meselesinde kendi devletini kuran halk olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Her 20 Temmuz’da ekonomik olaylara da daha fazla sahip çıkmak, reformlarla ekonominin önünü açmak ve halka daha fazla umut vermek de bizlerin görevidir. İşte şimdi onun için çalışıyoruz.
“TÜRKİYE’YLE OLAN BAĞLARIMIZIN HER ZAMAN GÜÇLENDİRİLMESİ LAZIM”
Yeliz Şenyerli: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde varlık mücadelesi verirken Türkiye Cumhuriyeti’nden ve Türk Dünyası’ndan beklentileriniz nelerdir?
Ersin Tatar: Biz tabii ki Türkiye Cumhuriyeti’nden her zaman çok şey bekledik, çok şey de aldık. Ben hep Türkiye ile ilişkilerimizi kutsal olarak nitelendirdim. Kıbrıs Türk’ü hep öyle ayakta durabilmiştir. Türkiye, en zor günlerimizde hep yanımızdaydı. Bunca işte başarımız varsa bu başarının önemli ölçüde Türkiye’nin bize desteğine bağlı olduğunu da biliyoruz; ama tabii ki Kıbrıs Türkleri çok çalıştı, çok uğraştı, çok mücadele verdik, çok şehitler verdik; ama netice itibariyle Türkiye ile olan ilişkilerimizin aynı şekilde devam etmesi lazım.
Türkiye, büyük bir devlettir. Her ne kadar Türkiye’nin sıkıntıları da olsa bugün seksen beş milyonluk, on sene sonra doksan milyonluk nüfusuyla büyüyen, güçlenen ve bizden sadece kırk mil uzaklıkta bir ülke ve bir vatan. Şu anda Mavi Vatan’daki iddialarıyla da esas itibariyle aramızda mesafe de yoktur çünkü vatan dediğiniz, adı üstünde toprakla bitmiyor. Etraftaki denizler de vatanın bir parçasıdır. Onun için Mavi Vatan’ın sınırlarında olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, esas itibariyle Türkiye ile yan yanadır. Yani kırk mil bile yoktur çünkü vatan, denizlere kadar uzanmaktadır dolayısıyla bizim aramızda bir engel yoktur. Sadece bizim Beşparmak dağlarıyla Torosların yakınlığı vardır. Antalya’ya gittiğimizde Toroslardan Beşparmak dağlarını, buradan Torosları görürüz. Mavi Vatan dolayısıyla sınırımız kalmamıştır.
Vereceğim mesaj; Türkiye’yle olan bağlarımızın hem siyasi, hem ekonomik hem de kültürel anlamda her zaman güçlendirilmesi lazım. Özellikle genç nesillerin daha da fazla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımaları, bizim gençlerimizin de Türkiye’yle olan yakın ilişkilerin yürümesine önem vermeleri lazım. Kıbrıs Türkleri tüm dünyaya, belki Avrupa Birliği’ne yakındırlar burada; ama bizim esas destekçimiz, varoluşumuzun esas sebebi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bize verdiği sonsuz destektir. Bunun bilinci içerisinde bir kez daha 20 Temmuz’u kutluyorum. Türk milletine, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yavru vatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden saygılarımı ve sevgilerimi sunarken 20 Temmuz sabahında şehit düşenlere, Kıbrıs Mukavemet Teşkilatı’nın ruhunu taşıyanlara ve bizleri bugünlere kadar getirenlere, bir kez daha rahmet diliyor ve onlara minnet ve saygı duygularımı ifade ediyorum.
“VERDİĞİMİZ MÜCADELE, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’YLE MÜŞTEREK BİR DAVANIN ÜRÜNÜDÜR.”
Yeliz Şenyerli: Son olarak Sayın Ferhat Atik’in sizin yaşamınızı kaleme aldığı “Kıbrıs Davasının Peşinde Bir Dava Adamı: Ersin Tatar” adlı kitabında vazgeçmeme özelliğinizin size getirdiği başarılara tanık oluyoruz. Sizce vazgeçmemenin önemi nedir, bu bağlamda Türk insanına bilhassa Türk gençlerine neler tavsiye edersiniz?
Ersin Tatar: Hayatımda çok fazla tecrübelerim oldu; ama hiçbir zaman bıkmadım ve hiçbir zaman da vazgeçmedim. Kendi siyasi mücadelemde de milletvekili olmadan seçime girdim, kaybettim. Sonra devam ettim, seçimi kazandım. Ardından bakan oldum sonra da partinin genel başkanlığı için mücadele ettim. Kurultaya girdim, kaybettim. Bırakmadım ve pes etmedim. İkinci defada kazandım. Böyle birtakım süreçlerden geçmek suretiyle buralara kadar geldik.
Ondan evvel çocukluk yıllarımda da tabii ki birtakım tahsil olaylarım vardı, iş dünyasındaki tecrübelerim vardı. Vazgeçsem mi, vazgeçmesem mi, devam etsem mi, devam etmesem mi gibi tereddütler hep oluyor insan hayatında; ama ben hiçbir zaman tereddüte girmeden hep yola devam ettim çünkü bir hedefim vardı; o da Kıbrıs Türk halkının bu haklı davasına kendi katkımı koyabilmek, bu milli mücadeleye bu onurlu davranışlarla hizmet edebilmek.
Hep söylüyorum; bütün bu verdiğimiz mücadele, davamız, o çabalarımız, Türkiye Cumhuriyeti’yle müşterek bir davanın ürünüdür dolayısıyla bütün bunlar beni motive etmiştir, kamçılamıştır ve Allah nasip etti, sağlık da verdi ve bugünlere kadar geldik. Birtakım muhaliflerimizin ve karşı cephelerin saldırılarıyla her Allah’ın günü karşı karşıya geliyoruz; ama bunlar hiç beni demoralize etmez, tam tersine kamçılar çünkü bizim yolumuz doğru yoldur, kutsaldır.
Vatan millet için çıktığımız bu önemli yolda, Allah’ın da yardımıyla inşallah hak ettiğimiz noktaya hep birlikte gelir ve gelecek nesillere, çoluk çocuğumuza güvende yaşayabilecekleri daha müreffeh, daha yakışır bir vatan toprağı bırakabiliriz. Bütün mücadelemiz ve temennimiz budur dolayısıyla hepinize, bir kez daha en kalbi duygularımla sesleniyorum. Bu duygularla bir kez daha sizleri, bu 20 Temmuz gününde selamlıyorum. Sizlerin vesilesiyle bu 20 Temmuz günü buralardan verdiğim mesajın ne kadar anlamlı olduğunun bilinci içerisinde ayırdığınız vakit için sizlere teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.
Röportaj: Yeliz Şenyerli
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Tarih Kültür Dergisi
Temmuz 2021 sayısı