XX. yüzyılın başında, güneşi batmaz büyük İngiliz İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu da son buldu. Dünyaya dehşet salan Sovyet İmparatorluğu da darmadağın oldu. Çin İmparatorluğu’nun kaderi de ası geçen imparatorlukların kaderinden farklı olamaz. Bu, tarihin, hükmüdür. İmparatorlukların dönemi kapanmıştır. Zamanı, ulusal devletler zamanıdır. “Batan güneş, daima tekrar yükselecektir.”
İklil Kurban
Tarih ve coğrafya uluslar-devletler kimliğinin en güvenilir aynasıdır. Bu sebeple Çin’in kimliğini açıklamak için, onun tarihine ve tarihinin ana yurdu olan coğrafyasına değinmek gerekir. Çin’in kendine özgü ve kendisinin seçtiği öyle adlar var ki, bunlar Çin kimliğini çok iyi yansıtmaktadır. Örneğin, Çin devletinin adı olarak bugüne kadar kullanılagelen “Orta Devlet” anlamındaki Çince “Cung Go” sözcüğü; Çinlilerin Doğu Türkistan’ın adı olarak kullanageldiği “Yeni Toprak” anlamındaki Çince “Shin Cang” sözcüğü; kendisi seçtiği “ejderha” simgesi; işte bu simge ve adlar, inkâr etme olasılığı bulunmayan-kaçıp kurtulmaya hak tanımayan, yaşayan tarihin sunduğu canlı delillerdir. “Cung Go” ortalıktaki küçük devlet anlamına gelmektedir. “Shin Cang”, işgal edilmiş toprak demektir. “Ejderha” ise yutarak büyüyen canavardır.
9 milyon km² büyüklüğündeki bugünkü Çin toprağının yaklaşık güney doğusunda, Çince “Hunen, Hubey” (Gölün Güneyi, Gölün Kuzeyi) olarak adlandırılan sazlık bir göller bölgesi bulunmaktadır. Burada türeyip devlet kuran Çinliler (Hen ulusu), devletlerine “Cung Go” (Orta Devlet) adını vermişlerdir. Çünkü o zamanlar, Çin devletinin etrafında büyük küçük birçok ulus devletler bulunmaktaydı. O günden bu güne, Çin devleti bu ad ile yani Orta Devlet adıyla varlığını sürdüregelmiştir. Fakat git gide kendi hesabına toprağını genişleten bu devlet, Orta Devlet olmaktan çıkmış deniz sahillerine kadar tüm Doğu Asya’yı kapsayan bugünkü Çin Cumhuriyeti haline gelmiştir.
1- Çinli dediğimiz bu ulus, barındığı sazlık coğrafya gereği, kalitesiz olan bir ırkın soyudur. Yaradılışı kalitesiz olan ırkların üremesi kolay ve çoğalması çabuk olur. Çin nüfusu bir buçuk milyar civarında olup, geçim derdiyle çevresine saldırmaya başlamıştır.
2- Orta Devlet’in, var günümüze kadar sürdüre geldiği devlet-ulus siyaseti ve yöntemi, “Başkalarını birbirine karşı kışkırt, parçala ve yut”; “Gücün yeteni öldür, yetmeyeni kandır”dır.
3- Kendinden olmayanlara karşı görünürde tatlı dillilik, gerçekteyse acımasız-gaddar uygulamalarda bulunur.
4- Uzak geçmişinden günümüze kadar süregelen hem ulusuna, hem devletine özgü feodal yapının kalıcıdır.
5- Güçlü karşısında boyun eğip teslim olmayı ar kabul etmemek, zayıfı öldürmekten zevk alan ruh özellikleridir.
6- Tarihçilerin söylediklerine göre, 5000 yıllık geçmişe sahip bu ulus-bu devlet, başka ulus ve devletlerde değişik seviyelerde meydana gelmiş bilime özgürlüğe özgü, Avrupalıların diliyle “Rönesans”, bizim dilimiz ile “Uyanış” Çin’de hiçbir zaman yaşanmamıştır.
Büyüyen ağır yapısını korumayı da düşünen Çin, kuzeyindeki savaşçı Hunlara karşı Çin Seddi’ni inşa etmiştir. Ejderhanın doğası gereği, Çin büyümekte ısrarlıdır. Mançuların Çin’i işgal ettiği Çing Sülalesi devrinde (1644-1912), asimilasyon yoluyla Mançuları kendi emeline adet eden Çin, XVIII. yüzyıl ortalarından başlayarak, tüm gücünü Doğu Türkistan’ın işgaline yönlendirir. Ama bu işgal kolay olmamıştır.
Doğu Türkistan’ın İşgal Süresi
Türkistan’da Büyük Timur’un (1336-1405) kurduğu Timurlular devletinin bir parçası olan Doğu Türkistan, sonradan Seyit Han’ın (1484-1533) kurduğu Seidiye Hanlığının da esas toprağı idi. Fakat Fars kökenli “Hocalar Devri” olarak bilinen 77 yıllık (1678-1755) kavgalı bir din devleti, Seidiye Hanlığı’nın sonunu hazırlamakla yetinmez, Doğu Türkistan kapılarını Çin işgaline açar. Çin askerlerinin Doğu Türkistan’a girdiği 1755 yılından Yakupbeg Devleti’nin kurulduğu 1865 yılına kadar süren 110 yıllık dönem, Birinci Çin İstilası Dönemidir. Fakat, Çinliler bu kadar uzun zaman içinde istilayı tam olarak gerçekleştirememişlerdir. Çünkü bu yüzyıl Doğu Türkistan için, tam anlamıyla İsyanlar Yüzyılı olmuştur.
Yakupbeg Devleti (1865-1878), Zo Zung Tang komutasındaki Çin ordusu tarafından işgal edilir ve Yakupbeg’in cesedi ateşe verilir. 18 Kasım 1884 yılında Çin İmparatoru’nun bir emriyle bu topraklara “Yeni Toprak” anlamına gelen Çince “Shin Cang”a çevrilir. Bu işgal ile İkinci Çin İstilası Devri başlar. Çin’e karşı Uygur isyanları dinmek bilmez. 1933 yılında Kaşgar’da, 1944 yılında Gulca’da Şarki Türkistan Cumhuriyetleri kurulur. Doğu Türkistan’a yönelik 1949 yılında Komünist Çin işgali gerçekleşir. Bugüne kadar süregelen bu Komünist Çin işgali-Üçüncü Çin İstilası Devridir. 1949 yılından bugüne kadar Doğu Türkistan’da cereyan eden tüm olaylar, Uygurların Çin’e karşı direnişi-var olma savaşıdır.
Uygurların Çinlilerle(Hen Ulusuyla) birlikte yaşaması imkansızdır. 1755 yılından günümüze kadar süregelen 250 yıllık Doğu Türkistan tarihi-ölüm kalım savaşı tarihidir. Bu süreç içinde 400 kez büyük küçük isyanın kanla bastırıldığı bilinmektedir. Yakın çağımızın dünyasında hiçbir yöre Doğu Türkistan kadar çok isyanlara ve tekrar tekrar işgallere sahne olmamıştır. Hiçbir topluluk Doğu Türkistanlılar kadar zulüm ve katliamlara maruz kalmamıştır. 300 (1678-2016) yıllık esaretin birikimini halen taşımakta olan Doğu Türkistanlılar kadar bahtsız başka bir topluluk yoktur.
Yalta Konferansı(Yıl 1945, Şubat 04-11)
Yıl 1991, Sovyetlerin çökmesinden sonra Batı-ABD, itiraf ettiği şu ifadelerle, Yalta Konferansı’nın özlü ve Yıl 1991, Sovyetlerin çökmesinden sonra, Batı-ABD, hata idi. Bu konferans, yarım yüzyıla yakın bir süre için Avdoğru tanımını yapmaktadır: “Yalta Konferansı tarihi bir Avrupa’nın kaderini çizdi.” Amerika Devlet Başkanı Bush, İkinci Dünya Savaşı bitiminin 60. yıl dönümü dolayısıyla (Mayıs 2005) Avrupa’yı ziyaret ederken, Baltık ülkelerindeki bir konuşmasında, “Yalta Konferansı Tarihi Bir Hata idi.” demiştir.
Yıl 1972, Dışişleri Bakanlığı görevine getirilen Kissenger, 17 Şubat’ta Çin lideri Mao Zedung ile görüşüp, komşularıyla çatışma çıktığı takdirde Çin’e yardım etme vaadinde bulunmuştur. Aslında ABD’nin bu iki komünist-emperyalist devletin arasına girmesi hata idi. Onlarin savaş haliyle baş başa bırakılması, biz Doğu Türkistanlıların kurtuluşuna yol açan bir boşluk oluşturabilirdi. Çin’in lehine, Doğu Türkistan’ın aleyhine işlenmiş bu hata, Amerika’nın ilk hatası değildir.
Gulca’da 12 Kasım 1944 tarihinde Şarki Türkistan Cumhuriyeti’nin kuruluşu ilan edilip, tüm Doğu Türkistan’ı kurtarmak için, savaşın kızışıp, sayıca 30.000 Türkistan birliğinin Urumçi’ye yakın Manas Nehri kıyısına geldiği 17.09.1945 tarihinden bir ay önce, 14.08.1945 günü, Moskova’da “Çin-Sovyet Dostluk, Müttefik Anlaşması” imzalanmıştır. Gerçekteyse, bu Çin-Sovyet Anlaşmasının esas konusu olan -Şarki Türkistan Cumhuriyeti meselesi-Yalta Konferansı (Şubat 1945) açılmadan önce, Sovyet-Amerika-İngiltere başkanlarının görüşmelerinde gündeme getirilmiş ve Amerika aracılığıyla Stalin-Cang Ci şı (Çan Kay şek) bu konuda çoktan anlaşmışlardı. Yani Sovyetler, Doğu Türkistan’daki olaylar hakkında, Çin’in iç işlerine karışma niyetinin yokluğunu-uluslararası meselelerde art niyetli olmadığını belirtip, Yalta Konferansı’nın tamamen kendi lehine sonuçlanacağı ortamı hazırlamıştır. Böylece Stalin, iki Çin arasında hem savaş ganimeti, hem dostluk hediyesi olarak elinde tuttuğu Şarki Türkistan Cumhuriyeti’ni, bu konferans öncesinde hem Çin’e karşı, hem tüm Doğu Avrupa karşılığında bir koz olarak kullanmıştır. Amerika ise Yalta Konferansı’nda hem Sovyetlerin hem Çin’in tuzağına düşüp Doğu Avrupa üzerindeki Rus işgalini, Şarki Türkistan Cumhuriyeti üzerindeki Çin işgalini onaylamıştır. Bu “Doğu Avrupa üzerindeki Rus işgali” herkesten çok Çin’in ırkçı gururuna dokunmuştur. Aslında Bandung Konferansı, Yalta Konferansı’na karşı bir misillemedir.
Bandung Konferansı(Yıl 1955, Nisan 18-24)
Yıl 1945, Şubat ayının 4-11 tarihleri arasında yapılan Yalta Konferansı, Rus hilesinin-Rus zorbalığının kurbanı olan bir devire nasıl damgasını vurmuşsa, yıl 1955, Nisan ayının 18-24 tarihleri arasında açılan Bandung Konferansı da, Çin hilesinin-Çin zorbalığının kurbanı olan bir devire öyle damgasını vurmuştur. Yalta Konferansı’nın hilesi-zorbalığı çözüldü, komünizm çöktü, Sovyetler dağıldı. Şimdi Bandung Konferansı’nın hilesinin-zorbalığının çözülmesi ve Çin’in dağılması söz konusudur.
Tüm Türkistan’ın iki yönlü işgalini gerçekleştiren, Rusya ve Çin, Türkistan’ın tek yönlü işgal ile tek güç tarafından hazim edilemeyecek kadar büyüklüğü (6 milyon kilometre kare) karşısında birbirine rakip olduğu kadar, birbirine yardım eden iş birlikçi de olmuşlardır. Çin’in XVIII. Yüzyıl ortalarındaki Doğu Türkistan’a yönelik işgal eylemleri, Rusya’nın Batı Türkistan’a yönelik o ana dek siyasi baskı seviyesinde bulunan etkisini, askeri güç kullanımına dönüştürecek kışkırtıcı rol oynamıştır. Ruslar askeri varlığıyla Batı Türkistan’ı tamamen işgal ettiği dönemde, Çin’in iç kargaşasından yararlanan Yakupbeg, Doğu Türkistan’da Çin egemenliğine son veren bir Türk devleti kurmayı başarmıştır (1865-1877). Fakat bu Türk devletine-Türkistan’a sahip çıkacak bir gücün oluşumuna Ruslar tahammül edemez. Rusların lojistik desteğine dayanan sayıca 90.000 Çin ordusu, Çin’in anayurdu olan Hubey-Hunen eyaletlerinden yola çıkıp, 5000 kilometre uzaklıktaki Doğu Türkistan’a ulaşmada hiç zorluk çekmez. Böylece “suç ortaklığının” yükümlülüğünü yerine getiren Rus dostluğu sayesinde Çin, tekrar Doğu Türkistan’a egemen olmuş (1878) ve 1884’te “Yeni Toprak” anlamına gelen “Şin Cang” adını koymuştur. Çin’in imdadına koşan Rusya, 1871’de İli’de kurulan Tarançi Sultalığı’na karşı, “hudut bölgesinin emniyetini koruma” bahanesiyle savaş ilan ederek, İli bölgesini işgal etmişti. İli bölgesi 1881’deki Petersburg Anlaşmasıyla Çin’e geri verilmişti. Kaşgar’da kurulan Şarki Türkistan İslam Cumhuriyeti’ni (1933) Şın Şisey eliyle yıkan Ruslar, yine bir kez Çin’e “suç ortaklığının” gereksinimi gereği dostluk elini uzatmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Gulca’da (1944 Kasım) kurulan Şarki Türkistan Cumhuriyeti’ni hiçe sayan Ruslar, 14 Şubat 1950 tarihli Moskova’daki Stalin-Mao Zedung buluşmasında, Doğu Türkistan Çin toprağı olarak imzalanmıştır. Ruslar bu yaptıklarının karşılığı olarak, Kızıl Çin’in kendi yörüngesinde dönmesini ister. Fakat, Kıta Çin’in ırkçı gururu bunu kabul etmez, dostluk düşmanlığa dönüşür. Kendi ülkelerinde, azınlıklara karşı kendilerini “ağabey” olarak göstermeye alışmış Ruslar ile Çinliler, bu kez komünizm bloğu içinde kimin “ağabey” olacağı tartışmasına girince, işler iyice çığırından çıkar. Kültür Devrimi yıllarında (1966-1976) Ruslar, Doğu Türkistan’ı Çin’den geri alarak, Çin’i cezalandırmanın -Çin’i küçük düşürmenin, ister Doğu Türkistan’da, ister Çin’de iç koşullarının oluştuğunu ayrıt eder. Doğu Türkistan barut fıçısı gibi bir kibriti, Sovyetleri bekler durur.
Komünist Çin-Milliyetçi Çin olarak aralarında 30 yıla yakın iç savaşı yaşamış olan Çin, 1949 yılının ekim ayında, komünistlerin yenmesi ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla dünyaya tanınmıştı. Arkasındaki gücün Sovyetler olduğu bilindiği için, bu yeni doğmuş devletin kimliği ve neler yapacağı tahmin edilse bile henüz kanıtlara gereksinim vardı. O günlerde gururu doruğunu aşan Çin devleti, “Başka bir Birleşmiş Milletler kuracağız” diye seslenmek suretiyle, insanlığa karşı duyulan kin dolu nefretini gizlemeye gerek bile görmemişti.
İşte bu Bandung Konferansı, dünya egemenliği peşinde koşan Çin komünistleri için, uluslararası alanda bulunmaz bir propaganda aracı, kendi ülkesindeki mahkum uluslar için ise güç gösterisi fırsatı oluvermişti.
“Sovyetler Yalta Konferansı aracılığıyla tüm Doğu Avrupa ülkelerine egemen olmuşken, ben de bu Bandung Konferansı aracılığıyla tüm Üçüncü Dünya ülkelerine egemen olmalıyım. Komünizm uğruna Sovyetlerin yapamadığını ben yapmalıyım. Çünkü ben dünyada benzeri olmayan Ulu Çin Ulusuyum.”
Evet bu “Ulu Çin Ulusu” gururu, çok geçmeden Sovyet-Çin arasının açılmasının başlıca sebebi olacaktı. Dünyaya kim egemen olacak, Ruslar mı yoksa Çinliler mi? Çin halen ve giderek, bu “Ulu Çin Ulusu” gururunun yarattığı hayallerinin peşindedir.
Çin, eğer bugün Pakistan, Malaysiya gibi İslam ülkelerine, Uygur sığınmacıları yakalattırıp, onları öldürebiliyorsa, bu uluslararası cinayet, Çin’in Bandung Konferansı’ndan elde ettiği kazanımlarının sonucudur. Dünyada, ulus olarak ve ulus devletine sahip olarak yaşamak kadar, insana gurur ve mutluluk veren başka bir olgu var mıdır!?
Uygurlar bugün bu gururdan, bu mutluluktan yoksun olmanın ötesinde var olma kaygısıyla iç içedir. Çin’in bugün Şarki Türkistan’da yürüttüğü tüm eylemlerinin başlıca amacı, orada Uygur adını-Uygur belgesini taşıyan her şeyi-her şeyi yok etmektir.
Bandung Konferansı’nda Çin, Bloksuzluk yaygarasıyla, Batı’ya-NATO’ya karşı meydan okurken, karşısında Türkiye’yi bulmuştu. O zamanın Türkiye’si, bloksuzluk politikasını savunan ülkelere karşı, Batı Bloğu’ndan yana-NATO’dan bir tutum almıştı.
Çin, “Pantürkizm’e karşı savaş ve onun medeniyet alanındaki derin etkisini temizlemek, ideoloji sahamızdaki uzun vadeli vazifemizdir” diyor.
Düşman ağzıyla Türkçülük ilkesinin bu şekilde değerlendirilmesinde de-tanımlanmasından da yalın bir şekilde anlaşılıyor ki, düşmanlarımız bizi topyekûn-kökümüzden yok etmek istemekte ve bu ifadeler, Çin’i ve Rus’u ezeli ve ebedi düşmanımız, derken, biz Türkçülerin tartışma götürmez haklılığını kanıtlamaktadır. “Ben Türk’üm veya ben Türkçüyüm, diyebilmek için, her zaman Çin’in veya Rus’un öldürmesine karşı hazırlıklı olmak gerekmektedir. Evet, bu ölüm kalım savaşında, bizim cihanşümul haklılığımızın kanıtı, düşmanlarımızın kimliğinde-kişiliğinde-
Yazımın başlığı ve konusu bu Bandung Konferansı olduğu için, anılarımda saklanıp, sonradan kitaplaştırılmış olan bir belgeyi sunuyorum: Belgenin adı, “Cenaze Töreni.”
“Cenaze Töreni”
Yıl 1955, günlerden Ekimin biri.
Doğu Türkistan’ın her yerinde “Shincang Uygur Muhtar Bölgesi’nin kuruluşu, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile beraber kutlanarak, Çin Komünistleri halktan bu “sevindirici”(!) olay için müjde istiyordu. Bu olaydan hemen sonra, Gulca’nın her yerinde dağıtılan bildirilerde şu ibare ortaktı “Bu Bir Cenaze Törenidir.”
Bu bildiriyi dağıtan suçluyu bulmak için, hükümet alarma geçerek, birçok insanı rast gele yakalayıp, hapsettiği sırada, 04.11.1955 Cuma günü beni de bu “suç” ile yakalamışlardı. Gulca’nın en Yüksek Okulu olan Ahmetcan Kasimi Öğretmen Okulu’nun kapısına, duvarlarına yapıştırılan bildiri şöyle idi:
Cu Inley, Çin Komünist Partisinin kurucularından ve 1949 Ekim’de kurulan Çin Komünist hükümetinin ilk ve ünlü başbakanıdır. O, 1955’te Bandung’da açılan Dünya Bağlantısızlar Toplantısında şaşılacak kadar tatlı konuşmalarıyla Kızıl Çin’i temsil etmiştir. Bandung Konferansı’ndan 2 yıl sonra-Temmuz 1957’de, Çinli olmayan aydınlara büyük felaketler getiren, “Stil Düzeltme Hareketi” olarak bilinen beyin yıkama toplantılarını, ünlü Çingdao konuşmasıyla başlatan kişi-işte bu Cu Inley’dir.
Cu Inley’in Ünlü Çingdao konuşmasından alıntı:
“Çin’i Moğollar yönetirken, Mançular yönetirken, biz ayrı devlet olma girişiminde bulunmadık. Şimdi biz Çinliler yönetirken, sizin (Çinli olmayan ulusların) ayrı devlet olma bayrağını kaldırmaya ne hakkınız var?!
XX. yüzyılın başında, güneşi batmaz büyük İngiliz İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu da son buldu. Dünyaya dehşet salan Sovyet İmparatorluğu da darmadağın oldu. Çin İmparatorluğunun kaderi de, adı geçen İmparatorlukların kaderinden farklı olamaz. Bu tarihin hükmüdür. İmparatorlukların dönemi kapanmıştır. Zamanı ulusal devletler zamanıdır. “Batan güneş, daima tekrar yükselecektir.”
Vatandaşlar Dikkat!
Yakın bir tarihte, Endonezya’nın Bandung şehrinde açılan, Ulusal Bağımsızlık Meselesi konulu uluslararası toplantıda Cu Inley, emperyalist baskılara karşı işbirliği yapmak, esir uluslara istiklal ve özgürlüğünü vermek konusunda şaşılacak kadar tatlı konuşmuştur.
Evet, Kardeşler! Böyle bir konuşma önce Mao Zedung hükümetinin kendisi için uygulanmalı idi değil mi ?! Bakınız! Daha dün özerk gösterişi altında yapılan tören, hakikatte istiklalimizin, özgürlüğümüzün cenaze töreni idi değil mi?! Kardeşler, gelin hep beraber istiklalimiz ve özgürlüğümüz için savaşalım! İstiklal hiçbir zaman rıza ile elden verilmez. İstiklal ve özgürlüğümüz ancak kan pahasına alınır.
Çin Müstemlekecilerine Ölüm! Mao Zedung’a Ölüm!!!
Şarki Türkistan Gizli Teşkilatı
İklil Kurban
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı
Tarih-Kültür dergisi
Sayı 388