Fransız İhtilâli’nin estirdiği imparatorlukları çatırdatan “Milliyetçilik” rüzgârına karşı 19. yüzyıl Osmanlı Devleti yöneticileri önce imparatorluk bünyesindeki müslim ve gayrı müslimleri bir arada tutabilmek için “Osmanlıcılık” politikasını benimsediler. Fakat gayrı müslimler milliyetçilik ve istiklâl mücadelesine kalkışınca, bu defa Müslüman unsurları bir arada tutabilmek için “İslâmcılık” politikasını benimsediler.
Bu arada Tanzimat’tan sonra Türk aydınları arasında uyanan milli şuur ile dil, edebiyat ve
tarih alanlarında “İlmî Türkçülük” çalışmaları başladı. “Osmanlıcılık” ve “İslâmcılık” politika-
larının peş peşe iflas etmesi ve milliyetçilik alanındaki çalışmalar sonucunda, “Türkçülük”, 20.
yüzyılın başlarında yayınları ve teşkilatları ile toplum hayatımızda örgütlü ve etkili bir konuma
gelmiştir. Türkçülük, en büyük etkisini edebiyat alanında göstermiştir. Şairlerimiz tarihimizden ve günlük hayatımızdan seçilmiş konularda sade Türkçe kullanarak halk edebiyatının nazım şekilleri ve
milli şiir ölçümüz hece ölçüsü ile şiirler yazdılar. Yazarlarımız da millî konularda yazdıkları
hikâye ve romanlar kaleme aldılar. Meydana gelen Millî Edebiyat ile 1911 yılında kurulan
Türk Yurdu Cemiyeti, 1912 yılında kurulan Türk Ocağı ve yayın organı Türk Yurdu dergisi, ay-
dınlar arasında milliyetçi bir ruhun doğmasına sebep olmuştur.
- Meşrutiyet ile Mütareke dönemi arasında (1908-1918) milliyetçilik alanında yapılan ça-
lışmalar, verilen eserler ve siyasi gelişmeler, Türk milletinde “Çanakkale ve Kuvva-yı Millîye
ruhları”nın doğmasını sağlamıştır. Mustafa Kemal ve arkadaşlarını, “Ya istiklâl, ya ölüm!”
parolasıyla vatanın kurtarılması azim ve kararlılığıyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkaran mo-
ral gücün kaynağı da, oluşan bu millî ruhtur.
Türkiye Cumhuriyeti Milliyetçi Bir Ruhla Kuruldu Mustafa Kemal, askeri lise yıllarında Namık
Kemal’in “vatan ve hürriyet” düşüncesinden etkilenerek yazdığı şiirlerde vatan sevgisini
ortaya koymuştur. Daha sonra Tevfik Fikret’in ve Mehmet Âkif’in “Batı’nın ilmini ve fennini
alarak muasır medeniyetler düzeyine ulaşma” düşüncesinden etkilenmiştir. Onun düşünce
dünyasının son yapı taşlarını ise Ömer Seyfettin’in “Türk dili ve edebiyatı”, Ziya Gökalp ve
Yusuf Akçura’nın “Türkçülük” üzerindeki düşünceleri oluşturmuştur.
Mustafa Kemal’i “Atatürk” yapan; “bağımsız bir vatan üzerinde her türlü hak ve hürriyetine
sahip medenî bir millet ve üniter yapıda millî bir devlet” kurma düşüncesi, böylece şekillen-
miştir. 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesi, bu çok yön-
lü düşünce temeline oturmaktadır.
“Göktürkler”den sonra Türk adını taşıyan ikinci Türk devletini kuran Atatürk, Cumhurbaşkanlığı
yaptığı 1923-1938 döneminde özellikle Türk dili, edebiyatı, tarihi ve kültürü ile ilgili ilmî
çalışmalara öncülük ederek Türk kimliğinin ortaya çıkmasına ve oluşumuna büyük katkıda
bulunmuştur. Yalnız Atatürk’ün sağlığının iyice bozulduğu son yıllarında komünizm düşüncesini
benimseyen bazı aydınlar ve bürokratlar, sessizve derinden devlet kadrolarına sızmaya başladı-
lar. Bu dönemde dünyada da büyük siyasi gelişmeler oldu. Almanya’da Hitler’in Nasyonal
Sosyalist hareketi, İtalya’da Mussolini’nin Faşist hareketi iktidara gelmişti. Bu arada 10
Kasım 1938’de Atatürk vefat etti ve İsmet İnönü Cumhurbaşkanı oldu. II. Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye Etkileri Hitler’in, Cermen ırkını dünyaya egemen kılmahayali, 1939 yılında 2. Dünya Harbi’nin çıkmasına sebep olmuştur.
Almanya-İtalya ve Japonya’nın oluşturduğu “Mihver devletler”, bu harbin öncüsü oldular.
Özellikle Alman orduları Polonya’dan başlayarak bütün orta ve doğu Avrupa ülkelerini işgal
etmeye başladı. Bunun üzerine önce İngiltere ve Fransa, sonra Amerika ve Almanların saldırı
üzerine Rusya’nın da katılımıyla mihver devletlerinin karşısında bir “İttifak devletleri” bloku
oluştu. İkinci Dünya Harbi, kısa sürede bütün dünyayı sardı. Alman orduları son olarak Yunanistan’ı da işgal ederek Türkiye sınırlarına dayandılar. Bu durumda Almanlara şirin görünmek için Türkiye
Cumhuriyeti’nin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu, 5 Ağustos 1942’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada : “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız! Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar, aynı zamanda bir vicdan ve kültür meselesidir” dedi.
Bu arada komünistler Türkiye’deki faaliyetlerini arttırmışlardı. Rusya, müttefik devletler safında
oldukça güçlenmişti. Bu moral güçle Türkiye üzerindeki geleneksel emelleri olan Kars ve
Ardahan’ı almak, Boğazlar üzerinde egemen olmak isteklerini dillendirmeye başladılar.
Almanlar yavaş yavaş her cephede kaybetmeye başlamışlardı. Bu yüzden Türk hükümeti, bu
defa da Ruslara şirin gözükmek için komünistlerin devlet içindeki kadrolaşmalarına ve faaliyet-
lerine göz yumuyorlar, milliyetçilere ise hayat hakkı tanımıyorlardı. O dönemde komünistlerin karşısına tek başına çıkma cesaretini büyük Türkçü Nihal Atsız gösterdi.
Atsız çıkardığı Orhun dergisinin 1944 Martında yayımlanan 15. Sayısında Başbakan Şükrü
Saraçoğlu’na “Sayın Başvekil, hem Türkçü, hem de Başvekil olduğunuz için bu açık mektubu
yazıyorum” diye başlayan bir açık mektup yazdı. Saraçoğlu’na yaptığı konuşmayı hatırlatan
Atsız, mektubunda “Fakat aradan bir buçuk yılı aşan bir zaman geçtiği halde biz, bu Türkçülü-
ğün iş alanına geçmediğini görmekten doğan bir sıkıntı içindeyiz. Fikirler iş haline geldiği
zaman mânâlanır, buna Ülkü deriz. İş haline gelmeyecek fikirler ise ham hayalden başka bir
şey değildir. Yetmiş yıldan beri işlene işlene bugünkü durumuna erişen kuvvetli Türkçülüğün
artık tatbikat alanında da kendisini göstermesi zamanı elbette gelmiştir” diyordu.
Atsız açık mektubunda daha sonra “Esefle söylemeye mecburum ki, Türkçülük nazariyat saf-
hasında kalmaya devam ederken, bu milletin ve bu ülkenin düşmanı olan solcu fikirler bazen
sinsi, bazen açık yürüyerek propagandasını yapmaya devam ediyor” dedikten sonra komü-
nistlerin çeşitli eylemlerinden örnekler verdi. Bu açık mektup, memlekette bir bomba etkisi
yaptı. Herkes Orhun dergisinin kapatılmasını bekliyordu, fakat dergi kapatılmadı.
Bunun üzerine Atsız, Orhun dergisinin 1944 Nisanında yayınlanan 16. sayısında Başbakan
Şükrü Saraçoğlu’na ikinci açık mektubu yazdı. Atsız bu mektupta “Bizim Anayasamıza göre
komünizm Türkiye’de yasaktır. Ve devletimiz milliyetçi bir devlettir. Türk ırkının hususi yapı-
sına, ahlakî ve millî temayüllerine aykırı olan komünizmi Türkiye’ye sokmak isteyenler millet
bakımından soysuz ve namert oldukları gibi, kanun nazarında da haindirler. Hiçbir millet
kendi yapısına düşman saydığı fikirleri kendi ülkesinde yaşatmaz” diyordu.
Mektubun devamında ise başta Maarif Vekâleti olmak üzere Türkiye’de çeşitli devlet kadrola-
rında istihdam edilen komünistler ve bunların faaliyetleri hakkında bilgiler veriliyordu. Özel-
likle de 1931 yılında Konya’da Atatürk ve İsmet Paşa’ya hakaret eden bir yazısından dolayı 14
ay hapse mahkum edilen ve buna rağmen Maarif Vekaletine bağlı Türk Dil Kurumu üyeliğine
ve Devlet Konservatuvarı Öğretim Üyeliğine atanan Sabahattin Ali üzerinde duruluyordu.
Ayrıca Pertev Naili Boratav, Sadrettin Celal gibi öğretim üyelerinin ve Ahmet Cevat gibi bir mil-
letvekilinin, bazı okullardaki bazı öğretmenlerin komünizmi destekleyici faaliyetleri belirtiliyordu.
Atsız-Sabahattin Ali Davası ve 3 Mayıs 44 Olayları
Bu ikinci açık mektuptan sonra milliyetçi kamuoyu, komünizmi ve komünistleri protesto
eden gösteriler yapmaya ve devlet yöneticilerine protesto mektup ve telgrafları göndermeye baş-
ladı. Bu gelişmeler iktidarın tedirgin olmasına ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’de de bakan-
lığındaki sol faaliyetler nedeniyle Maarif VekiliHasan Ali Yücel’in eleştirilmesine yol açtı.
Önce Atsız, Boğaziçi Lisesi’ndeki Edebiyat Öğretmenliği görevinden alındı. Sonra Sabahat-
tin Ali, çevresinin de teşvikiyle ikinci açık mektupta yer alan “vatan haini” ifadesinden dolayı
Atsız’ı mahkemeye verdi.
Atsız, aleyhine açılan hakaret davasının duruşmalarına katılmak üzere Ankara’ya gitti. Daha
Ankara Garında milliyetçi gençlerin nümayişiyle karşılandı. “Sabahattin Ali- Nihal Atsız davası”
nin ilk duruşması 26 Nisan 1944 günü yapıldı. Milliyetçi gençler adliye binasını ve duruşma
salonunu doldurmuşlardı. Mahkeme heyeti duruşma salonuna pencereden girmek zorunda
kaldı. Duruşma 3 Mayıs 1944 tarihine ertelendi. Bu duruşmaya milliyetçi gençler alınmadı. Fa-
kat çok sıkı emniyet tedbirleri alınan adliye binası milliyetçi gençler tarafından doldurul-
muştu. Gençlik, Atsız’ı büyük bir coşkunlukla alkışlıyor, lehinde tezahürat yapıyordu. Kısa bir
süre sonra bu heyecan fırtınası bütün Ankara sokaklarını sardı. “Sabahattin Ali-Nihal Atsız
davası” artık basit bir dava olmaktan çıkmış, millî bir dava haline gelmişti.
Bu olaylarda başta Osman Yüksel Serdengeçti olmak üzere bir çok milliyetçi genç gözaltına
alındı ve feci şekilde dövüldü. Nihal Atsız tevkif edildi. “Sabahattin Ali- Nihal Atsız davası”nın
9 Mayıs 1944’te yapılan karar duruşmasında Atsız, Sahattin Ali’ye hakaretten 6 ay hapse
mahkûm oldu. Fakat “millî tahrik” bulunduğu gerekçesiyle ceza 4 aya indirildi ve tecil edildi.
14 Mayıs 1944 tarihinden sonra Atsız’la mektuplaşan, konuşan ve Orhun dergisini okuyan
Nejdet Sançar (Atsız’ın kardeşi), Zeki Velidi Togan, Hamza Sadi Özbek, Nurullah Barıman,
Orhan Şaik Gökyay, Fethi Tevetoğlu ve Fazıl Hisarcıklı gibi milliyetçi öğretmen, doktor,
subay ve ilim adamlarının evleri arandı. 18 Mayıs 1944 günü yayınlanan resmi bir tebliğle
Atsız ve arkadaşları, “Irkçılık ve Turancılık”gayesi gütmek, kurulu nizamı yıkmaya matuf
gizli teşkilat kurmak ve anlaşmalar yapmakla suçlandılar.
İsmet Paşa’nın 19 Mayıs Konuşması ve Milliyetçi Avı
19 Mayıs 1944 günü yapılan Gençlik Bayramı töreninde bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını çok ağır dille suçladı. Bu nutkun ardından yurt sathında
bir milliyetçi avı başladı. Birçok milliyetçi üniversite genci gözaltına alındı ve çok ağır işken-
celere maruz bırakıldılar. Bunların çoğu üniversiteden atıldı. Birçok milliyetçi öğretmen, dok-
tor, mühendis, subay, memur ve ilim adamıtevkif edildi.
Bunların çoğu “Tabutluk” adı verilen bir insanın ancak ayakta durabileceği genişlikteki ve tepe-
sinde 1500-2000 mumluk ampullerin bulunduğu hücrelerde insanlık dışı işkencelere maruz bıra-
kıldılar. İşte bu muamelelere maruz kalan, fakat fikirlerinden ve ülkülerinden bir adım geriye
atmayan “Irkçılık ve Turancılık davası”nda yargılanan 23 onurlu Türk milliyetçisi şunlardır:
Nihal Atsız, Nejdet Sançar (Atsız’ın kardeşi), Alparslan Türkeş, Zeki Velidi Togan, Hüseyin
Namık Orkun, Hasan Ferit Cansever, Reha Oğuz Türkkan, Fethi Tevetoğlu, İsmet Rasin Tümtürk (Cenap Şahabettin’in oğlu), Cihad Savaşfer, Zeki Sofuoğlu, Muzaffer Eriş, Hikmet
Tanyu, Said Bilgiç, Cemal Oğuz Öcal, Cebbar Şenel, Hamza Sadi Özbek, Nurullah Barıman,
Fehiman Altan, Fazıl Hisarcıklı, Saim Bayrak, Yusuf Kadıgil, Heybetullah İdil. Bunların dışında tutuklanıp çeşitli işkencelere tabi tutulduktan sonra serbest bırakılan Türk milliyetçileri ise şunlardır: Osman Yüksel Serdengeçti, İlhan Egemen Darendelioğlu, Said Sadi Danişmendgazioğlu, Şevki Ersoy, Ziya Özkaynak, Mehmet Külahlıoğlu ve Necdet Özgelen. Atsız ve 22 arkadaşı hakkında açılan “Irkçılık ve Turancılık davası”nın ilk duruşması 2 Eylül 1944 tarihinde yapıldı. Haftada üç gün olmak üzere 65 oturum devam eden bu davada Atsız ve arkadaşları, İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Savcısı Kâzım Alöç’ün ağır ithamlarına karşı, asla taviz vermeden fikirlerini savundular. Bu davanın duruşmaları 29 Mart 1945 tarihinde tamamlandı. Nihal Atsız, 6,5 yıl hapse mahkûm oldu, fakat mücadeleyi bırakmadı, kararı temyiz etti. Askeri Yargıtay da kararı esastan bozdu.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; eğer milliyetçi Türk gençliğinin 3 Mayıs 1944’teki Türkçülük şahlanışı olmasaydı, Türk milliyetçiliği gerek düşünce, gerekse kültür hayatımızda yer almaz, milliyetçi bir nesil yetişmezdi. Milliyetçi gençlik, Türk milletinin varlığına düşman, dış kaynaklı zararlı akımlar ve bölücü vatan hainleri karşısında sarsılmaz bir kale gibi duramazdı.
3 Mayıs 1944, bütün zor günlerde Türk milliyetçilerinin nasıl hareket etmesi gerektiğini gösteren bir yol haritasıdır. Bugün hiçbiri hayatta bulunmayan 3 Mayıs 1944’ün kahramanları Nihal Atsız, Alparslan Türkeş ve arkadaşlarını rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz.