MOSİNEKLER
Herodot şöyle yazar: “Mosineklerin başlıkları ağaçtandı, kalkanları küçük, mızrakları kısa saplıydı, uçları sivri ve uzundu. Tibarenlerin, Makronların ve Mosineklerin silahları da Moskhoilerinki gibiydi.”
Löba’ya göre; Mosinekler Turanlı idiler. Hüseyin Hüsamettin ve Sait Paşaya göre de Tibarenler gibi bir Türk oymağının insanlarıdırlar.
Mosinekler, Tevrat’ın Meşek dediği topluluktur. Tibarenlerin aslı olan Tabalarla komşu olarak, Asur tabletlerindeki Muşki adı altında yaşıyor ve Tabalarla birlikte buranın egemen halkını teşkil ediyordu.
Friglerin, Etiler İmparatorluğu’nu yıkmalarında Tabalarla birlikte Mosineklerin(Muşkilerin) de etkisi olmuştur.
M.Ö. VIII. yüzyılda başlayan Kimmer akınları ile kuzeye çekilmek zorunda kalan Muşkiler, MÖ VII. yüzyılın ortasından önce İskit akınlarına maruz kalıp Tabalar gibi yok olmaktan güçlükle kurtularak Doğu Karadeniz dağlarına, Fırtına vadilerine, Çoruh havzasına sığındılar. Buralarda Mosinek(Mosk) olarak uzun süre yaşadılar. Yirmi sekiz yıl İskitlerin(MÖ 653-625) egemenliği altında kaldıktan sonra yarı bağımsız bir duruma geldiler.
Anadolu’da Pers hakimiyeti döneminde (MÖ 546-332) Pers Kralı Kserkes(MÖ 486-479)’in Yunanistan seferine çıkarken Perslerin 19. satraplığı bölgesine dahil diğer Turani topluluklar gibi Mosinekler de katılmışlardı.
Denizden yol almış olanlar Karasus(Giresun)’dan aynı yolda ayrıldılar; öbürleri karadan devam ettiler.
Mosineklerin sınırına varınca bu halkla ilişkileri olan Trapezos(Trabzon)lu Timesitheos, topraklarını aşarken düşman mı yoksa dost mu sayılmaları gerektiğini sormak için elçi gönderdi.
Yunanlıların geçmesine izin vermeyeceklerini söylediler; gerçekten kalelerinin güçlülüğüne güvenmekteydiler.
Bunun üzerine Timesitheos, Mosineklerin batıda bulunanlarla düşman ve savaş halinde olduklarını söyledi.
Bunun üzerine Yunanlılar ittifak yapmayı kabul edip etmeyeceklerini anlamak için yeniden elçi gönderdi.
Elçi, Mosinek önderleriyle Yunan komutanlarıyla yapılan toplantıda görüşmelerde anlaşmaya varılınca, ertesi gün her biri tek bir tomruktan yontulmuş ve her birinin içinde üç adam (bunların ikisi inip sıraya girdiler, üçüncüsü teknede kaldı) bulunan üç yüz kayıkla döndüler.
Kayıklardakiler yeniden denize açıldılar. Karada kalanlarsa şöyle dizildiler; korucular gibi birbirine paralel sıralanıp yaklaşık olarak yüzer kişilik sıralar oluşturdular.
Mosineklerin kıyafetleri
Tümünün sarmaşık yaprakları biçiminde ve beyaz öküz postuyla kaplı kalkanları vardı; sağ ellerinde aşağı yukarı dokuz ayak uzunluğunda, bir ucunda bir mızrak demiri, öbür ucunda bir topuz olan bir kargı tutuyorlardı. Dizlerini bulmayan ve kalın çuval/ bezi kadar sık dokunmuş tunikler giymişlerdi. Başlarında Paflagonyalılarınki gibi deriden yapılmış ortasında bir sorguç bulunan ve tıpkı bir üç kademeli tacı andıran miğferler vardı. Ayrıca demir baltalar taşıyorlardı.
Ksenophon savaş halini de; içlerinden biri başlayınca, öbürleri de şarkı söylemeğe koyuldu ve şarkıya ayak uydurarak Yunanlıların sıralarını ve çatılmış silahlarını aşıp, hemen düşmanın alınması en kolay görünen kalesine saldırdılar.
Kale Mosinekleri ülkesinin en yüksek yerinde bulunan ve “ANAŞEHİR” dedikleri şehrin önündeydi. Mosinekler, bu kale yüzünden birbirleriyle savaşmaktaydılar. Çünkü onu hangisi ele geçirirse tüm Mosineklerin efendisi sayılıyordu.
Yunanlıların müttefikleri hasımlarının bu kaleyi elde tutmağa haklarının olmadığını, kalenin her iki tarafın ortak malı olduğunu ve hasımlarının onu ele geçirmekle haklarını gasp ettiğini ileri sürmekteydi.
Doğu Mosineklerle beraber bazı Yunanlı askerler de yağma için ilerlediler. Batı Mosinekler yerlerinden kıpırdamadan ilerlemelerine göz yumdular; “Ama kaleye yaklaştıklarını görünce koşar adım dışarı çıktılar, saldırganları bozguna uğrattılar.”
Doğu Mosineklerle beraber Yunanlıların da bir kaçını öldürdüler ve kaçanlara yardıma koşan Yunanlıları görünceye kadar kovaladılar.
Ertesi gün, kurbanlar kesilip, bağırsak falları elverişli çıktıktan sonra bölükler sıra halinde dizildi; Doğu Mosinekler sol kanada aynı biçimde yerleştirildi; sonra okçular sıraların arasında, ağır piyadelerin ön safi biraz geride olmak üzere yürüyüşe geçildi.
Çünkü düşmanların çevikleri koşarak tepelerden inip taş atıyorlardı; bunları okçularla hafif piyadeler püskürttüler. Birliklerin büyük kısmı önce barbarlarla(Doğu Mosinekler) onlara eşlik eden Yunanlıların bir gün önce püskürtüldükleri kaleye doğru uygun adım ilerlediler; gerçekten düşman orada savaş düzenine girmişti.
Barbarlar, hafif piyadeleri bekleyip onlarla göğüs göğse çarpışmaya başladılar; ama ağır piyadeler yaklaşınca kaçtılar. Hafif piyadeler onları hemen kovalamaya başlayıp şehre doğru tırmandılar; ağır piyadeler onları savaş düzeninde izliyordu; ama yukarıda başkentin evlerine yaklaştıkları zaman, tüm barbarlar(Batı Mosinekleri kastediyor) toplanıp yeniden kargı savaşına başladılar; ayrıca bir adamın güçlükle taşıyabileceği uzun ve kalın mızraklar kullanıyor, bunlarla kendilerini göğüs göğse savaştan korumağa çalışıyorlardı; ama Yunanlılar geri çekilmek bir yana üstlerine ilerleyince, barbarlar yeniden hep birlikte kaçıp kaleyi bıraktılar.
Dağın tepesindeki kulede bulunan kralları(orada oturur, halk tarafından ortaklaşa beslenip bir zarar görmemesine dikkat edilirdi) kulesinden ayrılmak istemedi; daha önce alınan kaledeki kral da kulesinden çıkmamıştı; her ikisi de kuleleriyle diri diri yakıldı.
Ganimetler
Yunanlılar kaleleri yağmalayıp evlerde Mosineklerin dediğine göre; babadan oğula geçen ekmek dolu ambarlar ve ayrıca yeni hasat edilmiş buğdayla, özellikle kızılca buğdayla birlikte saklanmış saman ve sap buldular.
Ayrıca tuzlanarak küplere bastırılmış yunus balığı eti, barınaklarda yunus yağı vardı. Mosinekler, bu yağı Yunanlıların zeytinyağı kullanması gibi kullanırlar.
Ambarlarda yassı ve dilimsiz pek çok ceviz(bu Yunanlıların henüz tanımadıkları kestaneler) vardı; başlıca besinleriydi bu; kaynatıp ekmek gibi pişiriyorlardı. Şarap da bulundu; sertliği yüzünden biraz kekreydi; su katılınca hafif hoş kokulu bir şarap oluyordu.
Ksenophon, bu arada Yunanlıların yanlarında taşıdıkları fahişelerden bahsediyor.
M.Ö. 400’de meydana gelen olaylardan sonra tabiat şartlarının etkisiyle sert huylu, haşin hatta biraz yırtıcı ve savaşçı Mosinekler, Anadolu’nun ilk millî devleti olan Pontos krallarının (M.Ö. 298 – M.S. 63) teşekkül ettirdiği millî orduyu kurarken diğer topluluklar gibi bu orduya katıldılar.
Strabon da “Bazı ağaçlarda veya seyyar ahşap kulelerde yaşarlar. Bu kulelere Mosyn dendiğinden, antik devirde bu insanlar Mosinekler olarak adlandırılmışlardır. Bunlar vahşi hayvan eti ve ceviz yiyerek yaşarlar ve kulelerinden atlayarak yolculara saldırırlar. Heptakömet’ler Pompeius‘un ordusu dağlık ülkeden geçerken, Üç Roma bölüğünü imha etmiştir. Bunlar ağaç sürgünlerinden elde edilen deli balı, kâselerle yol üzerine bıraktılar ve askerler bunu yiyip de bilinçlerini kaybedince, onlara saldırarak kolayca hepsini saf dışı ettiler.”
Mosineklerin belki de hatırasına izafeten Erzurum ili Horasan ilçesi Aras bucağına bağlı Müşki Köyü bulunmakta idi ancak bu köy isim değiştirme hastalığında kurtulamayarak Pınarlı Köyü oldu.
Ayrıca 1933 yılında: Urfa-Suruç, Muş-Genç, Beyazıt-Tutak ilçelerinde MUSİK köyleri, Siirt- Garzan, Muş-Varto, Diyarbakır-Çermik ilçelerinde MUSİKAN köyleri, Gaziantep-İslahiye ilçesinde Musikanlı ve Mardin’de Musiki, Urfa-Siverek’te Musip köyleri vardır.
MAKRONLAR
Miladdan yüzlerce yıl önce yaşamış Makronlarla ilgili Heredot şöyle der: “Mısırlılar ve Ethiopiorlar sünnet olurlar. Filistin’deki Fenikeliler ve Suriyeliler, kendileri söyler ki, bu adeti Mısırlılardan almışlardır; MAKRONlar da bunu Kolkhislilerden öğrendiklerini söylerler.”
Yine Herodot şöyle der: “Moskhoilerin başlıkları ağaçtandı, kalkanları küçük, mızrakları kısa saplıydı, uçları sivri ve uzundu. Tibarenlerin, MAKRONların ve Mossinoiklerin silahları da Moskhoi’lerinki gibiydi.”
Ksenophon; Makron’lar ülkesinde üç günde on fersenk aştılar. İlk gün Makron’larla Skythanler arasında sınırı çizen ırmağa vardılar.
…Sorgun ağacından kalkanlarla ve mızraklarla silahlanmış olan ve kıldan elbiseler giyen MAKRONlar, ırmak geçidinin öbür kıyısında savaş düzeninde beklemekteydiler; birbirlerine cesaret veriyor ve ırmağa taş savuruyorlardı.”
VIII/4’te Yunanlılar arasında bulunan “Atina’da kölelik ettiğini ileri süren bir hafif piyade Ksenophon’un yanına gelip bu halkın dilini bildiğini” söyledi; “Sanırım burası benim ana yurdum. Bir sakınca yoksa onlarla konuşmak isterim” diye ekledi. Ksenophon: “Hiç bir sakınca yok, haydi konuş onlarla ve önce kim olduklarını öğren.” dedi. Hafif piyade, soruyu onlara sordu. “MAKRONlarız, diye cevap verdiler. Ksenophon: “Şimdi de bize karşı neden savaş düzenine girdiklerini ve neden bize düşman olmağa gerek duyduklarını sor.” dedi.
“Çünkü ülkemizi istila ediyorsunuz.” diye cevap verdiler. Hafif piyade, komutanlarının buyruğuyla onlara şu açıklamayı yaptı: Ama ülkenize asla kötülük için giriyor değiliz. Kralla savaştıktan sonra* ülkemize dönüyor ve denize ulaşmak istiyoruz.
MAKRONlar, bu niyetlerini doğrulayacak teminat verip veremeyeceklerini sordular. Bunun üzerine MAKRONLAR Yunanlılara bir barbar mızrağı, Yunanlılar da onlara bir Yunan mızrağı verdiler. “Ülkemizde kullanılan teminatlar bunlardır.” dediler.
Makronların dilini bilen hafif piyadenin Pers kıralı Kserkses(MÖ 480-479)’in Yunanistan seferine çıkarken Perslerin 19. satraplığına bağlı bölgede yaşayan Makronlara da Pers ordusunda görev verdiği ve Çanakkale boğazından köprü gemiler üzerinden geçen ordunun Yunanistan’da istenilen başarıyı elde edemeyerek MÖ 479’da Platala’da yenilmesi sırasında esir düşen bir Makron olduğu da anlaşılmış oluyor.
Strabon ise Trapezus(Trabzon) ve Pharnakia’nın üst tarafında Tibaranlar ve eski zamanlarda MAKRONLAR denen Sanlar olduğunu belirtir.
Löba’ya göre; MAKRONIar da Halipler ve Tibaranlar gibi Doğu Karadeniz bölgesinin en eski yerli ve TURANLI kavimlerindendir.
Makronlar olarak anılan bu insanların asıl yerli adları Tzan(Can)’dır. Yani Makronlarla Can’lar aynı topluluktur.
Makron veya Canlar MÖ VI. yüzyılda aynı bölgede oturan Halibler, Tibaranlar ve Mosinekler gibi Perslere vergi veriyordu.
Mahmut Goloğlu da asırlarca başlarına buyruk yaşayan Canlara karşı Doğu Romalı Jüstinyanos savaş açtı. Üzerlerine ordular göndererek onları Doğu Roma’nın savaş hizmetine girmeye zorladı. İtaatli olmaları gayesiyle Hıristiyanlaştırmak için de çok emek harcadı.
Canların oturdukları yere Çanıka dendi. Daha sonraları Doğu Romalı tarihçiler Karadeniz kıyılarının adlarını bilmedikleri yerli halkın hepsine Çan adını verdiler ve onların oturdukları yerlere de Çanıka dediler. Bu deyim de sonradan “CANİK” oldu.
Kısaca Canlar, hürriyet sevdalısı dik başlı, onurlu, şerefli sert ve cesur insanlardılar.
MEDLER
MÖ 834’de ilk kez Asurlular tarafından sözü edilen Medler, MÖ VII. ve VI. yüzyıllarda bir imparatorluk kurmuşlardı. Merkezleri Ekbatana(Hemedan)’ydı. Sınırları Zagros’a kadar uzanıyordu.
Yunanlıların Herodotos’tan kaynaklanarak Med dedikleri, tarihlerde de böyle adlandırılan Mata ya da Madailer, Uluğ Türkistan’tan gelen ve bırakısefal kafalı Alpli tipinde olan ilk göç kafilelerinin insanları olarak kabul edilirler. Oppert, Med kelimesinin VATAN ve ÜLKE anlamına gelen MADA sözünden doğduğunu ve Medlerin TURANİD olduğunu ileri sürmüştür.
Şemseddin Günaltay, Med devletinin çekirdeği olan MATAların, ÖN TURANLIlardan inen ve türlü adlarla anılan gurupların VII. yüzyıldan itibaren MATA adı altında toplananlar olduğunu ifade ederken, Dr. Rıza Nur da Medlerin Türk olduğunu söyler.
732’de Med devletini kurdular. Deiokos’un oğlu Kral Phraortes zamanında İran coğrafyasını egemenlikleri altına aldılar.
Zamanla kuvvetlenen Med devletinin orduları MÖ 654 yılInda Asurya’yı işgale başlayarak Ninova’yı kuşattıysa da MÖ 653 yılında İskitlerin hücumuna uğradılar ve İskitlerin egemenliği altına girerek 28 yıl tarih sahnesinden silindiler.
Hilekârlık
Sürekli cenkler, değişik iklimler gitgide İskitleri yıpratmış ve azaltmış olduğundan sabırlı Med Keyaksar’ın İskitleri vurmak için beklediği zaman nihayet gelmişti.
Herodotos’a göre; Keyaksar sonraları dost olduğu İskit Kralı MADİYES ile belli başlı komutanlarını bir ziyafete davet ederek önce sarhoş etmiş sonra boğazlamıştır.(MÖ 625)
İskitler başsız kalmış, ümitsiz bir mukavemetten sonra perişan olarak Medya’dan çekilmişlerdir.
Medler konuklarına kurdukları tuzaktan sonra yeniden güç kazanmış ve eskiden hükümleri altında bulunan ulusların yeniden hâkimi olmuşlardır.
Tekrar Asurya’yı(MÖ 614) işgal ve Ninova(MÖ 612)’yı yakarak Asurlulara kesin bir darbe vurdular. Batıda Anadolu’da Halis (Kızılırmak)’e kadar uzanan bir imparatorluk kurdular. Keyaksar’ın(MÖ 625-585) yerine oğlu Astyages (MÖ 585-550) geçti.
Hükümdarlar
Mısır’da; Apries 588-569
Amasis 569-525
Babil’de; Nabunaid 556-539
Lidya’da; Alyattos 605-560
Kroisos; 560-546
Perslerde; II. Kyros 559-529
Atina’da; Peisistratos: 560-510
Asur devletinin(MÖ 612) ortadan kalkmasıyla bütün Asur ülkesi Medlerin eline geçti.
Anadolu’nun Doğu Karadeniz bölgesi de MÖ 620 yılından itibaren Medlerin egemenliğine girdi. Medler-Lidyalılarla, Kızılırmak sınır olmak üzere, Anadolu’ya paylaşıp anlaştılar. Medlerin Anadolu’da ele geçirdikleri yerlere KAPADOKYA denildi.
Kapadokya; batıda Kızılırmak, kuzeyde Karadeniz, güneyde Matieni, doğuda Ermenistan ile sınırlı büyük ve geniş bölgeydi.
M.Ö. 606 yılında Doğu Karadeniz bölgesi, Med devletinin Kapadokya eyaleti içindeydi. Kimmer ve İskit akınlarıyla harap olan Trabzon şehri yeniden onarılıp kurulmuştu.
Yine Herodotos’a göre; Med Kralı Astyages ordusunu toplayarak ANŞAN KIRALI, II. Kuraş üzerine yürüdü. Med ordusunda ihtilal çıktı. İsyan eden askerler, hükümdarları Astyages’i, II. Kuraş’a teslim ettiler.(MÖ 550)
Doğu Karadeniz bölgesindeki Med hâkimiyetinin zayıflamasıyla Medlere bağlı gibi gözüken şehirler, sömürgeci Yunanlıların eline geçti.
Asil ve hâkim Medliler tabi bir kavim durumuna düştüler. Az zaman sonra da Matalarca yavaş yavaş Persleştirildiler.
KİMMERLER
Türkistan’dan batıya göçen boylardan bir kısmı Yayık suyu ile Ural dağlarından Tuna nehrine kadar uzanan alanda bugünkü Rusya’nın güneyinde yerleşmişlerdi. Bunların Azak denizi yöresi ve Kırım yarımadasının güney kıyılarında oturanlarına Kimmerler deniliyordu.
Kimmerler de Kırgızlar, Tukyular, Karluklar, Peçenekler, Hazarlar, Kumanlar, Oğuzlar gibi Türk idiler.
Kadınları da erkekleri kadar cenkçi ve savaşçı olan Kimmerler askerlikte büyük ün sahibiydiler; fakat hemen kuzeylerinde oturan İskitlerin akın ve saldırılarından bıkmış, usanmışlardı. Bu yüzden bulundukları toprakları terk etmek zorunda kaldılar. Bir kısmı daha kuzeybatıya göçüp Danimarka’ya gittiler.
Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya akmaya başlayan Kimmerler, yollarına çıkan Urartu Kralı, I. Rusa’yı yenilgiye uğrattılar(MÖ 714). Ancak Asur kıralı II. Sargon tarafından (MÖ 705) püskürtüldükten sonra Anadolu’ya, yani Doğu Karadeniz bölgesine akmaya başladılar.
Herodot (1/15) “Göçebe İskitlerin yurtlarından kovdukları Kimmerler Asya’ya geldikleri ve Akropol hariç, Sardes kentini aldıkları zaman burada hüküm süren (Ardys’i kastederek) oydu.” demektedir.
Doğu Karadeniz bölgesindeki egemenlikleri uzun sürmedi. Bu bölgeye henüz gelmişlerdi ki peşlerini bırakmayan İskitler de Kafkasları geçip Anadolu’ya girdiler.
Asur Devleti, en geniş alana bu dönemde, yani M.Ö. 671’de Mısır’ı ele geçiren Assarhaddan zamanında(MÖ 680-609) ulaşmıştır; fakat Mısır’ın M.Ö. 566’larda yeniden bağımsızlığına kavuşması, kuzeyden gelen Kimmerlerden dolayıdır. Hatta bu tehlike, Asur devletinin geniş görüşlü bir politikayla İskit prensi PAETATUA ile bir ittifak yapmasına neden olmuştur.
Frig Devleti, Antik Yazar Eusebios’a göre; MÖ 696/5’te, Iulıus Africanus’a göre ise MÖ 676’da Güney Rusya’dan gelen bir göçebe kavim olan Kimmerler tarafından yıkılmıştır. Frigya, bundan sonra siyasal bağımsızlığına bir daha kavuşamamış ve MÖ 547/6’ya değin Lidya devletinin egemenliğine boyun eğmek zorunda kalmıştır.
Güneybatı Anadolu’da Lidya devletinin baskısı altında kalan bölge büyük çapta bağımsızlığını korudu. MÖ 638 yıllarında Efes ve güneyindeki yöre KİMMER ve Trer çapulcuları tarafından yağmalandı. Bu yağmadan Efes kentinin yakınındaki ARTEMİS kutsal alanı olumsuz etkilendi.
Efes, Pion(Panayır) dağının eteklerinde, Artemis tapınağının 1200 m, kadar batısındaki yeni yerine taşındı ve surlarla çevrildi. M.Ö. VII. yüzyıl ile VI. yüzyılın üçüncü ilk yarısı içinde Lidya devleti ile dostluk ve akrabalık ilişkileri geliştirdi. M.Ö. VI. yüzyılın üçüncü çeyreği içinde göçebe Kimmerlerin saldırısına uğradıysa da, surları sayesinde kurtuldu. Göçebeler yalnız sur dışındaki Artemis tapınağını yağmalayıp yakıp yıktılar.
Kimmerler, Güney Rusya’dan hareketlerinden itibaren bütün komşu devletlerin topraklarına bitmez tükenmez yakıp yıkıp akınlarla saldırıyordu;
Kimmerlerin, Asurlara saldırısını Kapadokya’da durduruldu.
Kimmerler hemen arkasından Frikya üzerine atıldılar. Frikya kıralı yenilginin üzüntüsü içinde intihar etti.
Frikya’nın başına gelenlerden telaşa düşen Lidya Kralı Giges, Asurlulardan yardım istedi. Ancak temin edemedi. Kendi kuvvetleriyle Kimmerler üzerine yürüdü. MÖ 660’da Kimmerleri mağlup etti. Kimmerlerden esir aldığı iki reisi zincire vurarak Asur başkenti Ninova’ya yolladı. Ancak Lidya’nın zaferle kazandığı huzur uzun sürmedi.
Çünkü Kimmerlerin başına mahir ve muktedir bir kumandan TOKTAMIŞ’ın geçmesi işleri yeniden değiştirdi.
Toktamış’ın, Lidya üzerine yaptığı intikam yürüyüşündeki mücadelede Giges, savaş meydanında öldü.(M.Ö. 652)
Toktamış tarafından istilaya uğrayan Lidya yağma edildi. Kimmerler başkente dahi girdiler. Yalnız Sart’ın akropolünü alamadılar.
Toktamış, Lidya zaferi sonrası Asur üzerine yürümek için Kilikya’ya gitti. Orada savaş hazırlığı yaparken Asurluların hücumuna uğrayarak mağlup oldu ve Kilikya’da öldü.(MÖ 650) Toktamış’ın ölümüyle Kimmerler süratle çöküşe doğru yol aldı.
Kimmerlerin son reisi Koboş(M.Ö. 633)’un Med Kralı Madya tarafından ezilmesiyle, Kimmerler Anadolu’da barınamadılar. Güneye çekilerek Suriye ve Mısır içlerine dağıldılar.
Kabına sığmayan Kimmerlerin Karadeniz bölgesindeki varlığını gösteren arkeolojik ve filolojik kanıtlar mevcuttur. Ünye’de bulunan bir gümüş kap E. Akurgal (Akurgal 1969: 224 vd., pl 67) tarafından MÖ VI. yüzyılın sonuna tarihlenmekte ve Kimmer sanatının son eserlerinden biri olarak nitelendirilmektedir.
AMAZONLAR
Amazon, Kâmus-i Tûrki’de “erkek gibi, savaş saflarında yer alan kadın, ata binen kadın” dır. TDK’nın Türkçe sözlüğünde de ayni ifadeler yer almaktadır.
Ansiklopedilerde de “iri yarı, güçlü kuvvetli, erkeksi kadın, kadınların ata binerken giydikleri bir ceketle uzun bir etekten oluşan kıyafet” anlamı verilir.
Amazon usulü “Ata her iki bacak da aynı tarafa olacak biçimde yan binme usulüdür.’
Bu tariflerin dışında bulunan Amazon isimlerine birçok yerde rastlanmaktadır.
*Amazon: Güney Amerika’da debisi bakımından dünyanIn en büyük nehri (7000 km).
*Amazanos: Brezilya’da eyalet (federe devlet) yüzölçümü 1.564.000 km’dir.
*Amazonlar: Karadeniz kıyılarında yaşamış kadın savaşçılar topluluğu. Efsaneye göre; erkek çocuklarını öldürür ve daha iyi ok atmak için sağ memelerini dağlarlardı.
*Amozonya: Amazon Nehri’nin orta ve aşağı havzalarını kapsayan geniş bölge.
*Amazon(Terme Çayı’nın ilk çağdaki adı), bir Amerikan papağanı.
*Amazonas: Güney Amerika’da Kolombiya cumhuriyetinin bir idari bölümü.
*Amazonas: Güney Amerika’da Venezuala’da federal toprak. Yüz ölçümü: 175.750 km2
Amazonlar başta Terme olmak üzere İzmir, Sinop, Myrine(Aliağa yakınları), Kyme(Aliağa güneyinde Nemrut koyu), Pashos kentlerinin kurucusu sayılırlar.
Amazonlarla ilgili olarak Herodot Tarihinde şöyle yazılır: “Savromatlara gelince, bunlar için söylenenler de şunlardır:
AMAZONlara ki İskitler bunlara Diopata derler, yani Yunanca karşılığı ERKEK ÖLDÜRENLERDİR. Çünkü İskit dilinde Dio erkek demektir, pata da öldürmek-savaş açan Yunanlılar diye anlatırlar, Thermadon savaşını kazandıktan sonra, canlı olarak yakaladıkları AMAZONLARI üç gemiye doldurup denize açılmışlar; AMAZONLAR açık denizde erkeklerin üzerine atılıp döve döve öldürmüşler; ama bir gemi nasıl yönetilir bilmiyorlardı, dümen nasıl tutulur, yelken nasıl kullanılır, kürek nasıl çekilir haberleri yoktu. Erkekleri öldürdükten sonra rüzgârın ve dalganın önüne katılmışlar, “DİKBAYIR” denilen Palus-Maiotis’e varmışlar. Buraları Özgür İskit toprakları içinde kalır. Amazonlar burada karaya çıkarlar ve ülkenin insanlarının yaşadıkları bölgesine giderler; otlayan atlara rastlayınca bunları alıp üstlerine atlarlar ve İskit topraklarını yağmaya başlarlar.
İskitler başlarına gelene bir anlam veremiyorlardı; bunların ne dillerini anlıyor, ne giyinişlerini tanıyor, ne de kim olduklarını biliyorlardı. Nereden çıktı bunlar, diye şaşırıp kalmışlardı.
Sonunda savaştılar; çarpışmadan sonra ölüleri gören İskitler bunların kadın olduklarını anladılar; aralarında danıştılar ve ne olursa olsun bunları bir daha öldürmemeye karar verdiler, bakacaklar, görünüşe göre bunlar kaç kişidir, kendi aralarında ve en gençlerinden o kadar delikanlı ayıracak ve karşılarına onları çıkaracaklardı; bunlar, kamplarını gidip kadınların kampının hemen yanına kuracaklar ve kadınların davranışlarına göre davranacaklardı; eğer kadınlar üstlerine yürürlerse savaşa girmeyecekler ve arayı biraz açmakla yetineceklerdi; sonra onlar durunca bunlar da duracak ve kamplarına döneceklerdi: İskitler böyle düşünmüşlerdi; çünkü bu kadınlardan çocukları olsun istiyorlardı.” (Herodot IV/111)
“Öğle vakti olunca Amazonlar şöyle yağmayı adet edinmişlerdi: Birer ikişer dağılıyorlar ve tabi ihtiyaçlarını gidermek için birbirlerinden ayrılıyorlardı. Bunu gören İskitler de öyle yapmaya başladılar. Ve içlerinden birisi bu tek başına kalmış KIZLARDAN birisini yere yatırmak istedi; Amazon, olmaz demedi ve delikanlının kendi gövdesine yaptıklarına karşı öfkelenmedi. Ona bir şey söyleyemezdi, -çünkü ikisi de birbirinin dilinden anlamıyorduama işaretlerle ona anlattı ki, yarın gene gelsin, bir arkadaşını da getirsin, kendisi de bir başka kız daha getirecekti. Delikanlı döndü, olanı biteni öbürlerine anlattı. Ertesi gün, yanına bir arkadaşını alıp gitti; Amazon, yanında bir başka Amazonla beraber bekliyordu. Durumu gören öbür oğlanlar da, geri kalan Amazonları insanlaştırmaya koyuldular. (Herodot IV/113)
Karadeniz Tarihi / Erdoğan Aslıyüce