Benim çakma Goebbels dediğim Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun bu operasyonun başında ve açıkça söylemek gerekirse bence iktidarda işini en iyi yapan kişi.
Hatırlatayım; Almanya’da 1897 yılında doğan Dr. Paul Joseph 1933-1945 yılları arasında Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı yapmış bir Nazi’dir. Adolf Hitler’in en yakın arkadaşlarından biri ve en sadık yandaşıydı. Kendisi coşkulu ve enerjik hitabet yeteneği, topluluk önünde konuşma becerisi, sert anti-semitik görüşleri ve kitlesel propagandanın “Büyük Yalan” olarak bilinen tekniğini kullanmadaki ustalığıyla bilinirdi. Aslında Goebbels için bir propaganda ve algı yönetimi dehası desek hiç de abartılı olmayacaktır. Goebbels gerçekleri ters pers etmek ve kitleleri bu yaratılan sanal gerçekliğe inandırmak üzere müthiş bir performans sergilemiştir.
Algı yönetimi ve sanal gerçeklik uydurmada işi o boyuta vardırmıştır ki Sovyet tankları Berlin’e girdiğinde çıkan büyük çatışmanın top sesleri ortalığı inletirken Berlin Radyosu hâlâ halka “bu duyduğunuz top sesleri Rusya’da Sovyet ordusuna karşı kazanılan büyük zaferimizi kutlamak için ateşlenen tören toplarının sesleridir” diye yalan bilgi vermeyi sürdürüyordu.
Dr. Fahrettin Altun ise 1976 yılında Stuttgart, Almanya’da doğmuştur. Siyasal iletişim, medya ve iletişim sosyolojisi, siyaset sosyolojisi ve kültürel alanlarda akademik çalışmaları bulunan Altun, bugün Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’dır.
Görüldüğü gibi Fahrettin Altun da Almanya doğumludur en nihayetinde Goebbels’i yaratan iklimin havasını solumuş, suyunu içmiş ve ekmeğini yemiş ve gördüğümüz kadarıyla rol modeli Goebbels ve ilhamını da ondan alıyor. Altun da otokrat bir davayı savunuyor, böyle bir davanın propagandasını ve algı operasyonlarını yürütüyor.
Seçimlere doğru hızla giderken son dönemde yaşanan deprem ve sel felaketlerinde dahi AKP iktidarı krizi yönetmek ve sorunları çözmekten ziyade algıyı yönetmeye ve yaşanan bu felaketlerdeki iktidarın beceriksizliğini ört bas ederek bu olayların oy kaybına yol açmasını engellemeye odaklandı.
Muhalefet belediyelerinin yardım ve müdahaleye katkılarının halkın gözünden gizlenmesinden, çadırların üzerine logo basılmasına, yardımların sadece AFAD’a aitmiş gibi gösterilmesine kadar bir çok operatif eylem de bu amaçla yapıldı. Bu süreçte öyle şeyler yaşandı ki Gaziantep’te bulunan çadırlar, anında depremzedeye dağıtılmak yerine taa Bursa’ya götürüldü, üzerine logo basılıp deprem bölgesine geri getirilerek dağıtıldı, sırf biz yaptık diyebilmek için onca zaman, masraf ve depremzedelerin mağdur edilmesi göze alındı.
AKP bu afetler sonrasında iletişim ve propaganda stratejisini “tamam deprem oldu ama bu deprem çok ama çok büyüktü, hiçbir devlet buna müdahale etmekte başarılı olamazdı” ve “biz bu büyüklüğe rağmen çok iyi müdahale ettik, çok başarılı olduk, her yere, her şeye yettik” söylemleri üzerine kurdu. İş o boyuta vardı ki enkaz altından başkalarınca çıkarılan depremzedeler bile AFAD tarafından kapılıp “bak biz kurtardık” diye şov bile yapıldı.
Yandaş medya ise bu afet sonrasında gerçekler ile hiç ilgilenmedi, tamamen İletişim Başkanlığı’na paralelize oldu gerçeklerden koptu ve her şeyi mükemmel ve yeterli göstermeye çalıştı.
Algı yönetmek savaşta da politikada da ve hatta ekonomik hayatta da son derecede önemli bir silahtır, lakin kazanmaya yetmez! Yetmediğini Nazi Almanya’sının başına gelenlerden biliyoruz.
Benzer yöntemleri SSCB de Goebbels’den ilham alarak uyguladı ve ortaya bir Pravda gazeteciliği çıktı. Eh SSCB’nin başına gelenleri de yaşadık gördük, okuduk öğrendik, en nihayetinde ne oldu?
Sovyetler de Pravda gazeteciliği ile algıyı yönetti lakin dağılıp gitmeye, çöküp parçalanmaya engel olamadı.
Ben Fahrettin Altun ve ekibine Goebbels’i ve onu doğuran iklim ile zihniyeti iyi okumalarını, hem kendi ülkelerinde ve hem de dünyada yarattıkları felaketten ders almalarını öneriyorum.
Son söz olarak da muktedirlere “algıyı bırakın ülkeyi doğru düzgün yönetin” diyorum.