Aslında hikâye, Moğollar’ın ‘yandaş’ sanatçılar gibi hazırola geçmemesi ve bildiğini okumasıyla alakalı. Bunun sırrı, Cahit Berkay’ın gece boyu kurduğu cümlede gizli: “Biz Moğollar’ız.”
Memleket müzik tarihinin en önemli topluluklarından biri, Moğollar. 55 yıl önce, tam da içinde bulunduğumuz günlerde kuruldu. Aradaki kesintileri saymazsak o günden beri sahnedeler. 1993 yılındaki buluşma sonrasında bile kesintisiz bir otuz yıl var -ki bunu başarabilen topluluk sayısı dünyada bile az.
Onları tanıdığımda, yaptıklarını duyduğumda on altı yaşındaydım. O günden beri sıkı bir Moğollar hayranıyım. 31 Mayıs 1993’te Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda verdikleri konser için Ankara’dan gelmiş, konseri Cem Karaca’nın hemen arkasında izlemiş, çok heyecanlanmıştım. Sonrasında çok konserde yanlarında oldum. Kulislerine sızmamla başlayan hikâye arkadaşlığa, dostluğa evrilerek devam etti. Onlarla bir gönül bağım var: Aynı yöne bakmak, aynı yolda yan yana yürümek bana gurur veriyor.
Yıllardır bulabildiğim bütün fırsatları değerlendiriyorum ve Moğollar konserlerine tanıklık ediyorum. Berlin’den Hatay’a, Çanakkale’den Ankara’ya çok yerde yanlarında oldum. BarışaRock sahnesini paylaştık, 40. yıl turnesinin ilk ayağını birlikte yaptık, 50. yılı birlikte kutladık. Bu birliktelikler sürüyor: 26 Kasım’da, geçtiğimiz cumartesi günü Edirne’deydik. Edirne, memleketim sayılır. Soyadım oradan geliyor. Uygundum, gittim. İyi ki gitmişim çünkü çok acayip bir şeye tanık oldum. Anlatacaklarım, o konser sonrasında kuliste yaşananlar.
TED’DE ÖĞRENCİLERLE BULUŞMA
Başlangıç noktası güzel: Konser, TED Edirne Koleji’nde düzenlenen kültür-sanat etkinlikleri çerçevesinde okulun konferans salonunda yapıldı. Geliri kız çocuklarının eğitimine aktarıldı. Aynı çerçevede, önümüzdeki haftalarda bir de Feridun Düzağaç konseri yapılacak. Öğrendiğim kadarıyla, Moğollar, öğrenciler arasında yapılan bir ankette en çok istenen topluluklardan biri olduğu için bu konsere davet edilmiş. Bunu söyleyen, TED Edirne Koleji’nin kurucusu Nesim İba. Konser öncesinde ekip üyelerine verdiği yemekte başka şeyler de söyledi. Kolejin tarihini, onu nasıl kurduğunu anlattı ve orada verilen eğitimden söz etti. Buraya kadar her şey güzel ama kurduğu bir cümle, sonrasının habercisi olduğu için çok önemli: “Siz ne yapacağınızı bilirsiniz elbette, akıl vermek gibi olmasın ama Sayın Valimiz, Tugay Komutanımız ve eski Başbakan Yardımcımız da konserde hazır bulunacak, bunu bilin…” Bunun üzerine Cahit Berkay’ın kurduğu cümle daha da önemli: “Biz Moğollar’ız. Bir repertuvarımız var, her yerde oradaki şarkıları söylüyoruz, burada da bir şey değişmeyecek.” Güzel biten yemekteki bu sözler belki de küçük bir anı olarak kalacak, kısa sürede unutulacaktı ama yaşananlar yüzünden bunun altını özellikle çiziyorum.
Yemek sonrası TRT kameramanının gelmesi, ekiple söyleşi yapmak istemesi de şaşırtıcıydı. Moğollar, yıllardır TRT’ye (ve başka pek çok kanala) çıkamıyor. Taner Öngür, söyleşi sırasında bunu da dile getirdi: “Yıllar sonra TRT kameralarını karşımızda görmek enteresan. Demek ki geliyor gelmekte olan.” Gülüşmelerle kulise gidildi, kısa süre sonra konser başladı ve bildik Moğollar repertuvarındaki şarkılar art arda sıralandı: “Ağrı Dağı Efsanesi”, “Geri Sar”, “Selvi Boylum Al Yazmalım”, “Dila Hanım / Devlerin Aşkı”, “Resimdeki Gözyaşları”, ‘Dağlar Dağlar” derken sıra “Namus Belası”na geldi. Emrah Karaca, babasının şarkısını seslendirmeden önce her konserde yaptığını yaptı ve bir gün önce Taksim’de polis saldırısına uğrayan kadın yürüyüşünden dem vurarak özetle şunları söyledi: “Sadece ‘şiddete hayır’ demek için toplanan kadınlara bizzat devlet eliyle şiddet uygulanması bile İstanbul Sözleşmesi’ne ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu gösteriyor. Bu şarkı, kocası tarafından namus denilerek öldürülen bir kadını anlatıyor. Moğollar olarak bu hikâyeler şarkılarda kalsın istediğimiz için, buna dikkat çekmek için bu şarkıyı söylüyoruz ve diyoruz ki, İstanbul Sözleşmesi yaşatır!” Salondan kopan büyük alkış sonrası şarkı dinleyicilerle birlikte coşkuyla söylendi.
Sivas’ta yakılarak öldürülenler için yazılan “Issızlığın Ortasında”, siyanüre karşı direnen Bergama köylülerine destek vermek amacıyla yapılan “Ölüler Altın Takar mı?”, bütün salonu yerinde zıplatan “Dinleyiverin Gari” derken sıra beklenen şarkıya geldi: “Bi’şey Yapmalı”. Taner Öngür “köşe konuşması”nı yaptı, yine dinleyicinin katılımıyla konser bitti. Başlamadan, bu şarkı sonrasında bir hediye verileceği söylendiği için ekip bir süre sahnede kaldı, gelen giden olmayınca Cahit Berkay “birileri gelecekti, olmadı galiba ama biz Sayın Valimize selam verelim” dedi, bis için hazırlanan diğer şarkıya geçeceklerken kurucu Nesim İba’nın sahneye girmesiyle ‘merasim’e dönüldü. Moğollar adına Cahit Berkay’a Edirneli bir usta tarafından yapılan el yapımı fayton hediye edildi, teşekkürlerin ardından konseri izleyen idari ve mülki erkana saygılar sunuldu. Beklenen vali sahneye çıkmadı, selamı almadı, iş İba’ya kaldı. Son iki şarkı yine hep beraber söylendi, konser bitti.
KULİS BASKINI
Sonrası, yoğun bir kulis mesaisi: Ekseriyetle genç hayranlarla fotoğraflar çektirildi, imzalar verildi, kısa sohbetler yapıldı. Her şey şahane giderken Nesim İba’nın kulise girmesi bir anda olayları tersine çevirdi.
Bundan sonrası, aslında hep yaşadığımız şey… Okulun kurucusu Nesim İba, kararmış bir yüz ve sinirle kulise geldi, Emrah’ı sordu ve “O Cem Karaca’nın oğlu çok ayıp etti, iki alkış almak için okumadığı bir sözleşmeyi savundu, şovunu yaptı, okul salonunu siyaset kürsüsüne çevirdi,” dedi. Kuliste bir anda ortalık buz kesti; İba sözlerine aralıksız devam ederken Cahit Berkay onun karşısına geçti ve mealen şu cümleleri kurdu: “Daha önce de söyledim Nesim Bey, biz Moğollar’ız ve sözümüzü her yerde aynı şekilde söyleriz. Emrah’ın cümleleri dediğiniz bizim cümlelerimiz ve her konserde bunları bu şekilde kuruyoruz çünkü gördüklerimizi anlatmakla, doğru bildiğimizi söylemekle yükümlüyüz.” Taner Öngür, ona şu cümlelerle destek verdi: “Sizinle aynı fikirde olmak zorunda değiliz. Fikrimiz bu ve okul kürsüsü dahil her yerde söyleyebiliriz. Bu özgürlüğümüz var. Siz de söylersiniz, tartışırız ama bir konser sonrası, siyasi bir tartışma için uygun değil. Bunu isterseniz sonra yapalım.”
Nesim İba, bu sözler üzerine daha önce söylediklerini yineleyerek “okulda siyaset yapılmaz”a denk gelen bir kısım cümleler kurdu, arada “devletin valisi salondayken o cümleleri kuramazsınız” dedi; İstanbul Sözleşmesi’nin aile yapısına zarar verdiğinden dem vuran cümlelere girdiğinde bu tuhaf tartışmayı uzatacağı belli olduğundan Cahit Berkay içerideki ekip arkadaşlarına seslendi: “Toplanın arkadaşlar, gidiyoruz”. Sonrasında film koptu. İba, “Ne bağırıyorsun? Cahit Abi dedim, saygı gösterdim ama sen benim okulumda benimle bağırarak konuşamazsın!” Herkes sustu, neye uğradığımızı şaşırdığımız için ne yapacağımızı bilemez hâlde birbirimize baktık. Cahit Berkay içerideki arkadaşlarına seslendiğini anlatmaya çalışırken İba dozu daha da artırdı, bağırmasını sürdürdü. O esnada kendisini sakinleştirmek ve tartışmayı bitirmek üzere yanına yaklaşan menajer Deniz Kahya’ya dönerek “dokunma bana, benim okulumda bana dokunamazsın” demesi ortamın daha da gerilmesine sebep oldu ama ekip sakinliğini korudu. İba, tehditler savurmaya başladı ve bir sonraki konseri işaret ederek “o Feridun Düzağaç konseri de iptal, bu okulda böyle şeyler söyleyemezsiniz” diyerek bağıra bağıra uzaklaştı.
BİLDİK BAĞLANTILAR, TUHAF OLMAYAN TEMASLAR
Sonrası hızla toplanma, olay mahallini terk etme ve şaşkın bir şekilde yaşadıklarımızı anlama çabası… Yolda Cem Öget’in yaptığı küçük bir arşiv taramasıyla Nesim İba’nın eski AKP İl Başkanı olduğunu öğrenmemiz, yaşananları anlamamızı kolaylaştırdı. Bu kadarla kalmadık, geçmişe dönük taramada “AKP İl Başkanı İba’ya ihale kıyağı” gibi başlıklara rastladık. Dahası, onun okulun başına geçmesiyle boşalan AKP İl Başkanlığı görevini, eşi Belgin İba’nın devraldığını öğrendik. Bu bağlantıları yeterli gördük, konuyu kapattık.
Elbette kendi aramızda kapattık. Bu yazıyı, yaşananları anlatmak ve aktarmak için birinci derece tanıklığımın arkasına sığınarak yazıyorum. Oradaydım, olayın her ânına şahit oldum. Ekipten olmadığım için orada tartışmaya katılmadım, dinlemekle yetindim ama burada bir-iki söz söyleme gereği duyuyorum.
Az önce, bu yaşananların aslında tanıdık olduğunu söyledim. Karşımızda hayatın her alanında her şeye karışan bir iktidar var ve bu iktidarı kuranlar, yandaşlarıyla birlikte onların dışında kalanlara yaşam alanı tanımıyor. Bu, memleketin özeti. İba’nın ısrarla altını çizdiği “benim okulumda” vurgusu, biraz da bu yüzden. Yemekte yaptığı uyarı yerini bulmadığı için, Emrah’ın cümlelerine büyük bir alkışla destek geldiği için, şarkılar hep birlikte ve coşkuyla söylendiği için kayan şaftı, başta büründüğü ‘eğitim neferi’ ya da ‘saf ve temiz yönetici’ maskelerinin düşmesine sebep oldu, bir anda kendine döndü ve oradaki erkini kullanarak (ya da iktidarın ona verdiği yetkiyle) işi bambaşka bir yere götürdü.
Aslında hikâye, Moğollar’ın “Sayın Valimiz de burada” cümlesini duyduğunda ‘yandaş’ sanatçılar gibi hazırola geçmemesi ve bildiğini okumasıyla alakalı. Bunun sırrı, Cahit Berkay’ın gece boyu kurduğu cümlede gizli: “Biz Moğollar’ız.” Şaftı kaydıran, ezberi bozan bu beklenmedik tavır. Doğru olan da bu esasen. Ancak biat kültüründen gelenler için böylesi aykırılıklar anlaşılır gibi değil. Yazık ki, bu ara bu tip baskılarla, baskınlarla sık karşılaşıyoruz. Neyse ki Moğollar gibi direnenler de var. Başa döneyim, bir kere daha yineleyeyim: Büyük hayranlarıyım ve onlarla yan yana yürümekten onur duyuyorum. Cumartesi yaşananlar, aynı yöne bakmakla, omuz omuza durmakla nasıl isabetli bir karar verdiğimin göstergesi. Onlar Moğollar. İyi ki.
Kaynak: Duvar/Murat Meriç