Dünyayı anlamak için millet denilen gerçeği görmek zorundasınız. Siyaset bilimci Beissinger’in sözünü –üçüncü kez- tekrarlayayım:
“Modern dünyada, milletlerin içerisinde rekabet ettiği bir milletler evreni icat etmek zorundayız. …bir milliyet yok olsa bir başka milliyet bu boşluğu hızla doldururdu. Yüksek kültürün yaygınlaştığı bir dünyada millî olmayanı hayal bile edemeyiz. Modern devlet ve ekonomi, işlevini, millet denilen kabın içinde yürütmektedir. Gellner’in dediği gibi ‘Milliyetçilik, belki her zaman tahripkâr değildir ama yerçekimi gibi önemli ve kavrayıcı bir kuvvettir.’”
MİLLİYETÇİLİK MİLLETLE İLGİLİDİR
Saçmalamak hürriyeti var ve saçmalamak herkesin hakkıdır. İsterseniz “millet yok, ümmet var” deyin -ki bana yorumcularımdan birkaçı sürekli bunu söyler- isterseniz “milliyetçilik işini iyi yapmaktır” gibi sevimli vecizeler söyleyin, sonunda gerçek gelir ve sizin eğriliğinizi doğrultur.
Milliyetçilik aslında şudur, budur, diyenlerden başka bir de olur olmaz her bağlılığa “milliyetçilik” etiketi yapıştıranlar var. O da bir başka tuhaflık. Geçenlerde biri, televizyonda, “devlet milliyetçiliği”nden söz ediyordu. Karadeniz milliyetçiliği, Rize milliyetçiliği, parti milliyetçiliği, Galatasaray milliyetçiliği… Ne isterseniz.
Efendim takım tutmaya milliyetçilik değil, taraftarlık denir. Bölge ve şehir tutmaya da bölgecilik… Parti tutmaya partizanlık. Devlet milliyetçiliği diye bir şey olamaz; olsa olsa devletçilik olur.
Milliyetçilik, adı üstünde, milletle ve yalnız milletle ilgilidir.
BEN NE KASTEDERİM SEN NE ANLARSIN?
Milliyetçiliğin aşırısı, azı olmaz. Milletin çıkarlarını tercih etmekten ibarettir. Biraz milletin çıkarlarını, biraz da mesela Müslüman Kardeşlerin çıkarlarını tercih edip kendinize milliyetçi diyemezsiniz. Biraz Türkçü, biraz Rusçu veya Arapçı olamazsınız. Belki Birleşmiş Milletler’de bahşişle çalışan çaycı iseniz olabilirsiniz. (Birleşmiş Milletler’de böyle bir kadronun olduğunu sanmıyorum.)
Yukarıdakileri yazdıktan sonra, “Ne saçmalıyorsun?” diye kendi kendime sordum. Ne yani, yazdıklarım bu kadar açıkken, niçin dert edinip bunları yazıyorum? Tersine iddialar bu kadar saçmayken onlara niçin sayfada yer verip şeref bahşediyorum?
Sonra kendi sorularıma cevap veriyorum: Çünkü maalesef millet ve milliyetçilik konularında benim insanımın kafası karışık. Bu söylediklerim gelişmiş toplumlarda tartışılmaz bile. Güneşin doğudan doğduğunun, dünyanın yuvarlak olduğunun tartışılmadığı gibi. Almancı olmayan Alman Şansölyesi, Fransızcı olmayan Fransa Başkanı, Amerikancı olmayan ABD Başkanı, Rusçu olmayan Rusya Başkanı düşünülemez bile. Ama bizde “Türküm ama Türkçü değilim.” denebilir. Gerçi kafalar o kadar karışıktır ki Orhan Seyfi Orhon’un “Ben ne kastederim, sen ne anlarsın?”ı, her zaman geçerli bir sorudur.
Bu kafa karışıklığı topluma hâkimken, üzerine nir de güneyden ve doğudan kaçak dalgaları geldi. Peki, biz kimdik? Herhalde burada tesadüfen bulunan bir insan grubuyduk. Eh başka insan grupları da gelip burada oturabilirlerdi. Dubai Hava Limanı transit salonu gibi bir yerdi Türkiye. Avrupa parayı bastırınca bu saçmalığa bir de Avrupa’nın göçe karşı savunma hendeği olmayı ekledik… Avrupa, bizde biriken kaçaklar arasından kalitelilerini seçerek alıyor. Anlaşmada bu da var. Hani sokaklarda çöp arabalarından işe yarayan parçaları ayıklayan insanlarımız gibi.
Kaçakları geri gönderirsek Allah bizi yakarmış! Düşünün, Avrupa aman gelmesinler diye çırpınıyor.
Tamamı sınırlarını kapıyor. “Siz alın, aman bize salıvermeyin.” diye yalvarıp üstüne para veriyor. Fakat biz geri gönderirsek Allah bizi yakacak. Allah, Avrupa’ya karışmıyor zahir. Bakın, yandıklarını falan görüyor musunuz?
BİZ MİLLİYETÇİLİĞİ BİRİKİM İSTER
İşte seçimde gözlediğiniz milliyetçilik yükselişi, son derece tabiî bir savunma refleksidir. Saçmalayanlara, gerçeği görmeyenlere karşı bir “Eeee, yeter artık!” tepkisidir.
Aileden klandan kavime, kabileden boya ve nihayet millete kadar bütün toplum birimlerini bir arada tutan iki kuvvet vardır: müşterek kültür, müşterek geçmiş, müşterek gelecek bağları; özetle: sevgi. Bu, toplum biriminin içe çekim kuvveti. Ve dışa dönük rekabet, yarış, savunma, özetle: “onlar” duygusunun yarattığı itim kuvveti. Arzu edilen, tarih şuurunun, edebiyatın, kültürün yükselttiği bir milliyetçilik, yani milletin sevgi dünyasında yaşamaktır. İçe çekim kuvvetinin başatlığıdır.
Siyasi ümmetçilik, global sermayenin küreselciliği ve Avrupa’nın gayet bilinçli müdahalelerinin sonunda biz ikinci milliyetçiliğe uyandık. Maalesef ikinciye ama bu, hiç uyanmamaktan iyidir. Kaçak istilasına karşı, bir de kimliğimizin, egemenliğimizin inkârına karşı yükselen bir milliyetçiliğe.
“Tepki”, “reaksiyon” kelimeleri talihsiz kelimelerdir ama maalesef bugünkü hâlimizi bunlar ifade ediyor. “Biz milliyetçiliği” güzeldir. “Onlar” milliyetçiliği tehdit altında gereklidir; birlikte hareket etmeye, fedakârlığa yönlendirir ama onda “Biz milliyetçiliği”nin bilinci, kavrayıcılığı, aşk yönü zayıftır.
Şu da bir gerçek ki “Biz” kültür ister, birikim ister. Kolay değildir. Prompterden öğrenemezsiniz.