Oysa Erdoğan bütün bir seçim kampanyası boyunca bu Kanal İstanbul konusunu ağzına bile almamış bu konuda en küçük bir laf bile etmedi hatta hatırlatmalarda bile bulunulmamıştı.
Bunun nedenini elbette biliyoruz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çok ama çok büyük bir kısmı Kanal İstanbul projesine karşı, bu projeyi bir ekonomik çılgınlık, kente ve doğaya ihanet girişimi olarak algılıyor ve çok ciddi tepki koyuyor.
Hemen hemen herkes bu projenin bölgede rant peşinde koşan, arsa arazi kapatan Araplara ve yandaş yatırımcılara para kazandırmaktan başka bir işe yaramayacağını tüm zararının ise Türk vatandaşlarının sırtına yükleneceğini biliyor.
Bu konuda ben birçok yazı yazdım böyle bir projenin saçmalığını anlattım birçok başka aydında bu konuda uyarılarda bulundu yazdı çizdi anlattı ve kamuoyunda bu anlatılar son derecede etkili oldu kamuoyunda oluşan tepki sonucunda Erdoğan tüm kampanya boyunca da bu konuya hiç değinmedi Kanal İstanbul’u hiç dile getirmedi.
Ha madem mevzu tekrar açıldı bende Kanal İstanbul ile ilgili görüşlerimi tekrar dile getireyim:
KANAL İSTANBUL FİKRİ
İstanbul boğaz geçişine alternatif bir kanal yapma fikri bu günlerde gene gündemde. Dikkatinizi çekmek isterim; “proje” değil “fikir” diyorum çünkü bir fikrin projeye dönüşebilmesi için “fizibilite etüdünün” yahut da Türkçe karşılığı ile “yapılabilirlik çalışmasının” olumlu çıkması gerekir.
Henüz İstanbul Boğazına alternatif bir kanal yapma fikri ile ilgili olarak ortada rasyonel akla ve bilimsel verilere uygun yapılmış böyle bir çalışma bulunmamaktadır, bu yüzden de bu iş hala “fikir” aşamasını geçebilmiş değildir!
Bu fikrin gündeme gelmesi ve savunulması iki ana gerekçeye dayanıyor, bu gerekçeler:
- Montrö anlaşması yüzünden boğaz geçişlerinden bir ücret alamıyoruz, bir kanal yaparsak oradan geçen gemilerden ücret alırız.
- Gemi geçişleri İstanbul Boğazı ve kent için tehdit oluşturuyor, can ve mal güvenliğini sağlamak için alternatif bir kanal yapmalıyız.
Ben bu iki gerekçeyi de sorguladım ve aşağıdaki bilgileri bu fikri eleştiren yahut da destekleyen tüm kesimler için özetledim, tabloya döktüm, konu ile ilgilenenler okusunlar ve kararlarını ona göre versinler istedim:
A- İLK GEREKÇE: MONTRÖ SÖZLEŞMESİ İLE BELİRLENMİŞ GEÇİŞ ÜCRETLERİ MESELESİ
İktidar hâlihazırda Montrö Sözleşmesi uyarınca net ton başına alması gereken geçiş ücretlerinde çok büyük bir indirim uygulamakta ve alınması gereken, anlaşılmış ücretin yüzde 4 ila 5’i kadar bir ücret almaktadır.
Montrö Sözleşmesi’ne göre, Boğazlar’dan geçecek gemilerden Türkiye Sıhhi kontrol, fener ve tahliye hizmetleri için net ton başına 0,595 Altın Frank karşılığı ücret alma hakkına sahiptir.
Altın Frank, “Franc Germinal” ya da “Napolyon Altını”, Napolyon tarafından 1805 de dolaşıma sokulmuş ve 1920 yılında Milletler Cemiyetince de temel hesap birimi olarak kabul edilmiş içeriğinde 0,290 gram saf altın olan bir para birimidir.
Bugün Altın Frank artık tedavülde olmadığı için boğazlardan geçen gemilerden net ton başına alınması gereken 0,595 Altın Frank ücretin karşılığı yeni bir hesap yöntemi ile belirlenmelidir. Altın Frank’tan maksat zaten altın paranın içindeki saf altın miktarıdır, yapılacak iş sadece bir Altın Frank’ın içindeki saf altın miktarı olan 0,29 gr altının değerini geminin geçtiği tarihteki 24 ayar saf altının gram fiyatı karşılığında Türk Lirası olarak almaktır.
Alınması gereken ücreti Altın Frank’ın içerdiği 24 ayar saf altın üzerinden hesaplarsak net ton başına 0,17 gram 24 ayar, saf altın karşılığı ücret alınacak demektir.
Boğazlardan 2018 yılında yaklaşık toplam 85.102 gemi ve 1,3 milyar ton yük geçtiği dikkate alınırsa bu meblağ:
1,3 milyar ton yük X 0,17 gram altın = 221.000.000 gram ya da 221 Ton altın yapmaktadır.
221 Ton altın ise (Mayıs 2023 tarihindeki ons fiyatı ile) yaklaşık olarak 13,8 milyar dolar yapar!
50 metre boyunda, 20 metre genişliğinde ve 15 metre derinliğinde 15.000 net tonluk orta boy bir gemi boğaz geçişinde 2,5 kilo altın yahut da bunun karşılığı olan 145 bin dolar ücret ödemek zorundadır. Durum buyken Ulaştırma Bakanlığı, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü tarafından son yapılan zamlarla yeniden belirlenmiş tarifeye göre sadece 19.657,44 dolar uğraksız geçiş ücreti ödemektedir.
Bu hesabı net ton başına ve dolar bazında görmek istersek:
0,17 gram altın yaklaşık 9,8 dolar yapar ve bu bedel projeyi hazırlayanların Kanal İstanbul’dan ton başına 5 dolar geçiş ücreti alacağız iddiasından bile çok daha fazladır!
İstanbul Boğazına alternatif bir kanal açma fikrini savunanlara:
1- Kanal İstanbul’u yapacağız, para kazanacağız diyorsunuz peki neden önce boğaz geçişlerinden Montrö Anlaşmasına göre belirlenen hakkımızı tam ve eksiksiz olarak almıyorsunuz?
2- Bu hakkı alamıyorsanız kanal yaparsanız; kimden, nasıl ve ne kadar ücret alacaksınız?
3- Bu ücret alınamıyorsa yanı başında, geçiş serbestiyetine sahip boğaz gibi bir geniş suyolu varken hangi kaptan ücret ödeyerek gemisini daracık bir suyoluna sokar?
Diye sorulmalıdır.
Burada ortaya koyduğum bilgilerin “Montrö anlaşması yüzünden boğaz geçişlerinden para alamıyoruz, o yüzden bir kanal yapıp gemileri oradan geçirerek para kazanacağız” savını tamamen çürüttüğü konusunda sanırım bir itiraz kalmamıştır.
Şimdi gelelim ortaya atılan ikinci gerekçeye; “İstanbul Boğazından geçen gemiler kent için tehdit teşkil ediyor” gerekçesine, bakalım bu gerekçe doğru ve mantıklı mıymış?
Oturdum, yapılması düşünülen İstanbul kanalına benzeyen yapay kanallar; Panama, Süveyş ve Kiel kanalı ile İstanbul Boğazını kaza riski açısından karşılaştırdım, sonuç aşağıdaki tabloda:
B- İKİNCİ GEREKÇE: YAPAY KANALLAR İLE İSTANBUL BOĞAZI’NIN GEÇİŞ EMNİYETİ BAKIMINDAN KARŞILAŞTIRILMASI
Aşağıda ki veriler Kanal İstanbul için yapılan ÇED raporunun İstanbul Boğazı ile Panama, Süveyş ve Kiel Kanallarını gemi kazaları açısından değerlendiren bölümünden alınmıştır:
Tablo 9.1 Dünya Çapında Transit kanalda kaza sıklığının karşılaştırılması (Ref. {24})
Kanal | Uzunluk (km) | En dar yer (metre) | Dönem aralığında geçen gemi sayısı | Dönem aralığında olan kazaların sayısı | Ortalama Yıllık Kaza sayısı | Gemi başına ortalama kaza sayısı |
İstanbul Boğazı | 30 | 700-3500 | 602.000 | 304 2004-2017 (14 YIL) | 21,7 | 0,00050 |
Panama Kanalı | 77 | 150-300 | 132.396 | 180 2003-2013 (11 YIL) | 16.36 | 0,00135 |
Süveyş Kanalı | 193 | 280-345 | 182.490 | 505 1993-2013 (11 YIL) | 45,9 | 0,00276 |
Kiel Kanalı | 98 | 160 | 383.669 | 272 1993-2013 (11 YIL) | 24,72 | 0,00070 |
*İstanbul boğazındaki yoğun iç hat seferleri kaynaklı trafik de dikkate alınmamıştır.
**Tablodaki bilgilerin epeyce eski dönemli olması da benim kabahatim değil ÇED raporunun ne kadar özensiz hazırlanmış olduğunun kanıtıdır.
- Geçen gemi sayısını dikkate almadan bile ortalama yıllık kaza sayısında İstanbul Boğazının Süveyş ve Kiel kanallarından çok daha emniyetli olduğu tabloda açıkça görülüyor.
- Geçen gemi başına kaza sayısını dikkate aldığımızda ise İstanbul Boğazının açık ara çok daha emniyetli olduğu görülmektedir.
Yukarıda ki tabloda görünen o ki İstanbul’a yapay bir kanal inşa eder ve gemileri oradan geçirmeye çalışırsak kaza olasılığı çok ciddi manada artacaktır!
Hazırlattıkları ÇED raporunda yer alan bu kendi tabloları bile AKP iktidarının Kanal İstanbul’u yapacağız, böylece kazaları önleyeceğiz iddiasının içinin boş ve matematik hesabının yanlış olduğunu ispatlamaktadır!
Fikir çılgın olabilir lakin kaptanlar, gemi sahipleri ve sigorta şirketleri çılgın değildir ve hiç kimse gemisini daha riskli bir suyolundan para ödeyerek geçirmez.
Bir gemi İstanbul Kanalını kullanmaya kalkarsa sigorta firmalarının daha fazla sigorta primi keseceği, taşıma maliyetlerinin yükseleceği yukarıdaki tabloya bakınca açıkça görülmektedir.
Yukarıdaki bilgilerden sonra ikinci gerekçenin de tamamen anlamsız olduğu açık ve net olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Ayrıca bu tabloda ortaya koyduğum veriler yapay kanalların kaza ve terör riskini çoğalttığını gösterdiğine göre, böyle bir kanalın yakın çevresine, lüks rezidanslar, villalar ve çakma yalılar yaparak kentsel rant yaratmanın da pek olanak dahilinde olmadığı açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Ayrıca hepimiz biliyoruz ki bu tip yapay kanalların etrafı iktidarın hazırlattığı çizgi filmlerdeki gibi olmaz, tam aksine kirlilik ve gürültünün yoğunlaştığı sanayi bölgesi ve liman olarak şekillenir, kim bu tip bölgelere yakın bir yerde rezidans alır onu da çok merak ediyorum doğrusu.
Burada ortaya koyduğum bilgilerin tamamı resmi ve bilimseldir, bu bilgiler ışığında hala bu fikri savunan çıkabilir mi?
Bunu da çok merak ediyorum doğrusu…