Kır kırlangıcı yavruları 18 – 23 günlük olana kadar yuvada kalır ve yaklaşık 17,5 gram ağırlığındadır. Kır kırlangıçları hava böcekçileridir – uçarken havada böcekleri yakalar ve yerler. Üreme mevsimi boyunca beslenmelerinin yüzde 99,8’i uçan böceklerdir. Ebeveyn bütün günü yavrularını besleyerek bir ileri bir geri dolaşarak geçirirler. Yavru kuş uçma tüylerine sahip olduğundan yetişkin bir kır kırlangıcıyla aynı diyete ihtiyaç duyar.
Dün 2 saat kadar beslenme fotoğraflarını lakalamaya çalışırken ikili ilişkiyi de izledim. Yuvadan yeni uçan yavruların beslenmesi genelde sabit duran yavruya ebeveyn sıra ve belli aralıklarla böcek taşır. Deklanşöre sürekli basarak yakaladığım seri karelerden 3 adetini seçip kolaj şeklinde paylaşırken detay bilgileri de sizler için ekliyorum, umarım canınızı sıkmam.
Yavru incir ağacı dalının ucunda sabit duruyor. Uzaktan ebeveyn görününce kanatlarını en hızlı şekilde çırparak sesleniyor. Yani kısacası “Buradayım” diyor.
Gagada taşınan av yavru gagasına bırakılırken ebeveyn kanat çırpma hızı inanılmaz farklılaşıyor ve yumuşak kontrollü yaklaşma sağlanıyor. Yavru ile buluşma anında harcanan enerji inanılmaz, bu işlem her defasında yenileniyor. “Barn swallow” – Kır kırlangıcı tahmini hızı yaklaşık 40 km/s – 72 km/s aralığında ve kanat vuruş hızı yaklaşık 5, 7– Her saniyede 9 kez. Kırlangıçlar gün ışığında göç eder, oldukça alçaktan uçar ve her gün yaklaşık 320 km (200 mil) yol katederler.
Kolaj fotoğraf detayına gelirsek – Solda ilk fotoğraf ; gagada av net olarak gözüküyor yavru uçuşa zorlanıyor yani ebeveyn gel gagamdan al diyor. Beslenmenin birkaç hafta sonra tamamen havada gerçekleşiceği notunu burada eklemem gerekiyor. Ebeveyn av büyüklüğünü ve yavrunun uçuş hızını artırarak, Afrika göçüne hazırlayacağı anlaşılıyor. Kısacası gerekli eğitim beslenme sırasında yavruya veriliyor. 2. fotoğraf ; ufak sinek yavru gagası içine bilerek bırakılmıyor, yavru uçarak ava yaklaşıyor ve iki gaga birleşiyor. 3.fotoğraf ; beslenme tamamlanıyor yavru dal üzerine dönerken ebeveyn tekrar av peşine doğru gözden kayboluyor.
Bu seri üç fotoğrafı ilk gördüğümde bana “Havada uçakların yakıt ikmalini” hatırlattı. Bilim insanlarının doğadan esinlenerek yararlandıklarını örnekleriyle biliniyor.
Havada yakıt ikmali sadece uçmanın en karmaşık unsurlarından biri değil, aynı zamanda hava gösterileri sırasında izleyicilerin favorisidir. Ne yazık ki, iki uçağın birbirine 20 metre mesafede olması gerektiği göz önüne alındığında, süreç hem karmaşık hem de tehlikeli olduğu için pilotlar bu süreci istediğimiz kadar sık göstermiyor. Uçakta yakıt ikmali fikrinin ilk olarak 1917’de Rusya’da geliştirildiğine ve 1921’de ABD’de Rus göçmeni, test pilotu ve uçak tasarımcısı Alexander Prokofiev-Seversky tarafından patentlendiğine inanılıyor. Havadan havaya yakıt ikmali ile pilotlar, uçaklarının savaş yarıçapını genişletebilir ve daha karmaşık görevler gerçekleştirilebilir. Ve uçağın yükünü hafifleten ve fazladan bomba taşımayı mümkün kılan daha boş bir tankla havalanabiliyorlar.
Hayatta kalmak için doğaya ihtiyacımız var – Ama DOĞA krizde.
Basitçe dile getirmek gerekirse ; DOĞA bilimden çok daha uzun süredir var. Dolayısıyla hikayesi farklı ve bilimden farklı bir zaman ölçeğinde, DOĞA biz insanlar için önemli bir ayrımdır. Bilim, doğa olaylarını açıklama girişimidir. Her kültürden insan bilime katkıda bulunur, bulunabilir. Bilim, evrendeki olayların, dikkatli ve sistematik bir çalışma ile anlaşılabilecek tutarlı kalıplarda gerçekleştiğini varsayar. Bilim insanları, aklın kullanılması ve duyuları genişleten araçların yardımıyla insanların tüm doğadaki kalıpları keşfedebileceklerine inanırlar.
Doğa bizim yaşam destek sistemimizdir. Soluduğumuz temiz havadan içtiğimiz temiz suya kadar doğa, hayatta kalmamız ve refahımız için güvendiğimiz ana temellerimizi sağlar. Milyonlarca geçim kaynağımız ve ekonomik faaliyetlerimizin çoğu aynı zamanda doğal dünyaya da bağlı olduğu için, aynı zamanda refahımızın anahtarını da elinde tutar. Yılda yaklaşık 125 trilyon ABD Doları değerinde olduğu tahmin edilen insanlığa yönelik bu muazzam faydalar, ancak zengin bir vahşi yaşam çeşitliliğini sürdürürsek mümkün olabilir.
Doğayı kendini yenileyebileceğinden daha hızlı kaybettiğimiz insanoğlu tarafından çok iyi biliniyor. Artan küresel nüfus için yetersiz gıda ve su, ekonomilerimize önemli zararlar ve tahmini bir milyon türün kitlesel yok oluşu gündemde. Hükümetler BM’nin küresel doğa anlaşması olan “Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi” aracılığıyla doğa kaybının üstesinden gelmek için harekete geçme sözü verirken, dünya bu konulara hiç yabancı değil. Ancak sözleşmenin neredeyse on yıl önce belirlenen 2020 hedeflerine her durumda ulaşılmayacağı net olarak ortada. Memelilerin, kuşların, sürüngenlerin, amfibilerin ve balıkların popülasyonları son 40 yılda ortalama yüzde 60 azaldı ve toprakların yüzde 75’i insan faaliyetleriyle önemli ölçüde değişti. Dünyanın doğal çevresinin bozulmasını durdurmak ve insanların doğayla uyum içinde yaşadığı bir gelecek inşa etmek için çok geç kalındığı gerçeği ile karşı karşıyayız.
Seneler önce belirlenen hedefler, kayıtlarda öneri – hedef olarak hala duruyor. Geçmişte alınan 3 önemli hedef kararını hatırlatmam da yarar var dişe düşünerek satırlarıma son veriyor, hepinize güzel bir pazar günü diliyorum;
*Dünyanın biyolojik çeşitliliğini korumak
*Yenilenebilir doğal kaynakların kullanımının sürdürülebilir olmasını sağlamak
*Kirliliğin ve savurgan tüketimin azaltılmasını teşvik etmek.