Türk destanları arasında en çok bilinen ve dillendirilen destanlardan biridir Ergenekon Destanı.
Nasıl anlatıla geldi bize yıllarca…
Çinliler Türkleri kırdı geçirdi; yalnız yetim, öksüz, kolsuz ve bacaksız bir çocuk kala kaldı.
Bir kurt gelip çocuğu sütü ile büyüttü.
Sonra çocuk ile o kurdun çocukları oldu ve Türkler bu çocuklardan türedi.
Altaylar’ın ruhani lideri, Şamanların başı gibi
birden çok sıfatı üzerinde taşıyan Akay Kine ise olayın böyle olmadığını söylüyor.
Mitoloji uzmanı Arif Acaloğlu’nun da bunu destekleyen açıklamaları var.
Akay Kine, Bozkurt Efsanesi ile ilgili şu çarpıcı açıklamaları yapıyor:
“Çin’in Türklere yaptığı meşhur bir beddua vardır.
Beddua şöyle: ‘Gök Tanrı’nın oğulları, Bozkurt’un oğulları olsunlar.’
Eskiden kurt bizim ikincil, yalnızca savaşta kullandığının fıtratımızdı.
Şimdi herkes kurt gibi oldu.
Kurt ise ilk babasını kovaladı.
Bu bedduadan kurtulmalıyız.
Çinliler birkaç bin sene boyunca, bizleri yenemeyince, bir mit uyduruyorlar.
Sanki Türk olarak sadece Hunlar yaşamış,
Çinlilerde onları yenmişler.
Savaş sonunda sadece ayaksız, bacaksız, kolsuz bir kişi hayatta kalmış,
onu bir kurt alıp da sütü ile büyütmüş.
Sonuçta bu kurttan 9 çocuk doğmuş.
Ve biz Türkler, Gök Tanrı’nın oğulları değil kurdun oğulları olarak dünyaya gelmişiz.
Adem ve Havva anlatımındaki gibi kardeşlerin birbirleriyle evlenmesinden
yani ensestten doğan çocuklar olmuşuz.
Ensest, Türk kültürüne göre kabul edilemez bir günahtır.
Bu sebeple ne Çinlilerin uydurdukları bu hikâye ne de Adem ile Havva hikayesi
Türk kültürüne uygun değildir ve kabul edilemez.
Türklerin yaratılışı açıklayışında ensest bulunmamaktadır.
Göğün yani Ülgen’in dokuz oğlu ile yerin yedi kızı evlenir ve Türkler bu şekilde türer.
Türklerde anne tarafından 5. nesilden sonra evlenebilirsin.
Anne eğer Kıpçak ise, Kıpçak Kıpçak ile evlenmez.
Ancak 5 nesil geçmesi gerekir.
Baba eğer Törös ise bin yıl geçse Törös ile evlenemezsin çünkü senin kardeşindir.
Bozkurt Efsanesinin Çinliler tarafından değiştirilmiş
ve sadece Çin kaynaklarında bulunan bu versiyonuna göre Türk soyu,
sağ kalan tek sakat Türk ve onu emziren ana kurttan türemiş oluyor.
Bu kesinlikle yanlış bir bilgidir.
Kurt çok önemli bir öğedir ancak o sadece Türk’e zor zamanlarında
Gök Tanrı tarafından gönderilen göksel bir rehber niteliğindedir.
Fakat Türk kurdun oğlu değildir.
Çünkü Türk, Gök Tanrı’nın oğludur.”
Akay, “Çin bunu bilinçli bir şekilde böyle anlattı ve mitolojimizi bozdu” diye ifade etmektedir.
Durum bu açıdan düşündüğümüzde akla yatkın geliyor.
Sonuçta bu destanda bir acziyete düşüyor Türkler,
Akay Kine’nin anlattıkları bu noktada beni ikna etmeye yetti.
Bayrak, vatan kavramları o ulusun mitolojisi ile içleri doldurulmuş simgesel öğelerdir.
Mitoloji yok olduğu anda vatan, toprak; bayrak, bir bez parçası;
ulus da hiç bir ayırt edici özelliği bulunmayan insanlar topluluğu olur.
Akay Kine şöyle devam ediyor:
“Efsanenin bu şekilde dönüştürülmesiyle Çinliler de kendi maksatlarına ulaşmışlardır.
Biz Gök Tanrının oğlu olduğumuz zaman onlar bizi yenememişlerdir.
Altın Ordu’dan sonra, 7. ve 8. asırdan sonra bu mitolojiyi uydurduklarında,
kendimizi bir kurdun çocuğu gibi algılamaya ve birbirimizi yemeye başladık.
Ve gücümüzü birbirimize karşı savaşmak için kullandık.
Kurtlarda bir tane baş ortaya çıkarsa birisi güçlü olmaya başlayınca diğeri onu öldürmektedir.
Bizde de bu kanun yürümeye başladı.
Bu nedenle Çin de bizi yenmek için fazla güç sarf etmedi.
Ben acı da olsa gerçeği söylüyorum.
Bu kalbimizi çok acıtıyor ne yazık ki bu bizim tarihimizdir.
Önümüzdeki yolun açık olması için biz yine Gök Tanrı’nın evlatları olmak zorundayız.”
Bu “güçler savaşı” anayurttan Osmanlı’da kardeş katline kadar,
Türklerin yakasına yapışmış bir kara lekedir.
Mitoloji uzmanı Arif Acaloğlu’nun verdiği bilgiye göre:
“Ergenekon efsanesinin aslı Ebulgazi Bahadır Han’ın Secere-i Türk kitabında,
diğer versiyonları ise Çin kaynaklarında bulunmaktadır.
Gerçek nüshada kurt sadece kurtarırken bulunmaktadır,
Kurtla çiftleşme ve ensest yoktur.
Ebulgazi’nin iki kitabı vardır, Secere-i Terakinıe ve Secere-i Türk.
Secere-i Terakime Türkiye’de yayınlanmıştır ancak Secere-i Türk henüz çevrilmemiş.
Secere-i Terakime sadece Oğuzları anlatır.
Secere-i Türk kitabın da Ergenekon efsanesinin asıl hali vardır
ve boy boy tüm Türkleri anlatmaktadır.”
Tarih bilmek, mitoloji bilmek aslında bu yüzden önemlidir.
Araştırmanın, öğrenmenin zamanı ve sınırı yoktur.
Önemli olan doğru bilgiye ulaşmaktır.
Akay Kine’nin şu sözü ise bence çok önemli:
“Önümüzdeki yolun açık olması için biz yine
Gök Tanrı’nın evlatları olmak zorundayız…”
Benim özellikle siyasetten uzak durup, tarih ve mitoloji konusundaki ısrarım da bu yüzdendir.
“Türklük esastır. Bu mevcudiyeti tarih içinde araştırmak,
birbirini izleyen bir tarih zinciri içinde tespit edilecek Türk medeniyeti ile övünmek yerinde olur.
Fakat, bu övünmeye layık olmak için bugün çalışmak lazımdır.” der Gazi Paşa.
Biz geçmişimizi toplamadan, öğrenmeden ve
çocuklarımıza bunu öğretmeden, ne kadar siyaset yaparsak yapalım boş.
Çünkü savaştığımız şey daima zihniyet olacak.
Amaç zihniyeti değiştirmek olmalı.
Türk’ün kanına aşılanan Arap zihniyetini temizleyip
dünyanın ulu çınarı Türklüğün ışığına çekmeliyiz, özüne döndürmeliyiz.
Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi,
“Benim yaratılışımda fevkalade olan bir şey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir.
Her Türk ferdinin son nefesi, Türk milletinin nefesinin sönmeyeceğini,
onun ebedî olduğunu göstermelidir.”
YouTube kanalıma abone olmak için: https://www.youtube.com/@erdemavsar0
Kaynak:
Gök-Tanrı İnancının Bilinmeyenleri – Günnur Yücekal Arpacı (2012)