Hatay, birilerinin arzu ettiği gibi Arap değil, baştan aşağı Türktür.
Dinin arkasına sığınıp, “Keşke Yunan kazansaydı” zihniyetinin
“Keşke Fransız kalsaydı” tezahürü olan zevat, asla hedefine ulaşamayacaktır.
Büyük önder Mustafa Kemal Paşa, daha Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı sırasında
bölgenin işgaline karşı çıkmıştır.
Tayfur Sökmen’in 31 Mayıs 1920’de
bölgenin Misak-ı Millî sınırları İçinde olup olmadığı ve
nasıl hareket etmeleri gerektiğini soran telgrafına verdiği cevapta,
Sancak bölgesinin Misak-ı Milli sınırları içinde olduğunu ve
Maraş’taki 2. Kolordu ile temas ederek faaliyetlere devam edilmesini istemiştir.
Ankara İtilafnamesinden sonra, 2 Kasım 1921’de
Tayfur Sökmen’i kabul eden Mustafa Kemal Paşa, şöyle demiştir.
“Memleketimizin içinde didiştiği davaları biliyorsunuz, dünya bizimle muhasama halinde…
Böyle bir zamanda Avrupa’nın büyük devletlerinden birisi olan Fransızlarla bir anlaşma yaptık,
işgal ettikleri Adana, Mersin, Osmaniye, Kilis, Anteb’i tahliye edecek ve
bize harp malzemesi de verecekler.
En mühimi Mersin limanını bize iade edecekler.
Bu arada İskenderun sancağı ve havalisinin de tahliyesi üzerinde
büyük gayret sarfettikse de şimdilik bir şey yapamadık.
Ancak orası için hususi bir idare tatbik edeceklerini taahhüt altına alabildik.
İnşallah ileride sizleri de kurtaracağız. Şimdi memleketinize giderek çalışırsınız.”
24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşmasına göre,
Hatay ahalisine verilen tabiyet seçme hakkının 1926’da son bulmasına paralel olarak
birçok Türk Türkiye’ye göç etmeye hazırlanmıştı.
Ancak ileride Hatay davasına sahip çıkma kararlılığında olan Türkiye,
bir taraftan Halep Konsolosluğu vasıtasıyla “terk-i tabiiyet” işlerinde fiili güçlükler çıkarmış,
diğer taraftan bölgenin terkedilmemesi gerektiği yolunda
propaganda yaparak göçü büyük oranda engellemişti.
9 Eylül 1936’da Paris’te, Fransa ile Suriye arasında bir anlaşma yapılmıştır.
25 yıllık süre için yapılan bu anlaşmaya göre,
Suriye 3 yıl sonra bağımsızlığına kavuşacaktı.
Suriye’ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran
1936 anlaşmasında İskenderun Sancağı hakkında açık hiçbir hüküm bulunmuyordu.
Yani Fransa Suriye’den çekilirken anlaşmanın 3. maddesi ile
Sancak üzerindeki hak ve yükümlülüklerini de yeni Suriye hükümetine devrediyordu.
Bunun anlamı Sancak bölgesinin ileride Suriye’ye kalması ve
bölge Türklerinin de Suriye içinde azınlık durumuna düşmesi demekti.
Bu gelişmeler üzerine harekete geçen Türkiye,
Hatay davasına resmen el atmış ve sorun 1936 sonbaharından itibaren
Türkiye’nin ön önemli davası haline gelmişti.
Paris Büyükelçisi Suat Davaz tarafından Fransa Dışişleri Bakam Delbas’a verilen notada,
Fransa’nın Suriye ve Lübnan’a tanımaya karar verdiği bağımsızlığın,
halkının çoğunluğu Türk olan Sancak’a da tanınması isteniliyor,
bunun 1921 ve 1926 Türk-Fransız Antlaşmalarının tabii bir sonucu olduğu belirtiliyordu.
Fransa bu notaya henüz cevap vermeden Atatürk,
1 Kasım 1936’da TBMM’nin açılışında yaptığı konuşmada;
“Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele,
hakiki sahibi Öz Türk olan İskenderun; Antakya ve havalisinin mukadderatıdır.
Bunun üzerinde ciddiyet ve katiyetle durmaya mecburuz.
Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz
Fransa ile aramızda tek ve büyük mesele budur.
Bu İşin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alakamızın şiddetini ve
samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler” diyerek
Türkiye’nin Sancak meselesine verdiği önemi ve kararlılığını ortaya koymuştu.
Türkiye’nin Hatay konusunda kararlılığını sezen Hatay Türkleri
30 Ekim 1936 tarihinde Atatürk’e ve Başbakan İnönü’ye Antakya-İskenderun ve
Havalisi Halkı idare Heyeti adına yaptıkları müracaatta;
Hataylıların sonsuz şükranları sunulurken şu ifadeleri kullandı.
“Hataylıları Anavatan’a ilhaktan başka her hangi bir şekli idare ne tatmin eder
ne de milli varlığımızı korur.” diyerek gerçek amaçlarını ortaya koymaktadırlar.
Ayrıca, Atatürk 1936’da verdiği bir emirle Antakya-İskenderun ve
havalisinin adını bölgenin Türk kimliğine vurgu yapmak amacıyla Hatay olarak değiştirmiştir.
Nitekim bundan sonra Sancak’a Hatay denilmeye başlanacaktı.
Hat-Ay; sınırdaki ay…
Atatürk, 1937 Ocak ayının ilk haftasında bir askeri harekat başlangıcı olarak
yorumlanabilcek şekilde Konya’ya ve oradan da Ulukışla’ya kadar bir seyahat yaparak,
Ankara’ya dönmüş ve Hatay meselesinin görüşüldüğü
Bakanlar kurulu toplantısına başkanlık etmiştir.
Atatürk toplantıdan sonra Haşan Rıza Soyak İle yaptığı konuşmada;
Bir askeri harekâtın başlangıcı gibi yorumlanabilecek şekilde tertip ettiğim bu seyahati,
Hatay’daki Türk çoğunluğunun haklarını korumak konusunda
ne derece hassas ve azimli olduğumuzu göstermek için yaptığını belirttikten sonra,
memleketi hiçbir zaman savaşa sürüklemek istemediğini söylemiş.
Fakat, Hatay meselesinin kendisi için vazgeçilmez bir dava olduğunu,
gerekirse bunu kendi başına halletmek için Cumhurbaşkanlığı ve
milletvekilliğinden istifa edip, Hatay’a giderek savaşabileceğini vurgulamıştır.
Bundan sonra 1937 Ocak ayı boyunca meseleye
Milletler Cemiyeti çerçevesinde çözüm arayışları devam etmiştir.
Bu görüşmelerde Dışişleri Bakanı Tevfik Araş başkanlığında
bir heyet müzakereci olarak gönderilmiştir.
Ocak ayındaki görüşmelerde İngiliz Dışişleri Bakanı Anthony Eden,
tarafları uzlaştırmak için yoğun bir çaba göstermiştir.
26 Ocak 1937’ye kadar devam eden bu görüşmelerde Fransa tavrını değiştirmiş ve
sonuçta bir prensip anlaşmasına varılabilmiştir.
Üzerinde anlaşmaya varılan hususlar 27 Ocak’ta “Sandler Raporu” şeklinde
Milletler Cemiyeti Konseyi tarafından kabul edilmiştir.
Bu prensip anlaşmasına göre, Sancak içişlerinde bağımsız, fakat dışişlerinde bazı şartlarda
Suriye’ye bağımlı “ayrı bir varlık” olacaktı.
Resmi dil Türkçe olacak, ordusu bulunmayacaktı.
Atatürk, Milletler Cemiyetinde kararın onaylanması üzerine
Başbakan ismet İnönü’ye çektiği telgrafta,
Türkiye’nin bağlı olduğu dostlukları bozmadan milli meselenin hallini
Milletler Cemiyeti’nde bir sonuca vardırmak hususunda
gösterilen gayretten dolayı hükümeti kutlamıştır.
TBMM’de Atatürk ve İnönü hükümetine Hatay konusunda
elde edilen başarıdan dolayı teşekkür etme kararı almıştır.
Diğer taraftan kararın Milletler Cemiyeti Konseyi’nde onaylanması üzerine
Türkiye ve Hatay’da mitingler yapılması için 28 Ocak 1937’de
İçişleri Bakanlığı tarafından bütün vilayetlere ve müfettişliklere talimat gönderilmiştir.
Bu talimatta, 31 Ocak 1937’de yurdun her tarafında
Hatay için başarı mitingleri yapılması istenmekte, mitinglerin CHP, Halkevleri ve
belediyeler tarafından tertip edilerek resmi bir mahiyet verilmemesi istenmektedir.
Mitinglere memurlar ve öğrencilerin katılmasının sağlanması,
söylenecek nutuklarda, Hatay’ın Türk olduğunun vurgulanması istenmişti.
Türkiye, Hatay için yürüttüğü diplomatik faaliyetlere paralel olarak,
ülke içinde ve Hatay’da yaptığı çalışmalar ile Hatay’da
Türklerin seçimleri kazanarak ileride Türkiye’ye ilhak edilmesinin zeminini hazırlamıştır.
Fransa ile varılan mutabakat neticesinde Türkiye, Hatay’a asker sevk etmeye başlar.
Nitekim 4 Temmuz gecesi Antakya’da, Türk askerinin şehre geleceği haberi yayılmaya başlamış,
ahali karşılama töreni için şehri tahliye etmiş,
yüz bini aşan bir kalabalık büyük bir coşkuyla Türk askerini karşılamıştır.
Albay Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk askerleri 5 Temmuz günü
Payas ve Hassa üzerinden Hatay’a girmiştir.
on sekiz yıl boyunca takip edilen kararlı politikanın sonucunda hedefe ulaşılmıştır.
Hatay’da yapılan 1 Ağustos 1938 seçimleri neticesinde;
yirmi iki Türk, dokuz Alevi, beş Ermeni, iki Sünni Arap ve iki Rum Ortodoks milletvekili seçilmiştir.
Nihayet Türk ve Fransız ordularının garantörlüğünde
bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Hatay Meclisi açılmış ve seçim sonunda
Türkiye’nin desteklediği Tayfur Sökmen,
2 Eylül 1938’de Hatay Cumhurbaşkanlığı’na,
Abdülgani Türkmen Meclis Başkanlığı’na getirilmiş, yemin merasiminin akabinde ise
Başbakan olarak Dr. Abdurrrahman Melek atanmıştır.
Aynı gün devletin adı da Hatay olarak kabul edilmiştir.
Tayfur Sökmen, Atatürk’e teşekkür mektubu yazmış,
Atatürk de O’nu 4 Eylül 1938’de çektiği telgraf ile tebrik etmiştir.
Türkiye, yeni kurulan Hatay Devleti’nin acil ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için
50.000 TL ödenek göndermiştir.
Bu olayların akabinde Hatay Millet Meclisi görkemli bir törenle ilk toplantısını yapmış,
Hatay Cumhuriyeti adıyla bir devlet kurulmuş ve
Hatay Bayrağı göndere çekilmiştir.
Daha sonra toplantıya katılan bütün milletvekilleri, Meclis’te Türkçe yemin etmiş ve
yeni devletin resmi dilinin Türkçe ve Arapça olduğu kabul edilmiştir.
Milletvekili Subhi Bereket’ın, Meclis’te
Hatay Türklerinin de bir milli marşının olması gerektiğini belirterek
“Bütün Türkler için yapılmış olan Türkiye Milli Marşı’nın aynen kabul edilmesi”
şeklindeki teklifi ayakta alkışlanmış ve İstiklal Marşı Hatay Devleti’nin de Milli Marşı olmuştur.
Bütün bunlar olurken Atatürk, Hatay’ın
anavatana katılması sürecinde müthiş bir mücadele örneği sergilemiştir.
Sorunun en karışık olduğu sıralarda, kendisine hastalığı dolayısıyla
doktorların kesin dinlenme öğütledikleri bir dönemde,
Mayıs 1938’de Mersin ve Adana’da askeri geçit törenlerini ayakta izlemiş ve
türlü seyahatlerde bulunmuştur.
Sonu bilinen bir hastalığa yakalanmasına rağmen gücü yettiğince Hatay meselesine eğilmiş,
hükümeti daha müessir tedbirler almaya zorlamıştır.
Bu bağlamda Hatay’ın anavatana katılmasında O’nun rolü gerçekten çok büyüktür.
Atatürk’ün Hatay davasına gösterdiği yakın ilgi ülke içinde ve dışında büyük bir dikkatle izlenmişti.
Ancak bu arada 1938 yılının dikkate değer olayı, esaretten kurtardığı
Türk yurdunun anavatana katılmasını görmeden Atatürk’ün ebediyete intikal etmesi olmuştu.
Fakat, Atatürk’ün vefatı çalışmaların yarıda kalmasına neden olmamış,
Hatay’ın anavatana katılması gayretlerini azaltmamıştı.
Mart 1939’da Türkiye’de yapılacak olan genel seçimlerde Tayfur Sökmen’in Antalya’dan,
Abdurrrahman Melek’in de Gaziantep’ten milletvekili adayı gösterilmeleri ve
onların TBMM’ye seçilmeleri Hatay’ın anavatana
ilhak edilmek üzere olduğu intibaını kuvvetlendirmişti.
Hatay topraklarının Türkiye’ye iadesine dair,
Türkiye ile Fransa arasında 23 Haziran 1939’da “Hatay Anlaşması” imzalanmıştır.
Anlaşma; Türkiye adına Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu,
Fransa adına da Ankara Büyükelçisi Rene Massigly tarafından imzalanmış ve
böylece Türkiye ile Suriye arasındaki toprak sorunu
kesin olarak çözülerek iki ülke sınırı belirlenmiştir.
Fransa, Hatay’ın Türkiye’ye katılmasına razı olmuş,
Hatay’da bulunan Fransız kuvvetlerinin bir ay içinde ülkeyi boşaltmasını kabul etmiştir.
Hatay Meclisi de 29 Haziran’da oybirliği ile Türkiye’ye iltihak kararı almıştır.
Sabık Hatay Devlet Başkanı ve Antalya Milletvekili Tayfur Sökmen
1 Temmuz günü Hatay’a veda ziyaretinde bulunmuş,
2 Temmuz’da Ankara’ya uğurlanmıştır.
Türkiye 7 Temmuz tarihli bir yasa ile Hatay ilini kurma ve
O’nu Türkiye’ye bağlama işlemini kesinleştirmiş,
ilin yönetimi Türkiye Fevkalade Komiseri Cevat Açıkalın’a devredilmiş ve
Hatay Devleti bayrağı İsmet İnönü’ye teslim edilmiştir.
Bu ülke çok Mustafa Sabri’ler, İskilipli Atıfl’ar ve Dürrizade Abdullah’lar gördü.
Hiçbirinin din maskesi altında yürüttüğü Türk düşmanlığı ve hainlik
amacına ulaşmadı, bundan sonra da ulaşamayacak…
Hatay da Türkiye de Türk’tür ilelebet Türk kalacaktır.