Yeniçağ yazarı Ahmet Gürsoy, köşe yazısında MHP’lilerin yaptığı saldırıların nedenlerini irdeledi. “MHP’liler, kendisiyle örgütsel bağı kalmamış ve fakat pek çoğu dava adamı olanlara hatır gönül, geçmiş gelecek demeden neden saldırıyor” sorusuna yanıt arayan Gürsoy, “Bu davranışın bir anlamı olmalı. Nedeni olmalı değil mi? Var! Temel ve asıl neden, bizzat “davanın” kendisi” ifadelerini kullandı. İşte Ahmet Gürsoy’un “MHP neyin kavgasını yapıyor?” başlıklı yarını bekleyemeyen yazısı:
MHP’liler, kendisiyle örgütsel bağı kalmamış ve fakat pek çoğu dava adamı olanlara hatır gönül, geçmiş gelecek demeden neden saldırıyor? Bu davranışın bir anlamı olmalı. Nedeni olmalı değil mi?
Var!
Temel ve asıl neden, bizzat “davanın” kendisi.
Türk Milliyetçiliği fikir ve ülküsü.
Durum şu: Dışta ve içte birtakım zinde güçler, Türk Milliyetçiliğinin kontrol altında tutulmasını, yükselişe geçtiğinde aşağı çekilmesini istiyor.
Neden?
Çünkü dünyada ve elbette Türkiye’de milliyetçilik fikri, içinde yaşadığı toplumun varlık nedeni.
Kendi kendisi olmanın bilinci.
Dolayısı ile toplumların ana kumanda merkezindeki asıl güç. Bu güç, Ön Asya’da (Türkiye’de) yükselişe geçtiğinde coğrafyanın merkezi tüm çeperleriyle birlikte Turan’ı hareketlendirecektir.
Öyle ise kontrol edilmesi gerekir.
Çin bunu ister mi?
Evet.
ABD?
Hem de nasıl.
Rusya.
Kesinlikle ister.
Çünkü Türk milliyetçiliğinin etki alanında bulunmaktadır.
Milliyetçi düşünce yükseldiğinde, kabarıp rüzgâr yaratmağa başladığında ezip geçemeyeceği güç yok. Bugün içinde varlık bulduğumuz Türkiye Cumhuriyetini kuran güç, işte bu güçtür. Kuvayı millîye ile ete kemiğe bürünmüş, ordulara dönüşerek millî istiklali temin etmiştir.
Tam bağımsızlıkçı yanını da bir yere ayrıca yazalım.
Peki, gazetecilere, politikacılara, hatta Türkeş’in ailesine rağmen içinde Türkeş’in özel kalem müdürünün de bulunduğu anma toplantısına kadar pek çok kişiye neden saldırıyorlar?
MHP bir siyasi parti, yönetim de çok partili demokrasi ise, her parti gibi o da eleştirilir değil mi? Bundan daha doğal ne olabilir?
Ortada bir tahammülsüzlük var.
Niye?
Birincisi, bir toplumsal dinamik olan milliyetçiliği kendileri kontrol etmek istiyor. Dağılıp sağa sola kaymasın, her zaman söz dinlesin ve her nasıl davranılacaksa ona kendilerinin karar vereceği bir düzen içinde yaşasınlar.
Bir çeşit kitle kontrol.
Bunun da iki nedeni var.
Birincisi, gücü arkada tutmak ve bu sayede ayakta kalmak, kuvvetli görünmek, ikincisi, o güç sayesinde siyaseti tahkim etmek.
MHP’nin hali hazırda yaptığı bu değil mi?
AKP’nin arkasını kolluyor ve onu bütün yolsuzluk, hırsızlık, adaletsizlik, kamu kaynaklarını çarçur etme iddialarına rağmen ayakta tutmaya çalışıyor. MHP’nin bu yaptıkları ile Türkeş’in milliyetçiliği arasında nasıl bir ilişki var? Daha başka bir ifade ile ülkücü davanın amacı bu muydu? Bunun için mi binlerce insan şehit oldu?
Madalyonun öteki yüzünde ise Türkiye’deki derin ilişkiler ve iktidar kavgası var. Buna Türkiye’nin geleceği kavgası da diyebiliriz.
Dikkat ederseniz, bu kavganın bir yüzünde Sedat Peker ve arkasındakiler, öteki yüzünde de içinde MHP’nin de olduğu Erdoğan iktidarı var.
Yine dikkat ederseniz Sedat Peker de kendisini “milliyetçi” olarak tanımlıyor. Ona karşılık gelen Alaattin Çakıcı ve diğerleri de. Kimse boşuna hapisten çıkarılmıyor.
Güçler savaşında saflar karşılıklı olarak tahkim ediliyor.
İşte tam bu noktada, MHP, erimeyi, sayısal kayıp vermeyi istemiyor. Bir taraftan milliyetçiliğin yükselen gücünü, bazı güçlerin istediği yönde kontrol ediyor ve bir taraftan da kaçakları “hain” ilan ederek, döverek, söverek, “milliyetçilik MHP’de yapılır” diyerek kendi kampında tutmak istiyor. Öyle ki rahmetli Türkeş’in ailesine rağmen “Türkeşçilik” yapmaya kalkıyor.
Eğer sahiden milliyetçi iseler, davayı önemsiyorlarsa, döverek, söverek davanın saygınlığına gölge düşürmemelidirler.
Şu anda Erdoğan ve elbette Cumhur İttifakı, epey zayıfladı ve iktidarı kayıp ediyor. Bir taraftan gidenleri engelleyerek yıkımı durdurmaya çalışıyorlar, diğer taraftan iktidar sonrasının pazarlığına hazırlanıyorlar.
CHP’ye boşuna dosya gelmiyor.
“Siyasi cinayetler” lafı, laf olsun diye söylenmiyor.
Demem o ki, derin dünya çalışıyor.