Dünya halklarının pek çoğunda muhtelif añlara(hayvan) tapınma geleneği vardır. Kültlerin bazıları; belirli hayvanların kutsal sayılması, bazıları da bu kutsal sayılan hayvanın soyu olabilmesi sebebiyle kutsal kabul edilmiştir. Türk mitolojisinde hayvan kültleri arasında bozkurt kültünün çok önemli bir yeri vardır;
Totem sayılan añların etkisi zaman içinde yok olmuş ancak bozkurt kültünün taşıdığı mitolojik-etnografik yükün varlığı bugün bile devam etmektedir. Bundan anlaşılıyor ki börünün(bozkurt); Türk’ün anlayışına, yaşayışına, düşüncesine uyan özellikleri onu kült haline dönüştürmüştür.
Börüler, tıpkı bozkırda yaşayan Türkler gibi, yaşamlarını yılın dönemlerine göre şekillendirirler. Üreme hazırlığı döneminde yerleşik yaşar. Göçebelik döneminde bir lidere tabidirler. Tıpkı Türkler gibi tekeşlilikleri (monogam) en önemli özellikleridir. Özgürlüğüne düşkündür. Sakat ve hasta añlara saldırmak suretiyle doğanın ekolojik dengesini koruyan kurtlar, yabani hayvanlar arasında özgürlüğünü koruması ile de fark edilirler. Eşi ölen bozkurt, asla başka bir kurda yakınlık göstermez. Öfkeli, kızgın ve tehlikeli yalkuzak(yalnız kurt) yaşamı tercih eder. Gurupta yetim kalan yavru kurda itina ile bakarlar. Bazen, haysiyetli yaşam biçimi ile farklılık gösteren, sürüye girdiğinde yalnızca birini alıp giden ve ihtişamlı bir görünüşü olan bozkurtla, diğer kurtları özellikle “karakurt”u sürüye saldırdıklarında yemek için birini götürüp öbürlerini yaralayan aç gözlü canavari karıştırmamalıdır. Uzmanlar, kurt ayı geni taşıyan köpeklerin 18 bin yıl önce, Avrupa’daki boz renkli kurttan türediğini söyleseler de bu- güne kadar bozkurdun nasıl evcilleştiğini izah edememektedirler.
Daha çok Oğuz Türkleri’nin kullandığı “bozkurt” sözcüğündeki, boz kelimesi z ~ r dialekt farkına göre, bor kelimesiyle aynı anlamdadır. Börü, bor kelimesinden türetilmiştir. Muhtemelen, “gök börü” deki, “gök” de, renk ifade etmek yerine gök (sema) ile ilgilidir. Yani “gök börü”, “gökten inmiş kutsal” anlamı taşımaktadır. Çünkü gök bürü ile ilgili bazı efsanelerde tanrının gönderdiği börü, hilaskar kurt(kurtarıcı) olarak gökten ak ışıkla yere iner. Saha Türkleri, bozkurda hallān uola(gökün oğlu) ve tañara uola(tanrı-oğlu) demektedir. Çinliler Hun-Türk atlılarına börü(puri) anlamında “fuli” diyorlardı. Bu atlıların kurtbaşlı tuğlar taşıyan “börüler” adlı bir gurubu vardı. Başkurtlar’da “börüsoy” anlamına gelen ve “börüler tohumu” olarak bilinen boylar, yaşadıkları şehirlere Sakmarbure, Başbure, Urta-bure adını vermişlerdir.
Orta asırlarda börü boyunun bir kısmı Kırgızların doğusuna yerleşmişlerdi. Azerbaycan arşiv belgelerinde, Börüler Atabeyliği ve Börütekinler’e ait bilgilere rastlanır. Azerbaycan’da “börü” ile ilgili yazılı belgelerin tarihi daha eski çağlara dayanır.
Azerbaycan’da Aratta’dan sonra Akad ve Sümer’i de kendisine tabi eden Kut Devleti, M.Ö. 2200-2109 yıllarında kurulmuştu.
İki çayarası da kurtları, “dağ canavarı” olarak adlandırmışlardır. Bu tür deyimlere daha sonraki çağlarda da rastlıyoruz. Asur kaynakları, Asura karşı Man, Mad ve Saka boylarının birlikte ortaya çıktığı ilk dönemde birliğin ön koluna “acıklı kurt” adını verdiklerinden bahseder.” Göktürk ordusundaki börüler takımı da aynı ismi taşımaktaydı.
E. A. Grantovski, II. Sargon döneminde Dicle’nin doğusunda “kurt evi” (börüler yurdu) anlamında yer adı olarak Bit-barbari adının kullanıldığının Şilhak-İnsusinak’ın yazılarından anlaşıldığını yazmaktadır. O halde, Türkçe “börü” kelimesi Asur yazısında “baru” şeklinde yazıldığından “Baru” yer adı, “börü” anlamındadır. Asur-Urartu kaynaklarının Baru, Bit-Baru, Baruata şeklinde kaydettiği Baru bölgesi. Süleymaniye yakınlarındaki Turna(şimdiki Diala) Çayı’nın yukarı kısmında idi. Bu konuda dikkati çeken belgelerden biri de, “börüler” yurdunun yakın komşusu “barslar” yurdu idi. Urartu yazıtlarında KUR Baruataidi KUR Barşuaidi(Baru-Ata ülkesine, Parşua ülkesine) kelimesinde Baru beyliğinin adı Bars beyliği ile anılmaktadır.
Yazılı kaynaklar, prototürklerin atayurdunda bazı akarsuların, bölgelerin, boyların adlarının Börü olduğundan bahseder. Ön Asya’nın iki büyük çayından biri olan Fırat adının kökü, “börü” anlamında Bura(Sumer’ce Buro-nun Akadça Bura-t) kelimesidir ve onun yukarı kollarından biri günümüzde Murat-su olarak kullanılır. Başkurt elindeki Bürele, Büre-ubasi, Büre-bazı yılkası gibi çay adları börü kelimesini çağrıştırır.
Dinyeper’in sol kolu olan ve Samaraya akan Volçeyreçka Çayı’nın Rusça adı “Börü-çay” hidrominin basma kalıp, birebir kopyasıdır. Samsun bölgesinde Karadeniz’e dökülen Yeşilırmak Çayı’nın sağ kolu antik çağda Likos (börü), buraya gelen hayların diliyle “börü-çay” anlamına gelen Kayl-get olarak anılmış, daha sonra günümüzdeki adı olan Kelkit’e dönüşmüştür. Bu bakımdan Dicle’nin iki büyük kolunun Küçük ve Büyük Zap olarak adlandırılması dikkat çekicidir. Çünkü Akadça’da börüye zēbu denilirdi. Diyelim ki Akadlardan önce Zab adı “Börü” olarak kullanılmış, Zab Yunanca’da lik olarak verildiği gibi (Arrian, III. 15.4), Akadlar buraya geldikten sonra birebir olarak Samice’ye ak-tarmışlardır. Görüldüğü gibi Urmu taraflarında Zab Çayı kıyısında börü boyları yaşıyordu.
Bozkurt kültünün doğru algılanması için bozkurdu başka añlardan ayıran özellikleri ortaya koyan etnografik deyimleri, kurtla ilgili yer- yurt, boy ve çay adlarını anlatan onomastik sözcükleri, folklor örneklerini ve inançlarını öğrenmek gerekir. Özellikle bozkurtla ilgili efsanelerin öğrenilmesinde bu efsanelerin yaşandığı bölgeler ve yayıldığı coğrafya önem taşımaktadır. Urmu teorisine göre, Ön Asya’da oluşan Türk guruplarının, daha sonra doğu ve kuzeye yönelen büyük göçleri, boz- kurt kültünün oralara taşınmasına vesile olmuştur. Anadolu üzerinden İtalya’ya gerçekleştirilen bu tür göçlerden birinin sonucunda, bozkurt motifleri İtalya’ya ulaşmış ve orada yerli bir takım olaylara uyarlanarak yaygınlaşmıştır. Azer ülkesinden As boyunun İskandinavya’ya göçmesi, oradaki halkların mitolojisinde bozkurt motiflerinin yaygınlaşmasını sağlamış, Uluğ Türkistan üzerinden doğuya giden Türkler de bu motifleri gittikleri yerlere taşımışlardır. Her halükarda bu motiflerin kaynağını, Anadolu’nun güney doğu bölgeleri ile Azerbaycan’da aramak gerekir.
Azerbaycan’da kayda alınmış mitolojik bir efsanede; boybaşcısının, verdiği kurbanlar karşılığında bir oğlu olur ancak bu çocuk, dört beş yaşına kadar ayakları üzerine duramaz ve yürüyemez. Buraya saldıran düşmanlar, erkekleri öldürüp, kadın ve çocukları esir alır. Yürüyemeyen bu çocuğu kurda kuşa yem olsun diye bir kayanın dibine bırakır. Onlar gittikten sonra, bir kurt gelip çocuğu emzirir ve kendi yuvasına götürür. Yıllar sonra çocuk yürümeye başlar, büyüyüp gözü kara bir batur olur. Aslanlar, kaplanlar onu gördüklerinde kaçacak delik ararlar. Ünü dört bir yana yayılan bu yiğidin haberini alan düşmanlar, onu öldürmeye gelirler; ama delikanlı, kurtla birlik olup düşmanları kırıp geçirir ve esir düşen soydaşlarını kurtarır. Kendi topraklarına döndüklerinde bu yiğit delikanlı, başçı seçilir ve o andan itibaren boyun adı Kurtlar olarak anılmaya başlar. Nahçıvan’daki Kurtlar Mahallesi de onlardan kalmadır.
Kaynaklara göre; Selahattin Eyyubi’nin ata-babaları Nahçıvan’la İrevan arasındaki Vedi bölgesinde bulunan eski Divin şehrinden Irak’a göçen Şadılı boyundan idi. İbn Ebü Talip, “Selahattin kendisi bana, Türk olduğunu, kardeşlerinin Tuğtekin ve Börü adını taşıdığını, ailedeki kadınlara “hatun” dediklerini söyledi” diye yazar.” Başka bir belgeye göre de Selahattin’in amcası, Şirkuh, onların soy kökü kurt (ez-zib) boyundandır demektedir.” Muhtemelen onlar Şadılı boyunun Kurtlar soyundandır. Azerbaycan’da kurt adı çok yaygındır. Profesör Mireli Seyidov Nahçıvan, Ordubad, Tebriz, Karabağ, Gence, Gökçay, Şamabı ve diğer şehirlerde Kurtlar Mahallesi ve Kurt Meydanı adlarının kullanıldığını yazmışdır. Kurtlar Deresi, Kurt Kapısı, Kurt Yuvası gibi terkibinde kurt sözcüğü geçen pek çok yer adı vardır.
Türklerin ilk yurdunun Azerbaycan olduğunu gösteren bozkurtla ilgili eski bir Çin kaynağı, bu yurdun Hazar Denizi’nin batısında olduğunu vurgulamaktadır. Bir komşu ülkenin baskını sonucu dağılan bu yurdun halkı yok edilir. Aralarından sağ kalan bir çocuk ise eli ve ayağı kesilerek bataklığa atılır. Onu düşmanların ikinci baskınından koruyan bir dişi kurt onu denizin doğusunda bir mağaraya götürür ve orada beraber yaşarlar. On tane oğlu olur. Göktürklerin Aşina soyu bunlardan birinin soyundan gelmektedir. A-şi-na adının Moğolca’da kurt anlamına gelen çino(sina) sözcüğü ile ilişkilendiren varsayım hemen hemen kabul edilmiştir.
Görüldüğü gibi Çin yazılı kaynağın yer alan bu mitolojik belge ile yukarıda anlattığımız “kurtlar” boyu ile ilgili olarak kayda alınmış olan mitolojik efsane örtüşmektedir. Olay, Azerbaycan’da geçmektedir. Yürüyemeyen çocuğu dişi kurt himaye eder, bu çocuktan türeyen yeni soy kurt(Aşina) ve kurtlar olarak adlandırılır. Çin kaynaklarında Türkçe olarak kayda alınan efsanede, “Türkler Doğu’ya, Hazar Denizi’nin batı bölgelerinden gelmişlerdir.” Burada adı geçen Hsihai (Batı) Denizi’nin Hazar Denizi olduğu konusunda Çin Kaynakları Uzmanı Sinolog J. Dögin ile eski Çin metinlerindeki Türklere ait belgeleri Türkçeye çeviren büyük Türkolog B. Ögel aynı kanaatte olup, başka yazarlar da bunu kabul etmişlerdir.
Mitolojide bozkurtla ilgili türeyiş motifli destanlarda erkek kurtla hakanın kızından doğan çocuklardan bahsedilir. Destan metinleri hakanın kızlarını “iki güzel kız vardı” sözleri ile takdim etmesi bunların aynı mitolojik görüşün muhtelif destanlarda yer almış varyantlarıdır. Bir Hun hakanının son derece güzel iki kızı vardı. Hakan kızlarını göğe sunmak için çok muhafazalı bir kalede korumaktadır. Bir kurt gelip bu kalenin dibine yuva yapar ve kızlardan bir kurdun karısı olur. Onlardan doğan çocuklar boyun soy ataları olurlar. Bir başka destanda da Dokuz Oğuz’un ulu babası olan hakanın “ilahe gibi iki kızı” vardı. Hakan kızlarını özel olarak yaptırdığı bir kalede koruyordu. Kızlar gökten inmiş bir bozkurtla evlenir. Bunlardan “Dokkuz oğuz ve On Uyğur” dünyaya gelir. Kızlar, o kadar akıllı ve güzelmiş ki hakan “bunlar ancak tanrı ile evlenebilirler” düşüncesiyle onları ülkenin kuzeyinde insan ayağı değmeyen bir zirvede korumaya alır. Küçük kız buraya gelen kurdu görür görmez “bu tanrının gönderdiği bozkurt olmalı” der ve onunla evlenir. Bozkurt gibi cesur ve güçlü, bozkurt sesli çocukları olur.
Bozkurtla ilgili mitolojik kaynaklarda dikkati çeken belgelerden biri de tekrar edilen on sayısıdır. Metinlerde on yaşında bir çocuk kurdun on çocuk doğurması, Türklerin on kardeşten türemesi gibi deyimler vardır. Hezer hakanı Yusif(İosif) de yazdığı mektupta on Türk boyundan bahseder, bunların Nuh’un torunu, Yafes’in oğlu Türk’ün on oğlundan türediğini yazmaktadır.” Bu ve benzeri kullanımlar, bozkurt mitlerinin aynı kaynaktan yayıldığını göstermektedir.
Kurtla ilgili bu tip mitlerde kurda olan özel bakış çok eski çağlarda şekillenmiş yazı keșfedildikten sonra ayrı ayrı kaynaklarda yer almıştır. Bu mitlerde Türklerin kutsal saydığı bozkurt, kurtarıcı, koruyucu, yol gösterici, tanrının savaş simgesi, Türklerin savaş uranı gibi özelliklere sahiptir. Yeni doğan çocuğun atılması, atılmış çocuğu kurdun besleyip koruması ile ilgili efsaneler çok eski çağlara uzanır. Bu mitlerin Sarkon, Musa, Romul-Rem, Maukli gibi kahramanlı ayrı coğrafi mekanlarda olsalar da, kurtla ilgili mitlerin ilk çıkış noktaları Ön Asyadır. Bunu eski Subar(su adamı) Türklerinin yurduna gelip, M.Ö IV. asırda devlet kuran Akad Kükümdarı Sarkon’un ve vaktiyle büyük babaları Azerbaycan’dan Batı Anadolu’ya oradan da İtalya’ya göçüp Etrüsklere karışan Eneyin soydan olup M.Ö. VIII. Asırda Roma şehrini kuran, Romul-Rem adlı ikizlerin yüzlerinde açıkça görmek mümkündür. L. N. Kumilyova göre; Romalılar ve Türkler için dişi kurt, Uygurlarda ise, erkek kurt ecdat sayılırdı.
Türklerin kurttan türemesi ve kurdun yol göstermesi ile ilgili olarak Türk efsaneleri, esasen Çin ve Uygur kaynaklarında yer alsa da bazı olayların Azerbaycan ve Anadolu’da ortaya çıktığını görüyoruz. Kaynağa göre; kurttan türeme olayı Batı Denizi’nin(Hazar’ın) batısından, yeni Azerbaycan’dan başlayan göçlerle gerçekleşir. Başka bir kaynağa göre; kurttan türeme olayı su(so) halkı ile ilgilidir. Su halkının ilk eski yurdu da Asur-Urartu yazılarında görüldüğü gibi Azerbaycan’da Urmu Gölü’nün havzasında idi. kurdun kılavuzluğunda Urum üzerine yürüyen Oğuz Han’la anılan Urum adı da Anadolu’daki eski Urum Türklerinden kalmıştır. Çocuğun kurt tarafından beslenmesinin başka bir örneğine de Kafkas’ta Karaçay-Balkar Türklerinin Nart destanlarında rastlıyoruz.
Asur yazısında Sunbi/Sumbi şeklinde verilen Suvbi bölgesi Mana beyliğinin batı sınırında idi. Su(Suvbi) bölgesi Manaeli kurulduğunda var idi. Su boylarının yaşadığı bu bölgenin yerini belli etmek o kadar da zor değildir. Şöyle ki; II. Sarkon 714’de Kullar dağını geçip Su bölgesine ulaştı. Eski Kollar Dağı adını günümüze kadar yaşatmıştır. Atçılık merkezi olarak tanınan II. Su(Subi) bölgesi Mana beyliğinin kuzeyinde Urmu Gölü’nün kuzey doğu tarafında idi. Urartı hükümdarlı at sürüleri beslenen Su beyliğini ele geçirip Urartu süvarileri için atçılık bölgesi haline getirmişlerdi. Urartu yazıtında bu konu ile ilgili şunlar yazmaktadır; Buradaki Uşkaya kalası (çağdaş Uski) Su ülkesinin etrafındaki arazilere “nur saçıyordu”. Burada Man boyları da yaşıyordu. Urartu çarı II Sardura aid yazıda Urartu’ya tabi olan Subi ülkesinde Manalıların isyan edip dağlara çıktığı kaydedilmiştir. 21 Asur hükümdarı II. Sarkon’un yazısında ise, Urartuların Subi ülkesine “Manlar Ülkesi” (Manna) dediği kaydedilmiştir.
Bozkurt kültünün ortaya çıkmasında dişi, erkek ve kılavuz kurtların mitolojik görevi soybaşı olmak değil, kurtarıcı görevi üstlenmiş olmasıdır. Bu durumda bu sembolik yükü taşıyan kurt, Türklerin yok olmasına müsaade etmeyen, zor zamanlarda ortaya çıkıp, Türk soyunun devam etmesini sağlayan kutsal kurtarıcılardır. Bunu daha açık görmek için bazı efsanelerin konularına bakmak yeterlidir.
Hakanlarının adı Kun-mo olan wu-sun’lar M.Ö. 174’den önce Çin’in batısındaki Kansu bölgesinde yaşıyorlardı. Kun-mo daha çocukken baskın yapan Hunlar, babasını öldürürler. Ancak çok küçük bir çocuk olan Kun-mo’ya kıyamazlar ve çöle savururlar. Çölde tek başına emeklemeye çalışan bu çocuğa bir dişi kurt sahip çıkarak emzirir. Bunu gören Hun hükümdarı, çocukta bir keramet olduğunu düşünerek yanına alır ve en iyi şekilde yetiştirir. W-sun çok iyi yetişen ve yiğitliğiyle kendisini ispatlayan genç krallığın başına geçirir.
Hunlarla aynı soydan olan Türkler Hun ülkesinin kuzeyindeki So ülkesinden ayrılırlar. Başbuğları Kapangu’nun 16 kardeşi vardı. Bunlardan biri olan ve yağmurla rüzgarı idare eden l-uhe-ni-şuay-tu, kurttan doğmuştu. Düşmanların saldırısı sonucu bütün kardeşleri ölmüş yalnızca kendisi kurtulmuştu. İki hanımından bir Yaz tanrısının diğeri de Kış tanrısının kızı idi. Bunlardan ikişer oğlu vardı. Büyük oğlu No-tu-lu-şe hükümdar oldu ve Türk adını aldı. Türk’ün 10 hanımı vardı ve onlardan olan her çocuk annelerinin adını almıştı. A-hien-şe de bunlardan biri olup, anasının Asena (Kurt) adını taşıyordu. Lev Kumilyov bununla ilgili olarak, ikinci efsanede: “Türklerin yerli So (Su) soyunun menşei de dişi kurtla ilgilidir. So boyu tamamen yok edilir yalnız dişi kurdun dört torunu kurtulur. Onlardan birincisi Ku kuşuna dönüştürülüp Güney Altay’da Abu ve Kyan çaylarına, diğerleri ise Çus Çayı havzasına gönderilir.” diye yazmıştır . Bu efsaneyi açıklayan N. A. Aristov, So soyunu Altay’ın kuzeyindeki Biye Çayı sahillerinde yaşayan Kumandin’leri (Kumanları), So’larla ayrıştırırken, birinci torunu le-be-dinlerle – ku kijilerle (ku kişileri) kaynaştırmak istemiştir.
İlhan, Moğol elinin başçısı olduğu dönemde, Tatar ülkesinin başçısı Sevinç Han idi. O dönemlerde Türk ellerinde yaşayan Moğolların sayısı oldukça fazla idi ve girdikleri her savaşta galip geliyorlardı. Sevinç Han, Kırgız hanına hediyeler gönderip onu tarafına çekti, bütün boyları birleştirip, onların üzerine gitti. Önce mağlup olsalar da, Sevinç Han’ın “kurt oyunu” taktiği ile Moğolları yendiler. İlhan’ın oğulları da, bu savaşta öldüler. Yalnız küçük oğlu Kayan (Kıyan) sağ kaldı ve adamlarıyla birlikte Ergenekon (Erken gün) adını verdikleri yere gelip yerleştiler. 400 yıl sonra, Kayan soyundan olan Börte Çine(Bozkurt) adlı başçıları(aslında kılavuzları) ile buradan çıkıp Tatarlarla savaştılar ve galip geldiler.
Meşhed’de bulunan bir destanda buna yakın bir rivayet yer almaktadır. Rivayete göre; bozkırda 10 bin çadırlı Türk obasına saldıran düşmanlar halkı kırıp geçirirler. Savaş meydanına gelen bir kurt cesetlerin arasında kıvranan küçük bir çocuğu alıp mağaraya getirir. Sonra yeşil gözlü bir kız çocuğu daha bulur ve ikisini birlikte güzel bir ovada besleyip büyütür. Çocuklar evlenir ve çocukları olur. Böylece sayıları artar. Ve ovadan ayrılıp, atalarının düşmanlarını yenerek, hakimiyeti ellerine geçirirler.
Türklerde, “kurtla haberleşme“ geleneği vardır. Hun hükümdarı Atilla, Kıpçak Hani Bonyak(Benek) çöle gider, aya karşı tüyler ürpertici belli zaman aralıklarıyla aylı gecede bir sesle kurt gibi ulurdu.
Rus salnamesinde, Kuman Hanı Bonyak’ın 1097’de katıldığı bir savaştan bahsedilir. Burada savaş öncesi Bonyak Han’ın gece çadırdan çıkıp biraz uzaklaştıktan sonra göğe bakarak kurt gibi uluduğu yazılıdır “i yako bist polunoși i vstav Bonyak i otyeha ot rati i poça volçski viti”. Aynı kaynak olayın devamında, “..Bonyak, sesine cevap veren bozkurtun ulumasını işittikten sonra çadıra dönüp, yarınki savaşta galip geleceklerini ilan ederdi.” demektedir. KDK-da kurtla haberleşen Kazan Kan: “Kurt yüzü mübarektir! Kurt ile bir heberleşeyim” diye kurdun ruhunu okşayacak şöyle ifadeler kullanır:
“Karangu akşam olanda günü doğan. Kar ile yağmur yağanda er gibi duran. Kara koç atlar görende kişneşdüren. Kızıl deve gördüğünde bozlaşduran. Ağca koyun gördüğünde kuyruk çarpıp kamçılayan. Arkasını vurup, berk ağılın kapısını söken. Karma ögeç semizin alıp tutan. Kanlı kuyruk üzüp, çap çap yutan. Avazı kaba köpeklere kavga salan. Çakmaklıca çobanları, dünle koyturan. Ordumun haberin bilir misin, degil manga. Kara başım kurban olsun, kurdum sana!”
Azerbaycan’da “kurt gibidir” deyimi diribaş, güçlü, kuvvetli, asil, şerefli insanları, “kurt üreyi yeyib” deyimi kahraman ve cesur insanları, “koca kurt” deyimi de becerikli, müdrik insanları ifade eder. Göktürk Yazıtlarında: “Tanrı güç verdiği için babam Hakanın askerleri kurt gibi düşmanları koyun gibi imiş.” sözlerine rastlamaktayız.
Kurdun derisinden, kafatasından, tüyünden, tırnağından, pençesinden, dişinden, kanından ve yağından istifade eden Türkler ona, kurt, börü, gökbörü, bozkurt, ağzıkara, yalkuzak, kaskır gibi isimler vermiştir. İnanç kültüründe Türkler kurdu kutsal añ(hayvan) kabul etmişlerdir. Bozkurt kültürünün Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet’ten çok önce var olduğu Tengricilik(Tenriçi) inancı çerçevesinde geliştiği için, kurtla ilgili bir takım inanışlar ile bakış açıları oluşmuş ve bunlar ritual törenlerde, batıda kam, doğuda saman dua ve algışlarına, kam kavalındaki kurt ezgilerine yansımıştır.
Anadolu’nun güneydoğu bölgelerinde çocukların sağlıklı ve güçlü olmaları için yıkanırlarken kurt kafatasından su dökerler. Bazı Türk boylarında, doğum yapan kadınları hal/al basmasın diye yastığın altında bir parça kurt derisi koyulur. Karaçaylı kadınlar, bu amaçla yanlarında kurt dişi taşırlar. Özellikle sütü kesilmiş kadınların yeniden sütünün gelmesi için kadının göğsünde dualarla kurt eli gezdirilir. Boğazı veya başka bir yeri ağrıyan çocukların ağrıyan yerine “kayıt, kayıt” diyerek kurt eli sürülür. Çobanların dikkatsizliği sonucu sürüden ayrılan hayvanları kurt kapmasın diye bıçakla “kurt ağzı bağlama” efsununu “Kurt ağzını kapa, Yolun olsun sapa. Bıçağımı yağladım, Kurt ağzını bağladım” – söyleyerek bıçağı kapatırlar. Kurt ve börü sözlerini tabu sayarlar ve onun adını açıkça zikretmek yerine başka sözcüklerle ifade ederlerdi. Mesela, Azerbaycan’da ağzı kara, Tuva’da kök kapak(gökgöz) kızıl kapak(kızılgöz), saba dilinde tınrahmah(dırnaklı) ahılah(aşla) kuturukmah(kuyruklu) gibi.