İstanbul’un Fethi, Kostantiniyye’nin Fethi veya Konstantinopolis’in Düşüşü (Yunanca: Άλωση της Κωνσταντινούπολης), 6 Nisan 1453 – 29 Mayıs 1453 tarihleri arasında, 53 gün süren yoğun bir kuşatmanın sonucunda Osmanlı Devleti padişahı II. Mehmed komutasındaki Osmanlı ordusunun Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’u ele geçirmesidir. Olayın sonucunda 1058 yıllık Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu yıkılmış ve Osmanlı Devleti, bir imparatorluk hâline gelmiştir. Bu fetih, bazı tarihçiler tarafından Orta Çağ’ı sona erdirip Yeni Çağ’ı başlatan olay olarak kabul edilir.
İstanbul, jeopolitik konumu nedeniyle daha önce de defalarca kuşatılmıştı. 7. ve 8. yüzyıllarda Emeviler ve Abbasiler tarafından kuşatıldı, ancak başarısız olundu. 1204 yılında, IV. Haçlı Seferi sırasında Haçlılar, İstanbul’u kuşatıp zapt ettiler. Klasik ve Orta Çağ’ın kültür hazineleriyle dolu olan şehri yakıp talan ettiler. 1204’te kendi Orta Çağ ve Katolik inançlarına uyan Latin İmparatorluğu’nu kurdular ve Bizans İmparatorluğu’nun parçalanmasına neden oldular. Haçlıların bu yağmasından kaçan bazı Bizans aileleri, İznik ve Trabzon gibi bölgelere kaçıp orada bağımsız devletler kurdular.
Osmanlılar da şehri daha önce kuşatmıştı. Orhan Gazi döneminde Matheos Kantakuzinos’un Bizans tahtına geçmesini sağlamışlar ve ödül olarak da Çimpe Kalesi’ni alarak Rumeli’de ilk kez toprak kazanmışlardı. Rumeli’ye geçişle beraber bölgede sınırları genişleyen Osmanlı Devleti, ilk kez I. Bayezid komutasında, 1395 yılında İstanbul’u kuşattı. Bazı kaynaklarda ise 1391 tarihli farklı bir kuşatmadan söz edilmektedir. I. Bayezid’in bu kuşatmasında mancınıklar kullanıldı ve kuşatma üzerine Macar Krallığı, günümüz Bulgaristan topraklarına (Niğbolu civarı) taarruz edince kuşatma sonlandırıldı. Ertesi yıl kuşatma tekrar başladı ve bu sefer deniz bağlantısını tümüyle koparmak için I. Bayezid, Anadolu Hisarı’nı inşa ettirdi. Bizans imparatorunun ateşkes talebi üzerine bu kuşatma da kaldırıldı. 1402 yılındaki Ankara Savaşı ile beraber Osmanlı Devleti, 11 yıl sürecek olan Fetret Devri’ne girdi. Bu dönemde, I. Bayezid’in oğullarından olan Musa Çelebi tarafından 1412 yılında İstanbul tekrar kuşatıldı. Musa Çelebi, kargaşanın Bizans yüzünden olduğuna ve bazı rakip şehzadelerin Bizans tarafından desteklendiğine inanıyordu. Ancak, rakip şehzadelerden olan I. Mehmed’in harekete geçmesi sebebiyle bu kuşatma da kaldırıldı.
İstanbul’un bir diğer kuşatılması ise II. Murad döneminde oldu. Düzmece Mustafa’nın isyanı ile uğraşan II. Murad, Mustafa’ya yardım ettiğine inandığı Bizans’ın üzerine doğru yürüdü ve kuşatma başladı. Bizans İmparatoru VII. İoannis’in Karadeniz kıyılarında bulunan bazı toprakları ve haraç vermeyi teklif etmesiyle bu kuşatma da kaldırıldı.
II. Mehmed, 1451 yılında Osmanlı tahtına geçtiğinde etrafı bütünüyle sarılmış olan bir şehirle karşı karşıyaydı.
Kuşatma öncesi Bizans
Dördüncü Haçlı Seferi’nde zincir kullanan Bizans İmparatorluğu, bu kuşatmada da Haliç’e zincir gerdi. Dövme demirden imal edilen zincir farklı biçimdeki baklalardan oluşmaktaydı. Önceden farklı devletlerin saldırılarına maruz kalan Bizans, zincir kullanımıyla ilgili geçmişteki eksikleri giderebilmişti. 1204 yılındaki Haçlı saldırısında zincirin Galata’da bağlı olduğu kule Haçlılar tarafından ele geçirilmiş ve zincir saf dışı bırakılmıştı.[26] Bundan dolayı Bizanslılar kuleyi güçlendirdi ve etrafını surlarla çevirdi.[26] 1453 yılındaki kuşatma için Bizans donanması takviye edildi, Şubat 1453’te limandaki gemilerin kalması rica edildi fakat birçoğu şehirden kaçtı; sonuç olarak 2 Nisan 1453’te Bartalomeo Soligo tarafından yaptırılan zincir Kastellion ile Eugenios kuleleri arasına çekilerek Haliç kapatıldı ve zincirin arkasında Bizans donanması nöbete başladı. Zincir halkaları aynı değildi, kalınlıkları 1,9 ilâ 6,2 cm arasında değişebilmekteydi.
Bizans’ın bir başka savunma aracı ise grejuva idi. Grejuva, suda sönmüyordu ve hem kara hem deniz savaşında etkin şekilde kullanılacaktı. Fakat Bizans başkenti mezhepsel iç sorunlarla uğraşmaktaydı; 1439 yılında Katolik-Ortodoks kiliselerinin birleşmesi kabul edildi ve olaya Bizans halkı tepki gösterdi. Bazı kaynaklar, halkın “Konstantinopolis’te Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederim!” düşüncesini paylaştığını belirtmektedir. İmparator Konstantin’in Avrupalı devletlerden istediği yardımlar da mezhepsel sorunlar sebebiyle aksamaktaydı. Kuşatmadan önce Bizans halkına moral aşılamak için önünde Meryem Ana resmi bulunan bir kafile İstanbul sokaklarında dualar eşliğinde ilerlemeye başladı; resmin yere düşmesi ve ardından yağmur yağması sebebiyle Bizans halkı endişelendi. Halk arasında olumsuz söylentiler dolaştı. Kuşatmadan önce ortalıkta dolaşan bazı kehanet söylentileri şehrin düşeceği yönündeydi; bunun da halk üzerinde olumsuz etki yaptığı düşünülmektedir. Kuşatma esnasında sıkıntı çekilmemesi için erzak, mühimmat depoları takviye edildi; çeşitli ülkelerden gelen askerlerle muhafızların sayısı arttırıldı ve şehir surları güçlendirildi. Papalık tarafından üç kadırgayla beraber 200 asker ve mühimmat gönderildi, 30 geminin ise sefer için hazırlanmakta olduğu bildirildi. Ocak 1453’te iki gemiyle beraber Cenevizli komutan Giovanni Giustiniani komutasındaki 700 askerle yardıma geldi. İmparator Konstantin tarafından Guistiniani başkomutan olarak atandı.Muharebe Bizans zaferiyle sonuçlanırsa Giustiniani’ye Limni adası verilecekti
Bizans’ın savunma planında ana unsur İstanbul surları idi. İlk olarak 410-442 yılları arasında, 1400 hektarlık alanı kapsayacak şekilde 19 kilometre uzunluğunda Konstantin surları inşa edilmişti.Nüfusun artmasına bağlı olarak II. Theodosius, yaklaşık 1400 metre açığa yeni surlar inşa ettirdi. Bu surların yüksekliği 11 metre, genişliği ise 4,8 metre idi. Surlar tek sıradan oluşmuyordu, ana surun 14,5 metre önünde 8 metre yükseklikte ön surlar bulunuyordu. Bu surların genişliği ise 0,5 ila 1,5 metre arasında değişmektedir. Ön surların da önü tahminen 1000’li yıllarda yapılan çalışmalarla 18 metre genişlikteki hendeklerle çevrilmişti.İstanbul surları sadece karadan gelebilecek taarruza karşı tasarlanmamıştı; kentin deniz kıyısı da bütünüyle surlarla çevriliydi. Günümüzde Sarayburnu olarak bilinen bölge bütünüyle denizden izole edilmişti. 8,5 kilometre uzunluktaki deniz surları yine II. Theodosius tarafından yaptırılmıştı.36 kapısı, 101 kulesi ve 27 burcu bulunmaktaydı.[50] Haliç kıyısını ören Galata surlarının yapımı ise 439’da başlamıştı. 5,2 kilometre uzunluğa sahip bu surlar 2 ilâ 3 metre genişlikteydi ve 20 kapısı, 172 kulesi bulunmaktaydı.[51] Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin bulunduğu yerde de bir iç kale bulunuyordu. XIV. yüzyılda yaşanan Bizans-Ceneviz Savaşı sebebiyle Galata surlarının da önü hendeklerle çevrilmiştir. İstanbul’un su sistemi de geliştirilmişti. Yaklaşık 250 kilometre uzaklıktaki Yıldız Dağlarından, civardaki derelerden kemerlerle su getirilmekteydi. Getirilen sular, sarnıçlara aktarılmaktaydı.
Osmanlı’nın durumu
1444’te tahtından feragat eden II. Murad, kendi isteğiyle yerini oğlu Mehmed’e bıraktı. II. Mehmed 12 yaşındaydı ve acemi görülüyordu, dönemin sadrazamı Çandarlı Halil Paşa bu kararı uygun bulmamıştı. Bu taht değişikliği üzerine bir Haçlı ordusu kuruldu ve Osmanlı üzerine yürüdü, Sultan Mehmed 12 yaşında olmasına rağmen babasına şu tarihi mektubu yolladı: “Baba, eğer padişah siz iseniz geliniz ve ordunun başına geçiniz, yok eğer padişah ben isem size emrediyorum gelip ordunun başına geçiniz.” Bu mektubun etkisi ve devlet adamlarının ricasıyla II. Murad geri geldi ve başkomutan olarak yönettiği Varna Muharebesi’ni kazandı. Bu muharebeden sonra devlet adamlarının da telkinleriyle II. Murad tekrar tahta çıktı, tahttan indirilen veliaht Mehmed Manisa’ya gönderildi. Kasım 1445’te II. Murad tekrar tahtı oğlu Mehmed’e bıraktı, Mehmed’in ikinci hükümdarlığında Edirne’de yangın ve yağma olayları yaşandı. Halil Paşa’nın ve diğer devlet adamlarının girişimleriyle Mehmed tekrar tahttan indirildi.Hammer’a göre II. Mehmed’e tekrar tahttan inmesi teklif edilmedi, Halil Paşa kendisine birlikte ava gitmeyi önerdi ve genç Mehmed tahttan indirildiğini avdan dönünce öğrendi. 1444-46 arasında geçici olarak hükümdarlık yapan II. Mehmed, 1451’de babasının ölümü üzerine son defa tahta çıktı. Sadrazam Halil Paşa tarafından sürgün edilen Zağanos Paşa, II. Mehmed’in müdahalesiyle Edirne’ye geri döndü. Halil ile Zağanos paşaların arasındaki anlaşmazlık kuşatmada da görülecek; Halil Paşa kuşatmadan vazgeçilmesini, Zağanos Paşa ise tam aksine kuşatmanın sürdürülmesini isteyecekti. Tahttan indirilmesine sebep olduğu ve kuşatmayı uygun görmediği için Halil Paşa’nın II. Mehmed tarafından düşman olarak algılandığı belirtilmektedir.
İstanbul’un deniz bağlantısını tümüyle kesmek, kuşatma esnasında şehre herhangi bir yardımın gelmesini önlemek için II. Mehmed, Rumeli Hisarı’nın yapımını gerekli gördü. Konumu I. Bayezid’in yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın karşısıydı; 1452 yılının nisan ayında inşa çalışmaları başladı.[68][69][70] Hisarın yapımında beş veya altı bin işçinin çalıştığı belirtilmektedir. II. Mehmed inşaatla bizzat ilgileniyordu. Ağustos ayında inşaat bitti; hisarın on üç burcu bulunmaktaydı. Üç büyük burcun üstü kurşun çatı ile örtüldü. 400 askerin ve hisarın komutası Firuz Ağa’ya verildi. Rumeli Hisarı’nın inşası ve boğaz trafiğinin kapatılması Bizans İmparatorluğu’nu endişelendirmiştir. Hisarın yapımının durdurulması için gönderilen iki Bizans elçisi, II. Mehmed’in emriyle idam edildi. Kasım 1452’de iki Venedik gemisi boğazdan geçme teşebbüsünde bulundu, iki hisardan da ateş açıldı ve Antonio Rizzo adlı kaptanın gemisi batırıldı. Denize atlayarak kurtulan Rizzo, esir alındı ve Edirne’ye götürülerek kazığa oturtuldu. Kaptanın affedilmesi için İstanbul’dan ayrılan Venedik elçisi, infazın yapıldığını görünce geri döndü ve Osmanlıların Venedik’e de savaş açtığı kabul edildi.
Askerî hazırlıklarda dönemine göre büyük topların yapımına başlandı. Bizans zindanlarından lağımcılar tarafından kaçırılan Urban adlı bir mühendisin yaptırdığı şahi topu bunlardan biriydi, tek güllesi 550 kilogram civarındaydı ve topun uzunluğu 8, çevresi de 2.5 metreydi. Bu topun İstanbul’a götürülmesini Rumeli Beylerbeyi Dayı Karaca Paşa üstlendi.Osmanlı ordusunun mevcudu hakkında çeşitli düşünceler bulunmaktadır, Hammer’a göre 250.000, Barbaro’ya göre 160.000, Sfrantzes ve Dukas’a göre 200.000 asker idi. Kuşatmaya denizden destek vermesi için Osmanlı Donanması da hazırlanmıştı; Baltaoğlu Süleyman Paşa’nın komutasına verilen filonun mevcudiyeti hakkında farklı düşünceler mevcuttur; Dukas 300, Yeorgios Francis ise 160 demektedir.
Kuşatma
Kuşatmadan önce kentin çevresindeki bazı kaleler ve kasabalar Karaca Paşa komutasındaki 10.000 asker tarafından ele geçirildi. Bizans İmparatoru Konstantin, son diplomatik girişim olarak kent dışındaki Rum köylerinin ve bu köylerde yaşayan sivillerin zarar görmemesini rica etti ancak II. Mehmed tam aksini yaparak Rum köylerinde hayvanların otlanmasını ve rastlanılan köylülerin derhal öldürülmesini emretti. İmparator Konstantin’in tepkisi ise İstanbul kapılarını kapatmak ve kentteki Türkleri hapsetmek oldu. Konstantin’in kardeşleri tarafından yönetilen Mora Despotluğu üzerine Osmanlı saldırıları başladı.
6 Nisan 1453’te Osmanlı kara ordusu, Haliç’ten Marmara’ya uzanacak şekilde surların önüne mevzilendi. Aynı gün, Bizans ve müttefikleri tarafından zayıf bulunan Adrianopolis Kapısına (Edirnekapı) Bizans İmparatoru Konstantin ve askerleri konuşlandı. Megadük Lukas Notaras ise yüz süvariyle birlikte limanı ve çevresini korumakla görevliydi. Konstantinopolis’te tutulan şehzade Orhan Bey ise askerleriyle birlikte kıyıdaki mahalleleri korumaktaydı. 6 Nisan’da moralleri yükseltme amacıyla imparatorun emriyle zırhlı ve silahlı yaklaşık bin asker, Osmanlı ordusu görecek biçimde surlarda yürüyüş yaptı. Bizans savunmasının biçimi şöyleydi; St. Romanos Kapısı (Topkapı) Giustiniani ve askerlerince tutulmaktaydı, St. Romanos ve Adrianapolis kapıları arası genel olarak Bizans-Ceneviz kuvvetlerince muhafaza ediliyordu. St. Romanos ile güneydeki Selymbria (Silivri) Kapısı arası savunmayı ise Bizans-Venedik kuvvetleri üstlendi. Osmanlı ordusu, hücumdan önce kentin etrafındaki varoşları yıktı. Topların konuşlanacağı yerleri seçmek için surların en zayıf kesimleri tespit edildi. Galata cephesinde Zağanos Paşa’nın kuvvetleri, surların güney kısmında Anadolu Beylerbeyi İshak Paşa, kuzey kısmında da Rumeli Beylerbeyi Karaca Paşa konuşlandı. St. Romanos ile Adrianopolis kapıları arasındaki merkez cephesinde ise II. Mehmed, yeniçerileriyle birlikte konuşlandı. Bu bölgede Bizans tarafının en zayıf bulduğu surlar bulunmaktaydı.[93] En zayıf kesimi tespit eden Osmanlılar, toplarını buna göre 11 Nisan’da konuşlandırdı; üç top Blaherne Sarayı, üç top Piyi (Silivrikapı), iki top Adrianapolis (Edirnekapı), dört top da St. Romanos (Topkapı) Kapısı önüne yerleştirildi.Osmanlıların döktürdüğü en büyük top, başta Kaligaria Kapısı (Eğri Kapı) önüne yerleştirildiyse de kapı dayanıklı bulundu ve daha zayıf görülen St. Romanos Kapısı önüne kaydırıldı, günümüzdeki “Topkapı” ismi bundan gelmektedir. Topların konuşlanmasından iki gün sonra Baltaoğlu Süleyman Paşa komutasındaki Osmanlı Donanması Prinkipos’u (Büyükada) ve Antigoni’yi (Burgaz Adası), Tarabya’daki bir Bizans kalesini de Osmanlı ordusu ele geçirdi.
Topların da konuşlanmasından sonra, II. Mehmed veziri Veli Mahmud Paşa’yı İmparator Konstantin’e göndererek şehrin teslimini istedi. Konstantin, şehri korumaya yeminli olduğunu ancak istenilirse vergi verebileceğini söyledi.12 Nisan 1453’te Osmanlı topçu ateşi başladı. Dönemine göre kuvvetli görülen bu toplar, birçok kaynağa göre büyük gürültü çıkarmaktaydı ve şehri savunanların moralini bozmaktaydı. Osmanlı topları yaklaşık iki saatte dolduruluyordu, bundan dolayı topçu ateşi sık değildi. II. Mehmed, topların daha sık ateşlenmesini istedi ve sonuç olarak bir top patlayarak parçalandı, topu döken usta Urban ile çevresindekiler öldü. Topların bakımı için ordugahta bir tamirathane kurulmuş olsa da, tarihçi Hammer’a göre Urban’ın ölmesi sebebiyle parçalanan top tamir edilemedi.Macaristan Krallığı komutanı János Hunyadi’den mektup getiren bir elçi, Osmanlı topçularını acemi buldu ve topçular tarafından benimsenecek bir taktik öğretti; küçük toplarla sur üzerinde belirlenen bir hedef noktasının etrafı zayıflatılıyor, sonra büyük toplarla hedef noktasına gülle isabet ettirilerek surdan parçalar düşürülüyor ve gedik açılıyordu. Cenevizli komutan Giustiniani’nin askerleri, gediklere süratle demir kazıklar çakıyor ve üstlerini kayalarla, kum dolu varillerle dolduruyordu. Ayrıca şehirdeki ağaçlar da kesilerek bu gediklere yığılıyordu. Venedikli askerler de bir yöntem keşfetti; surların şehre bakan kısmını asmalarla donatıyorlar ve asma dallarını ıslatarak surla kaynaşmalarını sağlıyorlardı, böylece surdan parçaların düşmesi zorlaşmaktaydı.Osmanlı topçu ateşi, 18 Nisan gününe kadar devam etti.
Savaşta Osmanlıların haricinde Rumların da ateşli silahlara sahip olduğu bilinmektedir. 12-18 Nisan arasında süren Osmanlı topçu ateşi esnasında Rumların bir ağır topu parçalandı; olaya öfkelenen Rumlar topçu kumandanını hain olmakla suçladı ve öldürmek istedi. Ancak yeterli delil bulunamadığından kumandan serbest bırakıldı; bu sırada şehirde mahsur kalanlardan biri olan Alman mühendis[108] Jean Grant, grejuvanın kullanım inceliklerini askerlerlere öğretmekteydi. Grejuvayı artık daha iyi kullanan askerler, St. Romanos kapısı önündeki bir Osmanlı topunu imha etmeyi başardı.
18 Nisan günü Osmanlı merkez ordusunun bulunduğu noktada, Bayrampaşa Deresi taraflarında birinci ve ikinci surlarda gedik açıldı. II. Mehmed’in emriyle surların önündeki hendek taşlarla, kum torbalarıyla dolduruldu. Osmanlı ordusu, gece taarruzu başlattı. Taarruzu desteklemek için II. Mehmed’in emriyle savaş kuleleri inşa edilmişti. Ancak Osmanlılar gece taarruzundan bir sonuç alamadı; yürüyen kuleler grejuvayla tutuştu ve surlara çıkmayı başaran Osmanlı askerleri de inatçı bir savunmayla karşılaştı.Aynı günlerde Osmanlılar deniz taarruzu da başlatmıştı; 15 Nisan 1453 tarihinde Haliç önlerine yığılan Osmanlı donanması, Bizans ve müttefik donanmalarının savunması sebebiyle zinciri kıramayarak geri çekilmek zorunda kaldı. Her iki taarruzun da başarısızlığa uğraması Bizans tarafında moralleri yükseltti.
20 Nisan’da kaptan Flantanellas’ın komuta ettiği bir Bizans ve üç Ceneviz kalyonundan oluşan yardım filosu İstanbul’a yaklaştı. II. Mehmed, Baltaoğlu Süleyman Bey’i 18 gemi ile yardım filosunun üstüne gönderdi. Rüzgârı arkasına alan yardım filosu daha hızlı ilerlemekteydi ve Osmanlı gemileri bir türlü yanaşamamaktaydı. Günümüzde Yeşilköy adını taşıyan bölgenin açıklarında rüzgâr kesilince dört kalyon hareketsiz kaldı; Osmanlı gemileri kürek çekerek kalyonlara yetişti. Çarpışmaların uzaması sebebiyle arkadan gelen Osmanlı gemileri de yetişti ve dört gemiden oluşan Ceneviz-Bizans filosunun etrafını yaklaşık 150 Osmanlı gemisi sardı. Ancak kalyonların Osmanlı kadırgalarından daha yüksek olması, en öndeki Osmanlı gemilerindeki tayfaların acemiliği sebebiyle üstünlük kurulamadı. Ağır kayıp verildiğini gören Baltaoğlu Süleyman Bey, donanmaya geri çekilme emri verdi. Hakim bir tepeden yenilgiyi gören II. Mehmed sinirlendi ve atını denize sürerek Baltaoğlu Süleyman’a emirlerini duyurmaya çalıştı. Ancak Osmanlı donanması yenilmişti, yardım filosu yoluna devam etti ve karanlık bastırınca Haliç’i kapatan zincirin gevşetilmesiyle iki Venedik gemisinin eşliğinde limana sığınarak Konstantinopolis’e yardımını başarıyla ulaştırdı.Ertesi gün II. Mehmed, on bin atlıyla beraber yenilginin hesabını sormak için donanma komutanlığına gitti. Baltaoğlu Süleyman Bey’i idam etmek isteyen öfkeli padişah, diğer devlet adamlarının yalvarması sonucu idamdan vazgeçti ancak Baltaoğlu’nu topuzuyla döverek azletti; boşalan kaptan-ı deryalığa Çalıbeyoğlu Hamza Bey getirildi.
Gemilerin karadan yürütülmesi
Şehre yapılan hücumların başarısızlığından sonra yardım getiren kalyonların Osmanlı donanmasını yarıp geçmesi üzerine II. Mehmed, devlet adamlarıyla ve komutanlarla toplantı yaptı. Toplantıda Avrupa devletlerinin yardıma geleceğini tekrarlayan Çandarlı Halil Paşa, kuşatmanın kaldırılmasını ve Bizans’ın 70.000 duka altın vergiye bağlanmasını önerdi. Ancak aralarında II. Mehmed’in eniştesi Zağanos Paşa ile hocası Molla Gürani’nin de bulunduğu diğer kişiler bu öneriye itiraz etti.[61] Buna rağmen toplantıda Haliç’e nasıl girileceği konusunda kimse teklifte bulunamıyordu. Mehmed tahta geçmeden 14 yıl önce Venedikli komutan Gattamelata, Adige’den Garda Gölü’ne gemilerini karadan götürmüştü. Gemilerin karadan yürütülmesinde bu olayın örnek alındığı tahmin edilmektedir.
İlk olarak Zağanos Paşa’ya Galata ile Konstantinopolis surları arasında kara bağlantısı kurmak için Haliç üzerine köprü kurması emredildi. Fakat bu köprünün Haliç’teki Bizans ve müttefik gemilerine karşı savunmasız olacağı düşünüldü. Bunun üzerine II. Mehmed, Diplonsion (Günümüz adı Beşiktaş) önlerindeki Osmanlı donanmasının Galata surları önünden kaydıralarak Haliç’e indirilmesini emretti.
Ek olarak, Haliç surlarını ve Haliç’teki donanmayı vurmak için Galata civarında hakim tepelere toplar yerleştirildi. Gemilerin geçeceği mesafe 2 ilâ 4 kilometreydi ve ormanlıktı; güzergâh üzerindeki ağaçlar kesiliyor sonra da ağaçlar Cenevizlilerin verdiği zeytinyağı ile kayganlaştırılarak toprağa sabitleniyordu. Cenevizliler, savaş boyunca denge politikası izlemiş ve hem Bizans hem Osmanlı tarafına yardım etmiştir.Gemiler yürütülmeden önce, Galata taraflarına mevzilenen Osmanlı topçuları Haliç’teki gemileri topa tuttu. Bizanslıların fark etmemesi için gemiler 21-22 Nisan gecesi yürütüldü. Bu sırada dikkatlerini başka yöne çekecek biçimde St. Romanos Kapısı civarında büyük bir gedik açıldı. O gece şehirde bulunanlar, bu gediği kapatmakla meşgul oldu. Sabah olduğunda 72 Osmanlı savaş gemisi başarıyla indirilmiş ve Haliç’i kapatan zincir işlevsiz kalmıştı. Osmanlılar, planın ikinci aşaması olan ahşap köprünün yapımına başladı. 24 Nisan’da Giustiniani’nin bir kadırgası gemileri yakmak üzere yaklaştıysa da Osmanlı topçuları tarafından batırıldı. Olayın ardından Bizans tarafındakiler St. Maria Kilisesi’nde toplandı ve ikinci bir saldırı yaparak gemileri yakmayı gerekli gördü. Saldırı, Venedikli kaptan Jacomo Coco’nun komutasında gece vakti yapılacaktı. Gemileri saldırıya hazırlama bahanesiyle saldırıyı bir gün erteleten Galata Cenevizlileri, kazandıkları vakitten istifade ederek planı II. Mehmed’e gizlice iletti.Planı öğrenen II. Mehmed, Haliç’teki gemilerin takviye edilmesini ve kıyılara iki top daha yerleştirilmesini emretti. 28 Nisan gecesi Jacomo Coco komutasında grejuvayla yüklü iki[128] veya üç gemi, Osmanlı gemilerine yaklaştı. Fakat saldırıdan haberdar olan Osmanlı donanması ateş açtı; Coco’nun gemisi batırıldı. Cabriel Trivixan komutasındaki diğer kadırga, topların gürültüsü sebebiyle Coco’nun gemisine olanları farketmedi ve ilerlemeye devam etti. Osmanlı topçuları bu kadırgayı da vurdu; gövdesinde delik açıldı, ancak iki mürettebatın pelerinlerini deliğe sıkıştırması sayesinde kadırganın su alması önlendi. Buna karşılık Osmanlıların bir gemisi yanmıştı, esir alınan denizciler şehirden görülecek biçimde öldürüldü. Misilleme olarak Bizanslılar da ellerinde bulunan 260 esiri infaz etti ve kesik başlarını surlara dikti.
Haliç surlarının dövülmesi
Osmanlı gemilerinin Haliç’teki Bizans karşı taarruzlarını savuşturmasından sonra Galata’da mevzilenen topçular Haliç’teki gemilerle birlikte surları da bombalamaya başladı. Bunun üzerine Bizanslılar, Haliç surlarına asker kaydırmak zorunda kaldı. Yine de Osmanlı topçusu uzun mesafeden dolayı surları yıkamıyordu; 150 atıştan sadece 1 tanesi isabet etmiş ve bir kadın ölmüştü. Bombardımanda batan gemiler arasında Osmanlı’ya gizlice yardım eden Cenevizlilerin de gemileri vardı; Cenevizlilerin şikayetlerine cevaben II. Mehmed, Haliç’teki bütün gemilerin korsanlık yaptığını ve hasmane bir tutum gösterdiğini söyledi. Haliç surlarının hasar görmemesinden dolayı rahatlayan Bizanslılar, yoğun ateş altındaki gemilerini korumak için 3 Mayıs’ta Haliç surlarına iki adet top yerleştirdi. Açılan ateş sonucunda iki Osmanlı gemisi batırıldı. Osmanlıların tepkisi ise karşı kıyıya üç top getirerek bu iki topu ateş altına almak oldu, gece gündüz devam eden çatışmaya rağmen iki taraf da birbirinin toplarını imha edemedi.
Haliç’te karşılıklı bombardıman devam ederken, St. Romanos civarındaki surlar da bombalanmaktaydı. Sayısı arttırılan yürüyen kuleler şehir surlarından yüksekti ve içlerine küçük toplar yerleştirilmişti, bu kuleler vasıtasıyla Osmanlı askerleri açılan gediklerin kapatılmasına mani oluyordu. Surlardan düşen parçalarla dolan hendekler, Osmanlı ordusuna taarruz yapma fırsatı veriyordu. Bizans savunması Osmanlılara kayıp verdirmeye devam ediyordu; dört yürüyen kule yakılmıştı. Surların yeterince yıprandığını düşünen II. Mehmed, 6 Mayıs akşamı taarruz başlattı. Fakat sonuç alınamadı ve ağır kayıp veren ordu geri çekildi. Bu taarruzun ardından surların en yıpranmış bölgesi olan St. Romanos, 400 kadar Venedikli denizciyle takviye edildi. Bundan sonra topçu ateşi Kaligaria Kapısı (Eğri Kapı) ile Blakernai Sarayı arasındaki surlara yoğunlaştı. 12 Mayıs günü açılan gediklere giren Osmanlı ordusu, başlarda üstün geldiyse de Bizans ihtiyat güçlerinin yetişmesi sonucu püskürtüldü. Ardından tekrar taarruz yapıldı; bunda da Kaligaria’dan yardıma gelen bin kişilik Bizans kuvveti sebebiyle Osmanlılar sonuç alamadan geri çekildi.
Şehir savunması son taarruzları da püskürtmüştü ancak kıtlık başlamıştı. Papa Nicholas’ın söz verdiği Jacomo Loredan komutasındaki 30 kalyonluk filodan haber yoktu, İmparator Konstantin filonun ne zaman yetişeceğini öğrenmek üzere bir tekneyi gönüllü 10 kişiyle birlikte Euboea Adası’na (Eğriboz Adası) gönderdi. Osmanlı bayrağı çeken tekne, hiç kimseye yakalanmadan adaya ulaştı ve filonun gelmediğini gördü. Döndüklerinde şehrin düşmüş olmasından endişelenen gönüllüler, imparatora haberi ulaştırmayı gerekli gördü ve şehre geri döndü. Kuşatma sırasında şehirde bulunan Venedikli doktor Barbaro, filonun gelmediğini öğrenen Konstantin’in ümitlerini yitirdiğini ve ağladığını yazmaktadır.
Surlardaki direncin zayıflaması sebebiyle 13 Mayıs günü kaptan Trivixan ve askerleri gemilerini terk ederek surlarda konuşlandı.
Ertesi gün II. Mehmed, Haliç surlarına ve Bizans gemilerine ateş açan Galata’daki topların Blaherne Sarayı yakınlarına getirilmesini emretti. Bu toplar o güne kadar 91 kiloluk güllelerle 212 atış yapmıştı. Bizans tarafı ise kuşatma boyunca en fazla hasarı alan St. Romanos Kapısını tehlikede görerek 300 kadar piyade ve arbaletli askerle takviye etti. 16 Mayıs gecesi birkaç küçük Osmanlı gemisi süratle Haliç’e ilerledi, buna anlam veremeyen Bizans ve müttefik denizcileri gemilerde Osmanlı’dan kaçan Hristiyanların olduğunu zannetti ve ateş açmadı; fakat yaklaşan gemiler saldırınca karşılık verildi. İki tarafın da kaybı olmadı. 17 Mayıs’ta beş Bizans gemisi Haliç’in ağzına yaklaşarak zincir dışındaki Osmanlı donanmasına ateş açtı; yetmişten fazla gülle atıldıysa da herhangi bir isabet kaydedilemedi.
19 Mayıs sabahı Osmanlı ordusu, surlardan yüksek bir yürüyen kuleyi Adrianapolis Kapısı yakınlarına getirdi. Kat kat öküz/deve derisiyle kaplanmış ahşap bir iskeletten oluşuyordu ve iskeletin boşlukları toprakla doldurulmuştu, ok taş ve ufak güllelerin zarar veremediği bu kule sayesinde surdaki askerlere ok atılırken hendekler de toprakla dolduruldu. Aynı gün Osmanlı ordusu Haliç’in daraldığı yerde birbirine bağlanmış fıçılardan oluşan bir köprü inşa etti; Bizanslıların açabileceği bir ateşle yok edilmemesi için Haliç surlarındaki Kynegos Kapısı’na uzatılmadı. Bizans tarafı, yarım kalmış bu köprünün Kynegos Kapısı’na uzatılması ihtimaline karşın Haliç surlarına asker konuşlandırmak zorunda kaldı.
21 Mayıs’ta bütün Osmanlı donanması Haliç önlerine geldi, genel taarruzun başlayacağını zanneden şehir halkı paniğe kapıldı ve kiliselerde çanlar çalındı; fakat herhangi bir kara taarruzu olmadığı gibi Osmanlı donanması da birkaç saat sonra geri döndü. Kuşatma esnasında şehirde bulunan Venedikli doktor Barbaro’ya göre surlar aralıksız her gün bombalanmaktaydı; tarif ettiği bir top 544 kiloluk gülle atıyordu ve her atışı şehir içerisinde paniğe yol açıyordu.
Yeraltı savaşları
16 Mayıs sabahı Kaligaria Kapısı civarında yeraltından sesler işiten muhafızlar, Osmanlı lağımcılarının tünel kazdığını fark etti ve bunu durdurmak üzere kendileri de bir tünel kazmaya başladı. Kısa süre içerisinde iki tünel buluşunca yeraltı savaşı başladı; Osmanlıların tünelini her ne pahasına olursa olsun yok etmekle görevli Bizans lağımcılarının kasten çıkarttığı yangın kendileriyle beraber Osmanlı lağımcılarının da ölümüne, her iki tünelin de çökmesine sebep oldu. Tünel girişimi önlenmişti ancak şehir halkıyla beraber İmparator Konstantin endişeye kapılmıştı; henüz keşfedilmemiş Osmanlı tünelleri olabilirdi.
Nitekim 21 Mayıs günü Osmanlı lağımcıları, gözetleme kulelerinden yoksun Kaligaria Kapısı civarında ikinci bir tünel daha açtı ve o da şehirdekiler tarafından fark edildi; önceki tünelde olduğu gibi Bizans lağımcılarının yine yangın çıkartacağını tahmin eden Osmanlı lağımcıları fırsat vermeden kendi tünellerini ateşe vererek kendileriyle beraber Bizans lağımcılarının da ölümüne yol açtı. Ertesi gün aynı yerde bir tünel daha keşfedildi; muhafızların döktüğü kızgın yağlar ile içerisindeki lağımcılar öldürüldü ve tünel ateşe verildi, aynı gün yakınlardaki henüz keşfedilmemiş bir Osmanlı tüneli çöktü. Şehri savunanlar arasında bulunan mühendis Jean Grant, başka tünellerin olup olmadığını öğrenmek için çalışmaya başladı ve kuşatmanın son haftasına girilirken her gün birkaç Osmanlı tüneli daha keşfedilir oldu; 23-24-25 Mayıs günleri yine aynı yerde başka tüneller bulundu. 25 Mayıs’ta fark edilen tünel surların altına ulaşmıştı; imha edilmesi halinde surların çökmesi mümkündü; Bizans lağımcıları tüneli duvarla kapatmakla yetindi.
Kaynak: Son Söz