Bilge Kağan Orhun kitabelerinde Türk kadınına şu şekilde hitap eder;
“Sizler Anam Katun, Büyük Annelerim, Hala ve Teyzelerim, Prenseslerim…”
Kadim Türk halkları mitolojisinde, ilk inanç biçimlerinde kadın özel yer tutuyor.
Mitolojik ve folklor metinlerine bakıldığında kadın
yaratıcı, tanrı, ecdat, demiurg, şaman vb. olarak karşımıza çıkıyor.
Eski Türk inanç sisteminin en önemli ve eski Tanrıçası Umay’dır.
Bu Tanrıça büyük olasılıkla anaerkil düzen zamanında ortaya çıkmış,
gerçek bir annelik görevi üstlenmiştir.
Mitolojik görevi de genel olarak annelik görevidir.
Oğuz Hakan’ın annesinin Ay Hakan olması gösteriyor ki,
Türk mitolojisinde de kabilenin ilk ecdadı kadın sayılmıştır.
Şunu da söyleyebiliriz ki, ilk kadın ecdatlar yaratılışın temeli ve
verimlilik timsali olan ana tanrıça imajının oluşmasına iştirak ediyor.
Ben bugün aslında daha çok kahraman Türk kadınlarını konu alacağım.
Mesela, Kırgız Türklerine ait, Manas Destanı’nda karşımıza
savaşan, dövüşen, avcılıkla uğraşan, ata binen korkusuz, cesur ve güçlü
Türk kadını tiplemesi çıkar.
Destanın birçok bölümünde farklı isimler hikâyeleriyle kendine yer bulur.
Bunlardan biri Manas Han’ın eşi olarak metinlerde geçen Kanıkey‘dir.
“Kanıkey’in Manas’ı Ölümden Kurtarması” isimli bölümde
Kalmukların elinde esir düşen Manas’ı tek başına kurtaran
Kanıkey’den şöyle bahsedilir:
“Saç örgüsünü toplayıp tepesine bağladı,
Manas’ın silahlarını takınarak,
zırhını giyip Akkula’ya bindi…
Kanıkey arslan gibi savaşıyor…
Kanıkey bir yerinden yara yedi.
Buna rağmen Manas’ı güvenli bir yere getirmeyi başardı ve
tedavisine başladı.”
Kanıkey’in çoğu kez düşmanla elinde kılıcıyla savaştığı,
sadece Manas’ı değil, savaş meydanlarında
çocuğunu da koruduğundan destanda sık sık bahsediliyor.
Kendisi savaşlara katılmasa bile zor durumda kalan
Han ve diğer askerlere gıda, ilaç sağlamak gibi
yapabileceği her şeyi yapan bir kurtarıcı olarak birçok bölümde adı geçiyor.
Manas Han’ın ölümünden sonra oğlu Semetey‘i bir kahraman olarak yetiştiren
Kanıkey’i bu konuda Manas’ın annesi Çıyırdı Hatun da destekler.
Çıyırdı Hatun ise destanda savaşçı ve
öncü karakteriyle adından birkaç kez bahsedilen
bir başka güçlü kadın figür olarak görünüyor.
Bir başka destan olan Kırgız Türklerine ait Canıl Mırza,
baş kahramanının bir kadın olması sebebiyle
diğer epik hikâyelerden ayrılarak daha farklı bir yere sahip.
Türk destanlarında kadınlar çoğu zaman
devlet yöneten, savaşan, söz sahibi olan güçlü ve cesur figürler olarak karşımıza çıkar
fakat sadece Türk destanlarında değil, tüm dünyadaki destanlarda
kahraman, yetenekli, lider vasfa sahip olan çoğu zaman bir erkektir ve
hikâye erkek karakter etrafında döner.
Bu destanda Noygut boyunun lideri Canıl Mırza’nın
hem kendi canı hem halkının özgürlüğü ve
mutluluğu için verdiği kahramanlık mücadelesi konu alınır.
Bir kaplanı yendiği için “Dişi Kaplan” olarak anılan bu kahramandan;
cesareti, avcılıktaki ustalığı, keskin nişancılığı, iyiliği ve
dürüstlüğü, mertliği ile her zorlukla baş edebilen mücadeleci bir kişilik olarak bahsedilir.
Canıl Mırza, 16 yaşından beri savaşan, lider olduktan sonra
hayatını halkına adayan, halkı için ailesinden dahi vazgeçen,
sayısız zorlukla karşı karşıya kalan güçlü bir kadın karakter olarak
bu epik hikâyede kendine yer buluyor.
Kahramanlık vasıflarının hemen hepsine sahip olan bu kadın tipi
o dönemde kahramanlık özelliklerinin yalnızca erkeklere ait olmadığını
aslında net bir şekilde gösteriyor.
Yazıldığı çağın sosyokültürel yapısını, özellikle Oğuzlar döneminin tarihini,
kültürünü ve gündelik hayatlarını kavramada başvurulan
en önemli kaynaklardan biri olan Dede Korkut hikâyelerinde de
efsanevi erkek karakterler kadar kahramanlıklarıyla öne çıkan,
silah kullanan, düşmanla savaşan, güreşen kadın figürlerine de rastlanır.
Bunların savaşçı özelliğiyle hikâyelerde ön plana çıkan Banu Çiçek gelir.
Banu Çiçek ok atan, ata binen cesur bir kadındır.
Onunla evlenmek isteyen Bamsı Beyrek’e kendisini güreşte yenme şartı koşar;
ok atma ve ata binmede ona meydan okur.
Bir Han kızı olan Burla Hatun, hikâyelerde savaşçı kadını temsil eder;
cesaretli, ata binen, kılıç kuşanan,
düşmanla mücadele eden bir kadın olarak bahsedilir.
Burla Hatun’un yanında 40 kız yardımcısı olduğu ifade ediliyor.
Yine Dede Korkut hikâyelerinde karşımıza yiğitliğiyle çıkan
kadın figürlerinden biri olan Trabzon tekfurunun kızı Selcen Hatun‘un
düşman ordusunu tek başına dağıttığı anlatısı
dönemin toplumsal yapısını daha net anlamada yardımcı olur.
Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu.
Tören ve şölenlerde kadın, hakanın solunda oturur
siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi.
Mesela büyük Hun imparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını
Tanrıkut Mete Han‘ın Katunu imzalamıştır.
Ebul Gazi Bahadır Han, Secere-i Terakime’de,
Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatmaktadır.
Kadının yüceliği Altay Dağları’nın en yüksek tepesine
“Kadınbaşı” ismi verilerek yaşatılmıştır.
Efsanevi Türk komutan Alper Tunga‘nın kızlarından biri olan
“Kazvin” İran’daki Kazvin şehrinin isim anasıdır.
Ayrıca güzelliği ve cesaretiyle tanınan Tomris,
milattan önce 6. yüzyılda yaşamış ilk Türk kadın hükümdardır.
İsmi ‘demir’ anlamına gelen Tomris Hatun,
dünya tarihinde önemli bir yere sahip olan bir Saka kraliçesi ve
Türk hükümdar Alp Er Tunga‘nın torunudur.
M.Ö.528/29 yılında göğüs göğüse son derece şiddetli bir mücadelenin ardından
zafer Pers ordusunun sayıca kendilerinden üstün olmasına rağmen
Tomris Hatun’un olmuştur.
Örnekler daha da çoğaltılabilir.
Ama burada dikkat edilmesi gereken husus şudur ki
Türk kadını Türk erkeğine denk ve tamamlayıcı unsurdur.
Kadın yeri gelmiş doğurmuş, yeri gelmiş ülke yönetmiş,
yeri gelmiş pusatlarını kuşanarak cenk etmiştir…
Savaşçı kadınlar denildiğinde tüm dünyada akla bir tek Amazonlar gelir.
Ansiklopedik kaynaklarda Amazonlar şu şekilde geçer;
Klasik ve Yunan mitolojisinde tamamen kadın savaşçılardan oluşan tarihi bir ulus.
Tarihçi Herodot‘a göre Amazonlar
Sarmatya‘nın Scythia ile sınır bölgesinde yaşamışlardır.
Amazonların öne çıkan kraliçeleri arasında Truva Savaşı‘nda yer alan
Penthesilea ve kardeşi Hippolyta sayılabilir.
Amazon savaşçılar genellikle Yunan savaşçılarla savaşırken resmedilmiştir.
Helenistik ve Roma çağı tarihte Ön Asya’ya birçok Amazon saldırısından bahsedilir.
Antik Çağda Amazonlar birçok tarihi kavimle ilişkilendirilmiştir.
Günümüzde amazon ismi genel olarak kadın savaşçı ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.
Herodot’a göre Sarmatyalılar, Amazonlar ve İskitler’in atalarıdır.
Sarmatyalılarda kadınlar sık sık erkeklerle beraber ava çıkar, savaşta yer alırlardı.
Ona göre savaşta bir adam öldürmeyen kadın evlenemezdi.
İskitler’in devamı olarak gösterilen bu Türk boyu
yanlı tarihçiler tarafından sürekli “İrani” bir halk olarak lanse edilmektedir.
Ataları İskitler’in de İrani bir halk olarak yaftalanmasının yanlışlığı
bugün tarafsız tarihçiler tarafından “büyük bir yalan” olarak nitelenmekle birlikte
İskitlerin Türk olduğundan şüphe duyulmamaktadır.
Ayrıca Roma kaynaklarında geçen Sarmatya’lı paralı askerlerin
Ural dağlarından geldiklerinden ve Fin-ogur ulusunun akrabası olduklarından ve
onlarla aynı dili konuştuklarından bahsedilmektedir.
Hal böyle olunca ural-altay dil ailesinden bir dili konuşan Sarmatlar’ın,
İrani bir millet olduğunu söylemek ve savunmak
bu yanlı tarihçileri komik olmaktan öteye geçiremez.
Türk savaşçılarına bu savaşma kabiliyetini sağlayan
“üzengi” sistemini İskitlerden sonra Amazonlar da kullanmış,
bu avantajlarıyla da Yunanlılara göre yenilemez savaşçılar halini almışlardır.
Bu yüzden Sarmat-İskit soyundan gelen Amazonların Türk olduğunu,
Turani-Türk soylu olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Peki madem Amazonlar Türk,
neden Türk kaynakları Amazonlar’dan bahsetmiyor?
İşte bir diğer yanılgı da bu.
Türk tarihi, Türk mitolojisi titizlikle incelendiğinde
at binen, savaşçı kadın tasvirinin Türk kaynaklarında geçtiği de ortaya çıkacaktır.
Dede Korkut’a göre savaşçı Amazonlar’ın
Türkler’deki karşılığı “Alp Kızları”dır…
Yazar Musine Galima‘nın “Turan’ın Alp Kızları İpekyolu Efsaneleri” adlı eserinde
Alp Kızlar‘dan detaylı bir şekilde bahsedilmektedir.
Prof Dr. Jeannine Davis`’in yaptığı testler ile savaşçı Amazonlar’ın
Türk Alp Kızları ile aynı varlıklar olduğu ortaya konmuş,
su götürmez bir gerçek olarak kabul edilmiştir.
Tarih öncesi çağlardan biraz daha günümüze doğru uzandığımızda
savaşçı Türk kadını bu kez başka bir isimle karşımıza çıkıyor.
“bacılar” ya da “bacıyan i rum”…
Bacılar Türk yurduna asker yetiştirmek, ve
Türk yurduna sahip çıkmakla görevliydiler.
Doğurdukları evlatlarını belli bir yaşa kadar Türk töresi ile yetiştirir,
sonra da bir asker olarak orduya emanet ederlerdi.
Ordu savaşa çıktığında ise obayı ve şehri koruma vazifesi yine bacılardaydı.
Orta Asya Alp Kızlar’ı ya da bacılarından Arap seyyahlar sıklıkla bahsetmekte,
onların bu savaşçılığı ve töreye olan bağlılığı
kadınlara değer vermeyen ve onları ikinci sınıf olarak gören Araplarca garipsenmektedir.
Arap gezgini olan ibn’i Batuta şöyle der;
“Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da
Türkler’in kadınlarına gösterdiği hürmetti.
Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür.”
Türkler’in Araplar’la müttefik olarak girdiği Talas savaşı esnasında da
Araplar Türk kentlerini koruyan Bacılar’ın varlığına pek çok kez şahit olmuşlardır.
Türklerin İslamiyet’e geçmesiyle birlikte
kadınlara verilen önem azalmaya başlamış olsa da
Malazgirt savaşı ardından Orta Asya Oğuzlarından
İslam olmayan pek çok göç de almaktadır ki bu göçler esnasında
Alp kızları-bacılar da Anadolu’ya gelmiştir.
Bilinenin aksine Baciyan-i Rum teşkilatı
Ahi Evran’ın hanımı Fatma Hatun tarafından değil,
Hacıbektaş Veli‘ye hizmet etmiş Kadıncık ana Fatma Bacı’dır.
Baciyan-i Rum Teşkilatı’nın asli görevi tıpkı
Orta Asya Türklerinde olduğu gibi asker-oğlan yetiştirmek ve
erler savaşta iken yurtları korumaktır.
13, 14 ve 15. yüzyıllarda Osmanlı’da ve Anadolu’da bacılar teşkilatı
olanca zarafeti ile varlığını sürdürmektedir.
Bu tarihlerden sonra Türkler’in (Osmanlı’nın) Muaviye dinini kabul edip
iyice benimsemesi ile birlikte kadınlar toplumda ikinci sınıf bireyler olarak görülmüş,
devleti yönetenlerin Türk kadınlarıyla değil,
yabancılarla evlenmesi geleneği ve Enderun teşkilatının
devlet yönetiminde olmasıyla birlikte Baciyan-i Rum teşkilatı da
Kurtuluş Savaşı’na değin rafa kalkmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nda bacılar…
Türk milleti tarihinde ne zaman zor duruma düşse milli birlik ve
beraberlik sayesinde bu zor durumdan kurtulmuştur.
İşte bu zor günlerden en zorlarından biri de hiç kuşkusuz Kurtuluş Savaşımızdır.
Ulu önder Atatürk’ün Türk milletine ön ayak olması ile birlikte
Türk kadını da Muaviye dininin kendisine biçtiği
ikincil unsur olma payesinden sıyrılmış ve
erkeği ile birlikte mücadele ederek bu vatanı, yeniden anavatan haline getirmiştir…
Kara Fatma (Fatma Seher Erden) komutasındaki Bacılar’ın
Batı Anadolu’da Yunan ordusunu perişan ettiği unutulmamalı,
İnebolu’lu Bacılar’ın sırtında taşıdığı mühimmat sayesinde
Türk Kurtuluş savaşının kazanıldığı unutulmamalıdır…
İşte bu yüzdendir ki ulu önder Atatürk kurduğu genç cumhuriyette
kadınlarımızın da payının olduğunu hiçbir zaman unutmamış,
Türkiye Cumhuriyeti dünyada kadınına seçme ve
seçilme hakkı tanıyan ilk ülkelerden biri olmuştur.
Kahraman Türk kadını uyanıp kendine gelmediği sürece,
Türk yurdu Arap bataklığında kaybolmaya mahkumdur…